Başlıklar
ANLAMIN İRABA ETKİSİ: MÜLK 2. AYET BAĞLAMINDA
İMTİHAN ve ‘HALAQA’
Bileşik olmayan ve müfred ögelerden oluşmuş cümlelerde irab açısından neredeyse tercih hakkı olmayacak kadar kesin irab yapılabilir ve bu irabta cümlenin ögelerini belirleyen yegâne şey, kelimelerin son harekeleridir.
Fakat kelime gruplarından oluşmuş ve iç içe geçmiş cümlelerden oluşan bileşik cümlelerde işin içine anlamın da katılması ve anlamın irab üzerindeki etkisinin görülmesi bir zorunluluk gibi gözükmektedir.
NAHİV ilmi okuyucunun veya yazarın tercihlerine müdahale eden bir olgu değildir. Tam tersi Nahvin hangi yönde işleyeceğini belirleyen yazar veya okurdur.
Okuyanın cümlenin Nahvini belirlemedeki etkisi “yazarın” ne anlatmak istediğini Nahiv üzerinden yani Nahvi kullanarak anlamaya çalışmaktır.
Yazarın Nahiv üzerindeki etkisi ise okuyanın kendisini kolayca anlayabilmesi için Nahiv kurallarını anlatmak istediği şeyde okuyucuyu ikileme düşürmeden belirgin hâle getirmesidir.
Bu yönüyle Nahiv, yazar ile okuyucu arasındaki köprü gibidir.
Nahiv; bağlamı, zamanı, söyleyeni, dinleyeni olan sözü konu alır. Zaten bunlarsız söz söylenmesi de mümkün değildir.
Nahiv ilmini oluşturan konuların hepsi aslında duyulan veya okunan sözden dolayı muhatabın zihninde beliren soruları cevaplayan şeylerdir.
Nahiv ilmini oluşturan konuların tamamı:
- KİM DEDİ?
- KİME DEDİ?
- KİMİ/NEYİ DEDİ?
- NEREDE DEDİ?
- NE ZAMAN DEDİ?
- KİMLE BERABER DEDİ?
- NE İÇİN DEDİ?
gibi soruların cevabını veren şeylerdir.
İster yazılı isterse sözlü olsun, söz hakikat değil hakikatin resmidir. Hakikati gösteren işarettir.
Sözün kendi varlığı yani hakiki bir varlık olarak var olması hakikattir ama sözün anlatmak istedikleri sözü RESİM yani HEY’ET haline getirmektedir.
Buna biraz açıklık getireyim:
ELMA … bu söz kelime olarak hakiki bir varlıktır. Sesle ifade edildiğinde ses olarak; yazı olarak ifade edildiğinde yazı olarak, hakiki varlık olarak var olmuş demektir. Ama kastettiği anlam açısından hakiki bir varlık değil, hakikati resmeden bir işarete dönüşmektedir. Çünkü ELMA kelimesini oluşturan E-L-M-A işaretlerini elma gibi yemek, bu kelimeden elmanın tadını, rengini, kokusunu almak mümkün değildir.
Bu sözcükle zihnimizde sözün kastettiği varlığın resmi belirmektedir.
İşte nahiv, söz ile hakikat arasındaki bağları isnat ilişkileri ile tespit eden bir ilimdir.
Söylenen söz basit (bileşik olmayan) halde bir cümle olduğu zaman isnat ilişkisini kurmanın farklı alternatifleri neredeyse bulunmamakta, seçenek kalmamaktadır. Böylesi sözlerde isnat ilişkisini kurmak için ilâve bir bilgiye gerek yoktur.
Fakat işin içine kavrama dönüşmüş kelime gruplarından oluşan, basit cümlelere göre daha karmaşık diyebileceğimiz bileşik cümleler işin içine girince anlamı karıştırmadan irabı çözmek neredeyse imkânsız hâle gelmektedir.
Bu dediğime bir örnek olması açısından MÜLK suresinin ikinci ayeti, örnek olmaya uygun bir cümledir.
Mülk 2. ayete genel olarak şu irab verilebilir:

Mülk suresinde irab ve anlam
İşte bu irabta HABER olarak gözüken cümle bir ism-i mevsul ve irabtan mahalli olmayan sıla cümlesinden oluşmuştur.
Sıla cümlesi ise bir fiille başladığı için FİİL cümlesidir.
