Başlıklar
KUR’AN’IN CÜMLELERİNE SADIK KALMAMAYA İKİ ÖRNEK
(A’RÂF 181. ve RA’D 7. AYET)
Vemimmen ḣaleknâ ummetun yehdûne bilhakki vebihi ya’dilûn(e)
Abdülbaki Gölpınarlı – Yarattıklarımızdan bir topluluk var ki halkı gerçeğe irşâd eder ve gerçek olarak adâletle muâmelede bulunur.
Ali Bulaç/Mevdudi – Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır.
Bayraktar Bayraklı- Yarattıklarımızdan öyle bir millet var ki, daima hakka iletir ve adâleti hak ile yerine getirir.
Diyanet İşleri Başkanlığı – Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardır.
Giriş ve metin genel değerlendirmesi
Diyanet İşleri Başkanlığı-Eski – Yarattıklarımızdan bir topluluk hakkı gösterirler ve onunla hükmederler.
Diyanet Vakfı – Yarattıklarımızdan, daima hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren bir millet bulunur.
Edip Yüksel – Yarattıklarımızın arasında bir topluluk var ki gerçek ile yol gösterirler ve yine onunla hakkı gözetirler.
Elmalılı Hamdi Yazır-Orijinal – Yine bizim halk ettiklerimizden bir ümmet de var ki hakka rehberlik ederler, ve onunla icrayı adalet eylerler
Erhan Aktaş – Yarattıklarımız arasında öyle bir topluluk da var ki, hakka iletirler ve onunla adil olurlar.
Mehmet Akif Ersoy – Evet, yarattıklarımızın içinde öyle ümmet de var ki yolu dosdoğru gösterirler, hükmü dosdoğru verirler.
Mehmet Okuyan – Yarattıklarımızdan gerçeğe rehberlik eden ve onunla adil davranan bir topluluk vardır.
Muhammed Esed – Yarattıklarımız arasında (başkalarına) doğru yolu gösteren ve onun ışığında adaletle davranan insanlar da vardır.
Mustafa İslamoğlu – Yarattıklarımız içerisinde hakikate giden yolu gösteren ve onun sayesinde adaletle davranan kimseler de vardır.
Recep İhsan Eliaçık – Yarattıklarımız içinde, gerçeğin paşinde ve kendini adalete adamış bir millet daima bulunur.
Seyyid Kutub – Yarattığımız insanlar içinde başkalarını hakka ileten ve hakka uygun, adil hükümler veren bir kesim varılır.
Süleyman Ateş – Yarattıklarımız içinde, doğrulukla hakka götüren ve hak ile adâlet yapan bir ümmet de vardır.
Süleymaniye Vakfı – Yarattıklarımız içinde öyle bir toplum (ümmet) vardır ki hem o doğruyu[*] gösterir hem de onun ışığında adaletli davranırlar. [*] Allah’ın kitabını ve ondan çıkarılmış doğru hükümleri(hikmet)
Yaşar Nuri Öztürk – Bizim yarattıklarımızdan bir ümmet var ki, hakka rehberlik eder ve onunla adalet sunarlar.
Ayetin irâb yapısı ve yorumu
Bir yanlışın, bir hatanın, bir kötünün yaygın bir şekilde genel kabul görmesi onu asla doğru yapmaz. A’râf suresinin 181. ayetinde görüldüğü üzere tüm meal yazarları neredeyse tıpatıp aynı meali vermiştir. Bu meallerin tamamında cümledeki müpteda (özne) habere (yüklem), haber ise müptedaya çevrilmiştir. Tüm mealler ve tefsirler bu anlamda ittifak etmişlerdir. Bunun yanında bu ayetteki kelimeler hakkında hiçbir kıraat farklılığı da yoktur.
Yani müfessirler, kıraat imamları, meal yazarları hülasa bilinen bilinmeyen ne kadar ulema varsa sahalarının farklılığına bakmadan hepsi de ayetin yukarıdaki meallerde olan şeyi söylediğini söylemektedirler; sadece cümlenin kendi GRAMER çatısı tüm bu söylenenlere muhalefet etmektedir. Bu yanlış çok uzun zamandan beri ve çok yaygın bir şekilde doğru kabul edilmiş, tüm tefsirler bu yapıya göre yapılmış, tüm dini anlayışlar yukarıdaki meallerdeki anlam üzerine bina edilmiştir.
