Başlıklar
ALLAH BİZİ TERK ETMEDİ
–‘NAHNU’LARIN KİTAB’I KORUMASI ve ‘BÂTIL’ meselesi-
Efenadribu ‘ankumu-żżikra safhan en kuntum kavmen musrifîn(e)
Süleymaniye Vakfı Meali – Gereksiz işlere dalmış bir halksınız diye göz yumup bu Zikri (Kur’an’ı), size ulaştırmaktan vaz mı geçelim?
Bu ayetteki ‘DARABE’ kelimesi lazım değil, MUTEADDİ’dir… Kelimenin mefulü bihi ‘ZİKRA’ kelimesidir. ‘ANKUM’ mefulu bih gayrı sarihtir.
Bu ayeti gündeme taşımamın sebebi kendisinden önceki ayetlerle olan bağıdır. Bu ayetten önceki ayetler neden bahsetmektedir?
Hâ-Mîm
Süleymaniye Vakfı Meali – HA! MİM!
Velkitâbi-lmubîn(i)
Süleymaniye Vakfı Meali – Her şeyi açıkça ortaya koyan bu Kitabı iyi düşünün.
İnnâ ce’alnâhu kur-ânen ‘arabiyyen le’allekum ta’kilûn(e)
Süleymaniye Vakfı Meali – Biz onu, Arapça kur’an /ayet kümeleri[*] yaptık; belki aklınızı kullanırsınız.
[*] Arapçada “Kur’an” kelimesinin bir anlamı da kümedir. Kelimenin bu anlamda kullanıldığı ayet için bakınız İsrâ 17/78.
Ve-innehu fî ummi-lkitâbi ledeynâ le’aliyyun hakîm(un)
Süleymaniye Vakfı Meali – O, katımızdaki Ana Kitap’tadır; yücedir, hikmetlidir.
4. ayetin cümle yapısına bakıldığında; cümle ‘İNNE’ ve ‘İNNE’NİN İSMİ + İNNE’NİN HABERİ şeklindedir.
Ayetin cümle yapısı ve yorumu
‘İnne’nin isminin hemen kendisinden sonra gelen ve mercisi “KİTAP” olan ‘HU’ zamiri olduğu açıktır… İnne’nin haberi ise başında ‘LAM’ olan kelimedir. Çünkü aslında bu ‘LAM’ inne’nin isminden önce olması gereken bir ‘lam’dır. Ama iki tane tekid edatı bir arada olamayacağı için bu ‘LAM’ daima haberin başına gelir.
Yani asıl cümle ‘İNNEHU LEALİYYUN HAKİM’dir.
Ve-innehu fî ummi-lkitâbi ledeynâ le’aliyyun hakîm(un)
Süleymaniye Vakfı Meali – O, katımızdaki Ana Kitap’tadır; yücedir, hikmetlidir.
SV meali ve diğerleri sanki ‘LEALİYYUN’ ifadesi cümlenin ikinci haberi gibi mana vermişlerdir.
Oysa ‘Fİ’ ile başlayan cümle de ‘LEDEYNA’ kelimesi de ZARFTIR.
Bunun yanında اُمِّ الْكِتَابِ (ummi-lkitâbi) ifadesine de “ANA KİTAP” manası vererek isim tamlamasını sıfat tamlamasına çevirmişlerdir… İbare gayet açık bir şekilde izâfet tamlamasıdır ve anlamı “KİTABIN ANASI / KİTABIN ÖZÜ / KİTABIN ORJİNALİ / KİTABIN ASLI” şeklindedir.
İşte bu durum ayetlere şu manaları vermeyi zorunlu hale getirir:
- (ŞUNLAR) حٰمٓۜ (BU KİTABIN (yazının) İŞARETLERİDİR.)
- BENZERLERİNDEN AYRILMIŞ BU YAZIYA ÖNEM VERİN. (iğra üslubu)
- HİÇ ŞÜPHESİZ Kİ BİZ, GEREKLİ BAĞLANTILARI KURASINIZ DİYE ONU ERİŞİME AÇIK, BERRAK BİR ÖĞRETİ HALİNE GETİRDİK.
- VE KESİNLİKLE O, YAZININ ORİJİNALİ / ASLI / ANA NÜSHÂSI BİZİM KATIMIZDA BULUNAN (bulunsa da) ALİYYDİR, HAKİMDİR.
