Başlıklar
ARİSTO MANTIĞINA SARILANLARA (KUR’AN’İ) REDDİYE
Lafızların mana ile hangi şekillerde ilişki kurduğu üzerinde kafa yoran ulema, ‘delalet bahsi’ni ortaya çıkarmış ve devasa bir disiplin haline getirerek sonraki nesillere aktarmışlardır. Ortaya konulan bu ‘delalet bahsi’, malzemesi söz/kelime/cümle/kelam olan her türlü ilmin ilk ve vazgeçilmez konusu olmuştur. Hadis, siyer, tefsir, kelam, mantık, fıkıh, hukuk gibi ilimlerin oluşumunda temel referans olan delalet bahsinin ortaya çıkmasına etken olan yani bu trenin lokomotifi kesinlikle Kur’an olmuştur. Zaten ulema Kur’an’ın tüm ilimlerin kaynağı olduğu hususunda ittifak halindedir. Bilindiği üzere Kur’an da sözden yani kelimelerden ve cümlelerden oluşmuştur. İşte bu da Kur’an’daki lafızların mana ile hangi şekillerde ilişki kurduğu bahsini yani Kur’an lafızlarının delaleti bahsini en başa koymuştur. Aslına bakılırsa ‘delalet bahsi’ dendiğinde zaten anlaşılan şey hep Kur’an’ın lafızlarının mana ile delaletinin şekilleri olmuştur.
‘Delalet bahsi’ 4 ana başlık ve 22 alt başlıktan oluşmuştur. Bu yazı bağlamında bunların hepsini tek tek ele almak teknik olarak mümkün değildir ve zaten bu yazının konusu ‘delalet bahsi’ değildir. Bu yazının konusu geçen cumartesi işlediğimiz Bakara 67-71. ayetleri bağlamında anlatılan ve sureye de adını veren Musa ile kavmi arasında geçen Bakara kıssasının ‘delalet bahsi’ ile alakası ve özellikle de Kur’an’da geçen وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ (eqimu’s salat) gibi emirler üzerinden ulemanın başka şeylere açtığı alan hakkındadır.
Lafızların mana ile ilişkisini 4 ana başlık ve 22 alt başlık altında işleyen ulema, “Açıklık ve Kapalılık Açısından Lafzın Manaya Delaleti” ana başlığını 4’ü açıklık 4’ü kapalılık olmak üzere 8 olarak tasnif etmiştir. Açık olan lafızların açıktan en açığa doğru şu şekilde olduğunu söylemiştir:
- ZAHİR LAFIZ
- NASS LAFIZ
- MÜFESSER LAFIZ
- MUHKEM LAFIZ
Bu 4 maddedeki lafızların anlaşılması sadece metin üzerinde dikkatli bir çalışmaya bağlıdır yani dışarıdan harici bir açıklayıcıya ihtiyaç yoktur. Elbette ki bunların her birinin farklı özellikleri ve tarifleri vardır ama sonuçta bu lafızları anlamak için metnin kendisinden başka bir şeye ihtiyaç yoktur. Fakat kapalılık açısından yapılan diğer dört tasnif böyle değildir. Kapalılık açısından lafızlar kapalıdan en kapalıya doğru şu şekilde tasnif edilmiştir ki bizim anlatmak istediğimiz de bu kısımla alakalıdır. Bu yüzden bu kısımla alakalı maddeleri biraz detaylandıracağız:
- HAFİ LAFIZ:
Kapalılık Türleri ve Örnekleri
Manaya delaleti açık olmakla birlikte, dışsal bir sebep nedeniyle kapsamında bulunan fertlerin bir kısmına delaleti konusunda kapalılık bulunan lafızlardır.
Tariften de anlaşılacağı üzere, bu kısımdaki lafızların da aslında harici bir açıklayıcıya ihtiyacı yoktur. Çünkü arazî durum kelimenin kapsamına giren fertlerin tespiti ile alakalıdır. Yani burada yapılması gereken kelime üzerinde bir çalışma değil, kelimenin kastettiği manaya kimin dahil olup olmadığını tespittir.
- MÜŞKİL LAFIZ:
Manasında kapalılık bulunan ya da birden fazla manaya gelme ihtimali bulunan lafızdır.