Şimdi, bu kadar yaygın ve bu kadar köklü bir şekilde kabul görmüş, doğru zannedilen bir yanlışa karşı söz söylemeye kalkışıldığında garipsenen, itiraz edilen ve hatta dışlanan bu söz olacaktır. Bu garipsenmeyi ve acayip karşılanmayı umursamadan neyin yanlış olduğunu ortaya koyacak olursak meseleye önce cümlenin irab yapısını vermekle başlayalım; elktb.net sitesine aldığımız Arapça iraplarda cümlenin gramer çatısının şu şekilde olduğu belirtilmektedir:
ÖNE GEÇMİŞ HABER (yani yüklem) … وَمِمَّنْ خَلَقْنَٓا
TEHİR EDİLMİŞ MÜPTEDA (yani özne) … اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ۟
Bu verdiğimiz irabın Arapçası şu şekildedir:
Peki, cümlenin irabı bu şekilde olduğu halde hepsi de şahane Arapça bilen müfessir ve meal yazarlarına ne oluyor da cümlenin öznesini yükleme, yüklemini özneye çeviriyorlar? Bunların hepsini kötü niyetli insanlar olarak görmek pek akla yatkın gözükmemektedir yani bunların kötü insanlar oldukları için cümleyi ters yüz ettiklerini söylemek haksızlık olacaktır. O halde neden bu insanlar irabı apaçık olan bir cümleyi ters yüz ediyorlar?
Aslında cevabı çok basittir çünkü cümlenin irabına uysalar ortaya hiç akıl kârı olmayan şöyle bir anlam çıkacaktır: “GERÇEĞE REHBERLİK EDEN VE ONUNLA ADİL DAVRANAN BİR ÜMMET, YARATTIKLARIMIZDANDIR.”
Bu cümlede ‘yüklem’ olan “yarattıklarımızdandır” ifadesi üzerinde azıcık düşünürsek böyle bir cümlenin hiçbir haber değeri olmadığı hatta akıl sahibi insanlar açısından saçma bir cümle olduğu rahatlıkla anlaşılacaktır. İşte, cümlenin irabına uyulması durumunda ortaya çıkacak bu saçma anlamdan kaçınmak isteyen meal ve tefsir yazarları cümleyi ister istemez nispeten daha anlamı olduğuna inandıkları şekle sokmayı daha uygun görmüşlerdir.
Cümledeki özneyi yükleme, yüklemi de özneye çevirirlerken noktasız ve harekesiz metinde, resimde olduğu şekliyle geçen ayet hakkında “Acaba bir noktalama ve harekeleme hatası var mıdır?” sorusunu akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdir. Oysa kıraati okuduklarında basbayağı saçma bir mananın ortaya çıktığını gördüklerinde noktasız ve harekesiz metnin imkânlarını kullansalardı en azından bu yanlış bu kadar yaygın bir şekle bürünmeyecekti çünkü noktasız ve harekesiz metnin imkanlarıyla metni çözmeye çalışsalardı kıraatte خَلَقْنَٓا (halakna) şeklinde noktalanmış ve harekelenmiş kelimenin iştikaklarına bakacak ve bu kelimenin ‘HALAFNA’ veya ‘HALLAFNA’ şeklinde okunabilme imkânının olduğunu da göreceklerdi.
Bu kelimenin ‘HALAFNA’ veya ‘HALLAFNA’ şeklinde okunması durumunda ise ortaya çok şahane anlamlı bir cümle çıkacaktı: “GERÇEĞE REHBERLİK EDEN VE ONUNLA ADİL DAVRANAN ÜMMET, BİZİM HALİFE KILDIKLARIMIZDAN OLANLARDIR.”
Diğer ayetteki benzer çeviri hatası
‘Ümmet’ kelimesinin “merkezi topluluk, örnek kılınmış topluluk” gibi anlamları olduğunu göz önüne aldığımızda cümlenin basitçe adı sanı bilinmeyen ve yorumlarla eninde sonunda “ulemaya” getirilen bu anlamlar olmayacaktı; cümlenin adı sanı, soyu sopu bilinen ve Kur’an’da kıssaları anlatılıp bize tanıtılan resullerden söz ettiği sonucuna çıkılacaktı.