Fakat bununla beraber cümlede kendisinden öncesine birkaç şekilde isnat edilebilme imkânı olan bir başka FİİL cümlesi daha vardır.
O fiil cümlesinde de müpteda-haber çatısına oturmuş bir başka cümle vardır. Müpteda-haber çatısına oturmuş o cümlede de fiil+fail+meful çatısına oturmuş bir başka cümle daha vardır yani genel cümlede irabtan mahalli olmayan sıla cümlesi iç içe geçmiş 5 cümleden oluşmaktadır.
İşte bu 5 cümlenin birbirine isnadında anlam çok büyük rol oynamaktadır. Bunun sebebi cümlelerin cümlelere ne şekilde isnat edileceğiyle ilgili farklı alternatiflerin olmasıdır.
Mesela, ‘Lİ’ ile başlayan cümle kendisinden öncesine hem MEF’ULÜ Lİ ECLİH olarak atfedilebilir hem ‘el-mevt’ ve ‘el-hayat’ kelimelerinin HALİ olarak isnat edilebilir hem de sadece ‘el-hayat’ kelimesinin HAL’i olarak atfedilebilir.
Cümlenin mefulü li eclih olarak kendisinden öncesine yani ‘HALAQA’ fiiline atfedilmesi durumunda failin NELERİ / NE İÇİN yarattığını ifade eder.
“O YARATTI” … NE /LER YARATTI? = Ölümü (ölmeyi) ve Yaşamı (yaşamayı)
NE İÇİN YARATTI? … Bilinçli eylemi hanginiz iyi yapıyor diye imtihan etmek için.
İşte bu anlam kabul edildiğinde cümlede ‘Lİ’ ile başlayan fiil cümlesi ve devamı sıla cümlesindeki ‘HALAQA’ fiilinin “mefulü li eclihi” olmaktadır.
Nahiv açısından bu mümkün müdür?
Evet, kesinlikle mümkündür ve gramatik açıdan hiçbir problem olmayacaktır.
Peki ANLAM açısından bir problem var mıdır?
Meseleye anlam açısından yaklaştığımızda Nahiv açısından herhangi bir problemi olmayan cümlenin anlam açısından çözülmesi gereken ciddi sıkıntıları da beraberinde getirdiğini görmekteyiz.
Her şeyden önce cümledeki ‘EL-MEVT’ ve ‘EL-HAYAT’ kelimeleri birer varlık değil, bir olgudur. Yani varlığın içinde kendisine ölüm ve hayat diyebileceğiniz iki varlık yoktur. Her iki kelime de bir hâli, bir durumu ifade eden kelimelerdir. Öte yandan “Hayat” ve “Ölüm” dediğimiz şeyler sadece canlı varlıkları ilgilendiren bir durumdur. Canı yani devinimi olmayan varlıkların ölümü de doğumu da muhaldir.
Halaqa kelimesi kullanımları ve tartışma
İkinci olarak hem ‘el-mevt’ hem de ‘el-hayat’ kelimeleri hiçbir isnat olmadan geçmiştir. Yani “ÖLÜMÜNÜZÜ veya HAYATINIZI” dememektedir. Bu noktada “YAŞAM ve ÖLÜM” dendiğinde sadece akıllı varlıkların değil akılsız varlıkların da yaşamları ve ölümleri dahil olmak zorundadır.
“Allah hayatı başlattı.” gibi bir cümle kurduğumuzda bundan anlaşılan şey sadece insan hayatını başlatması olmamalıdır.
O halde ayette geçen ‘el-mevt’ ve ‘el-hayat’ kelimelerini sadece imtihan edilen akıllı varlıklara isnat etmenin hiçbir temeli kalmamaktadır.
Üçüncü olarak, bizzat ölümün kendisi imtihan konusu mudur?
“İmtihan” dediğimiz şey seçenek olmasını zorunlu kılar. Oysa “ölüm” hiçbir zaman seçenek değildir. Kimse seçerek ölmez.
Hatta seçerek ölenlerin yani kendi yaşamına son verenlerin ölümü seçmeleri Kur’an’ın asla onay vermediği bir davranıştır.
O halde MECBURİ olan ölüm nasıl olur da imtihanda seçilen bir seçenek konumuna indirgenecektir?
