Başlıklar
‘ÂDEM’, ‘İBLİS’, ‘ŞEYTAN’
Kâle fehbit minhâ femâ yekûnu leke en tetekebbera fîhâ faḣruc inneke mine-ssâġirîn(e)
TDV meâli – Allah: Öyle ise, «İn oradan!» Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! çünkü sen aşağılıklardansın! buyurdu.
Acaba âyette şöyle bir şey söylenmiş olabilir mi?
“ORADA (veya o konuda) SENİN YETKİ SAHİBİ OLMAN MÜMKÜN DEĞİL” … فَمَا يَكُونُ لَكَ اَنْ تَتَكَبَّرَ ف۪يهَا (minhâ femâ yekûnu leke en tetekebbera fîhâ)
“ÇIK, ÇÜNKÜ SEN DE YETKİLİ OLMAYANLARDAN BİRİSİN.” … فَاخْرُجْ اِنَّكَ مِنَ الصَّاغِر۪ينَ (faḣruc inneke mine-ssâġirîn(e))
‘TETEKEBBERA’ … Tefâ’ul babından bir fiilidir. Başına gelen ‘EN’ edatı ile kavramlaşmıştır. Tefâ’ul babı, fiillerini TEF’İL babından alır ve onlara bazı özellikler kazandırır…
Buna göre;
‘TETEKEBBERA’ … Büyük olmadığı halde büyük görünmeye çalışmak
‘TETEKEBBERA’ … Büyüklük elde etmek
‘TETEKEBBERA’ … Aşama aşama büyüklük elde etmek
‘TETEKEBBERA’ … Büyüklükten / zorluktan yakınmak
‘TETEKEBBERA’ … Büyük olmak / zor olmak
‘TETEKEBBERA’ … Büyük olmaktan çekinmek
‘TETEKEBBERA’ … Büyük olmayı istemek / büyük olmak için gayret göstermek
Cümleye dikkat ederseniz “SEN KÜÇÜKLERDEN BİRİ OLDUN.” denmiyor… ‘İNNEKE MİNESSAĞİRİN’ deniliyor… “SEN KÜÇÜKLERDEN BİRİSİN.”
“Biri oldun veya olacaksın.” değil.
İşte bu durumda da şöyle bir sorun çıkıyor… Zaten öyle olan birine ‘UHRUC’ veya ‘İHBİTU’ denmesinin âlemi nedir?
Bu âyette şu iki durumdan biri vardır:
1- Bu âyet İblis’e hakaret eden bir âyet değildir. Tam tersi İblis’in durumunu yani yetki sahasını bildiren bir âyettir ve ona “SENİN İÇİN ORADA (veya bu konuda) YETKİ (büyüklük, ululuk, önderlik) OLMAZ, ÇÜNKÜ SEN SAĞİRİN (alt rütbeli / alt yetkili)LERDEN BİRİSİN” … gibi
2- Âyetin sonunda geçen ‘SAĞİRUN’ kelimesi “BÜYÜKLÜK TASLAMAK, KİBİRLİ OLMAK” anlamına gelen ‘SAİRUN’ kelimesidir. (Bu kullanım için bkz. Lokman 31/18)
İN ORADAN AŞAĞIYA ÇÜNKÜ ORADA SENİN İÇİN YETKİN OLMADIĞI HALDE YETKİLİYMİŞ GİBİ BÜYÜKLÜK (yetki, önderlik, liderlik) ELDE ETMEN OLMAZ. ÇIK ÇÜNKÜ ARTIK SEN DE YETKİSİZLERDEN/KÜÇÜKLERDEN BİRİSİN.
O ŞEYİ YAPANA KADAR YETKİLİYDİ.
Yani A’râf 13, İBLİS’İN yetki sınırlarını belirleyen, meleklerle birlikte denileni yapmamasından dolayı geldiği/düştüğü konumu anlatmaktadır. Âyetin sonundaki cümle hakaret cümlesi değildir.
Âyetteki ‘SAĞİRİN’ ifadesi ister sıfat-ı müşebbehe ister ism-i fâil olsun bu durum bizzat İBLİS’İN kendisinin düştüğü veya düşmeyi tercih ettiği bir durumdur. Yani kimse onu ‘MESĞUR’ … (küçük duruma düşürülen) yapmamış, bizzat kendisi bu tercihi yapmıştır.
İçinde bulunduğu YÜCE makama uygun davranmayıp o makamın gerekliliklerini yerine getirmemek…
Çünkü o bunu bir kere yapmamış, hep yapmış ve hâlâ da yapmaktadır.
Kurtuluşu ise var, isterse kurtulur ama istememekte ve isteyecek gibi de gözükmemektedir.
İBLİS veya ŞEYTAN olmak değiştirilemez bir KADER değildir.
Yetkileri geri alma şansı kalmamıştır ama AFfedilme imkânı her zaman vardır.
Âdem’le konuşan şeytan bizim şu an Kur’an’dan okuduğumuz ‘Şeytanın âhirette çekeceği azabı anlatan’ âyetleri bilmiyor olması mümkün değildir.
Âyetteki ikinci ‘FA’ ve üçüncü ‘FA’ nedir?
İkinci ‘FA’, fâ-i sebebiyye olmaktan ziyade fâ-i tefsiriyye olmaya daha müsait; üçüncü ‘FA’ ise fâ-i sebebiyye olabilir.
Bu âyeti bir önceki âyetle beraber anlamaya çalışalım. Bu ‘fa’ların hepsi bir önceki âyetle alâkalı.
Bir önceki âyette (A’râf 12) soru soruluyor … قَالَ مَا مَنَعَكَ اَلَّا تَسْجُدَ اِذْ اَمَرْتُكَۜ (Kâle mâ mene’ake ellâ tescude iż emertuk(e)) (Sana emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan nedir?)
“SANA EMRETTİĞİMDE…” Bu ifadeyi nasıl anlayacağız? Çünkü tek bir kişiye EMİR verilmedi. “SANA” yerine “SİZE” demesi lazım değil miydi?
Kâle yâ iblîsu mâ leke ellâ tekûne me’a-ssâcidîn(e)
TDV meâli – (Allah:) Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir? dedi.
Burada ise “NEDEN SECDE EDENLERLE BERABER OLMADIN?” deniliyor.
Bu bir soru olarak bir kenarda dursun.
İkinci olarak… Ona gayet açık bir soru soruluyor … قَالَ مَا مَنَعَكَ اَلَّا تَسْجُدَ اِذْ اَمَرْتُكَۜ (Kâle mâ mene’ake ellâ tescude iż emertuk(e)) (Sana emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan nedir?)
O bu açık soruya şöyle cevap veriyor:
Kâle lem ekun li-escude libeşerin ḣalaktehu min salsâlin min hame-in mesnûn(in)
TDV meâli – (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim, dedi.
Kâle mâ mene’ake ellâ tescude iż emertuk(e)(s) kâle enâ ḣayrun minhu ḣalaktenî min nârin veḣalaktehu min tîn(in)
TDV meâli – Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.
Sizce İblis’in verdiği bu cevap, sorulan sorunun cevabı mıdır?
“Ben ondan hayırlıyım.” … İyi de sana “Seni secde etmekten ne alıkoydu?” diyen kişi kimin kimden hayırlı olduğunu bilmiyor mu? Ya da atladı mı? Ya da unuttu mu?
“BENİ BİR ‘NAR’DAN, ONU BİR ‘TİN’DEN YARATTIN.” … Bu da sorulan sorunun cevabı değil. Çünkü soru soran kimin neyden yaratıldığını İBLİS’TEN daha iyi biliyor…
HİCR sûresindeki de sorulan sorunun cevabı değil…
“KENDİSİNİ ‘MİN SALSALİN MİN HAMAİN MESNUN’DAN YARATTIĞIN BİR BEŞERE SECDE EDER OLMADIM.”
Hicr sûresinde olumsuzluğun ‘LEM’ ile olması dikkat çekici…
Bu meâller ile âyetlere baktığımızda sorulan soru ile verilen cevaplar arasında bir bağ kurulması mümkün değil.
Bildiğiniz gibi bu ‘hayrun’ kelimesi İSM-İ TAFDİL sayılıyor… Aslında ism-i tafdîl’in böyle bir vezni yok ama deniliyor ki çok kullanılmasından dolayı bu da ism-i tafdîl sayılıyor… Böyle sayılsa bile ism-i tafdîl’ler, sıfatta ortak iki şeyden birinin o sıfata diğerinden daha fazla sahip olması anlamında kullanılıyor.
Yani “Ben hayırlıyım, o hayırsız.” demiyor… “İkimiz de hayırlıyız ama ben daha hayırlıyım.” diyor.
Bu noktada İBLİS’İN verdiği cevap ile sorulan soru arasında ne gibi bir alâka var?
(Hasan Mustafa Arslan): Mele-i a’lâ’dan aldığı bilgiyi insanlara harfiyen ulaştıran (halîfe dediğimiz) bir görevliye ait bu görevin bir beşere devrolunması İblis’te -ki o görevi o güne kadar yerine getiren ve içinden daha yüksek pozisyonda olma beklentisi olan biri konumunda olmalı- bir travma oluşturmuş demek ki. Beşerin bu görevi eksiksiz yapamayacağına inanıyor olmasını itirazına gerekçe yapıyor. Yani “Yaradılış malzemesi ve kabiliyetleri farklı olan bir Meleğin halîfesi Beşer olamaz.” diyor sanki…
İblis ve küçüklerin yorumu
Bu olayda parçaları birleştirmek lazım… Farklı yerlerde aynı olaydan bahseden anlatımların birleştirilmesi gerekmekte…
Meselâ…
Kâle yâ iblîsu mâ leke ellâ tekûne me’a-ssâcidîn(e)
Allah dedi ki: “İblis! Sana ne oldu da secde edenlerle birlikte olmadın?”
Kâle mâ mene’ake ellâ tescude iż emertuk(e)(s) kâle enâ ḣayrun minhu ḣalaktenî min nârin veḣalaktehu min tîn(in)
TDV meâli – Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.
Kâle lem ekun li-escude libeşerin ḣalaktehu min salsâlin min hame-in mesnûn(in)
TDV meâli – (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim, dedi.
Bu ikinci sahne.
Verilen cevapların birleştirilerek anlaşılması daha doğru olur sanki…
Kâle faḣruc minhâ fe-inneke racîm(un)
Allah dedi ki “Madem öyle, çık oradan! Artık sen kovuldun.