- HADDİ AŞANLAR TOPLULUĞUNA DÖNÜŞTÜĞÜNÜZ HALDE HOŞ GÖRÜP (orijinali katımızda bulunan o kitaptan) SİZİN HAKKINIZDA DOĞRU BİLGİ VERMEYİ KESELİM Mİ? (‘efe nadribu’ değil ‘efe nasribu’)
Bu mealin Türkçesinde düşük cümleler olabilir çünkü çok kısa bir çalışmanın ürünüdür.
Arkadaşlar bu ayetlerin anlatmak istediğine şöyle bir arka plan koyun…
Yüce Allah’ın beşer resûller aracılığıyla gönderdiği kitapların insanlar veya beşerler eliyle yok edildiğini, aslına başka şeyler karıştırıp tanınmaz hâle getirdiklerini, unuttuklarını, sakladıklarını farz edelim.
Bu kitapları insanlar veya beşerler veya her ikisi el ele verip yok etmiş de olabilirler.
İyi de bu kitapları BEŞERLERE getirenlerin elinde o kitabın hiç mi bir kopyası yok… Yani insanlar unuttu da CEBRAİL de mi unuttu?
BEŞER resûllerin hepsi ölümlüdür.
Beşer resûllerin ölmeleri durumunda onlara yüklenen görev sona erer ama RİSÂLET sona ermez. Yani onların ölmesiyle birlikte risâlet kurumu da ölmez.
Bu risâlet kurumunu denetleyen, sevk ve idare eden, yön veren kişiler RESÛLLER değil Kur’an’da kendilerine ‘NAHNU’ diyenlerdir.
Bunların görevleri veya varlık sebepleri beşer olan resûllerin ölmesiyle ORTADAN KALKMAZ.
Onlar bugün dahî görevlerine devam etmektedirler ve dünyanın son gününe kadar da devam edeceklerdir.
RESÛLLERE kitapları veren ve öğreten bunlardır. Resûllere verdikleri, onlara öğrettikleri kitabın ASLININ onlarda olmaması söz konusu bile değildir.
Bu kendilerini ‘NAHNU’ olarak tanıtan kişilerin resûllerden sonra da görevlerine devam ettiklerine dair yüzlerce ayet vardır.
Şimdi olaya şöyle bir misal getirelim:
Kitapların tahrifi ve korunması
DİYELİM Kİ kendilerine ‘NAHNU’ diyen bu kişiler MUSA’ya bir kitap verdiler…
Velekad âteynâ mûsâ-lkitâbe felâ tekun fî miryetin min likâ-ih(i) vece’alnâhu huden libenî isrâ-îl(e)
Süleymaniye Vakfı Meali – Musa’ya Kitap vermiştik. Hiç şüphen olmasın ki, sen de öyle bir kitaba kavuşacaksın. Onu İsrailoğulları için bir kılavuz yapmıştık.
Bu kitabı Musa’ya öğrettiler ve Musa hayatta olduğu müddetçe verdikleri o kitabın korunması için her türlü tedbiri aldılar.
Sonunda her ölümlü gibi Musa da öldü… Ve DİYELİM Kİ Musa’dan sonra kitap insanlara kaldı ve insanlar TEK BİR TANE BİLE SAĞLAM KOPYA KALMAYACAK ŞEKİLDE KİTABI YOK ETTİLER.
İyi de bu ‘NAHNU’LARIN Musa’ya verdikleri o kitabın bir NÜSHÂSI ellerinde yok mu?
Onlarda mı Musa’ya verdikleri kitabı unuttular?
Şimdi aynı durumu MUHAMMED için düşünelim… Bunlar Muhammed’e -sözlü veya yazılı hiç önemli değil- insanlığa iletmesi için bir kitap verdiler… Vermekle de kalmadılar, o kitabı ve o kitabın kuralları olan HİKMETİ DE ÖĞRETTİLER.
Muhammed’e verilen Kitabı insanlar halden hâle sokarak bozdular ve hatta farz edelim ki yok ettiler… Muhammed öldü… Kitap yok edildi… Bu ‘NAHNU’LAR bu durumu sadece SEYRETMEKLE Mİ YETİNİYORLAR?