Dördüncüsü; akıllı varlıkların hiçbiri ölümle ve hayatla imtihan edilmez… HAYATTA imtihan edilirler. Lütfen dikkat edin “hayatla” değil “hayatta”…
Akıllı varlıkların imtihan edilebilmeleri için önce var edilmeleri sonra yaşamaları sağlanmalıdır. Bu açıdan bakıldığında “HAYAT” denilen şeyin bizzat kendisi imtihanın konusu değil İMTİHANIN KENDİSİNDE YAPILDIĞI bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ne hayat sahibi olmak ne de ölmek insan türü için seçeneklerden bir seçenek değildir.
O halde nasıl olur da HAYAT ve ÖLÜM imtihan için olur?
Bu anlam karmaşasına ne sebep olmaktadır?
Çalışmalarımdan ulaştığım sonuca göre, böylesi bir anlam kargaşası ‘HALAQA’ kelimesine yüklenilen “YARATTI” anlamından kaynaklanmaktadır.
Aslında hem Türkçede hem Arapçada ve hatta dünyanın diğer dillerinde de farklı anlamlarında kullanılan “yaratma” kelimesinin kastettiği anlam genelde “bir şey yokken onu var etme” şeklinde zihinlerde yer etmiştir. Sözlük manaları içinde farklı anlamları olan ve Kur’an’da da “yaratma” anlamının dışındaki anlamlarda da kullanılan bu kelimeye tercih edilecek anlam, cümlenin irabını da etkileyecektir.
‘HALAQA’ kelimesine hangi sözlük anlamın tercih edileceğinin rastgele ve keyfilikten uzak bir şekilde yapılması için mutlaka sözün öncesine müracaat etmemiz gerekmektedir.
Elbette ki bu kelimenin ‘halaqa’ değil de ‘hallefe’ şeklinde bir alternatifinin olduğu bir seçenek olarak durmaktadır. Fakat böylesi seçeneklere başvurmadan önce karşımızdaki sözün tüm imkanlarına tek tek bakmak ETİK olarak bir zorunluluktur. Bu yüzden iştikak seçeneğini en sona bırakmak çok daha doğru bir davranış olacaktır. Nihayetinde biz bulmaca çözmemekteyiz. Biz Kur’an’dan kendisine inanacağımız ve asla geri dönmeyeceğimiz kelimeler elde etmek için çabalamaktayız. Biz o kelimelerin aklımızın kılavuzu olduğuna imân etmekteyiz.
Halaqa kelimesinin anlam tercihleri
Birinci ayetin sonu ‘VE HUVE ALA KULLİ ŞEYİN KADİR’ şeklinde bir HAL cümlesi ile bitmişti. Biz bu cümleye “HER BİR ŞEYE ÖLÇÜ KOYARAK” şeklinde bir mana vermiştik. Birinci ayetteki ‘TEBAREK’ kelimesine ise “devamlılığı sağlamak, istikrar sağlamak” şeklinde bir mana vermiştik. Yani “Yüce Allah, varlığın devamlılığını veya istikrarını her bir şeye ÖLÇÜ koyarak belirlemiştir.” şeklinde bir sonuca ulaşmıştık.
İşte birinci ayetin bunu söylemesinden dolayı ikinci ayette geçen ‘HALAQA’ kelimesine “bir şey yokken onu var etme” anlamı değil de “DÜZENLEMEK, ŞEKİL VERMEK, ORANLAMAK” anlamı verilmesi daha uygun düşmektedir.
Peki bu anlam tercih edildiğinde ‘Lİ’ ile başlayan cümlenin kendisinden öncesine mefulü li eclih olarak isnadı anlam açısından bir sorun teşkil etmeye devam edecek midir?
Aslında bu sorunun tam cevabı “imtihan etmek” anlamı verilen ‘BLY’ kelimesinin Kur’an’da geçtiği tüm bağlamlarına bakarak verilmelidir.
Doğrusunu söylemek gerekirse zihinlerdeki “İLAHİ İMTİHAN” ile Kur’an’ın anlattığı “imtihan” birbiriyle uyuşmamaktadır.
Mesela şöyle bir soru soralım… TERCİH ETMEK bir imtihan mıdır? TERCİH ile İRADE arasında nasıl bir bağ vardır. Her tercih irade midir?
İmtihan ile ilgili yanlış bir anlayışı düzeltmek için herkesin anlayabileceği basit bir örnek vereyim…
2 X 2 = ?
A) 3 … B) 6 … C) 22 … D) 5 … E) 2.2 … F) 4
Böylesi seçenekleri olan bir soruda imtihan dediğimiz şey bu seçeneklerden birini seçmek midir?