Ve-inne ‘aleyke-lla’nete ilâ yevmi-ddîn(i)
Yapılan her şeyin karşılığını bulacağı güne kadar hep lanetlisin/dışlanacaksın.”
Kâle fehbit minhâ femâ yekûnu leke en tetekebbera fîhâ faḣruc inneke mine-ssâġirîn(e)
TDV meâli – Allah: Öyle ise, “İn oradan!” Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! çünkü sen aşağılıklardansın! buyurdu.
Bu üç âyette şunlar söyleniyor:
ÇIK ÇÜNKÜ SEN ‘RACİM’SİN… ‘YEVMİD DİN’E KADAR LÂNET SENİN ÜZERİNEDİR…
A’râf 13. âyette ise bambaşka bir cümle var… Şimdi bu âyetler eğer aynı sahneden bahsediyorsa bu söylemin birleştirilerek okunması gerekmekte.
İblisin ‘sağir’lerden biri olmasına bir başka açıdan şöyle bir açılım getirebiliriz:
Kâle rabbi bimâ aġveytenî leuzeyyinenne lehum fî-l-ardi veleuġviyennehum ecma’în(e)
TDV meâli – (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!
Bu ve aynı konudan bahseden başka âyetlerde İBLİS’İN bir ‘ğava’ya düştüğünü anlamaktayız. ‘Ğava’ kelimesi el-Müfredât’ta şöyle tanımlanır: “FÂSİT BİR İNANÇTAN DOLAYI CÂHİLCE HAREKET ETMEK.”
Yine el-Müfredât’ta kelimenin kökeniyle ilgili şöyle bir bilgi verilmektedir. “‘ĞAVA’; deve yavrusunun fazla süt içmekten dolayı mide fesâdına uğramasıdır.”
HİCR 39. âyete dikkat edilirse İblis “‘BİME EĞVAYTENİ’” şeklinde bir cümle kurmaktadır. Bu cümledeki ‘Bİ’ harfini yemin olarak alırsak -ki müfessir ve meâl yazarları ‘Bİ’ye yemin harfi demişler- bu durumda İblis’in ‘ğava’ya düştüğü şey üzerine yemin edilecek kadar değerli bir şey.
Bu âyetteki ‘Bİ’yi yemin olarak almazsak bu durumda “BENİ ‘ĞAVA’YA DÜŞÜRDÜĞÜN ŞEYE GÖRE” şeklinde bir anlam çıkar. ‘Bİ’ye bedel anlamı verirsek “BENİ ‘ĞAVA’YA DÜŞÜRDÜĞÜN ŞEYE KARŞILIK” şeklinde bir anlam çıkar.
Her durumda İblis’in ‘ĞAVA’YA düştüğü şey değerli bir şey olmaktadır.
‘ĞAVA’ kelimesi “İNANÇTAN KAYNAKLANAN BEKLENTİLERİN BOŞA ÇIKMASINDAN DOLAYI KİŞİNİN YAŞADIĞI HAYAL KIRIKLIĞI”DIR.
‘ĞAVA’ kelimesinin başka kullanımlarına baktığımızda bu anlamın desteklendiğini görmekteyiz.
Meselâ;
Lâ ikrâhe fî-ddîn(i)(s) kad tebeyyene-rruşdu mine-lġayy(i)(c) femen yekfur bi-ttâġûti veyu/min bi(A)llâhi fekadi-stemseke bil’urveti-lvuśkâ lâ-nfisâme lehâ (k) va(A)llâhu semî’un ‘alîm(un)
TDV meâli – Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla sapıklık birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.
Meâl ve tefsir yazarları bu âyette geçen ‘ĞAYY’ kelimesine “sapıklık” anlamı vermişlerdir. Oysa kelime tam da ‘RÜŞD’ kelimesinin zıddı olarak kullanılmıştır. ‘RÜŞD’; “içine girilen yolda doğru beklentiler ve doğru tavırlar edinmek” anlamındadır.
Yani “elde edilecekleri veya elden çıkarılacakları bilmek” anlamındadır.
Âyette “DİNDE ZORLAMA YOKTUR.” denmesi hep şöyle anlaşılmıştır… “KİMSE BU DİNE GİRMEK İÇİN ZORLANAMAZ.”
Oysa bu anlam âyette kastedilmek istenen anlamın sadece bir kısmıdır. Kimse bu dine girmek için zorlanamaz, evet bu doğrudur ama aynı zamanda “KİMSE ZORLAMAYLA BU DİNDEN KENDİSİNE PAY BİÇEMEZ.” anlamı da vardır.
Bu zorlama sadece bu dine girmemiş kişiler için değil aynı zamanda bu dinde olduğunu zannedenler için de geçerlidir.
Yüce Allah’ın dinden verdiği pâyeler bellidir.
‘DİN’ kelimesi; “KİŞİYİ SORUMLULUK ALTINA SOKAN, YAPILMASINDA VEYA YAPILMAMASINDA CEZÂ VE MÜKÂFAT OLAN YÜKÜMLÜLÜKLER”DİR.
‘LA İKRAHE FİDDİN’… denmesi ile bunlarda herhangi bir zorlamanın olmadığı bildirilmiştir.
Zorla ve şeytânî düzenlerle elde edilmiş PÂYELER de İKRAH’tır.
Mesela, Türkiye’de ve dünyada toplumları yönlendiren ve DİN adına hareket ettiğini söyleyen kişi ve kurumlar (DİB) gibi BU DİNDEN ZORLA ELDE EDİLMİŞ PÂYELERDİR. Çünkü bu dinde böyle bir bakanlık yoktur. DİN adına böyle bir makamı ihdas etmek de İKRAH’tır.
Seasrifu ‘an âyâtiye-lleżîne yetekebberûne fî-l-ardi biġayri-lhakki ve-in yerav kulle âyetin lâ yu/minû bihâ ve-in yerav sebîle-rruşdi lâ yetteḣiżûhu sebîlen ve-in yerav sebîle-lġayyi yetteḣiżûhu sebîlâ(en)(c) żâlike bi-ennehum keżżebû bi-âyâtinâ vekânû ‘anhâ ġâfilîn(e)
TDV meâli – Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün mucizeleri görseler de iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların âyetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir.
Bu âyette ise ‘ĞAYY’ kelimesi yine ‘RÜŞD’ kelimesine karşılık kullanılmıştır.
Bir tarafta tüm âyetleri görseler bile ‘RÜŞD’ metodunu anlasalar bile ONU yol/yöntem olarak edinmemek… Diğer tarafta ise âyeti olmayan, belgesi olmayan ‘ĞAYY’ metodunu/yolunu görür görmez / anlar anlamaz YOL/YÖNTEM edinmek.
‘ĞAYY’ kelimesine verilen “sapıklık” anlamı bu âyette de hiç yerine oturmamaktadır. ÇÜNKÜ kimse sapmak için YOL edinmez.
Bu âyette de ‘ĞAYY’ kelimesi “BOŞ BEKLENTİLER” anlamındadır.
Onları bu boş beklentilere sokan şey SAPMA arzusu değildir. Tam tersi DAHA DOĞRU OLMA / DAHA İYİ OLMA ARZUSUDUR.
Vetlu ‘aleyhim nebee-lleżî âteynâhu âyâtinâ fenseleḣa minhâ feetbe’ahu-şşeytânu fekâne mine-lġâvîn(e)
TDV meâli – Onlara (yahudilere), kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku.
Bu âyette ise ‘ĞAYY’ kelimesi ile Yüce Allah’ın âyetlerini bilmemekten değil TAM TERSİ YÜCE ALLAH’IN ÂYETLERİNİ BİLDİĞİ HALDE BOŞ BEKLENTİLER İÇİNE GİRMEKTEN BAHSETMEKTEDİR.
Âyette söz konusu edilen kişi Yüce Allah’ın âyetlerinden bihaber olan bir kişi değil tam tersi ‘ETAYMEHU AYATİNA’ denilen bir kişidir.
Yani Allah’ın âyetleri ona verilmiştir. Ama o buna rağmen şeytanın peşine takılmış ve ‘ĞAVİN’LERDEN biri olmuştur.
Şeytan Allah’ın âyetlerini bilmeyen biri değildir. Tam tersi o âyetleri hemen herkesten daha iyi bilen biridir.
İnne-lleżîne-ttekav iżâ messehum tâ-ifun mine-şşeytâni teżekkerû fe-iżâ hum mubsirûn(e)
TDV meâli – Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah’ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler.
Ve-iḣvânuhum yemuddûnehum fî-lġayyi śümme lâ yuksirûn(e)
TDV meâli – (Şeytanların) dostlarına gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürüklerler. Sonra da yakalarını bırakmazlar.
Bu âyet ‘ĞAYY’ kelimesinin “boş beklentiler içine sokmak” anlamına geldiğini daha da açık hâle getirmektedir. Âyetteki ‘YEMUD’ kelimesi “yardım etmek, destek vermek, çekmek, uzatmak, sürüklemek” mânâlarına gelen bir kelimedir. İBLİS daha en baştan “‘UĞVİYENNEHUM’” demişti zaten… Yani nasıl ki kendisinin beklentileri boştu ve gerçekleşmeyince bir hayal kırıklığı yaşadı. O da “onları aynı şekilde boş beklentilere sürükleyeceğini” söylemişti.
Velâ yenfe’ukum nushî in eradtu en ensaha lekum in kâna(A)llâhu yurîdu en yuġviyekum(c) huve rabbukum ve-ileyhi turce’ûn(e)
TDV meâli – Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdüm size fayda vermez. (Çünkü) O sizin Rabbinizdir. Ve (nihayet) O’na döndürüleceksiniz.
Meâl ve tefsir yazarları bu âyette geçen ‘ĞAYY’ kelimesine yine “SAPIKLIK” mânâsı vermişler ve âyete de “ALLAH SİZİ SAPTIRMAK İSTESE…” şeklinde bir mânâ vermişlerdir.
Oysa bu âyette de ‘ĞAYY’ kelimesi “aslı olmayan beklentileri boşa çıkarmak” mânâsındadır.
İnne ‘ibâdî leyse leke ‘aleyhim sultânun illâ meni-ttebe’ake mine-lġâvîn(e)
TDV meâli – “Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.”
