Başlıklar
ALLAH’IN DİNİNDE İLAHLIK ve RABLİK İDDİASI
Kur’an’daki kelimelerin Arapçada da kullanılıyor olması ve Arapça konuşanların da o dilin saflığını korumamış olması Kur’an’daki kavramları anlama açısından birtakım zorlukların oluşmasına neden olmuştur. Bunun üstüne özellikle Arap diline ait son devir sözlüklerde kavramların sadece konuşulan Arapçadaki karşılıklarına yer verilmesi işi daha zorlaştırmıştır. Bu da yetmezmiş gibi özellikle Arapça konuşmayan insanlar için mealler hazırlayan meal yazarlarının Kur’an’daki kelimelere günlük Arapça üzerinden mana vermesi hepten durumu çıkmaza sokmaktadır.
Kur’an donmuş bir metindir. Ama Arap dili donmuş değildir. Her dilde olduğu gibi o dilde de kelimeler zaman içinde anlam daralmasına uğrarlar ve uğramışlardır da… Anlamı daralmış kelimelerin dilde bu daralmış anlamlarıyla yaygınlık kazanması kelimenin kökünde bulunan diğer anlamların giderek yok olmasına ve hiç kullanılmamasına neden olmuştur
Etimolojik sözlük kullanan meal yazarları bile Kur’an’daki kelimelere anlam yüklerlerken etimolojik sözlüklerdeki manalarını değil, günlük dilde en fazla kullanılan anlamı tercih etmektedirler.
Türkçe konuşan bizler açısından durumun bir başka zorluğu da Türkçeye geçmiş Arapça kelimelerin hem lafzı hem de daralmış manaları ile Türkçeye geçmesidir.
Mesela; “kitap” kelimesi Türkçeye lafız ile “yazılı metin” anlamında geçmiştir.
Mesela; “ilah” kelimesi Türkçeye lafız ile “tapınılan otorite” anlamında geçmiştir
Anlam daralması ve meal sorunları
Oysa “KİTAP” kelimesi Türkçe bir kelime değildir ve kelimenin anlamları Türkçeye geçtiği anlamlardan daha fazladır. Nitekim kelime Kur’an’da “yazı, kural, ilke, süre, farz” gibi anlamlarda kullanılmıştır ama “kitap” kelimesi Türkçeye sadece “yazı” anlamı ile geçmiştir.
Yani hem ‘K. İ. T. A. B’ sesleri Türkçeye ait değildir hem de kelimeye yüklenen anlam kelimenin anlamlarından sadece biridir.
Buna benzer binlerce kelime bulmak mümkündür.
Kelimelerin bu şekilde günlük dilde anlam daralmasına uğraması Kur’an’daki birçok ayetin de ya anlaşılmamasına ya da yanlış anlaşılmasına sebep olmaktadır.
Mesela;
Lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihi fekâle yâ kavmi-’budû(A)llâhe mâ lekum min ilâhin ġayruhu innî eḣâfu ‘aleykum ‘ażâbe yevmin ‘azîm(in)
SV VAKFI MEALİ – Nuh’u halkına elçi gönderdik. Onlara şöyle dedi: “Ey halkım! Allah’a kulluk edin; sizin ondan başka ilahınız yoktur. Ben, size büyük bir günün azabının gelmesinden korkuyorum.”
Bu ayette Nuh, kavmine يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُ (yâ kavmi-’budû(A)llâhe mâ lekum min ilâhin ġayruhu) böyle demektedir. Bu cümle meal yazarları tarafından Türkçeye “Allah’a kulluk edin; sizin ondan başka ilahınız yoktur.” şeklinde çevrilmiştir.
Arapça cümledeki اِلٰهٍ (ilâhin) kelimesine herhangi bir Türkçe karşılık verilmeden, hem de ‘İ. L. A. H’ sesleri ile birlikte Türkçeye aktarılmıştır…
Türkçede bu kelimeye yüklenilen anlam “TANRI” kelimesine yüklenilen anlamdır.