Bu tür kapalılık, metnin üzerinde detaylıca bir çalışma ile aşılabilecek bir lafızdır. Mesela birden fazla anlamda kullanılabilen edatların veya harf-i cer’lerin, içinde geçtiği cümleye ne yönlü bir katkı sağladığını tespit etmek gibi. Veya kök anlamında birden fazla anlamı bulunan bir kelimenin, geçtiği cümlede bu kök anlamlardan hangisinin kullanıldığını tespit etmek gibi.
- MÜCMEL LAFIZ:
Söyleyen tarafından açıklanmadığı müddetçe ne kastedildiği bilinemeyen kapalı lafızdır.
İşte bu tür lafızlar, eğer sözü söyleyen söylediği sözle alakalı detaylı bir açıklama yapmamışsa harici bir açıklayıcıya ihtiyaç duyan lafızlardır. Ulema Kur’an’ın hadislere olan ihtiyacını işte bu başlıktan dolayı söylemiştir. Çünkü onlara göre “zekât, hac, namaz, haramlar, helaller, önceki resullerin kıssaları vs.” gibi hususlar Kur’an’da mücmel olarak anlatılmış ve bu mücmelin açıklanması harici bir açıklayıcı olan resulullah üzerinden yap-tıt-tı-rıl-mış-tır.
Az önce bu yazının konusunu açıklarken, Bakara 67-71. ayetleri arasında anlatılan Bakara kıssası bağlamında delalet ve özellikle de Kur’an’da geçen اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ (eqimu’s salat) ifadeleri olduğunu belirtmiştik. İşte yazının konusunu ilgilendiren ‘delalet bahsi’nin ilgili kısmı da “Mücmel lafızlar” kısmıdır.
Son maddeyi de belirttikten sonra bu madde üzerinden ‘eqimu’s salat’ ifadesi ele alınacaktır.
- MÜTEŞABİH LAFIZ:
Manası kapalı olan ve manasını sadece Allah’ın bildiği lafızlardır. Müteşabih lafızlara, mukatta harfleri ile Allah’ın haberi sıfatları örnek verilebilir.
(NOT: Bu yazı, yanlış yapmamak için ara sıra notlara göz atmak dışında herhangi bir ön tasarıya sahip değildir, tamamen doğaçlamadır.)
Lafızların kapalılığını kapalıdan en kapalıya doğru bu şekilde taksim eden ulema, Kur’an’ın hadislere ve rivayetlere olan ihtiyacının içinde birçok mücmel mesele olmasından dolayı olduğunu söylemektedir. Buna delil olarak pek çok mesele ileri sürmüşlerdir. Mesela, eşyada asıl olan şeyin mübahlık olduğunu ama her şeyi sınırsızca yemenin fıtrata aykırı olduğunu, bu yüzden yenmemesi gereken hayvanların detaylıca açıklanması gerektiğini ama Kur’an’da haram edilen şeylerin sadece “kan, leş ve domuz eti” olduğunu yani haramlar meselesinin Kur’an’da oldukça mücmel olduğunu bu yüzden haramları tam olarak açıklamak için Allah resulünün hadislerine yani dış bir açıklayıcıya ihtiyaç olduğunu söylemişlerdir. Aynı şekilde Kur’an’da sadece “Zekât verin.” denmiş ama ne bunun farklı mallardan nasıl verileceğinin ne de miktarının belirlendiğini, bu yüzden bu konunun Kur’an’da mücmel bir şekilde anlatıldığını, bu mücmelliğin açıklanması için yine Allah resulünün hadislerine ihtiyaç duyulduğunu söylemişlerdir. Hakeza, hac ve daha birçok mesele de aynı şekilde Kur’an’da mücmel bir şekilde anlatılmış ve açıklaması Allah resulüne bırakılmıştır.