Meâl yazarlarının bu âyette geçen ‘ĞAVİN’ kelimesine yine “azgınlar” mânâsı vermeleri âyetlerin anlatmak istediğini yok etmiştir… Oysa kimse azgın olduğu için şeytana uymaz… Meselâ, ÂDEM şeytana uymuştur… O, şeytana uymadan da azgın mıydı?
Kişi önce azgın olup sonra şeytana uymaz… Tam tersi şeytana uyması onu ‘ĞAVİN’ yapar.
Şeytana uyanlar ise bu dinde neyi bekleyip neyi beklemeyeceğini Yüce Allah’ın vaat ve tehditlerine göre değil, başkalarının vaat ve tehditlerine göre belirledikten sonra bunlara göre BEKLENTİLER içine girenlerdir.
Meselâ, müslümanlar tarih boyunca rivâyetler üzerinden SAHİH bir din edinecekleri beklentisi içine girmişlerdir. Bu beklentileri hiçbir zaman gerçekleşmemiştir.
Şimdi, geldiğimiz son çağda “müslümanım” diyenler Allah’ın dini hususunda tam bir HAYAL KIRIKLIĞI yaşamaktadırlar.
Çünkü Allah’ın dini saydıkları o din onları huzurlu, mutlu, aziz, üstün, şerefli, şahsiyet sahibi ve EMİN yapmamıştır.
Müslümanların geldiği bu son durum TARİH BOYUNCA İÇİNE GİRİLEN BOŞ BEKLENTİLER YÜZÜNDENDİR. Ve müslümanlar ‘ĞAVİN’ olmayı bu yüzyılda değil, “RİVÂYETLERLE ALLAH’IN KİTABI DAHA ANLAŞILIR HALE GELİR.” dediklerinde tercih etmişlerdir.
Tıpkı şeytanın Âdem’e, “SANA RABBİNİZİN SİZİ ŞU AĞAÇTAN NİYE MEN ETTİĞİNİ BİLDİREYİM Mİ?” demesi gibi…
Şeytan Âdem’i önce Allah’ın emirlerinin AÇIKLANMAYA muhtaç olduğu husûsunda, daha sonra ise kendisinin ona doğruyu söyleyeceği hususunda BEKLENTİYE soktu ve en sonunda da bu beklentilerini tamamen BOŞA ÇIKARDI.
Feḣalefe min ba’dihim ḣalfun edâ’û-ssalâte vettebe’û-şşehevât(i)(s) fesevfe yelkavne ġayyâ(n)
TDV meâli – Nihâyet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.
Bu âyetin en sonundaki ‘ĞAYY’ kelimesi hep tartışma konusu olmuş ve müfessirlerin çoğu bu âyetteki ‘ĞAYY’ kelimesinin “cehennemde bir çukur” olduğunu söylemişlerdir. Oysa bu âyette de kelime “BEKLENTİLERİN BOŞA ÇIKMASI” anlamındadır.
“ÇOK YAKINDA BEKLENTİLERİNİN BOŞA ÇIKTIĞINI ANLAYACAKLAR” … Ya da “BEKLENTİLERİN BOŞ OLDUĞUYLA KARŞILACAKLAR.”
Feekelâ minhâ febedet lehumâ sev-âtuhumâ vetafikâ yaḣsifâni ‘aleyhimâ min veraki-lcenne(ti)(c) ve’asâ âdemu rabbehu feġavâ
TDV meâli – Nihâyet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu suretle) Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı.
Bu âyet ise ‘ĞAVA’ kelimesinin “BEKLENTİLERİN BOŞA ÇIKMASI” anlamında olduğunu tartışmasız bir şekilde ortaya koymaktadır. Lütfen âyete dikkat edilsin… ÂDEM’İN ‘ĞAVA’ OLMASI AĞAÇTAN YEMESİNDEN ÖNCE DEĞİL YEDİKTEN SONRADIR.
Yani o ağaçtan yemekle elde edeceğini zannettiği şeyi ELDE EDEMEDİ.
Bu açıklamalardan sonra İBLİS’in ‘sağir’lerden biri oluşuna geri dönecek olursak…
Âyette geçen “İBLİS’in ‘sağir’lerden biri oluşu”nu bir AŞAĞILAMA ve HAKARET olarak alırsak durum hiç de anlaşılmamaktadır.
Olaya şu açıdan bakalım… İBLİS Yüce Allah’ın sadece bir TEK emrine itaatsizlik etmiştir. Eğer Yüce Allah’ın bir tek emrine itaat etmemek ‘SAĞİR’LİK (aşağılık olmak) mânâsındaysa ÂDEM de ‘sağir’lerden biri olmak zorundadır…
Ya da herhangi bir günahı işleyen her kişi de ‘sağir’lerden biri olarak adlandırılmalıdır.
Oysa Kur’an’da zina yapanlara bile hatta Yüce Allah’a itaat etmemeyi karakter haline getirenler bile böyle adlandırılmamaktadır.
Bu durumda âyette geçen ‘SAĞİR’ kelimesinin bir hakaret sözü değil tam tersi bir DURUM bildirme sözü olduğu ortaya çıkmaktadır.
Yani İBLİS hep ‘sağir’lerden yani “YETKİSİZLERDEN” biriydi. Onun ‘ĞAVA’YA düşmesi işte tam da bu hususta olmuştur… Yani beklediği TERFİ GERÇEKLEŞMEMİŞTİR.
ÂDEM-İBLİS olayının Kur’an’da anlatıldığı her yerde şu emir vardır:
Velekad ḣaleknâkum śümme savvernâkum śümme kulnâ lilmelâ-iketi-scudû li-âdeme fesecedû illâ iblîse lem yekun mine-ssâcidîn(e)
TDV meâli – Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem’e secde edin! diye emrettik. İblis’in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı.
Bu âyette ve diğer âyetlerde SECDE etme emri veren kişinin YÜCE Allah olmadığı anlaşılmaktadır… QULNA
Bu demektir ki ÂDEM’E veya ÂDEM İÇİN SECDE ETMEYENİN TAM TERSİ SECDE ETME EMRİNİ VEREN ÜST YETKİLİLER BULUNMAKTADIR.
(KANAATİMCE)… İşte İBLİS’in ‘SAĞİR’LERDEN biri olduğunun bildirilmesi bundan dolayıdır.
Yani onun verilen emir karşısında karşı çıkmak gibi bir yetkisinin OLMADIĞI söylenmektedir.
Zaten A’râf 13. âyete bakıldığında hemen ‘SAĞİR’ kelimesinden önce ona, “‘MA LEKE EN TETEKEBBERA FİHA’” dendiği görülecektir.
‘KEBİR’ – ‘SAĞİR’ … Karşıtlığını göz önüne aldığımızda ‘SAĞİR’ kelimesinden kastedilenin ne olduğu daha net anlaşılacaktır.
İblis’in getirdiği karşı itirazlara ve bu itirazlara karşı herhangi bir olumsuz şey söylenmemesine bakıldığında ‘SAĞİR’ kelimesinden kastedilen şeyin “YETKİSİZLİK, ALT RÜTBE” olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
İblis, “‘HALAKTENİ MİN MAR VE HALAKTEHU MİN TİN’” (“BENİ BİR ‘NAR’DAN, ONU BİR ‘TİN’DEN YARATTIN.”) demektedir… Ama ona “HADİ ORDAN!” denmemektedir… Yani İBLİS’in söylediği bu söz doğru bir sözdür… YANLIŞ OLAN ŞEY; bu doğruların İBLİS’İN BEKLENTİLERİNİ HAKLI ÇIKARMAYACAĞIDIR.
Yani ÂDEM’İN TİN’den yaratılmış olması veya kendisinin NAR’dan yaratılmış olması TERFİ sebebi değildir.
İşte İBLİS ‘SAĞİR’LERDEN (alt rütbelilerden) biri olarak bu konuda bir beklenti içine girmiş, bu beklentisi gerçekleşmeyince de ‘ĞAVA’YA düşmüştür… Devam eden âyetlere baktığımızda tıpkı söylediği gibi ÂDEM’İ de kendisi gibi gerçekleşmesi mümkün olmayan boş beklentiler içine sokmuştur… Şeytanın Âdem’e gelip “İKİ MELEK YA DA ‘HALİDİN’LERDEN BİRİ OLASINIZ DİYE” demesi işte onları GERÇEKLEŞMESİ MÜMKÜN OLMAYAN BOŞ BEKLENTİLERE SOKMASIDIR.
Tabiri caizse ÂDEM de o ağaçtan yiyerek TERFİ EDECEĞİNİ zannetmiştir.
Bir beşerin yükselebileceği en yüksek makam RİSÂLET makamıdır. İBLİS Âdem’i bu makamın daha da ötesinde olan bir makam için beklentiler içine sokmuştur.
Yani tıpkı İBLİS gibi Âdem de ‘SAĞİR’LİĞİNE bakmadan daha üst bir makama TERFİ etmek istemiştir.
İşte tüm bu açıklamalardan sonra sonuç olarak âyette geçen ‘SAĞİRİN’ kelimesi bir AŞAĞILAMA kelimesi değil, tam tersi BİR DURUM TESPİTİ cümlesidir diyebiliriz kanaati bende yerleşmiş bulunmaktadır.
Â’râf 13. âyetin 3 cümleden oluştuğunu ve üçünün de başında bir ‘FA’ olduğuna dikkat çekmiştim. Dikkat edilirse üçüncü ‘fa’ bir emir fiilin başındadır ve bu üç ‘fa’nın üçü de cümleler arasındaki İSNAD-MÜSNED ilişkisini düzenlemektedir.
Yani cümleleri birbirine ne şekilde isnad edeceğimizi bildirmektedir.
Âyetin başındaki ‘FA’ bir önceki âyete mebnidir.
O ‘FA’ da bir emir fiilin başında gelmektedir. O halde bu emir fiilin başındaki ‘fa’ bu EMRİN bir önceki âyette İBLİS’in söyledikleri ile alâkalı bir ‘fa’ olmasını zorunlu hâle getirmektedir.
Peki o ‘fa’yı ne olarak alacağız?
- SEBEBİYYE
- Öncesi sonrasına sebep
- Sonrası öncesine sebep
- TEFSİRİYYE
- ZÂİD
‘İHBUTU MİNHA’ emri ne anlama gelmektedir?
İBLİS nereden çıkacaktır (inecektir)?