Not: Ayetin anlamı hakkında bizim verdiğimiz mealin 100% doğru şeyler olduğunu asla iddia etmiyoruz fakat kıraatlerin noktaları ve harekeleri yüzünden köşeye sıkışılan bir anlamda hemen cümlenin gramer çatısını ters yüz edip öznesini yükleme, yüklemini özneye çevirmektense noktasız ve harekesiz metnin imkânlarını kullanmanın daha tutarlı, daha mümince bir davranış olduğunu söylüyoruz. Kıraatlerin sıkıştırdığı köşeden cümlenin anlamını ters yüz ederek çıkmanın asla doğru olmadığını söylüyoruz. Kıraatlerin Kur’an olmadığını söylüyoruz. Eğer bir metne dokunulmazlık yükleyeceksek o metnin noktasız ve harekesiz metin olduğunu söylüyoruz.
Şu aklen, ilmen, vicdanen değişmez bir kuraldır. Eğer bir şeyden “inanç” ve “davranış” elde edilecekse inanılacak şeyin kesinlikle SABİT olması gerekmektedir. Sabit olmayan bir şeye istenilse bile iman edilemez. Sabit olmayan bir şeyden istenilse bile doğru davranış kalıpları oluşturulamaz.
Sanılmasın ki söz konusu ettiğimiz bu “yanlış” yani ayetin öznesini yükleme, yüklemini özneye çevirme durumu sadece bu ayetle sınırlıdır. Buna dair onlarca hatta yüzlerce örnek getirmek mümkündür. Mesela, şu ayete bakalım:
Veyekûlu-lleżîne keferû levlâ unzile ‘aleyhi âyetun min rabbih(i) innemâ ente munżir(un) velikulli kavmin hâd(in)
Bu ayetin sonunda gelen وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟ (velikulli kavmin hâd(in)) cümlesi de tıpkı örneğini verdiğimiz ayette olduğu gibi öznesi yükleme, yüklemi özneye çevrilmiş bir cümledir. Bu cümle meal ve tefsirlerin tamamında “Her ümmetin bir yol göstericisi vardır.” şeklinde çevrilmiştir oysa cümlenin irabı şu şekildedir:
ÖNE GEÇMİŞ HABER (yani yüklem) … لِكُلِّ قَوْمٍ
TEHİR EDİLMİŞ MÜPTEDA (yani özne) … هَادٍ۟
Cümleye verilen bu anlamları kabul ederek ama cümlenin irabına uyarak mana verilmesi durumunda bu cümlenin şu şekilde olması gerekmektedir: “BİR YOL GÖSTERİCİ, HER BİR KAVİM İÇİNDİR.”
Cümlenin irabını ters yüz etmek ayetin tamamından ortaya çıkan mananın da parçalanmasına, ayetin öncesi ve sonrası ile alâkasının kesilmesine neden olmakta ve kelimelere bu ters yüz edilmiş şekle göre anlam verilmektedir.
Cümlenin irabına uyulması durumunda kelimelerin hem cümle içindeki öğe değerleri hem de cümleler arasındaki irab bağı ortaya çıkacaktır.
Mesela, bu ayete verilen bir meali örnek getirelim:
Mehmet Okuyan Meali – Kâfir olanlar diyorlar ki: “Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya!” (Oysa) sen sadece bir uyarıcısın; her toplumun da bir rehberi vardır.
Bu meale göre bu ayette birbirinden FASL edilmiş yani her biri kendi başına ayrı anlam kazanmış 3 cümle bulunmaktadır:
- Kâfir olanlar diyorlar ki: “Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya!
- (Oysa) sen sadece bir uyarıcısın;
- Her toplumun da bir rehberi vardır.
Şimdi peş peşe sıralanmış bu mealdeki üç cümle üzerinde biraz düşünelim. Mesela, şöyle bir soru soralım: Önce resule “Sen sadece bir uyarıcısın.” denilmekte ardından “Her toplumun bir rehberi vardır.” denilmektedir. Bu durumda resul ne yapmalıdır? Rehberlik etmemeli midir? Yani cümle resule “Rehberlik senin işin değil, her toplumun kendi rehberi vardır.” mı demek istemektedir? Yani “Sen uyarılarını yap, rehberlik her kavim için kendi içlerinden çıkan rehberlere aittir.” mi demek istemektedir?