Aslına bakılırsa Türkçede “TANRI” kelimesi bile anlam daralmasına uğramıştır.
Her iki kelimenin anlamı, “sahibi kim ve niteliği ne olursa olsun her türlü sığınma, her türlü otorite” şeklindedir.
Bu otoritenin insani veya ilahi olması kelimenin hangi kelime ile birlikte kullanıldığına bağlıdır.
‘İLAH’ kelimesi Türkçede sanki sadece Allah için kullanılan ve hiç kimsenin olamayacağı bir mevki olarak adlandırılmıştır.
Oysa NUH’un kavmi ALLAH’ı reddeden veya “ALLAH yok.” diyen bir kavim değildi ki!
Resullerin karşısında duranların hiçbiri Allah’ı reddeden kişiler değillerdi.
AMA ‘İlah’ kavramına yüklenen tanrısal anlam, Müslümanların zihninde resullerin karşısında duranlar sanki Allah’ı kabul etmiyorlarmış gibi bir algının oluşmasına neden olmuştur.
Oysa ‘İLAH’ kelimesi “sığınılan, ümit beslenilen, yaptığı işlere hayranlık duyulan her türlü otorite” anlamına gelmektedir.
Birini ‘ilah’ edinme ise “o kişiyi seve seve, hayran ola ola sahasında otorite kabul etmek”tir.
Osmanlı, kendi tebaasına ‘KUL’ demekteydi. Fakat Osmanlının ‘kul’ kelimesine yüklediği anlam günümüzde kelimeye yüklenen anlam değildi… Onlar kelimenin manaları arasında bulunan “BENDE OLMAK, TAKİP ETMEK, UYMAK” anlamını kullanıyorlardı. Aslına bakılırsa Osmanlının kullandığı ‘KUL’ kelimesinin günümüzdeki karşılığı “VATANDAŞ” kelimesidir.
İlah ve Rab kavramlarının kapsamı
Yani geçmişte Osmanlının “EY KULLARIM” demesi ile günümüzdeki parti liderlerinin “EY YURTDAŞLARIM, VATANDAŞLARIM” demesi aynı şeydir.
Kavramların zaman içinde anlam daralmasına uğraması ve Kur’an’daki kelimelerin de anlamı daralmış kelimelerle ifade edilmesi anlama ve anlatma zorluğu oluşturmaktadır.
Mesela Kur’an’da “Onlar hahamlarını ve rahiplerini RABLER edindiler.” şeklinde bir cümle geçmektedir. Böylesi bir cümlenin ‘MİN DUNİHİ’ zarfı olmadan kullanılması ile bu zarf ile beraber kullanılması iki farklı anlama gelmektedir.
Ama her halükârda bu cümlede geçen ‘RAB’LER kelimesi günümüzde kullanılan anlamından çok daha geniş bir anlam alanına sahiptir. Böylesi kelimeler kesinlikle failine göre anlam kazanırlar. Yani kelimeler kime nispet edilirse anlam ona göre şekillenir ve içerik kazanır.
Mesela;
‘ALLAHU BASİRUN’
‘EL-İNSANU BASİRUN’
cümlelerindeki ‘basir’ kelimesi kesinlikle aynı anlamda değildir çünkü failleri yani özneleri farklıdır ve fiillerin her öznedeki içeriği kesinlikle aynı değildir.
Her kelime tıpkı bunun gibidir ve bu durum sadece Kur’an’a has bir durum değildir, yeryüzündeki tüm dillerde bu böyledir.
‘İlah’ veya ‘Rab’ kelimesinin ‘MİN DUNİHİ’ zarfı ile beraber kullanımında ‘rab’ veya ‘ilah’ edinilenlerin ilah edinilmelerine sebep olan şeyin Yüce Allah’ın dini olduğu anlaşılmaktadır.