‘FİHA’daki ‘HA’ neye/nereye gider?
Işte bu soruların cevabı en baştaki ‘FA’nın ne olduğunu belirleyecektir.
‘İHBUTU’ kelimesinin sözlük mânâları şu şekildedir: “Alçalmak, inmek, yavaş yavaş aşağı doğru inmek, değerini kaybetmek.”
‘İHBUTU’: ALÇAL
‘İHBUTU’: İN
‘İHBUTU’: YAVAŞ YAVAŞ AŞAĞIYA DOĞRU İN
‘İHBUTU’: DEĞERİNİ KAYBET
Şimdi olaya şöyle bakalım… Bir kişinin yüksekten inmesi, rütbesinin düşürülmesi veya değerinin düşürülmesi için o kişinin yüksekte olması gerekmektedir. Oysa âyetin sonunda İBLİS için “‘SAĞİRİN’LERDEN birisin” deniliyor, “‘SAĞİRİN’LERDEN biri oldun” denmiyor. Zaten öylesin deniliyor.
‘Sağirin’de eksilme anlamı da var. İblis zaten ‘Sağirin’di ve bu emirle rütbesi daha da mı aşağı çekildi/eksiltildi?
Bu sorunun cevabı tam da kendisinden önceki cümlede ‘EN TETEKEBBERA’ cümlesinde.
‘TEKEBBERA’ … “Büyük olmadığı halde büyüklük taslamak, yetkili olmadığı halde yetkili gibi davranmak, kendisinin olmayan bir büyüklüğü kendisininmiş gibi lanse etmek.”
“Kendine yüklediğin büyüklük algısından/beklentisinden aşağı in bakalım.”
“Büyük/önder/lider olmadığın halde boş beklentilerle öyle olmasını umduğun bu büyüklük/liderlik kisvesinden çık.”
Şeytanın boş beklentilerinin kökeni
Verilen bir emir var: ‘USCUD’ … Bu emrin doğru bir emir olup olmadığını sorgulamak, sorguladıktan sonra bir yargıya varıp ona karşı çıkmak ‘SAĞİRİN’LERİN yetkisinde olan bir şey değildir.
İblis bu emri sorgulamayı ve bu emre karşı çıkmayı KENDİSİNDE BİR YETKİ OLDUĞU ZANNIYLA yapmaktadır.
Peki İBLİS bu zanna nereden kapılmıştır? Yani en sonunda onu ‘ĞAVA’ya düşüren bu ZANNIN kaynağı nedir?
Not: Âdem’in göreve iadesi ile ilgili bir çekincem var… Yunus’un görevine iade edildiğini biliyoruz. Ama Âdem’in göreve iade edilmemesi mevzûsunda henüz tam olarak netleşmedim.
En’âm sûresinde 18 tane resûl sayıldıktan sonra “İŞTE BUNLARIN YOLUNA TABİ OL.” deniliyor. Sayılanlar içinde ÂDEM yok!
Resûller soy olarak hep Âdem’e dayandırılıyor ama YOL olarak Âdem’e dayandırılmıyor.
Şurası sabit bir bilgi olarak duruyor… ‘İNNİ CAİLUN FİL ARDİ HALİFET’
Bu ifadeden sonra Âdem kıssası anlatılıyor.
Yani Âdem’in varlığı bir GÖREVİ devam ettirme ile ilişkilendiriliyor.
Fakat soru şu… “‘İNNİ CAİLUN FİL ARDİ HALİFE’” dendiği zaman, melekler “halife” dendiğinde KİMİ/KİMLERİ anlıyor? Yani bu kavramdan kastedilenin ÂDEM olduğunu anlıyorlar mı?
Yine aynı şekilde HİCR ve başka yerlerde anlatılan Beşer kıssalarında ‘BEŞERAN’ deniliyor… Bir isim yok.
Kelimenin nekira gelmesi, meleklerin daha önce ‘BEŞER’ kelimesi ile ilgili bir bilgilerinin olmadığına delâlet etmesi gerekmektedir.
Tanımlamalar var, ama bu tanımlamalar KİMLİK tespitinden ziyade TÜR tespiti gibi…
Meselâ HİCR sûresinde şöyle deniliyor:
Ve-iż kâle rabbuke lilmelâ-iketi innî ḣâlikun beşeran min salsâlin min hame-in mesnûn(in)
İnsanlık ve iman sınamalarının yorumu
TDV meâli – Hani Rabbin meleklere demişti ki: “Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım.”
Fe-iżâ sevveytuhu venefaḣtu fîhi min rûhî feka’û lehu sâcidîn(e)
TDV meâli – “Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!”
“‘MİN SALSALİN MİN HAMAİN MESNUN’DAN BİR BEŞER YARATACAĞIM.”
Melekler bu cümleden BEŞER = ÂDEM anlamış olabilirler mi?
Anlamış olmaları mümkün değil… Aslına bakılırsa hemen devamındaki âyette meleklerin kastedilen kişiyi nereden ve nasıl anlamaları gerektiğine dâir bir bilgilendirme yapılması lazım.
Yani “Bir BEŞER var edeceğim.” diyor… Her nerede olursa olsun meleklerin kastedilen kişinin kim olduğunu anlamaları sadece YARATMA işine şahit olmaları durumunda mümkündür. Oysa KEHF sûresinde şöyle bir âyet var, bu âyet de yine Âdem kıssası bağlamında geçiyor.
Mâ eşhedtuhum ḣalka-ssemâvâti vel-ardi velâ ḣalka enfusihim vemâ kuntu mutteḣiże-lmudillîne ‘adudâ(n)
TDV meâli – Ben onları (İblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de bizzat kendilerinin yaratılışına şahit tuttum. Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim.
Yani melekler bir halife atanacağını biliyorlar… Bir beşer yaratılacağını da biliyorlar… Ona ruh üfleneceğini ve eşitleneceğini de biliyorlar ama bunun KİM olduğunu bilmiyorlar… Peki nerden anlayacaklar? ‘FE İZE SEVVEYTUHU’ deniliyor… Devamında ‘VE NEFAHTU FİHİ MİN RUHİ’ deniliyor… Yani melekler bunun kim olduğunu işte bu belirtilenler birisine yapılınca anlayacaklar…
Buna şöyle bir itirazın olması kaçınılmaz olacaktır: “Madem diyorsunuz ki melekler bahse konu olan HALİFENİN, BEŞERİN, EŞİTLENENİN, RUH ÜFLENECEK OLANIN kim olduğunu bilmiyorlar, O HALDE BAKARA 30. ÂYETTE NASIL OLUYOR DA BİLİYORMUŞ GİBİ İTİRAZ EDİYORLAR?”
Ve-iż kâle rabbuke lilmelâ-iketi innî câ’ilun fi-l-ardi ḣalîfe(ten)(s) kâlû etec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ veyesfiku-ddimâe venahnu nusebbihu bihamdike venukaddisu lek(e)(s) kâle innî a’lemu mâ lâ ta’lemûn(e)
TDV meâli – Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.
Eğer bilmiyorlarsa nasıl böylesine keskin bir şekilde itiraz ediyorlar?
Bu soru haklı bir sorudur, değil mi?
Şimdi bir soru daha soralım: MELEKLERİN ‘kan dökecek, bozgunculuk yapacak’ dediği KİŞİ Âdem mi?
Şimdi aynı âyetin sonunda ‘İNNİ EA’LEMU MA LA TEA’LAMUN’ deniliyor… Bu ifadenin meleklerin sandığı kişinin doğru olmadığını bildirmiş olması gerekmiyor mu?
Yani “SİZİN BİLMEDİKLERİNİZİ BİLİYORUM.” denilirken MELEKLERİN BİLMEDİĞİ ŞEY NEDİR?
Soy bağı MELEKLERDE DE CİNLERDE DE VAR.
Hiçbiri değil…
İki cümleyi lütfen birlikte okuyalım: “KAN DÖKECEK, BOZGUNCULUK YAPACAK BİRİNİ Mİ ATAYACAKSIN?” … “BEN SİZİN BİLMEDİKLERİNİZİ BİLİYORUM.”
O halde burada kastedilen HALİFEnin meleklerin zannettiği OLMADIĞI anlamı çıkmaz mı?
Şimdi melekler diyor ki … ‘NAHNU NUSEBBİHU VE NUKADDİSU LEKE’ …
O halde soru şu: MELEKLERİN “BİZ” DİYEREK KURDUKLARI CÜMLE DOĞRU BİR CÜMLE MİDİR?
Casus değil ama meleklerin içinde meleklerin iddia ettiği gibi ‘NUSEBBİHU’ ve ‘NUKADDİSU’ yapmayan birileri var.
Bu halife atanma olayı içlerinden bozgunculuk yapanı ortaya çıkarmak içindir.
Şimdi bir soru daha soralım: İBLİS Âdem’e secde etmeme fikrine, ona “ÂDEM’E SECDE ET!” dendiği zaman mı kapıldı yoksa bu fikir zaten hep onun içinde var mıydı?
Peki MELEKLER onun bu durumunu biliyorlar mıydı?
Eğer melekler, içlerindeki ve kendilerinden biri olan İBLİS’İN içinde bulunduğu durumu biliyor olsalardı ‘NAHNU’ demeleri mümkün değildir.
‘NAHNU NUSEBBİHU VE NUKADDİSU LEKE’ = “Biz, tüm fertlerimiz, hepimiz, tek bir istisnamız olmadan hepimiz” anlamına gelmez mi?
‘NUSEBBİHU’… “İçimizde tek bir sıkıntı olmadan, zorlanmadan, itiraz etmeden, gönlümüz yata yata emirlerin doğrultusunda HEPİMİZ hareket ediyoruz.”
Kâle lem ekun li-escude libeşerin ḣalaktehu min salsâlin min hame-in mesnûn(in)
TDV meâli – (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim, dedi.
‘LEM EKUN’ … “Olmadım, zaten değildim.”
İŞTE MELEKLER BUNU BİLMİYOR…
Ondan dolayı tek bir fertlerini istisnâ etmeden ‘NAHNU NÜSEBBİHU VE NUKADDDİSU LEKE’ diyorlar.
ACABA… ‘İNNİ CAİLUN FİL ARDİ HALİFE’ dendiğinde İBLİS bunun kendisi için bir TERFİ olacağını zannetmiş ve ‘TETEKEBBÜR’ etmiş yani YANLIŞ BİR BEKLENTİ İÇİNE GİRMİŞ OLABİLİR Mİ?