Yok, bu genel bir kaide, umum ifade eden bir anlam ise mesela Türkiye’de yaşayan bizler “Her bir kavmin rehberi vardır.” cümlesinden ne anlamalıyız? Her bir kavmin bir rehberi varsa Türkiye’de yaşayan bizlerin rehberi kimdir ya da her bir kavim kendi rehberini nasıl bilecek ve nasıl tanıyacaktır?
Mesela, RÂZÎ, tefsirinde şöyle demiştir:
Bil ki ayetlerin zahirini benimseyen müfessirler, bu hususta birkaç görüş zikretmişlerdir:
- Münzir (uyarıcı) ve hâdî (hidayet rehberi) aynı şeydir. Buna göre ifadenin manası, “Sen ancak bir uyarıcısın. Aynı şekilde her kavmin de bir uyarıcısı vardır. Onlardan her birinin mucizesi, diğerininkinden başkadır.” şeklindedir.
- “Münzir (uyarıcı) Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem); Hâdî ise, Allahü teâlâ’dır.” Bu mana, İbn Abbas (radıyallahü anh), Sâ’id b. Cübeyr, Mücâhid ve Dahhâk’dan rivayet edilmiştir.
- Buradaki “münzir” Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’dir, “Hâdî” (hidayet rehberi) ise, Hazret-i Ali’dir. İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), elini Hazret-i Ali’nin göğsüne koydu ve “Ben münzirim” dedi. Sonra da Hazret-i Ali’ye işaret ederek, “Sen de hâdîsin (hidayet rehberisin). Benden sonra hidayete erecekler senin sayende hidayete ereceklerdir.”
Bu cümle hakkında 3 farklı görüş ileri sürmek her şeyden önce bu cümle hiçbir manaya gelmiyor demektir. İkinci olarak “Ey okuyucu, sana 3 seçenek sunuyorum bunlardan dilediğini seç ve inan.” demektir. Üçüncüsü bir ayeti tefsir etmek onun hakkında 3 farklı seçenek sunmak değil ZORUNLU MANAYI yakalamaktır.
Şimdi Râzî’nin sunduğu seçenekleri özet halinde bir daha hatırlayalım:
- MÜNZİR SENSİN AMA HER KAVMİN REHBERİ SEN DEĞİLSİN.
- MÜNZİR SENSİN AMA HÂDÎ ALLAH’TIR.
- MÜNZİR SENSİN AMA HÂDÎ ALİ’DİR.
Birinci seçenek her kavmin içinde bir hâdî aramamızı gerektirir.
Meselenin çözümü üzerine pratik öneriler
İkinci seçenek Allah’ın resule münzirlik verdiğini ama rehberliği vermediğini kabul etmemizi gerektirir.
Üçüncü seçenek ise kayıtsız şartsız Şii olmamızı gerektirir.
Bu arada unutmadan, M. Okuyan, mealinde ayete ayette olmayan kelimeler eklemiştir. Meali hatırlayalım:
Mehmet Okuyan Meali – Kâfir olanlar diyorlar ki: “Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya!” (Oysa) sen sadece bir uyarıcısın; her toplumun da bir rehberi vardır.
M. Okuyan ‘İNNEMA’ edatını koymakla beraber cümleye parantez içinde bir (OYSA) kelimesi eklemiştir. Bu kelimenin ne parantez içi ne parantez dışı hiçbir gerekçesi yoktur.
Şimdi, “Meselenin çözümü nedir?” diye sorulacak olursak şunu diyebiliriz:
Ayetin sonunda gelen (وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟) (velikulli kavmin hâd(in)) cümlesine dikkat edilmesi durumunda ‘kulli’ kelimesinden önce bir ‘Lİ’ harfi vardır. Bu ‘Lİ’ harfinin harf-i cer olarak kabul edilmesi durumunda cümlede kesinlikle bir umum fiil olma durumu ortaya çıkmaktadır.
Buna göre ya ‘HÂDÎ’ kelimesi fiil gibi amel edecek ya da bir umum fiil atanacaktır fakat ism-i faillerin fiil gibi amel etmesinin şartlarına baktığımızda ‘HÂDÎ’ kelimesinin fiil gibi amel etmesinin imkânsız olduğunu görmekteyiz çünkü kelime cümlede MÜPTEDAdır ve müptedalar fiil gibi amel etmezler.
‘HÂDÎ’ kelimesinin nekre oluşunu göz önüne aldığımızda ‘Lİ KÜLLİ KAVMİN’ ifadesinin aslında sıfat olduğu ama sıfatın mevsufun önüne geçememesinden dolayı hâl’e dönüşmesi gibi bir durum ile de karşılaşırız.