Şimdi, YÜCE ALLAH bir kitap gönderiyor ve diyor ki sizi bu kitaba göre sorguya çekeceğim… Resûl yaşadığı müddetçe bu kitap korunuyor. Resûl öldükten sonra tıpkı Yahudilerin yaptığı gibi kitap üzerinde her türlü oynama yapılarak kitap tanınmaz hale getiriliyor. Ama buna rağmen insanlar hâlâ o kitaptan sorumlu… Hâl böyleyken bu NAHNU’LARIN GÖREVİ Mİ SONA ERDİ yahut onların da mı hükmü kalktı yahut onların müşâhede âlemiyle olan izinleri mi iptal edildi de HİÇBİR ŞEY YAPMIYORLAR?
Tenezzelu-lmelâ-iketu ve-rrûhu fîhâ bi-iżni rabbihim min kulli emr(in)
Süleymaniye Vakfı Meali – MELEKLER VE RUH, SON RESÛL OLAN MUHAMMED’İN ÖLÜMÜYLE İNMEYİ KESTİLER Mİ?
İnnâ enzelnâhu fî leyletin mubârake(tin)(c) innâ kunnâ munżirîn(e)
Süleymaniye Vakfı Meali – Biz bunu bereketli bir gecede (kadir gecesinde) indirmişizdir. Onunla uyarılarda bulunmaktayız.
SON RESÛL MUHAMMED’İN ÖLÜMÜYLE BU ‘NAHNU’LARIN ‘MUNZARİN’LİKLERİ DE Mİ SONA ERDİ? MÜŞÂHEDE ALEMİYLE GAYB ALEMİ ARASINDAKİ İLİŞKİ KESİLDİ Mİ? BİTTİ Mİ?
Fîhâ yufraku kullu emrin hakîm(in)
Süleymaniye Vakfı Meali – Karara bağlanmış her iş, o gece paylaştırılır.
Bu paylaşım Muhammed’in ölümüyle bitti mi?
İż yetelakkâ-lmutelakkiyâni ‘ani-lyemîni ve ’ani-şşimâli ka’îd(un)
Süleymaniye Vakfı Meali – Oturan iki alıcı, (bütün yaptıklarını) sağından ve solundan alırken,
Mâ yelfizu min kavlin illâ ledeyhi rakîbun ‘atîd(un)
Süleymaniye Vakfı Meali – Ağzından bir şey çıkmaya görsün, onu (kaydedip) koruma altına alan biri mutlaka yanında olur.
Sağımda solumda iki tane ALICI ağzımdan çıkacak her sözü kaydedecek; iyi güzel kaydetsin de arkadaş, bunlar ağzımdan çıkan sözün iyi veya doğru olduğunu KİTABA GÖRE YAZMAYACAKLAR MI? O kitap bana adam gibi ulaşmamışsa, korunmamışsa ve hepsinden önemlisi o kitaptaki bilgilerin tamamı VEHBÎ ise ağzımdan çıkanı yazmayı bilenlerin hesaba çekileceğim kitabın bana ulaşması için parmaklarını bile kıpırdatmaması haksızlık değil mi?
Kaldı ki ben başıboş olayım, her aklıma geleni yapayım, saçmalayayım; kimse bana karışmasın, kimse beni hesaba çekmesin de demiyorum… BEN İYİ OLMAK VE İYİ KALMAK İSTİYORUM HEM DE BÜTÜN KALBİMLE.
Öyleyse bu sağımdakiler ve solumdakiler PUSU kurmuş trafik memuru gibi midirler?
Şimdi şöyle bir soru soralım… KENDİLERİNE ‘NAHNU’ DİYENLER MUHAMMED’İN ELİNE 20 KIRAATİ TUTUŞTURSALARDI, ACABA MUHAMMED HANGİ KIRAATİ TEBLİĞ EDERDİ? O da şimdiki ulemânın yaptığı gibi “EY ÜMMETİM, BU 20 KIRAATİN HEPSİ DE HAKTIR.” mı derdi?
‘Nahnu’ ve risâlet kurumunun rolü
Yüce Allah’ın her ismine sonsuz kere yemin ederim ki eğer bu sorular haksızsa ve sorulduğu halde Kur’an cevapsız bırakıyorsa bizim tutunacak bir dalımız, sığınacak bir ilâhımız, yol gösterecek bir rehberimiz yok demektir.
Ben yine YÜCE ALLAH’IN HER İSMİNE SONSUZ KERE SONSUZ YEMİN EDERİM Kİ ALLAH BİZİ TERK ETMEDİ!