“BEŞER yaratacağım.” denilen yerlerin hepsinde “BEN O ‘BEŞER’İ HALİFE ATAYACAĞIM.” diye bir kullanım var mı?
Karşı olduğu kişi/ler ALLAH’ı kapsamıyor.
‘İNNİ CAİLUN FİL ARDİ HALİFE’ diyen RAB, Allah değil.
Eğer ‘İNNİ CAİLUN FİL ARDİ HALİFE’ diyen Allah ise ve melekler de O’na itiraz ediyorsa ve devamında “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” diyen de yine devamında “Ben sizin gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilirim.” diyen Allah ise bu meleklerin bırakın melek olmasını MÜMİN bile olmadıkları sonucu çıkar.
Kaldı ki ‘VE İZ QULNA’ deniliyor… Yani “Âdem’e secde edin.” diyenin Allah olmadığı ‘NAHNU’ olduğu gayet açık.
Atamalarında isabet kaydetmedikleri de oldu. Meselâ, ÂDEM’İN atanmasında İSABET etmediler.
‘İNNİ HALİKUN BEŞEREN MİN SALSALİN’ cümlesi = “HALİFE” anlamına gelir mi?
‘VE NEFAHTU FİHİ MİN RUHİ’ … “Ona ruhumdan üfleyeceğim.”
Bu ruh üfleme nedir ve nasıl yapılacak?
Ruha “yetki” demiştik. Bu YETKİ nasıl verilecek?
“BEN” diyen kişi bizzat beşerin karşısına dikilerek mi yapılacak? Birisi aracılığıyla mı gönderilecek?
Yoksa ulemânın dediği gibi “BURUN DELİKLERİNDEN İÇERİ ALLAH MI ÜFLEYECEK?”
Bir yerde ‘RUHANA’ deniliyor, başka yerde ‘RUHİ’ deniliyor.
Acaba ‘RUHİ’ veya ‘RUHANA’ denilirken İBLİS bu RUH’un kendisi olacağı beklentisi içine girmiş olabilir mi?
Bu soru bizi tekrar Bakara 30. âyete ve o âyette geçen HALİFE kavramına dönmeye mecbur bırakıyor.
‘HALİFE’ kavramı ÂDEM’E döner mi?
‘RUH’ = MİKÂİL; bu henüz soru işareti.
Asıl delil BİZZAT ‘HALİFE’ KAVRAMININ KENDİSİ.
YANİ AYNI TÜRDEN OLMASI LAZIM.
‘ARD’ kelimesine bilâhare bakalım, şimdilik tüm dikkatleri ‘HALİFE’ kavramına verelim.
Eğer ‘İNNİ CAİLUN FİL ARDİ HALİFE’ deniliyorsa bu durum halife olarak atanacak kişinin atandığı görevi yapan biri veya birilerinin varlığını zorunlu kılmaz mı?
Eğer burada ‘HALİFE’ kavramından RİSÂLET anlayacaksak MUHAMMED son halife, ÂDEM ilk halifedir sonucu çıkar.
MUHAMMED’İN kime veya kimlere halife olduğu açıktır ama eğer ‘HALİFE’DEN KASTEDİLEN ÂDEM İSE ÂDEM KİMİN/KİMLERİN HALİFESİDİR?
“Meleklerin” diyemeyiz çünkü meleklere halife olmak için MELEK olmak lazım.
Bunun yanında ÂDEM için Âl-i İmrân 33’te ‘İSTAFA’ kelimesi kullanılıyor ‘CAİL’ kelimesi değil.
İnna(A)llâhe-stafâ âdeme venûhan veâle ibrâhîme veâle ‘imrâne ‘alâ-l’âlemîn(e)
TDV meâli – Allah birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesi ile İmrân ailesini seçip âlemlere üstün kıldı.
BAKARA 30. âyette ‘İNNİ CAİLUN FİL ARDİ HALİFE’ deniliyor… Fakat melekler -ilginç bir şekilde- itiraz ettikten sonra ‘NAHNU NUSEBBİHU VE NUKADDİSU LEKE’ diyorlar.
Ve-iż kâle rabbuke lilmelâ-iketi innî câ’ilun fi-l-ardi ḣalîfe(ten) kâlû etec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ veyesfiku-ddimâe venahnu nusebbihu bihamdike venukaddisu lek(e) kâle innî a’lemu mâ lâ ta’lemûn(e)
TDV meâli – Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.
MELEKLER NEDEN KENDİLERİNDEN BAHSEDİYORLAR? ONLARLA NE ALÂKASI VAR?
Şu cümlelerden ne anlarız? BİZ MAHALLE MUHTARINI ATAYACAĞIZ. BİZ ŞİRKETE BİR YÖNETİCİ ATAYACAĞIZ.
PEKİ MAHALLE ZATEN VARSA ve MUHTAR ATAMAK DA ÖNCEDEN BERİ DEVAM EDEN BİR ŞEYSE NE ANLARIZ?
Bu cümlelerden mevcut olanın değiştirileceğini anlarız.
‘İNNİ CAİLUN FİL ARDİ HALİFE’ deniliyor.
‘HALİFE’ dendiğine göre MEVCUT OLANIN YERİNE BAŞKASININ ATANACAĞI ANLAŞILIR, değil mi?
Lütfen dikkat; ‘HALİFE’ kavramı bir görevin tanımı değildir. Zaten var olan, zaten tarifi yapılmış bir görevi devam ettirmeyi belirten bir kelimedir.
Meselâ, “KAYMAKAMIN HALEFİ” dediğimizde kaymakamlık makamının adına ‘HALİFE’ denmiş olmuyor, tam tersi KAYMAKAMLIK makamını devam ettiren sonraki kaymakam anlaşılır.
Şimdi ‘halife’ kavramının Kur’an’daki kullanımlarına baktığımızda HUD, SEMUD kavmi için kullanılıyor… Bunun yanında DAVUT için de kullanılıyor… Şimdi Davut halife yapılıyor ama ona ‘HALİFE’ tanımı değil ‘RESÛL’ tanımı yapılıyor.
Yani kaymakamın yerine atanan kaymakam daha üst bir makam değil.
“YERYÜZÜNDE BİR HALİFE ATAYACAĞIM” demek aynı zamanda “mevcut görevliyi/görevlileri görevden alacağım” anlamına gelir. O görevliler meleklerdir. Çünkü halife atama kararına şaşıranlar onlardır.
Hatta meleklerin o itirazı, “NEDEN BİZİM GÖREVİMİZE SON VERİYORSUN? BİZ BU İŞİ ADAM GİBİ YAPIYORUZ.” anlamına gelmez mi?
“BEN HALİFE ATAYACAĞIM.” dendiği zaman İblis bu halifenin kendisi olacağı beklentisine girdi. İblis, o görevden alınan değil göreve atanacaklardan olduğunu sanıyor. Bunu temellendirmemiz lazım.
‘NUKADDİSU LEKE’ … NE DEMEK?
‘KADUSE’ … “temiz olmak, mübarek olmak”
‘KADDESE’ … “kutsallaştırmak, temize çıkarmak, temiz tutmak”
‘NUKADDİSU LEKE’ … “SENİN YÜZÜNÜ KARA ÇIKARMIYORUZ.” “Seni temiz tutuyoruz.”
Bu, ‘T-H-R’dan farklı bir temizlik. Meselâ, “‘MUKADDES’ VADİ” demek “çerçöpten temizlenmiş bir vadi” demek değildir.
‘KADESE’ kelimesi maddi kirlerden ziyade “KENDİSİ SAYGIN OLAN BİR YERİN VEYA ŞEYİN SAYGINLIĞINI BOZACAK HAREKETLERDE BULUNMAMAK” anlamı vardır.
‘KADESE’ kelimesi kastedilen şeyin BİR TARİFİNİN OLMASINI ZORUNLU KILAR.
Meselâ, “BU VADİ MUKADDESTİR.” denmesi durumunda bu mukaddesliğin ne anlama geldiğinin tarifinin yapılması gerekmektedir. Eğer bilinmez ise oranın mukaddesliğini korumanın imkânı yoktur.
Aslına bakılırsa İTİRAZ etmiyorlar. GÖREVLERİNE NEDEN SON VERİLECEĞİNİ ANLAMAK İSTİYORLAR.
EĞER meleklerin yaptığı bir itiraz olsaydı onlara da tıpkı İBLİS’e söylendiği gibi denmesi gerekirdi.
Onlar ‘Selef’. Onların görevlerine son veriliyor. Onlar da “Neden ki? Her şey yolunda gidiyordu oysa.” diye soruyorlar.
Bir de şu yönden bakalım… Melekler itiraz ettiler de ne yaptılar? Verilen emirlere karşı mı çıktılar? “Ben sizin bilmediğinizi bilirim.” dendiğinde “Hadi oradan!” mı dediler?
Arkasından İSYAN gelmeyen sorular itiraz değil ANLAMA sorularıdır.
Bakın sabahtan beri de karşılıklı yüzlerce soru soruyoruz. Bu soruların hepsi anlatılan durumu inkâr etmek, reddetmek veya isyan etmek için değil ANLAMAK içindir.
Meleklerin sorulardan sonra bir itaatsizliği olsaydı o zaman İTİRAZ derdik.
Ama tam tersi onlar ‘NUSEBBİHU VE NUKADDİSU LEKE’ diyorlar.
Yani bu soruları İTİRAZ için sormadıklarını sadece NEDEN GÖREVLERİNE SON VERİLECEĞİNİ anlamak için sorduklarını anlıyoruz.
Kaldı ki İBLİS’İN açığa çıkmasından sonra şöyle diyebilirlerdi… “Bir tek İblis için hepimizin görevini neden sonlandırdın ki, sadece kötü olanın görevine son verseydin, bu daha adaletli olmaz mıydı?” derlerdi.
SECDE ETME emrine kadar MELEKLERİN içinden biri olan İBLİS’E “İblis” denmiyor… Meleklerin secde etmesi, meleklerden bir melek olan o kişiyi TAMAMEN ÜMİTSİZ BIRAKIYOR ve İBLİS oluyor.
ÂDEM’İN bunu sormasına gerek yok, kendisine bildirilene sımsıkı sarılsaydı onda cevaplarını bulurdu, illâ da tecrübe etmesi gerekmiyor.