İlk bakışta ulemanın getirdiği bu argümanlar son derece makul gözükmektedir. Gerçekten de Kur’an’da “Namaz kılın.” denmiş, namazın vakitlice olduğu, hangi vakitlerde kılınacağı, kıyam, rükû ve secdesinin olduğu, soyut manasının ne olduğu uzun uzun ve tekrar tekrar anlatılmıştır ama resimli namaz hocası gibi ne şekil başlanıp nasıl bitirileceği, rekatları, hangi vakitte kaç kere tekrar edileceği belirtilmemiştir. Yani Kur’an’dan namazın şekilsel olduğu, belli vakitlerde yapılacağı, şekillerin ‘kıyam, kıraat, rükû ve secde’den ibaret olduğu, başlangıcının ve bir bitişinin olduğu anlaşılmaktadır ama bu şekillerin hangi sıralama ile kaç defa yapılacağı belirtilmemiştir. İşte bu da namazın Kur’an’da mücmel olarak anlatıldığı ve açıklanması için harici bir açıklayıcıya yani Allah resulüne yani hadis mecmualarına ihtiyaç duyulduğu anlamına gelmektedir.
İşte tam da bu bakış açısı bizi Bakara 67-71. ayetleri arasında anlatılan Musa ile kavmi arasında geçen Bakara kıssasına bağlamaktadır. Şöyle ki:
Ulemanın bu söyledikleri kesinlikle doğrudur ama kesinlikle eksiktir. Çünkü Kur’an’da sadece namazın şekillerinin hangi sıralama ile yapıldığı değil ‘kıyam, kıraat, rükû ve secde’ kelimelerinin de kavramsal değerleri yoktur.
Kur’an’ın Mücmel Olduğu İddiası
Yani Kur’an “secde” demiş ama “secde = … (şudur) …” şeklinde bir açıklama getirmemiştir. Aynı şekilde ‘kıyam, rükû’ gibi kavramlara da luğavi bir tarif getirmemiştir.
Bu durumda ulemaya göre ‘eqimus’s salat’ ile ilgili mücmel olan kısmın sadece şekilsel kısımlar değil, kavramsal kısımların da mücmel olması gerekmektedir. Kur’an’ın kavramsal bazda mücmel bıraktığı kavramların hadislerde de bir açıklaması yoktur. Evet, hadislerde “Namaz şöyle iyidir, böyle güzeldir, şöyle kılınır, böyle kılınır.” şeklinde açıklamalar vardır ama “‘Salat, rükû, secde’ kavramları şu anlama gelir.” şeklinde hiçbir açıklama yoktur.
Hadislerde ‘salat’ın işlevselliği, faydası, amacı, uygulaması hakkında pek çok haber vardır ama bu kavramların hangi manaya ne şekilde delalet ettiğine dair tek bir açıklama yoktur.
Peki, bunun Bakara suresindeki Bakara kıssası ile alakası nedir?
Bakara kıssasında Musa, kavmine اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةًۜ (inna(A)llâhe ye/murukum en teżbehû bekara(ten)) cümlesini söylemekte ve onlar da buna karşılık قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَۜ (Kâlû ud’u lenâ rabbeke yubeyyin lenâ mâ hiy(e)) (Rabbine söyle bizim için apaçık hâle getirsin O (bakara) nedir?)
Musa’nın kavminin bu söyleminden Musa’nın ilettiği “ALLAH SİZE BİR BAKARA BOĞAZLAMANIZI EMREDİYOR.” sözünde geçen ‘BAKARATEN’ ifadesine “mücmel” dedikleri anlaşılmaktadır çünkü cümlelerinde kullandıkları ‘MA HİYE’ sorusu bir mahiyet yani bir nitelik sorusudur. Buna göre Musa’nın kavmi ‘bakara’ diye bir kelimeyi hiç duymamış, bu kelimenin ne kastettiğini bilmiyor, bu kelimenin manaya delaletinin mücmel olduğunu söylemiş olmaktadırlar.
Şimdi Müslüman ulemanın Kur’an’da geçen ‘eqimus salat’ ifadesine mücmel demelerinin bir tek yolu vardır: Eğer ‘salat’ kavramı ilk defa Kur’an tarafından ve daha önceki resullerden bağımsız olarak sadece Muhammed’in insanlığa bildirdiği bir kavram olsaydı, eğer bu kavramın ‘MA HİYE’si hiç duyulmamış, hiç bilinmeyen bir kelime olsaydı o zaman mücmel olurdu.