Annesinden koparılan bir çocuk “Anne!” diye ağlar, ama ya annesi onu terk ederse?
Rabbinden alıkonulan her kul “RABBİM!” diye ağlar, peki ya RABBİ ONU TERK EDERSE?
Bir önceki oturumda yazdıklarımı daha soğukkanlı bir ortama taşıyıp hissiyattan ziyade araştırma ve inceleme yaklaşımı ile söyleyecek olursak… Şöyle bir durumun olduğu ve bu durumun zihinlerde ve tasavvurlarda net bir karşılığının olmadığı aşikârdır.
İnnâ nahnu nezzelnâ-żżikra ve-innâ lehu lehâfizûn(e)
TDV Meali – Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.
Bu ayetin ifade ettiği mananın tam olarak ne olduğu hâlâ tartışma konusudur.
Ayetle bildirilen bu habere ilkeler bazında yaklaşacak olursak;
- Karşımızda kaynağı ve müellifi Müşâhede âlemi olmayan bir kitap bulunmaktadır. Bu kitabın işaretleri de kelimeleri de cümleleri de müşâhede aleminin varlıklarından olan ‘beşer’, ‘insan’, ‘nas’ tarafından oluşturulmamıştır.
- Bu kitabın metin ve anlam olarak korunması RESÛL hayattayken gayet mümkündür. Çünkü Resûl ile o kitabı resûle getirenler arasında canlı ve dinamik bir ilişki vardır. Hem gayb âlemindekiler resûle hem de resûl gayb âlemindekilere ulaşabilmektedir.
- Yine ayetlerde kitabı getirenlerin, getirdikleri kitabı, teslim ettikleri resûlden bile koruduklarına dair söylemler vardır:
Şu ayette olduğu gibi:
Velev tekavvele ‘aleynâ ba’da-l-ekâvîl(i)
TDV Meali – Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı,
- Tüm bu durumlar denetim ve koruma mekanizmasının RESÛLÜN hayatına endeksli olduğunu göstermektedir. Yani tüm bu söylemler resûl hayattayken geçerlidir. Resûl ölünce şah damarı koparılacak kimse kalmamıştır.
- Genel durum bu şekilde resmedilince RESÛLDEN sonrası için öngörülen bir koruma kalkanının olmadığı gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Çünkü anlayışlarda RESÛL ölünce özellikle Kitap ile ilgili meselelerde GAYB alemi ile MÜŞÂHEDE alemi arasına aşılması mümkün olmayan duvar örülmüş gibidir.
- Resûlü gören ve kitabı resûlden alan insanlar kitabı kendilerine getiren resûlün bile kitabın içine kitaptan olmayan bir şey karıştırılmayacağına EMİN olarak kitapla ilişki kurmaktadırlar.
- Fakat Resûlü görmeyen ve bizim gibi resûlden yüzlerce sene sonra gelmiş insanların aynı eminlikle kitaba yaklaşabilmeleri mümkün değildir.
- Çünkü kitabın içine de kitabın anlamlarına da Kitap’tan olmayan çok şey karışmıştır.
- Resûle “Bizim söylemediğimizi bize atfetmesi durumunda şah damarını keseriz.” denmiştir. Ve (şah damarı kesilmediğine göre) Resûl kesinlikle kitabın içine kitaptan olmayan bir şeyi karıştırmamıştır. Fakat resûlden sonra binlerce ve hatta yüzbinlerce söz kitaptan olmadığı halde kitaptan sayılmış ve hatta kitapta olan birçok kelime de kitaptan sayılmamıştır.
- Elimizdeki kitap -hangi çağda hangi mekânda olursa olsun- kendisine inanan müminleri KİTAPLA sorumlu tutmaktadır. Fakat Resûl hayattayken kitabın içine resûlün bile bir şey karıştıramayacağını söyleyenler resûl öldükten sonra kitabın içine bir şey karıştırılamayacağı garantisini vermemişlerse nasıl olur da bizi de sanki resûl zamanında yaşıyormuşuz da kitaba net bir şekilde ulaşıyormuşuz gibi sorumlu tutarlar?