“RABBİNİZİN SİZİ ŞU AĞAÇTAN NİYE MEN ETTİĞİNİ SİZE BİLDİREYİM Mİ?” (Bildir)…
“İKİ MELEK OLASINIZ VEYA ‘HALİDİN’LERDEN OLASINIZ DİYE.” …
Size ‘HULD’ ağacını göstereyim mi? (Melek ağacı yok) …
ŞEYTAN: “RABBİNİZİN SİZİ ŞU AĞAÇTAN NİYE MEN ETTİĞİNİ SİZE BİLDİREYİM Mİ?”
Bu sözü duyan Âdem ne düşünmüş olabilir? Sanki kendisine verilende bu bilgi EKSİK bırakılmış gibi… “BİLDİR!” demiş olması lazım, değil mi?
Aslında “BİLDİR, GÖSTER” şeklinde gelen kelime ‘EDULLU’ kelimesi (‘DAL’ İLE)
“O ağaçtan yemediklerine göre melekeyn ve halidin olmuş olmalılar değil mi? Şeytan tekrar neden halidin ağacı gösteriyor?” gibi sorulara kısaca cevap vereyim: HAYIR.
Bu sorular ilerideki konuların soruları… Şimdilik konu ‘HALİFE’ etrafında ve İBLİSİN ‘ĞAVA’SI etrafında dönüyor.
İBLİS diyor ki ‘UĞVİYENNEHUM’… Yani hiçbir zaman gerçekleşmeyecek BOŞ BEKLENTİLER.
Onların şeytanın gösterdiği ağaçtan yemeleri ‘HALİDİN’ olmakla değil OL-MA-MAK-LA sonuçlanıyor ve işte tam da bundan dolayı Âdem için ‘ĞAVİN’ deniliyor.
ÇÜNKÜ… ‘HALİDİN’ OLMAK ŞU YA DA BU SOYDAN GELMEYLE ALÂKALI DEĞİL.
‘HALİDİN’ bir soy özelliği DEĞİLDİR, ELEMENTER bir özellik değildir.
Âdem ‘halidin’ olmak istemeseydi şeytanın gösterdiğine dönüp bakmazdı.
ÂDEM TIPKI İBLİS GİBİ HİÇBİR ZAMAN OLAMAYACAĞI BİR ŞEYİ OLMAK İSTİYOR.
- İblis halifenin kendisi olacağı beklentisine hangi aşamada giriyor?
- ÂDEM’E ‘La takrabe hezihişşecera’ (“Şu şecereye yaklaşmayın.”) DENDİKTEN SONRA, ÇÜNKÜ “‘HALİDİN’LERDEN VEYA İKİ MELEK OLMANIZ İÇİN BUNU SİZE YASAKLADIK.” deniliyor mu?
- “SİZİ ‘HALİDİN’LERDEN VEYA İKİ MELEK YAPACAĞIZ.” diye bir vaat var mı?
Bunlar SÜSLÜ LAFLAR…
Meleklerin onu satması onu ümitsiz bıraktığına göre öncesinde onlardan ümit etmesini gerektirecek ne olmuş olabilir?
Bu sorunun cevabı şu âyet:
İnne ‘ibâdî leyse leke ‘aleyhim sultânun illâ meni-ttebe’ake mine-lġâvîn(e)
Halife kavramı ve meleklerin itirazı
KULLARIM ÜZERİNDE SENİN LEHİNE ONLARIN ALEYHİNE BİR SULTANIN YOKtur.
VAR MIYDI Kİ?
ÂYETİN SONUNA LÜTFEN DİKKAT.
‘İLLA MENİT TABAAKE MİNEL ĞAVİN’ – SENİN YETKİN OLDUĞUNU ZANNEDENLER HARİÇ.
Demek ki İBLİS’İN YETKİSİ; ONDA BİR YETKİ OLDUĞUNU ZANNEDENLERE.
BU ÂYETTEKİ ‘İBADİ’ kimlerdir?
İblis’in ‘TİN’ ve ‘NAR’ karşılaştırması iyi-kötü veya üstün-alçak karşılaştırması değil ki… İYİ ve DAHA İYİ karşılaştırması.
‘ENE HAYRUN MİNHU’ … Bu ifadeye daha önce dikkat çekmiştim… ‘HAYRUN’ kelimesini ism-i tafdîl olarak alıyorlar ama kalıp ism-i tafdîl kalıbı değil.
SARF- NAHİV kitaplarında ism-i tafdîl ile ilgili bölümlerde özellikle ‘ŞER’ ve ‘HAYR’ kelimeleri ile ilgili bir dipnot mutlaka bulunmakta ama bu açıklama bana tuhaf gelmekte… Çünkü bu ‘HAYR’ kelimesi Kur’an’da ism-i tafdîl kalıbı olarak ‘EF’ÂLU’ vezninde de kullanılmış.
Ve-innehum ‘indenâ lemine-lmustafeyne-l-aḣyâr(i)
TDV meâli – Doğrusu onlar bizim katımızda seçkin iyi kimselerdendir.
وَاذْكُرْ اِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْكِفْلِۜ وَكُلٌّ مِنَ الْاَخْيَارِۜ
Veżkur ismâ’île ve-lyese’a ve żâ-lkifl(i)(s) vekullun mine-l-aḣyâr(i)
TDV meâli – İsmail’i, Elyesa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de iyilerdendir.
Üstelik bu kelimenin kullanıldığı yerlerde ism-i tafdîl olması durumunda çok tuhaf durumlar ortaya çıkıyor.
Ve-iż kâle mûsâ likavmihi yâkavmi innekum zalemtum enfusekum bittiḣâżikumu-l’icle fetûbû ilâ bâri-ikum faktulû enfusekum żâlikum ḣayrun lekum ‘inde bâri-ikum fetâbe ‘aleykum innehu huve-ttevvâbu-rrahîm(u)
TDV meâli – Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim! Şüphesiz siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için Yaradanınıza tevbe edin de nefislerinizi (kötü duygularınızı) öldürün. Öyle yapmanız Yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah tevbenizi kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tevbeleri kabul eden ancak O’dur.
Meselâ bu âyetteki kullanıma bakalım… Yani “NEFİSLERİNİZİ ÖLDÜRMENİZ DAHA İYİDİR AMA ÖLDÜRMESENİZ DE KÖTÜ DEĞİLDİR.” gibi bir anlam çıkıyor.
Velev ennehum âmenû vettekav lemeśûbetun min ‘indi(A)llâhi ḣayr(un) lev kânû ya’lemûn(e)
TDV meâli – Eğer iman edip kendilerini kötülükten korusalardı, şüphesiz, Allah tarafından verilecek sevap daha hayırlı olacaktı. Keşke bunları anlasalardı!
Meselâ bu âyet… Yine aynı şekilde eğer ism-i tafdîl olarak ele alırsak… “ALLAH KATINDAKİ SEVAP DAHA İYİDİR AMA DİĞERİ DE İYİDİR.” gibi bir anlam çıkıyor.
Eyyâmen ma’dûdât(in)(c) femen kâne minkum merîdan ev ‘alâ seferin fe’iddetun min eyyâmin uḣar(e)(c) ve’ale-lleżîne yutîkûnehu fidyetun ta’âmu miskîn(in)(s) femen tetavve’a ḣayran fehuve ḣayrun leh(u)(c) veen tesûmû ḣayrun lekum in kuntum ta’lemûn(e)
TDV meâli – Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakiri doyuracak fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
Meselâ bu âyet… “Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”
“TUTMAMANIZ HAYIRLIDIR AMA TUTMANIZ DAHA HAYIRLIDIR.” gibi bir sonuç çıkıyor.
İSM-İ TAFDÎL … SIFATTA ORTAK İKİ ŞEYDEN BİRİNİN O SIFATTA DİĞERİNDEN DAHA FAZLA OLDUĞUNU BİLDİRİR.
Kavlun ma’rûfun vemaġfiratun ḣayrun min sadekatin yetbe’uhâ eżâ(en) va(A)llâhu ġaniyyun halîm(un)
TDV meâli – Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi de yoktur.
Meselâ bu âyet… “Arkasından incitme gelen sadaka da iyidir ama arkasından incitme gelmeyen sadaka daha iyidir.” gibi bir sonuca çıkıyor.
İn testeftihû fekad câekumu-lfeth(u) ve-in tentehû fehuve ḣayrun lekum ve-in te’ûdû ne’ud velen tuġniye ‘ankum fi-etukum şey-en velev keśurat veenna(A)llâhe me’a-lmu/minîn(e)
TDV meâli – (Ey kâfirler!) Eğer siz fetih istiyorsanız, işte size fetih geldi! (Yenelim derken yenildiniz.) Ve eğer (inkardan) vazgeçerseniz bu sizin için daha iyidir. Yine (Peygamber’e düşmanlığa) dönerseniz, biz de (ona) yardıma döneriz. Topluluğunuz çok bile olsa, sizden hiçbir şeyi savamaz. Çünkü Allah müminlerle beraberdir.
Meselâ bu âyet… “Ve eğer (inkârdan) vazgeçerseniz bu sizin için daha iyidir.”
Yani “İnkârdan vazgeçmemeniz de iyidir ama inkârdan vazgeçmeniz daha iyidir.” gibi bir sonuca çıkıyor.
Bu şekilde onlarca örnek getirmek mümkündür… İşte bu durum İSM-İ TAFDÎL OLARAK GÖRÜLEN ‘HAYRUN’ kelimesine biraz daha yakından bakmayı gerektiriyor.
“BENİ HERHANGİ BİR ‘NAR’DAN ONU HERHANGİ BİR ‘TİN’DEN YARATTIN…”
İblis Âdem’in ve kendisinin neyden yaratıldığını bilmiyor mu?
Şimdi bir de şöyle bir durum var… İBLİS SECDE etmeye karşı çıkıyor… Acaba bu onun her şeye karşı çıktığı anlamına mı gelir?
Soruyu bir kez daha hatırlayalım… SENİ SECDE ETMEKTEN NE ENGELLEDİ?… NEDEN SECDE EDENLERLE BİRLİKTE SECDE ETMEDİN?
Bu şekilde cevaplanması gereken birkaç önemli soru daha var…
Sahneleri birleştirelim:
Ve-iż kâle rabbuke lilmelâ-iketi innî câ’ilun fi-l-ardi ḣalîfe(ten) kâlû etec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ veyesfiku-ddimâe venahnu nusebbihu bihamdike venukaddisu lek(e) kâle innî a’lemu mâ lâ ta’lemûn(e)
TDV meâli – Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.