Metin akışı ve bağlam çözümlemeleri
Yoksa bu seçenekler BİLDİĞİMİZ ŞEYDEN NE KADAR EMİN OLUP OLMADIĞIMIZI ANLAMAK İÇİN MİDİR?
Bu soruda İMTİHAN dediğimiz şey kişinin seçeneklerden herhangi bir seçeneği seçmesi değil, doğruyu bilip bilmediğidir.
Bu soru, kendisine 2 X 2 = 4 eder işlemi öğretilmemiş birine sorulacak bir soru değildir.
Bu soru hiç bilmeyenlere değil BİLENLERE sorulan bir sorudur.
Yani sınav olan kısım seçme kısmı değil, bildiğini bilip bilmediğinden emin olma kısmıdır.
İyi bildiğini seçip seçmeme kısmıdır.
İnsanların doğruyu bilmelerine rağmen yanlış seçenekleri seçmekle elde edeceklerinin daha çok olacağına inanmalarıdır imtihan kısmı.
Az önce sorduğumuz
2 X 2 = ?
A) 3 … B) 6 … C) 22 … D) 5 … E) 2.2 … F) 4
Bu soruya şöyle bir kurgu oluşturalım… Bu soruyu soran kişi, sorduğu kişiye “Laf aramızda, eğer B seçeneğini seçersen sana bildiğin F seçeneğini seçmenden daha fazla şeyler vereceğim.” demesi durumunda seçeneklerden birini seçmek zorunda olan kişi NEYİ SEÇER?
İşte imtihan dediğimiz şey budur.
İmtihan, bilen kişiyi bildikleri hususunda şüpheye düşürmek için değil, bilen kişinin bildiklerinden daha emin olması için yapılır. İmtihan, yanlışların bir seçenek olmadığının anlaşılması için yapılır.
ÇÜNKÜ YANLIŞLAR BİR SEÇENEK DEĞİLDİR.
Işığın yokluğu hâline “karanlık” denmesi gibi DOĞRUNUN YOKLUĞUNUN HÂLİNE DE “YANLIŞ” DENİR.
Az önce sorulan sorudaki yanlış cevaplar bir seçenek olarak konmamıştır. Doğrunun tercih edilmesi durunda o yanlış seçeneklerin hiçbir hükmü kalmamaktadır.
İnsanlar veya tüm akıllı ve iradeli varlıklar (Allah hariç) doğru ile eğri arasında seçim yapmakla imtihan edilmezler ki zaten buna imtihan denmez. Tam tersi “doğrulara ne kadar sadık olup olmadıkları ile imtihan edilirler.”
Daha önceki derslerimizde birçok kereler gündeme getirdim… ‘KÜFÜR’ imân’ın alternatifi değildir, kötü iyinin alternatifi değildir, imân etmemek imân’ın alternatifi değildir. Fücur takvanın, Fesat ıslahın, nifak sadakatin vs. ALTERNATİFLERİ DEĞİLLERDİR.
Bunların hepsi İMÂNIN, TAKVANIN, ISLAHIN OLMAMALARI HÂLİDİR.
Az önceki matematik sorusunda kişinin yanlış seçeneklerden birini tercih etmesi DOĞRUYU BİLMEMENİN VEYA BİLE BİLE DOĞRUYU TERCİH ETMEMESİ HÂLİDİR.
“Yanlış” dediğimiz şey yapılacak, işlenecek bir eylem değildir. Yanlış, doğruyu yapmamaktır.
Doğruyu yapmamanın sonucunda düşülen durumdur.
KÜFÜR, FISK, FÜCÜR, NİFAK, ŞİRK vs. gibi kavramların hepsinin tanımı DOĞRU temel alınarak yapılır, hiçbirinin kendisine ait orijinal bir tarifi yoktur.
KÜFÜR … BİLE BİLE GERÇEĞİ GÖRMEMEK.
FISK … BİLE BİLE HAKİKATİN SINIRLARINI GENİŞLETMEK VEYA DARALTMAK.
NİFAK … BİLE BİLE HAKİKAT ÜZERE OLMADIĞI HALDE KENDİSİNİ HAKİKAT ÜZERE GÖSTERMEK.
ŞİRK … TEK BAŞINA HAKİKATI YETERLİ GÖRMEMEK.