- Resûl zamanında yaşayan herhangi bir kişinin Kur’an’ın metni için, doğru hareke tercihi yapılıp yapılmadığı, doğru iştikakın yapılıp yapılmadığı gibi bir sorunu hiç yoktur. Kıraatler arasından hangi kıraatin daha isabetli olduğunu bulmak gibi bir derdi hiç yoktur. Kitabın yapısı hakkında ve hatta anlamı hakkında yapması gereken tek şey RESÛLÜN doğruyu söylediğine inanmaktır. Fakat günümüzde resûlün doğru söylediğine kesinlikle imân etsek bile bu yetmemektedir.
- Eğer Allah resûlü Muhammed de tıpkı bizim gibi 20 kıraat ve yüzlerce yıllık müktesebat ile karşı karşıya kalsaydı acaba “Kur’an yeter!” der miydi? Acaba bu müktesebattan bağımsız bir imâna sahip olabilir miydi?
- Tıpatıp aynı olan bir cümleyi iki farklı kişinin seslendirmesindeki anlam farkını anlayabilmek için lütfen aşağıdaki kurguyu biraz empati yaparak anlamaya çalışalım:
Kur’an’ın inişinden 1400 yıl sonra dünyaya gelmiş olan Ramazan Demir Telegram grubundaki arkadaşlarına dedi ki “KUR’AN SİZE YETER!” Fakat bu sözü söyleyen Ramazan Demir şunu unutmaktadır. Kur’an denilince akla değişmez bir metin gelmemektedir. Kur’an denilince farklı şekillerde noktalanarak ve harekelenerek 20 değişik hâle sokulmuş bir kitap gelmektedir. O halde Ramazan Demir “Kur’an yeter!” derken neyi veya hangisini kastetmektedir?
Bizzat Yüce Allah tarafından yetkilendirilmiş CEBRÂİL, M. 571 yılında doğan ve yine bizzat Allah tarafından resûl olarak yetkilendirilen Muhammed’e dedi ki “SANA VERDİĞİMİZ BU KUR’AN SANA YETER!”
- Cebrâil’in söylediği ile Ramazan Demir’in söylediği cümle tıpatıp aynı olsa da tasavvurlardaki anlamı asla aynı değildir.
- Yüce Allah’ın kitabının korunması meselesini Muhammed öncesi dönemler üzerinden anlamaya çalıştığımızda ise durum daha da beter bir hâl almaktadır.
- Kur’an’ın birçok ayeti “Kur’an’dan önceki kitapların insan sözü karıştırılarak, bazı yerleri gizlenerek, bazı şeyleri değiştirilerek, kelimeleri yerlerinden kaydırılarak tahrif edildiğini” söylemektedir. Bu durumda o kitaplar da korunmamış olmaktadır. Meselâ İsa ile Muhammed arasında yaşayan ve Allah’a imân edip İsa’nın peşinden gitmek isteyenler ellerinde bulunan İncillerden hangisini kendisine rehber edinecektir?
- Musa ile İsa arasında yaşayanlar hangi Tevrat’a ve hangi kitaba inanacaklardır? Musa zamanında bir tane olan kitap zaman içinde 40 tane yapılmıştır. Bu durumda bu kitaplar sadece resûller hayattayken korunuyorlardı, onlardan sonra ise korunmadılar gibi bir sonuca çıkılmaktadır.
Üstelik kitabın tahrif edildiğini anlatan ayetler detaylıca incelendiğinde bu tahrifin daha resûller hayattayken başladığı da söylenmektedir.
- Meselâ hayatta olan resûle “Şah damarını keseriz.” denmektedir. Ama “Bu bir kâhin sözüdür, bu bir beşer sözüdür, bu bir şair sözüdür.” diyenlerin şah damarı falan kesilmemiştir. Ne yani şimdi bu kitap onlardan değil de resûlden mi korunmuştur? Üstelik “BU BiR BEŞER SÖZÜDÜR.” söylemi kâfirler tarafından söylenmiş bir söz değildir. Bu kitaba inandığını söyleyenlerin söylediği bir sözdür. Tarihselciler de dâhil olmak kaydıyla Müktesebâtı oluşturan ulemânın tamamı KUR’AN’IN anlamının Allah’tan, sözlerinin ise Muhammed’den olduğunu söylemektedirler… Fakat buna rağmen kimsenin şah damarı kesilmemiştir?!
- Yine aynı şekilde vahiy olmayan bir şeyi vahiymiş gibi lanse eden resûle “Şah damarını keseriz.” denmektedir ama;
Feveylun lilleżîne yektubûne-lkitâbe bi-eydîhim śümme yekûlûne hâżâ min ‘indi(A)llâhi liyeşterû bihi śemenen kalîlâ(en)(s) feveylun lehum mimmâ ketebet eydîhim veveylun lehum mimmâ yeksibûn(e)
TDV meali – Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için «Bu Allah katındandır» diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!