Bu âyette bahse konu olan şeylerle şu aşağıdaki âyette bahse konu olan şeyler aynı olayın farklı bir parçası mı yoksa iki farklı olay mı?
Ve-iż kâle rabbuke lilmelâ-iketi innî ḣâlikun beşeran min salsâlin min hame-in mesnûn(in)
TDV meâli – Hani Rabbin meleklere demişti ki: “Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım.”
Fe-iżâ sevveytuhu venefaḣtu fîhi min rûhî feka’û lehu sâcidîn(e)
TDV meâli – “Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!”
“AYNI OLAY OLSA BİLE…” demek doğru olmaz… Çünkü çok farklı sonuçlar çıkıyor.
HİCR sûresindeki anlatıma bakarsanız orada melekleri farklı bir düşünceye sevk edecek hiçbir kullanım yok… Süreç gayet açık bir şekilde hepsine bildiriliyor -ki meleklerin içinde İBLİS de var.
YANİ süreç gayet belli:
- ‘MİN SALSALİN MİN HAMAİN MESNUN’DAN BİR BEŞER YARATILACAK.
- ONUNLA EŞİTLENECEK.
- ‘RUH’UNDAN ÜFLENECEK.
- SONRA SECDE EDİLECEK.
Bu söylemde melekleri veya İblis’i farklı bir beklenti içine sokacak bir cümle var mı?
Bunda da farklı bir beklenti veya onları ters köşe yapacak bir şey yok çünkü “O” denileni de biliyorlar.
Peki ‘İNNİ CAİLUN FİL ARDİ HALİFETEN’ söylemi de HİCR sûresindeki kadar AÇIK bir söylem mi?
Meleklerin karşı söyleminden onların KİM hakkında konuşulduğunu biliyor olmaları çıkmıyor mu? veya bildiklerini zannettikleri bir kişi olduğu anlaşılmıyor mıu?
Yani âyette “BEN BİR HALİFE ATAYACAĞIM.” denilince MELEKLERİN aklına bildikleri birisi geliyor, değil mi?
Peki meleklerin aklına gelen kişi BEŞER veya ÂDEM Mİ?
Meleklerin aklına birisi gelmemiş olması mümkün değil… Eğer bunu biz ÂDEM olarak alırsak… Melekler daha kan dökmemiş bozgunculuk da çıkarmamış birine suç işlemeden mi yafta yapıştırıyorlar? (Kaldı ki âyette “kan dökmek, bozgunculuk yapmak” denmiyor… Bu, ilerleyen zamanda üzerinde durulması gereken bir durum.)
Bu durumda “BEN BİR HALİFE ATAYACAĞIM” başka bir konu; “BEN BİR BEŞER YARATACAĞIM” demek başka bir konu mu oluyor?
- HALİFENİN MELEK CİNSİNDEN Mİ YOKSA BAŞKA BİR CİNSTEN Mİ OLACAĞI SÖYLENMİYOR.
- MELEKLERİN YAPTIĞI BİR İTİRAZ DEĞİL, ANLAMAK İÇİN SORULAN SORULAR.
Meleklerin aklına biri geliyor ve bu yüzden “BİZ NE KÖTÜLÜK YAPTIK DA GÖREVİ BİZDEN ALIP ONA VERECEKSİN?” diye soruluyor.
Halife, öncekinin devamı olacağı için melek olmalı.
Meleklere “Ben bir halife atayacağım.” dendiğinde onların aklına BEŞER’İN gelmesi mümkün değil, değil mi?
Meleklerin aklına melek gelmiyor.
Meleklerin aklına İYİ birisi de gelmiyor.
Meleklerin aklına KÖTÜ birisi geliyor.
Şimdi soru şu; MELEKLERİN AKLINA KİM GELİYOR?
‘FİL ARD’ yeryüzü ise bu orada yaşayan ve kendi türlerinden olan biri ama bu karakter olumsuz bir karakter. Öyleyse şimdi DİKKATLERİ ‘FİL ARD’a çevirmek lazım.
‘FİL ARD’ derken ne deniliyor?
Meleklerin karşı söylemine bakılırsa akıllarına kan dökecek, bozgunculuk yapacak birinden başkası gelmiyor… Melekler neden böyle hemen akıllarına bu kişiyi getiriyorlar ve bu kişi kim?
Meleklerin aklına kesinlikle İblis gelmiyor.
Bu soruların cevabı ‘FİL ARD’ kelimesinde…
‘FİL ARD’ … Bu kelimenin önündeki harf-i cer ile birlikte gelebileceği anlamlar nelerdir?
‘fi’ harf-i cer’i “içinde, yüzünden, -de, -da, hakkında, için” gibi anlamlar veriyor.
Şimdi bu soruyla birlikte bir soru daha soralım, yine ilk bakışta alâkasız gibi gözükecek.
BAKARA SÛRESi 97-98. âyetlerde CEBRÂİL’E, MİKÂİL’E, MELEKLERE VE RESÛLLERE düşman olan birilerinden bahsediliyor… Resûllere düşmanlığı herkes yapabilir ama Cebrâil, Mikâil ve meleklere düşmanlığı kim yapabilir? Ve neden yapar?
MELEKLERLE aynı cinsten olup YERYÜZÜNDE yani ‘ARD’da olan kim var?
Yâ ma’şera-lcinni vel-insi ini-steta’tum en tenfużû min aktâri-ssemâvâti vel-ardi fenfużû(c) lâ tenfużûne illâ bisultân(in)
Kıssaların anlatı içindeki birleşimi
TDV meâli – Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Ancak büyük bir güçle çıkıp gidebilirsiniz.
Ve ennâ lemesnâ-ssemâe fevecednâhâ muli-et harasen şedîden ve şuhubâ(n)
TDV meâli – Doğrusu biz (cinler), göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyle doldurulmuş bulduk.
Ve ennâ kunnâ nak’udu minhâ mekâ’ide lissem’(i) femen yestemi’i-l-âne yecid lehu şihâben rasadâ(n)
TDV meâli – Halbuki, (daha önce) biz onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor.
Velekad ce’alnâ fî-ssemâ-i burûcen vezeyyennâhâ linnâzirîn(e)
TDV meâli – Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve seyr edenler için onu süsledik.
Vehafiznâhâ min kulli şeytânin racîm(in)
TDV meâli – Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk.
İllâ meni-steraka-ssem’a feetbe’ahu şihâbun mubîn(un)
TDV meâli – Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna. Onun da peşine açık bir alev sütunu düşmüştür.
RAHMÂN 33. âyette kullanılan kelimelere dikkat… ‘İNS’ ve ‘CİN’
BEN YERYÜZÜNDE / YERYÜZÜ İÇİN / O YERDE / O YER İÇİN / O KÖK YÜZÜNDEN / O KÖK İÇİN bir halife atayacağım…?
O an orada bulunan bir melek olsaydık…
Aklımıza
- MELEKLERLE AYNI CİNSTEN
- YERYÜZÜNDE OLAN
kim gelebilirdi?
‘EL ARD’ kelimesi birçok yerde ‘NAS’ ile alâkalı geçiyor.
BOZGUNCULUK YAPAN KAN DÖKEN BİRİNİ Mİ?
‘men yufsidu fiha ve yesfikud dima’?
‘men yufsidu fiha ve yesfi+ke zem’a’
“SENİ ZEMMEDEREK KÖTÜLEYEN VE ORADA BOZGUNCULUK YAPAN KİMSEYİ Mİ?”
Peki, meleklere “HAYIR, O AKLINIZA GELEN DEĞİL.” deniliyor mu?
Evet, “Kesinlikle aklınıza gelen DEĞİL.” deniliyor.
‘İNNİ EA’LEMU ME LA TA’LEMUN’
Işte bu söz, “SİZİN BİLDİĞİNİZ DEĞİL.” ANLAMINA GELİYOR.
Şimdi şunu biliyoruz… İBLİS’TEN önce kâfirler var, zalimler var, ‘sağirin’ler var, ‘munzarin’ler var… BUNLAR kim?
Yeryüzü yaratılmadan önce değil… Âdem’den önce… İblis’ten önce…
Kâle febimâ aġveytenî leak’udenne lehum sirâtake-lmustekîm(e)
TDV meâli – İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.
Śumme leâtiyennehum min beyni eydîhim vemin ḣalfihim ve’an eymânihim ve’an şemâ-ilihim velâ tecidu ekśerahum şâkirîn(e)
TDV meâli – “Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!” dedi.
Kâle rabbi bimâ aġveytenî leuzeyyinenne lehum fî-l-ardi veleuġviyennehum ecma’în(e)
TDV meâli – (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!
Kâle eraeyteke hâżâ-lleżî kerramte ‘aleyye le-in aḣḣarteni ilâ yevmi-lkiyâmeti leahtenikenne żurriyyetehu illâ kalîlâ(n)
Anlatı bütünlüğü ve tematik bağlantılar
TDV meâli – Dedi ki: “Şu benden üstün kıldığına da bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!”
Bu âyetlerdeki söylem İBLİS’e ait.
Veleudillennehum veleumenniyennehum veleâmurannehum feleyubettikunne âżâne-l-en’âmi veleâmurannehum feleyuġayyirunne ḣalka(A)llâh(i) vemen yetteḣiżi-şşeytâne veliyyen min dûni(A)llâhi fekad ḣasira ḣusrânen mubînâ(n)
TDV meâli – “Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler” (dedi). Kim Allah’ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.
Bu söylem ise ŞEYTAN’a ait.
ŞEYTAN ve İBLİS’İN söylemleri tamamen birbirinden farklı.
Hiç benzemiyor.
İBLİS… ‘UĞVİYENNEHUM’ diyor… ŞEYTAN ‘ümniyennehum’
Birbirine hiç benzemeyen iki söylem…
Nisâ 118’de ise şöyle söylüyor:
Le’anehu(A)llâhu vekâle leetteḣiżenne min ‘ibâdike nasîben mefrûdâ(n)
TDV meâli – Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o da: “Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim” demiştir.
‘LETTEHİZANNE MİN İBADİKE NASİBEN’ … Şeytanın bahsettiği ‘İBADİKE’ kimler?