Mesela “Hahamlarını ve rahiplerini onun berisinde rabler edindiler.” cümlesinden anlaşılan şey, “Onlar Allah’ı, Allah’ın dinini, kitabını, resullerini kabul ediyorlar ama kendileri tam da bunları kullanarak bir OTORİTE oluyorlar.” şeklinde bir arka plan vardır.
Vetteḣażû min dûni(A)llâhi âliheten liyekûnû lehum ‘izzâ(n)
Kur’an’da geçen ‘VETTAHAZU İLAHEN/ELİHATEN’ cümlelerinin neredeyse tamamında hep ‘MİN DUNİHİ’ zarfı vardır… Bu da o kullanımların hemen hepsinde, edinilen ilahların (otoritelerin) otoritelerini “Allah” diyerek aldıklarını göstermektedir.
Yani Allah’ı ve onun kitabını dışlayarak değil tam tersi Allah’ı ve kitabını sahiplenerek OTORİTE edinmektedirler.
Hatta otorite edinmelerinin sebebi Allah’ın dinini savunmak, korumak ve onu sahiplenmektir!
Bu açıdan yeryüzündeki ideoloji, din, felsefe veya sistemler ikiye ayrılırlar:
- ‘MİN DUNİHİ’ ile ilah ve rab edinenler
- ‘MİN DUNİHİ’ olmadan ilah ve rab edinenler
Mesela komünizm ‘MİN DUNİHİ’ olmadan ilahlar peydahlamıştır… İçinde yaşadığımız sistem ise ‘MİN DUNİHİ’ ile otorite oluşturmuştur.
Müktesebat dininin SÜNNET, İCMA, KIYAS vs. gibi şeyleri de ‘MİN DUNİHİ’dir.
‘MİN DUNİHİ’ olmadan ilah ve rab edinenler, kavramlara tam da olması gereken manaları vermişlerdir. Ama ‘MİN DUNİHİ’ ile ilah ve rab edinenler önce ‘rab’ ve ‘ilah’ kavramlarının anlam alanını daraltmış, sonra kelimenin anlam daralmasına uğramasından dolayı oluşan boşluğa kendileri yerleşmişlerdir.
Herhangi bir yaratılmışın Yüce Allah’ın dininde kendisine onun berisinde bir otorite alanı bulması için önce boşluk oluşturması gerekmektedir.
Otorite edinme ve min dunihi kullanımı
Çünkü Yüce Allah’ın saf dini boşluğu olmayan bir dindir.
Yüce Allah boşluğu olmayan bu dini KELİMELER ile örmüştür.
Bu dinde her kelimenin bir anlam alanı vardır ve o anlam alanlarında iğne ucu kadar bile bir boşluk, delik, gedik yoktur.
KELİMELERİN tıpkı KİLİMLER gibi olduğunu geçen derste görmüştük.
Allah’ın berisinde ilahlığa ve rabliğe soyunanların “kilim” benzetmesindeki yeri kilimin motifinde gözükme isteğine benzetilebilir.
Yüce Allah’ın ördüğü kilimdeki her düğüm, en sonunda ‘LA İLAHE İLLALLAH’ motifinin ortaya çıkması içindir. Çünkü bu motif olmadan o kilimdeki her düğüm anlamını kaybeder.
Bu motifin ortaya çıkması için örülen bir kilimin motifinde yer bulmanın bir tek yolu vardır: ‘İLAH’ kelimesinin anlam alanını daraltmak.
‘İlah’ kelimesinin “insanüstü varlık, yaratan varlık” gibi bir anlama sıkıştırılması boş alan bulmaya yetmiştir.
Bu yüzden, hadisçilerden tefsircilere, meal yazarlarından şeyhlere, parti liderlerinden cemaat liderlerine, vakıf başkanlarından derneklere hemen herkes bu boşalan alanda kendine yer bulabilmiştir.