Lütfen tanımlara dikkat eder misiniz? … gör-me-mek … et-me-mek … yap-ma-mak.
Hepsi de bir şeyi yapmama, etmeme, görmeme üzerinedir.
İşte tüm bunlar “İmtihan” denilen şeyin “DOĞRUYU YAPMAK VEYA DOĞRUYU YAPMAMAK” şeklinde olduğunu göstermektedir. Yani anlayacağınız “imtihan” denilen şey “SEÇENEKLERDEN BİR SEÇECEĞİ SEÇMEK DEĞİL, DOĞRUYU SEÇMEK VEYA SEÇMEMEKTİR.”
Bir matematik probleminde seçenekler milyon tane de olsa tek bir tane doğru seçilmemesi durumunda hepsi de yanlıştır.
2 X 2 = ?
A) 3 … B) 6 … C) 22 … D) 5 … E) 2.2 … F) 4
Bu soruda durumu değiştirecek tek seçenek F seçeneğidir. Diğerlerinden hangisi tercih edilirse edilsin yanlıştır… D seçeneği doğru seçenek olan F seçeneğine çok yakındır o halde bu yüzde şu kadar doğru bir seçenektir denmez.
Yanlışlar doğruya ne kadar yakın olurlarsa olsunlar yanlıştırlar.
4.000000000000000000000000000000000000000000000000001 – doğruya yakın seçenek değildir, yanlış seçenektir.
Doğruya olan yakınlık yanlışı doğru yapmaz, tam tersi SAPMANIN oranını belirler.
İmtihan denilen şeyin, kişiyi doğrular hakkında şüpheye düşürmek için olmadığını tam tersi doğruları yanlışlardan tamamen ayırmak ve sabitlemek için yapıldığını söylemiştik. Türü ne olursa olsun imtihan sorularında doğru seçenek sadece bir tanedir. Doğru seçeneğin yanına konulan yanlış seçenekler, doğruya alternatif bir seçenek olduklarından dolayı değil, milyon tane seçenek de olsa hepsinin içinden o tek bir doğrunun görülmesi gerektiğinin anlaşılması içindir. Eğer yanlış seçenekler doğruya alternatif olsalardı onlardan birinin seçilmeleri durumunda teraziye artı yönde bir şeyler konulması gerekirdi.
Yani sayısı ne kadar fazla olursa olsun “yanlış” doğruya alternatif bir seçenek hatta seçilmesi gereken bir seçenek değildir.
Bunun üzerinde durmuştuk.
Az sonra özellikle ‘BLY’ kökünden türemiş kelimelerin diğer ayetlerdeki kullanımlarına tekrar döneceğiz ama ben ondan önce ayetin sonundaki cümleye biraz dikkat çekmek istiyorum.
Birçok kereler özellikle ayet sonlarında gelen YÜCE ALLAH’ın isimlerinin kendisinden önce anlatılan konularla çok sıkı bağlarının olduğunu söylemiştik… İşte Mülk 2. ayetin sonunda gelen وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ (ve huve-l’azîzu-lġafûr(u)) cümlesinin de kendisinden öncesi ile çok sıkı bağı vardır. Yüzeysel olarak cümlede geçen ‘AZİZ’ ve ‘ĞAFUR’ kelimelerinin anlamları şu şekildedir:
Sonuçlar değerlendirme ve öneriler
‘AZİZ’… DEĞERLİ, KIYMETLİ, GÜÇLÜ, SAYGIN, ONURLU
‘ĞAFUR’… AFFEDİCİ, KUSURLARI GÖRMEZDEN GELİCİ, KUSURLARI YOK SAYICI
Bu iki ismi anlamak için şöyle bir empati yapalım.
Eğer insanları öldürmek yine insanlara verilseydi daima gücü yetenler güçsüz olanları öldürürdü. Bu yüzden insanlar içinde en güçlü olan daima yaşardı.
Bu yüzden insanın ölümünün akıllı varlık türünden hiç kimsenin güç yetiremeyeceği, gücünü sadece güçsüzlere karşı kullanmayan, herkese güç yetirebilen birinin elinde olması gerekmektedir. İşte ‘EL-AZİZ’ sıfatı kendisinden önce geçen ‘EL-MEVT’ kelimesi ile alakalıdır.
‘el-ĞAFUR’ kelimesine gelince: bu ismin kendisinden önceki bağı, kendisinden önceki cümlelerin de irabına etki etmektedir. Yani bu kelime kendisinden önceki cümleyi irab açısından etkilemektedir.