BIRAKIN bir sözü, elleriyle yazdıkları koca bir kitabı “vahiy” diye lanse edenlerin yani Allah’a izâfe edenlerin şah damarı kesilmemiştir.
- Tıpkı bunlar gibi bir tek kitaptan 20 kıraat oluşturup bunların hepsinin Allah tarafından söylenmiş sözler olduğunu söyleyenlerin de şah damarı kesilmemiştir.
- Bunların ahirette cezalandırılacak olması BİZİ KURTARMAMAKTADIR ve bize zerre kadar olumlu bir katkı sunmamaktadır.
Tüm bu durumlar göz önüne alındığında ZİKRİN korunması meselesinin hem Kur’an hem de Kur’an’dan öncesi için BİZİM ANLADIĞIMIZDAN FARKLI şekilde cereyan ettiğini göstermektedir.
Bu konuya biraz derinlik katmak ve meseleyi başka bir açıdan anlamaya çalışmak için şu ayetlere biraz daha yakından bakalım:
Elif-lâm-râ kitâbun enzelnâhu ileyke lituḣrice-nnâse mine-zzulumâti ilâ-nnûri bi-iżni rabbihim ilâ sirâti-l’azîzi-lhamîd(i)
Kur’an’ın korunması üzerine tartışma
Süleymaniye Vakfı Meali – ELİF! LÂM! RÂ! Bu, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarman için indirdiğimiz bir kitaptır. Daima üstün olan ve her şeyi mükemmel yapanın yoluna…
Bu ayet kitabın karanlıklardan aydınlığa ve ‘SIRATEL AZİZİL HAMİD’İN yoluna ilettiğini söylemektedir. Peki bu yol nedir?
Yâ ehle-lkitâbi kad câekum rasûlunâ yubeyyinu lekum keśîran mimmâ kuntum tuḣfûne mine-lkitâbi veya’fû ‘an keśîr(in) kad câekum mina(A)llâhi nûrun vekitâbun mubîn(un)
Süleymaniye Vakfı Meali – Ey ehlikitap /kitaplarında uzman olanlar! Size, kitabınızdan gizlemekte olduğunuz şeylerin çoğunu ortaya çıkaran, birçoğuna da dokunmayan elçimiz/kitabımız geldi. Size Allah’tan bir ışık ve açık bir kitap geldi.
Yehdî bihi(A)llâhu meni-ttebe’a ridvânehu subule-sselâmi veyuḣricuhum mine-zzulumâti ilâ-nnûri bi-iżnihi veyehdîhim ilâ sirâtin mustakîm(in)
Süleymaniye Vakfı Meali – Allah, rızasının peşinde olanlara, o kitapla güvenlik ve esenlik yollarını gösterir. Verdiği onayla onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve doğru bir yola sokar.
Aziz ve hamid’in yolu, ‘sıratin mustakim’ olan yoldur ve elimizdeki kitap bu yola kılavuzluk etmektedir.
Kâle febimâ aġveytenî leak’udenne lehum sirâtake-lmustekîm(e)
Süleymaniye Vakfı Meali – İblis dedi ki: “Madem beni azdırdın, ben de onlar için, kesinlikle senin doğru yolunun üstünde oturacağım.
Śumme leâtiyennehum min beyni eydîhim vemin ḣalfihim ve’an eymânihim ve’an şemâ-ilihim(s) velâ tecidu ekśerahum şâkirîn(e)
Süleymaniye Vakfı Meali – Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım. Onların çoğunu, şükretmeyen /sana karşı görevlerini yerine getirmeyen kişiler olarak göreceksin.”
Bu âyet meallerinde geçen “DOĞRU YOLUNUN ÜZERİNDE OTURACAĞIM.” cümlesi ayetteki cümlenin tam karşılığı değildir. Böyle bir anlamın verilmesi ancak ve ancak ‘ALA’ harf-i cer’i ile mümkündür. Kaldı ki Kur’an’ın tamamında bahsedilen doğru yol fiziki anlamda 8 ŞERİTLİ OTOYOL değildir. Yani SOYUT bir anlamdadır.