Onlara göre kapladıkları otorite alanı ilahın otorite alanı değildir yani ‘MİN DUNİHİ’ değildir.
İşte meal ve tefsirlerde Kur’an kelimelerine bu otorite alanı üzerinden manalar verilmektedir… Kendilerine kilimin asıl motifinin kıyısında köşesinde, çiçeğinde böceğinde, renginde düğümünde yer bulanlar, kendi düğümleri atılmadan asıl motife ulaşmanın tüm yollarını kapatmışlardır.
Ne yazık ki tüm tefsirler buna göre yazılmış, tüm hadisler buna göre toplanmış, tüm olaylar buna göre şekillenmiştir.
Onlardan herhangi bir tanesi ‘LA İLAHE İLLALLAH’ motifli kilimde sadece bir düğümlük yer kapladığını söylemektedir. Evet onlar sadece bir düğümdür ama o düğüm atılmadan diğer düğümlerin atılamadığı birer düğümdürler.
Bu düğüm, koca bir uçağın tekerine koyulan bir takoz kadar küçüktür ama takoz tüm uçağı durdurmaktadır.
Zamanla bir tek düğüm kadar yer kapladığını söyleyen ilahlar ve rabler o kadar çoğalmıştır ki artık kilimin deseninin adı ‘LA İLAHE İLLALLAH’ ama ortaya çıkan resim ise ‘LEYSE ALLAHU İLAHUN VAHİDUN’ resmi olmuştur.
Şirk ile tevhid yer değiştirmiş ama tevhidin yerini alan şirk kendisini şirk olarak değil TEVHİDİN ta kendisi olarak lanse etmiştir.
Yani hakiki olanın yerine sahtesi geçirilmekle kalınmamış, “sahte” olana “hakikat”, “hakikat” olana “sahte” denilmiştir… Şimdi, “Bu dinin tek kaynağı vardır, o da Kur’an’dır.” söylemine ilk karşı çıkanlar TEVHİD SAVUNUCULARI olmuştur.
Kilimin motifleri ve tevhid eleştirisi
Çünkü onlara göre ilmek ilmek örülen “müktesebat kilimi” Allah’ın dinidir ve tevhid odur.
Bu yüzden onlara göre hadis olmadan bu din anlaşılmaz. Çünkü onlar, Buhari, Müslim, Ebu Davut, Tirmizî vs. gibilerin TEVHİD motifli kilimin bir düğümü olduğunu ve o düğüm atılmadan diğer düğümlerin atılamayacağını, atılsa bile anlamsız olacağına inanmaktadırlar.
Tüm bu alanlar sadece ve sadece kelimelerin konuldukları yerden edilmeleri ile açılmış alanlardır.
Tıpkı Yahudilerin yaptığı gibi yapılmış, kelimelerin anlam alanı daraltılarak Allah’ın dininde boşluklar oluşturulmuş ve oluşan boşluklara yol bulabilen herkes yerleşmiştir.
Eh, bizim gibi zavallılara da oluşan bu düğümleri tek tek çözmek miras kalmıştır.
Günümüzde ‘LA İLAHE İLLALLAH’ kelimesini söylemeyen ve inanmayan mümin yoktur. Fakat ‘LA İLAHE’ ifadesinden “Hadisçi, kelamcı, tefsirci yoktur.” şeklinde anlayan tek bir Allah’ın kulu da neredeyse yoktur.
Çünkü onlara göre onlar ilah değil, Allah’ın dinini daha anlaşılır hâle getirmek için çırpınan fedakâr alimlerdir ve her biri kendi sahasında tam bir otoritedir.
Oysa her birinin otorite olabilmesi için önce o alanlarda bir otorite boşluğu oluşması gerektiğini hiç ama hiç bilmemektedir.
Karanlığın bu kadar koyu olduğu bir dönem var mı bilemem ama ahiretin şafağı pek uzak gözükmüyor bana.