Bu etkinin anlaşılması ‘Lİ YEBLUVEKUM’ cümlesinin ‘EL-HAYAT’ ve ‘EL-MEVT’ kelimesi ile alakasının anlaşılması ile mümkün olacaktır.
Daha önceki yazılarımızda kişilerin HAYATLA imtihan edilmediklerini, HAYATTA İKEN imtihan edildiklerini belirtmiştik. Yani hayat imtihanın kendisi değil imtihanın ALANIDIR.
Bu noktada ÖLÜM ne imtihanın alanıdır ne de imtihanın konusudur. Eğer ölüm imtihanın alanı olsaydı imtihan denilen şeyin kişilerin ölüm hallerinde de devam etmesi gerekirdi. Yok eğer ölüm imtihanın konusu olsaydı yani ölüm insan için bir seçenek olsaydı ölümün iradeye bağlı bir şey olması gerekirdi.
Ne yokken var olmak ne de varken ölmek insanın elinde olan bir şeydir ve bu konularda insan iradesinin hiçbir hükmü yoktur. Doğan da ölen de kendi rızasıyla veya kendi iradesiyle ölmemektedir.
O halde irade kullanımının imkansız olduğu konularda tamamen iradeye dayalı imtihan denilen şeyin olması mümkün değildir.
İşte bu durum cümlenin irabını etkileyen bir durumdur. Şöyle ki;
- Ölüm ne imtihanın alanıdır ne de imtihanın konusudur. Dolayısıyla cümlenin devamında gelen ‘Lİ YEBLUVEKUM’ cümlesinin ‘el-mevt’ ile alakası yoktur. Yani meal ve tefsirlerde ayete “HANGİNİZ DAHA İYİ İŞ YAPIYOR DİYE DENEMEK İÇİN ÖLÜM VE HAYATI YARATTI.” şeklinde anlam yanlış olmaktadır. Çünkü böylesi bir cümlede hem ‘el-mevt’ hem de ‘el-hayat’ imtihanın ALANI veya NESNESİ olmaktadır. Ama az önce de belirtiğim gibi “ÖLMEK” ne imtihanın alanıdır ne de imtihanın nesnesidir.
- İşte bu durum ‘Lİ YEBLUVEKUM’ ile başlayan cümlenin ‘EL-HAYAT’ kelimesinin HÂLİ olarak irab edilmesini zorunlu hale getirmektedir. Bu durumda cümleye verilecek anlamın şu şekilde olması gerekmektedir: “BİLİNÇLİ DAVRANIŞLARI HANGİNİZ UYGUN YAPIYOR DİYE İMTİHAN ETMESİ İÇİN OLAN HAYATI…”
İşte bu meal anlam açısından hayatın bir imtihan konusu değil de imtihan alanı olduğunu bildirirken diğer yandan da ‘Lİ’ ile başlayan cümlenin SADECE ‘el-hayat’ kelimesinin HÂLİ olduğunu belirtmektedir. Yani o cümlenin ‘ZİL’ HÂLİ ‘el-hayat’ kelimesidir.
Yine daha önceki derslerimizde ‘HALAQA’ kelimesinin ‘HALLEFE’ olabileceği ve hatta olması gerektiği üzerinde biraz durmuştuk. Hemen belirteyim ki, kelime ‘HALAQA’ olsa bile anlam olarak bu kelimeye “yokken var etmek” anlamına gelen “YARATTI” manası verilmesi imkansızdır. Çünkü ne hayat ne de ölüm birer varlıktır, her iki kelime de bir hâli ifade eden kelimelerdir.
Hal olan kelimeler ise sadece var olan varlıklar için söz konusudur. Yani yokken var edilecekler için değil, varken o duruma düşenler içindir.
Olmayan şeyin hâli de olmaz…
Varlık olmayanın hâli de olmaz…
İşte bu yüzden ‘HALAQAL MEVTE VEL HAYATE’ ifadesine “ÖLÜMÜ VE HAYATI YARATTI.” değil de “ÖLÜMÜ VE HAYATI DÜZENLEDİ.” şeklinde mana verilmesi zorunludur. Peki bu mana ayetin öncesi ve sonrası ile ilgili oluşabilecek sorunları çözmekte midir?
Ya da kelimenin ‘HALLEFE’ olma ihtimali var mıdır?