“SENİN KULLARINDAN BİR NASİB EDİNECEĞİM.” … NASİB…?
Bu kelime çok ilginç bir kelimedir… “SOY” anlamına da gelir.
KENDİNİ ADAYAN … TAYİN EDİLEN … MAKAM MEVKİ, ASIL, SOY…
Bunu diyen İBLİS.
İblis’in “ONLAR” dediği ile ŞEYTAN’IN “onlar” dediği aynı kişiler değil.
SORU… ACABA ŞEYTANIN “SENİN KULLARIN” DEDİĞİ MELEKLER, “‘NASİB’ EDİNECEĞİM” DEDİĞİ DE ONLARIN İÇİNDEN BİRİLERİ OLABİLİR Mİ?
Ve İBLİS şeytanın ‘NASİB’İ olabilir mi?
BAKARA sûresinde ŞEYTAN ile ÂDEM arasındaki düşmanlık ÂDEM kovulduktan sonra ilân ediliyor.
Fe ezellehume-şşeytânu ‘anhâ feaḣracehumâ mimmâ kânâ fîhi(s) vekulna-hbitû ba’dukum liba’din ‘aduvv(un)(s) velekum fi-l-ardi mustekarrun vemetâ’un ilâhîn(in)
TDV meâli – Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik.
Ama TÂ-HÂ SÛRESİNDE İBLİS ile düşmanlık bundan öncesinde ilân ediliyor.
Fekulnâ yâ âdemu inne hâżâ ‘aduvvun leke velizevcike felâ yuḣricennekumâ mine-lcenneti feteşkâ
TDV meâli – Bunun üzerine: Ey Âdem! dedik, bu, hem senin için hem de eşin için büyük bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra yorulur, sıkıntı çekersin!
İKİ DÜŞMANLIK AYNI MIDIR?
Şeytan ‘ard’da ve mele-i alâ’ya ULAŞAMIYOR… Bu yüzden “SENİN KULLARINDAN ‘NASİB’ EDİNECEĞİM.” diyor.
İBLİS İSE meleklerin içinde…
Âdem’le İLETİŞİME GEÇMESİ YASAK değil çünkü o da ‘MUNZARİN’LERDEN BİRİ.
ŞEYTANIN ‘MUNZARİN’LİĞİ İBLİS’TEN ÖNCE.
O konu SÜLEYMAN ve DAVUT bağlamında işlenmesi gereken bir konu.
Âdem ahiretteki cennette değil.
ÂDEM’E gelen ŞEYTAN… “Rabbinizin sizi niçin şu ağaçtan men ettiğini bildireyim mi?” derken bu bilgiyi nereden alıyor?
İBLİS secde etme emrine kadar herhangi bir karşı duruş göstermiyor.
Âyetlerde ‘MUNZARİN’, ‘SAĞİRİN’, ‘ZALİMİN’, ‘KAFİRİN’ var… Çoğul gelen bu kullanımlar İblis’ten önce olduklarını göstermiyor mu?
ÂDEM’İ başarısız hale getirmek kimin işine daha çok yarar? Âdem’in başarısız olması demek aynı zamanda onu resûl yapanların başarısız olması anlamına gelmez mi?
Şimdi İSRÂ suresindeki âyete bakmanın zamanıdır:
Vestefziz meni-steta’te minhum bisavtike ve eclib ‘aleyhim biḣaylike veraclike veşârik-hum fî-l-emvâli vel-evlâdi ve’idhum(c) vemâ ye’iduhumu-şşeytânu illâ ġurûrâ(n)
Süleymaniye Vakfı meâli – Onlardan gücünün yettiğini sesinle yerinden oynat, süvarilerinle ve piyadelerinle onları kuşat, mallarına ve çocuklarına ortak ol! Onlara vaadlerde bulun! Şeytan onlara, sadece aldatmak için vaadde bulunur.
SORU… İblis’in ‘HAYLİKE’si kimler? ‘RİCLİKE’si kimler?
Meâle göre; ATLILAR ve PİYADELER.
İblis’in atlıları ve piyadeleri mi varmış?
Bu iki kelime acaba “GÖRÜNÜR OLMAYAN” ve “GÖRÜNÜR olan” anlamlarına gelir mi?
Hayal… “gerçek olmayan” anlamında değildir. Kişi illâ da gerçek olmayanı hayal etmez. Gerçek olanlar da hayal edilir. Örnek cümle: “Bir gün sarf nahivi iyi öğreneceğimi hayal ediyorum.”
Âyetteki ‘HAYL’ ve ‘RİCL’ kelimeleri zannedersem çoğul… Bunların müfredlerindeki vezinleri nasıldır?
Şeytanlar ne zaman ayaklarını kullanır???
Şeytanın adımları?
Şeytanlar tek bir şartla görünür olabilirler… Eğer insan görüntüsünde olurlarsa, değil mi?
Yani ‘HAYL’ … “GÖRÜNMEZ OLANLAR”
‘RİCL’… “Görünür olanlar”
HER NE OLURSA OLSUN … İBLİS’İN ‘RİCL’İ VE ‘HAYL’İ var sonucu çıkar, değil mi?
Yoksa buradan ileride edineceğin ‘HAYL’ ve ‘RİCL’ mi anlamalıyız?
İsrâ sûresindeki bu âyet İBLİS ile ŞEYTANIN/ŞEYTANLARIN aslında çok daha öncesinden ilişki içinde olduğunu göstermez mi?
Bakara 30’da ‘İNNİ EA’LAMU ME LA TEA’LAMUN’ (sizin bilmediğinizi bilirim) de buna işaret etmez mi?
Melekler “NEDEN BİZİ GÖREVDEN ALIYORSUN? OYSA BİZ SENİN YÜZÜNÜ KARA ÇIKARACAK ŞEYLER YAPMADIK.” derlerken onların bu söylemine İBLİS de dahil mi, dahil değil mi?
‘KALU’ dendiğine göre bu söylemi aynı zamanda İblis de yapıyor, değil mi?
Evet, işte ‘İNNİ EA’LEMU’ diyen bunu bildiğini söylüyor… Devamında ise ‘İNNİ EA’LEMU ME TUBDUNE VE KUNTUM TEKTUMUN’ (gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim) dediğinde “SAKLADIKLARINIZ” derken kimi kastediyor?
Vetlu ‘aleyhim nebee-lleżî âteynâhu âyâtinâ fenseleḣa minhâ feetbe’ahu-şşeytânu fekâne mine-lġâvîn(e)
Süleymaniye Vakfı meâli – Kendisine âyetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini onlara anlat: O kişi, âyetlerimizden sıyrılıp uzaklaşınca şeytan onu peşine taktı, böylece boş hayale kapılıp yoldan çıkanlardan oldu.
BU ÂYETTE KENDİSİNE ÂYETLER VERİLDİĞİ HALDE ŞEYTANIN PEŞİNE TAKILIP ‘ĞAVİN’LERDEN BİRİ OLAN KİM?
İBLİS Mİ ŞEYTANIN, ŞEYTAN MI İBLİS’İN ‘NASİB’İ sorusu cevaplanmış oluyor mu?
ŞEYTAN; CİN OLSUN, MELEK OLSUN, BEŞER OLSUN, İNSAN OLSUN; MÜMİN OLANIN DÜŞMANIDIR.
İBLİS’TEN ÖNCE KÂFİR, ZÂLİM, MUNZARİN, SAĞİRİN OLAN ŞEYTAN O SIRALARDA HENÜZ KÂFİRLERDEN OLMAMIŞ OLAN İBLİSİN DE DÜŞMANIDIR, değil mi?
ŞEYTAN’IN İBLİS’E DÜŞMANLIĞINI TERK ETMESİNİN BİR TEK YOLU VAR … Eğer İblis Şeytan’ı dost edinirse…
Peki şeytana ne zaman dost olunur?
YÜCE ALLAH’IN EMİRLERİNİ YETERSİZ, SORGULANABİLİR, EKSİK VE YANLIŞ GÖRMEYE BAŞLANIRSA.
KİŞİNİN İÇİNDE BULUNDUĞU HALDE ÜZERİNE DÜŞEN EN UYGUNU YAPMAYINCA.
Aslında âyette geçen ‘SALAHA’ kelimesi “SATAŞMAK” anlamına da gelir.
Âyetler elbise değil ki onu sıyırasın.
KİŞİ İÇİNDE BULUNDUĞU DURUMDA YÜCE ALLAH’IN ÜZERİNE YÜKLEDİKLERİNİ YAPINCA ŞEYTANIN MÜDAHALE EDECEĞİ BİR ALAN KALMIYOR.
Şeytan yetkisini GEREKENİN YAPILMAMASINDAN alıyor. Tıpkı ÂDEM’de olduğu gibi…
Şimdi yapılması gereken şey, İblis’ten önce kâfir, zâlim, ‘ğavin’, ‘sağir’ olan şeytanın İBLİS’TEN ÖNCEKİ HİKÂYESİNİ BULMAK.
İşte Şeytan’ın İblis’ten önceki hikâyesini anlatan bir âyet:
Yâ ebeti lâ ta’budi-şşeytân(e)(s) inne-şşeytâne kâne lirrahmâni ‘asiyyâ(n)
TDV meâli – Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah’a âsi oldu.
‘İNNEŞ ŞEYTANE KANE LİR RAHMANİ ASİYYE’…
SORU… Şeytan ne zaman Rahmân’a âsi oldu? İblis’ten sonra mı?
İnne-lmubeżżirîne kânû iḣvâne-şşeyâtîn(i)(s) vekâne-şşeytânu lirabbihi kefûrâ(n)
TDV meâli – Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.
‘KANEŞ ŞEYTANU Lİ RABBİHİ KEFURA’ …
Şeytan ne zaman KÂFİR oldu? İBLİS’TEN SONRA MI?
DEMEK Kİ KUR’AN’DA İBLİS’TEN ÖNCESİNDE YAŞANANLARI ANLATAN ÂYETLER DE VARMIŞ!
EĞER İBLİS ŞEYTAN’I PEŞİNE TAKMIŞ OLSAYDI KUR’AN’DA 88 DEFA GEÇEN ‘ŞEYTAN’ KELİMELERİNİN YERİNDE ‘İBLİS’ DENMESİ GEREKİRDİ.
Şeytan’ın peşine takılan İblis!
Çünkü Şeytan İblis’ten daha tecrübeli ve eski!