Uygulama ve karşılaştırmalı çeviri örnekleri
Hemen cümlenin başındaki ‘VAV’a baktığımızda ise bu ‘VAV’ın bir ATIF ‘VAV’I olduğunu görmekteyiz yani bu ‘VAV’ öğe değeri açısından önceki cümle ile sonraki cümle arasında KOPMAZ bir bağın olduğunu göstermektedir.
Bu durumda bu cümle ya birinci cümlenin ikinci haberidir ya da birinci cümlenin HÂL’İDİR.
Eğer cümleye ikinci haber oluşuna göre mana verecek olursak; “SEN SADECE BİR UYARICISIN VE HER BİR ÜMMET İÇİN OLAN BİR REHBERSİN.” şeklinde bir mana çıkacaktır yani (Arapça bilenler için) şöyledir: ‘İNNEMA ENTE MUNZİRUN VE HÂDÎN (Lİ KULLİ ÜMMETİN)’
Ya da yine ikinci haber olarak alırsak; “SEN HER BİR KAVİM İÇİN BİR MÜNZİR VE BİR HÂDÎ’SİN.”
Arapça kelimeleri Türkçeye çevirerek meal verecek olursak; “SEN HER BİR TOPLUM İÇİN BİR MÜNZİR VE BİR REHBERSİN.”
‘İNNEMA’ edatını da işin içine katarak meal verecek olursak; “(Başkası değil) SADECE SEN HER BİR TOPLUM İÇİN BİR MÜNZİR VE BİR UYARICISIN.”
NOT: Cümlede parantez içinde verdiğimiz (başkası değil) ifadesi “diğer resuller değil sadece sen hâdî ve münzirsin.” anlamına GEL-ME-MEK-TE-DİR; bu, muhatap alınan resul zamanındaki “başkaları” anlamındadır.
Cümlenin HÂL olarak alınması durumunda ise anlam şöyle olmaktadır: “SEN, SADECE HER BİR KAVİM İÇİN REHBER OLAN BİR MÜNZİRSİN.”
Meseleye BELAĞAT açısından yaklaşıldığında sadece bu cümle hakkında bile yıllarca konuşulsa bile anlam yine de tükenmez.
Bizim yaptığımız bu çalışma üstünkörü bir çalışmadır. Başka bir mesele hakkında çalışırken karşılaştığımız bir durumdur. Bu cümlenin üzerinde derinlemesine çalışılması durumunda ortaya çok daha kapsamlı şeylerin çıkacağı muhakkaktır. Biz bu üstünkörü çalışma ile şunu göstermeye çalıştık: Meal ve tefsir yazarları bazen kıraatten bazen geçmiş müfessirlerin cümleye verdiği anlamlardan bazen ideolojilerinden bazen de başka sebeplerden dolayı Kur’an’ın cümlelerine asla sadık kalmamaktadırlar. Cümle üzerinde azıcık detaylı bir çalışma yapılması durumunda bile ortaya çok kapsamlı manalar çıkıyor olmasına rağmen Kur’an’ın kapasitesini kendi akıllarının kapasitesi ile sınırlamaktadırlar ve verdikleri manalar sürekli sorun çıkartan veya çıkartacak olan manalar olmaktadır. Bu da ihtilâfı, anlamamayı ve daha başka olumsuz şeyleri beraberinde getirmektedir.
Bu yapılanlar birkaç ayetle sınırlı olsaydı küçük kusurlar olarak görür ve o kusurları ifşa etmeden düzeltmeye çalışırdık fakat neredeyse Kur’an’ın tamamında metne sadık kalmayan ve kıraatleri Kur’an yerine, müfessirleri de izinden gidilmesi gereken önderler yerine koydukları müddetçe de metne sadık kalamayacak olan meal yazarları bunu o kadar çok yapmışlardır ki insan “Hangi birini söyleyeyim?!” demekten kendisini alamamaktadır.
Yine de her zaman olduğu gibi biz, gerçeğin tek temsilcisi olduğumuzu iddia etmedik ve şimdi de etmiyoruz fakat dikkat çektiğimiz hususların yabana atılmaması gerektiği üzerinde ısrarla duruyoruz. Her durumda tek sığınağımız Yüce Allah’tır.