Bu لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَق۪يمَ (leak’udenne lehum sirâtake-lmustekîm(e)) cümlesinde ‘QAADE’ fiili lazım değil müteaddidir.
Kelimenin müteaddi anlamları; “kural koymak, etkisiz kılmak, geçersiz kılmak” şeklindedir.
Her durumda İblis’in pusulandığı yer ‘SIRATI MUSTAKİM’DİR.
Kur’an ‘sıratin mustakim’in kendisi değil, ONA GÖTÜREN KILAVUZDUR.
Kur’an’daki kelime ve cümlelerin hepsi ayettir. Ayet ise kendisiyle başka bir şeyin bilinir hâle geldiği işarettir.
“ZEKÂT VERİN.” cümlesi ‘sıratin mustakim’ değil, ‘sıratin mustakim’i işaret eden ayetlerdir… ‘Sıratin mustakim’ ise BUNUN GEREĞİNİ YAPMAKTIR.
Her neyse bu konu içinde başka bir konudur.
Sonuçta İblis ‘sıratin mustakim’ üzerinde pusulanmaktadır. ‘Sıratin mustakim’ ise KUR’AN değil, Kur’an’ın işaret ettiğini yapmaktır.
Şeytan bu pusuda “SENİN ‘SIRATİN’E SAĞDAN, SOLDAN, ÖNDEN, ARKADAN GELECEĞİM.” dememiştir. Tam tersi “ONLARA geleceğim.” demiştir.
Bu durumda şeytan ve avanesi ‘sıratin mustakim’e asla zarar veremeyecek ama ‘sıratin mustakim’e yönelmiş olanlara zarar verecektir.
ÇÜNKÜ…
İnne-lleżîne keferû bi-żżikri lemmâ câehum(s) ve-innehu lekitâbun ‘azîz(un)
Zikir, sırat ve bâtıl kavramları
Süleymaniye Vakfı Meali – Bu Zikir kendilerine gelince görmezlik edenler (ateşe atılacak olanlardır). Oysaki o, güçlü bir kitaptır.
‘Sıratin mustakim’i gösteren, oraya ve orada kılavuzluk yapacak olan ZİKİRDİR. ZİKİR İSE KİTAPTIR.
Kitap ise ‘AZİZ’dir.
‘AZİZ’; “hiçbir şeye muhtaç olmayan, daima izzeti olan, başkasının lütfuna muhtaç olmayan, daima galip, daima üstün olan” demektir.
İşte ‘sıratin mustakim’i işaret eden oraya ve orada kılavuzluk yapan bu zikir, kitap halindedir o kitap ise ‘AZİZ’DİR ve kesinlikle…
Lâ ye/tîhi-lbâtilu min beyni yedeyhi velâ min ḣalfih(i)(s) tenzîlun min hakîmin hamîd(in)
Süleymaniye Vakfı Meali – Bâtıl ona, önünden de arkasından da yanaşamaz. Doğru kararlar veren ve yaptığını güzel yapan Allah tarafından indirilmiştir.
‘EL BÂTIL’ … Bâtıl türü, bâtıl olan her şey.
‘BÂTIL’ … Saçma, gayri ciddi, fuzuli, yalan, ipe sapa gelmez söz, geçersiz olan veya geçersiz hale gelen söz (tarihsel olmak), hükmü kalkmak, boş, yanlış, anlamsız, uydurma, düzmece.
Ayete lütfen dikkat edelim… Ayet, bırakın o kitabın içinde bâtıl olmasını, bâtılın ona önünden ve arkasından yanaşamayacağını söylemektedir.
الْبَاطِلُ (el-bâtil) kelimesinin yapısına bakılırsa kelimenin İSM-İ FÂİL formunda olduğu görülecektir.
Bu durumda bu kelime yukarıda saydığım manalara gelebileceği gibi, bunları yapan kişiler için de kullanılması mümkün olan bir kelimedir.
Ayetteki ön ve arka kelimelerine de lütfen dikkat edelim. Özellikle ‘HALF’ kelimesine.
Bu kelimenin “KÖTÜ ARDIL” anlamı olduğunu söylemiştik… Meal yazarlarının ‘BÂTIL’ kelimesine akıllı varlık gibi “BÂTIL, ÖNÜNDEN VE ARKASINDAN GELEMEZ.” şeklinde mana vermeleri garâbettir.
Devamı 23.10.2021 tarihli Ses Kayıtları