Başlıklar
ALLAH YARATANDIR, VARLIK YARATILANDIR
Felsefe ve kelam eleştirisine giriş
Felsefeciler ve kelamcılar, yüzlerce yıldır, “varlığı anlamlandırma” üzerine akıl almaz çabalar ve devasa mesailer harcayarak kafa yormuşlardır. Yeni yeni bilgi nazariyeleri, normal aklın kuşatamayacağı kadar karmaşık akıl yürütmeler veya ispat yöntemleri geliştirmişlerdir. Fakat tüm bu fedakârca çabalara rağmen ‘varlık’ hakkında “ALLAH YARATANDIR, VARLIK YARATILANDIR.” gibi basit bir cümleden daha tutarlı ve çelişkisiz bir şey elde edememişlerdir.
Gösterdikleri çabalara, ortaya koydukları yazılı metinlere, günümüzdeki sesli ve görüntülü anlatımlara bakarsak tabiri caizse onlar hakkında “Çeneleri düşünce gözleri ve akılları gidiyor.” gibi bir tanımlama yapmak hiç de haksızlık olmayacaktır. Varlık hakkında konuşmaktan varlığa bakmaya vakit bulamamış garibler.
Mutasavvıflar ise ‘hakikat’ hakkında işârî veya sembolik manalar üretmekle meşgul olurken yani bâtını arayayım derken zahiri hiç görmemişler. Bunlar adeta Hermes’i ararken karşılaştıkları resullere ‘ayak takımı’ muamelesi yapmışlar. Ters yüz olmuş dünyalarında aşağı yukarıya, yukarı da aşağıya dönüşünce yükselme olarak gördükleri şey bir düşüşe neden olmuş.
Bu iki kesimden biri “esasın esasını” yok saymış, diğeri ise “esasın esasını” ulaşılmaz görmüş.
Galiba bu ikisinin “mıy mıy” ötüşlerinden bıkmış üçüncü kesim ise çok acayip bir şekilde elinde tuttuğu “esasın esasına” kör davranmış.
Tasavvuf ve metafizik düşünce eleştirisi
Fakat içerikleri ne olursa olsun bilgi üretimi hususunda farklı nazariyelere mensup olsalar bile “bilgi” denilen şeyin malzemesi hakkında üçü de aynı zeminde durmuş. Her birinden ruhsuz bir şekilcilik, ahmak bir hayalcilik, esası olmayan kuralsız bir kuralcılık ve en önemlisi de “ulaşılmazlık” çıkmış.
“Allah yaratandır, varlık yaratılandır.” cümlesinin karşısına geçip burun kıvırarak “zır zır” ötmüşler ama bu cümleden daha anlamı bir cümle kurmayı da becerememişler.
Bu durum bana Musa-sihirbazlar karşılaşmasını hatırlatmakta (tuhaf bir şekilde).
Meseleye sihirbazlar açısından bakarsak karşılaşmaya gelmeden önce bunlar hakkında propaganda yapıldığı, halk nezdindeki itibarları yüksek olsun diye piar çalışması yapıldığı bellidir. Aynı şekilde bunlara ‘sihirbaz’ dendiğine göre portföylerindeki sihir deposu sadece Musa’nın karşısında gösterdikleri sihir olmasa gerektir. Yani bunların ‘sihir müktesebatı’ çok dolu olmalı.
Bunlar yüzlerce belki de binlerce yıldır biriktirmiş oldukları sihir müktesebatında en kuvvetli sihirlerini alıp Musa’nın karşısına çıkmışlardır. Musa’nın karşısına çıkmadan tıpkı rakip takımın maçlarını seyredenler gibi Musa’nın onlarla karşılaşmadan önce Firavun’un yanında gösterdiği sihir(!) hakkında da epey bilgi toplamış olmalılar. Yani Musa’nın (hâşâ) sihri(!) hakkında epey bilgi toplamışlar, buna göre müktesebatlarında bulunan sihirler arasından sihir seçmiş olmalılar.
Bir karşılaştırma yapacak olursak ve bu karşılaştırmada onların aklını kullanacak olursak taraflar şöyle görülmektedir:
BİRİNCİ TARAF: Hem kendi zamanlarında hem kendilerinden önceki zamanlarda tecrübe edilmiş ve binlerce kere etkileri görülmüş, tecrübe edile edile mükemmel hâle getirilmiş bir müktesebat sahibidirler. Dünya üzerinde hâkim olan genel kabul görmüş akıllar nezdinde oldukça güçlü bir yer sahibidirler çünkü yürürlüktedirler ve iktidar onları meşru saymaktadır. Üstelik ortaya koydukları ürünler binlerce kere insanların gözlem ve deneyine sunulmuş ve hepsinden başarılı bir şekilde geçmişlerdir. Geçmemiş olsalardı zaten ‘sihir’ olmazdı.
Birinci taraf hem imkânları hem kökenleri hem müktesebatları hem halk desteği hem iktidar desteği hem tecrübi hem müsellemât hem bedihi açıdan rakipsiz özelliklere sahiptir.
Güç, köken meseleleri ve gösterinin sonuçları
İKİNCİ TARAF: Bakışımız onların gözünden olduğu için Musa da onlar gibi (hâşâ) sihirbazdır. Fakat elindeki sihrin bir müktesebatı yoktur, geçmiş ile bağı yoktur, mevcut yürürlükteki sihirlerle bir bağı yoktur, gücü yoktur, desteği yoktur, imkânı yoktur. Rakiplerinin elinde devasa bir sihir deposu varken onun elinde sadece bir asâ vardır.
Bu iki taraf büyük bir tören eşliğinde ve tüm ulusal kanallarda canlı yayın eşliğinde karşılaşmaktadır. Musa’nın karşısındaki sihirbazlar çıkmadan önce revü kızlarının dansı, havai fişek gösterileri, sunucunun övücü sözleri ortalığı yıkmaktadır.
Derken iplerini atmaktalar, müthiş bir görsel şölen sergilenmektedir halkın gözlerinin önünde. İpler ejderha gibi ortalıkta salınmakta, vahşi bir kükreyişle seyredenlerin yüreğini ağzına getirmekte, ejderha bir tavana, bir yere, bir havaya sıçramakta. Seyirciye dönerek uzun vahşi dişleriyle tıslamakta. Kadınlar korkudan kocalarına, çocukları korkudan annelerine sıkı sıkı yapışmakta. Hatta kimi korkudan çığlık atmakta kimisi gözlerini eliyle kapamakta. Ortalık ejderhanın vahşi kükreyişi, kadın ve çocukların çığlıklarıyla inlemekte. Sonra birden “HART” diye bir ses duyulmakta ve kahredici derin bir sessizlik kaplamakta ortalığı. Kimse ne olduğunu anlamaya bile fırsat bulamamıştır. “HART” ve ejderha yok. Gösteri bitmiştir…
İşte felsefecilerin, kelamcıların, beyancıların ve irfancıların çabaları bana o sihirbazları hatırlıyor. “Âlem nedir, varlık nedir, hayat nedir, madde nedir, mana nedir, akıl nedir?”, sonu gelmez binlerce soru, binlerce debdebe, propaganda, reklam, piar çalışması, tartışma ve daha nice şenlik… Sonra “hart” değil ama şöyle bir cümle duyuluyor: “Allah yaratandır, varlık yaratılandır.” Dağılın beyler, Musa’nın asası “hart” dedi ve gösteri bitti çünkü söylediğiniz hiçbir şey bu sözden daha anlamlı değil.