Cümleye “ÖLÜMÜ VE HAYATI DÜZENLEDİ.” şeklinde bir mana verilmesi durumunda “hayatın düzenlenmesine” bir karşılık bulmak mümkündür ama “ölümü” düzenlemenin bir karşılığı yoktur. Çünkü “ölüm” düzenlenebilecek canlı bir süreç değil tam tersi düzenlenebilecek hiçbir eylemin olmadığı bir süreçtir.
O halde “Ölüm denilen hâlin nesi düzenlenecektir?” sorusu cevapsız bir soru olacaktır.
Öte yandan “ÖLÜMÜ VE HAYATI DÜZENLEDİ.” şeklinde bir mana tercih edilmesi durumunda irab açısından ‘Lİ’ ile başlayan cümle tekrar MEFULÜ Lİ ECLİH konumuna düşecektir.
Ölümün imtihanın alanı da imtihanın bir nesnesi de olamayacağını az önce belirtmiştik. Ama eğer ‘Lİ’ ile başlayan cümleye mefulü li eclih dersek bu sefer ölümün de imtihan için olduğu gibi bir şey oluşmaktadır. Bu muhaldir.
SIRADIŞI bir alternatif olarak eğer ‘el-mevt’ ve ‘el-hayat’ kelimesine “ölmek ve yaşamak” manası değil de “PASİF OLMAK ve AKTİF OLMAK” manası tercih edilirse durum bambaşka bir çehreye bürünecektir. “HANGİNİZ UYGUN DAVRANIYOR DİYE İMTİHAN ETMESİ İÇİN AKTİF VE PASİF OLMAYI DÜZENLEDİ.”
Bu durumda hangi YORUMLA, bu cümlenin hangi durumlarda aktif hangi durumlarda pasif kaldığıyla alakalı olduğunu söyleyebiliriz amma her halükarda bu ispatı mümkün olmayan bir iddia olacaktır çünkü mümin için aktif olmadığı bir an bile bulunmamaktadır. Hatta herhangi bir şeyin YAPILMAMASININ emredilmesi bile pasiflik değil o şeyi yapmama aktifliğidir.
Burada bir parantez açarak İMTİHAN sorularındaki seçeneklerin farklılığına dikkat çekeyim…
İmtihan soruları sadece bir doğrunun ve birçok yanlışın olduğu seçenekler şeklinde sorulmaz. Birçok doğru seçeneğin içine bir tane yanlış yerleştirerek de sorular sorulur. İşte bu durumda eğer soru “Şu doğruların içindeki yanlışı bulun.” şeklindeyse o yanlış seçenekle ilgili yapılacak seçim, yanlışı seçerek ama onu yapmayarak yapılan seçim olacaktır. Çünkü doğruların içine yerleştirilen yanlış, tanınıp bilinmesi, ayrıştırılması ve tercih yapılmaması içindir.
İşte aktifliği, pasifliği “BU NEDİR?” ve “BU NE DEĞİLDİR?” şeklinde anlarsak her iki durumda da aktif olunduğu anlaşılacaktır. Bu yüzden ayette geçen kelimelere “aktif olmak ve pasif olmak” şeklinde bir anlam tercihinde bulunmak yanlış olacaktır.
Tekrar iraba dönecek olursak… Az önce ‘Lİ’ ile başlayan cümlenin sadece ‘EL-HAYAT’ kelimesinin HÂLİ olması gerektiğini belirtmiştim. Fakat bu irabın tercih edilmesi durumunda ‘EL MEVT’ ile ‘EL-HAYAT’ kelimeleri arasında duran ‘VE’ bağlacının ne için orada olduğunun tespiti zorunlu hale gelecektir. Çünkü eğer ‘Lİ’ ile başlayan cümle sadece ‘El-Hayat’ kelimesinin hâli olur ise ‘VE’ edatı atıf olmaz.
Öyleyse o ‘VE’ atıf değilse nedir?
Geleneksel olarak yapılan irablarda ‘EL-HAYAT’ kelimesi ikinci mefulü bih olarak irablandırılmaktadır. “ÖLÜMÜ VE HAYATI” şeklindeki çevirilerden bu anlaşılmaktadır. Fakat aradaki ‘VE’ edatının bir atıf edatı olmaması durumunda ‘EL-HAYAT’ kelimesi mefulü bih değil MEFULÜ MEAH olacaktır.
Mefulü meahların başına gelen ‘VE’ edatları iki şeyin birbirine atfının mümkün olmadığı durumlar için kullanılmaktadır.
Nahiv açısından mefulü meah şu şekilde anlatılmaktadır:

Mefulü meah ile ilgili bu anlatımın en sonundaki b. ANLAMIN ATFA MUSAİT OLMAMASI maddesine dikkatinizi çekmek isterim. İşte benim ‘Lİ’ ile başlayan cümlenin sadece ‘EL-HAYAT’ kelimesinin HÂLi olduğunu söylememenin dayanağı tam da budur.
Az önce ‘el-mevt’ kelimesinin neden imtihanın konusu veya alanı olamayacağı üzerinde durmuştuk.
‘El-Hayat’ kelimesinin ikinci mefulü bih değil de mefulü meah olması durumunda cümle şöyle bir anlama bürünecektir. Vereceğim mealde ‘halaqa’ kelimesine verilen “yarattı” anlamını kullanacağım. Bu kelimeye birazdan geleceğim…
“HANGİNİZ BİLİNÇLİ DAVRANIŞLARI UYGUN YAPIYOR DİYE SİZİ İMTİHAN ETMESİ İÇİN OLAN HAYATLA BERABER ÖLÜMÜ YARATTI.”
Bu mealde “BERABER” şeklindeki anlam işte bu ‘VAV’dan dolayıdır… Fakat böyle olmasına rağmen aslında o ‘VE’nin vermesi gereken anlam “BERABER” şeklinde değil “BOYUNCA” olması gerekirdi.
İşte bu noktada ‘HALAQA’ kelimesine önce “yarattı” değil de “DÜZENLEDİ, ŞEKİL VERDİ” şeklinde bir anlam verelim…
“HANGİNİZ BİLİNÇLİ DAVRANIŞLARI UYGUN YAPIYOR DİYE SİZİ İMTİHAN ETMESİ İÇİN OLAN HAYAT ‘BOYUNCA’ ÖLÜMÜ DÜZENLEDİ.”
Fakat ‘halaqa’ kelimesine bu mana verilse bile az önce de değindiğim gibi “ölüm” düzenlenecek bir olgu değildir, bir haldir. Eğer o hal insanın iradesi ile olsaydı düzenleme işinin O’nun tarafından değil İNSAN tarafından yapılması gerekirdi.
Buna göre daha önce de gündeme getirdiğimiz gibi ‘HALAQA’ kelimesinin bir ‘HALLEFE’ olması gerektiği meselesine dönmüş olduk.
Peki kelimeyi ‘HALLEFE’ şeklinde okumamız az önce değindiğimiz sorunları çözecek midir?
Bu soruya sadece kendi açımdan ve elde ettiklerime göre cevap verirsem “evet” kelimesinin ‘HALLEFE’ olması sorunları çözmektedir.
“HANGİNİZ BİLİNÇLİ DAVRANIŞLARI UYGUN YAPIYOR DİYE SİZİ İMTİHAN ETMESİ İÇİN OLAN HAYAT ‘BOYUNCA’ ÖLMEYİ ARDIL HALE GETİRDİ.”
“HANGİNİZ BİLİNÇLİ DAVRANIŞLARI UYGUN YAPIYOR DİYE SİZİ İMTİHAN ETMESİ İÇİN OLAN HAYAT ‘BOYUNCA’ ÖLMEYİ ARDIL YAPTI.”
Hiç kuşkusuz ki ÖLÜM her nefesimizin ardılıdır. Yani tüm hayat boyunca ölüm ardıldır. Her an ölebilme durumu olan bizler için aldığımız nefesin hemen ardındadır ölüm. Yani ölümün ardıl yapılması hayat boyunca geçerli olan bir durumdur.
Ayetin en sonundaki ‘EL-AZİZ’ isminin ölümle, ‘EL-ĞAFUR’ isminin ise ‘EL-HAYAT’ ile alakalı olduğunu söylemiştim. ‘EL-HAYAT’ kelimesinin mefulü meah olması, ‘Lİ’ ile başlayan cümlenin de ‘EL-HAYAT’ kelimesine HAL olması durumunda ‘EL-HAYAT’ kelimesi İMTİHAN alanı olmaktadır ve bizler seçimlerimizi sadece hayattayken yapabilmekteyiz. Ne yazık ki her seçimimiz doğru olmamaktadır.