Meseleye şöyle bir açılım daha getirelim: Ulemaya göre Alak suresi Kur’an’ın ilk inen suresidir ve bu sure ‘İKRA BİSMİ RABBİKELLEZİ HALAK’ diye başlamakta ve ilk beş ayette ‘RAB, İSM, İNSAN, ALAK, EKREM’ kavramları kullanılmaktadır. Bilindiği kadarıyla bu sureyi ilk defa insanlara tebliğ eden resul, “Ey insanlar ‘rab’ derken şunu kastediyorum, ‘ism’ derken şunu kastediyorum, ‘insan, alak, ekrem’ derken şunları kastediyorum.” dememiştir. Dahası risaleti süresince de bu kavramların kavramsal karşılığından hiç bahsetmemiştir. O halde bu kelimeler de mücmeldir.
Mesela, Allah resulü, ulemanın insana getirdiği şu tarifi hiç yapmış mıdır?
‘EL İNSANU, HAYEVANUN NATİQUN’
Veya Allah resulü Mekke müşriklerine veya müminler ‘HALAKAL İNSANE MİN ALAK’ dediğinde, herhangi biri Allah resulüne dönüp “RABBİNE SESLEN DE BİZE APAÇIK HÂLE GETİRSİN: İNSAN NEDİR?” diye bir ‘MA HUVE’ sorusu sormuş mudur?
Bu durumda ulemanın ‘mücmel lafız’ tanımına göre bu lafızlar bırakın mücmeli müteşabihin yani manasını sadece Allah’ın bildiği ve kimsenin bilmediği lafızların en müteşabihi haline gelmiş demektir.
Ta ilk insandan ve hatta ondan bile öncesinden beri gelen ‘eqimu’s salat’ emrini, insanlık bunu sadece Muhammed ile duymuş gibi yaparak mücmel hâle getirip Kur’an’ı Kuran dışındaki şeylere muhtaç hâle getirmek Musa kıssasındaki Yahudiler gibi davranmak demektir.
Muhammed ‘feveylül lil musallin’ dediğinde hiç kimse ‘MA MUSALLİN’ (‘Musallin’ ne demek?) diye sormamışsa, ilk inen sure dedikleri Alak suresinde geçen ‘YENHA ABDEN İZE SALLE’ dediğinde hiç kimse ‘MA SALLE’ diye sormamışsa, yine ilk inen surelerden dedikleri Müddessir suresinde ‘LEM NEKU MİNEL MUSALLİN’ ifadesine kimse ‘MA HUVE’ veya ‘MA HİYE’ diye sormamışsa, ‘SALAT’ kavramı da hem de her boyutuyla insanlığa mücmel değil MUHKEM’dir demektir.
Eqimu’nun Salat Tartışması ve Değerlendirmesi
Bakara kıssasındaki Musa’nın kavmi sanki hayatlarında ilk defa ‘bakara’ kelimesini duymuşlar, sanki ‘bakara’ kelimesinin manaya delaletinde bir mücmellik varmış gibi ‘MA HİYE’ demeleri ne mana taşıyorsa ulemanın delalet bahsini işlerken ‘EQİMUS SALAT’ ifadelerine mücmel demeleri aynı manayı taşıyor demektir.
Buna mukabil Bakara kıssasındaki Musa’nın kavmi ‘bakara’ kelimesine, sanki ilk defa duymuşlar gibi, sanki ‘bakara’ insandan dahi önce yaratılmamış gibi kalkıp ‘MA HİYE’ demeleri ne mana taşıyorsa günümüzde “Salat yok.” diyenlerin sözleri de aynı manayı taşıyor demektir.
Biz, “Kur’an tek kaynaktır, Kur’an yeter.” dediğimizde karşımıza dikilen Buhari savunucularının, ilk insandan beri devam eden ‘salat’ı merkeze alarak “Madem ‘Kur’an yeter.’ dedin, hadi rekât sayısını göster, hadi nasıl başlandığını ve nasıl bitirildiğini göster.” demeleri ile Musa’nın karşısındakilerin “Allah size bir ‘bakara’ boğazlamanızı emrediyor.” dediğinde, insandan dahi önce yaratılmış ‘bakara’ kelimesi için ‘Ma hiye’ demeleri tıpatıp aynı kafanın sözleridir.
“‘Salat’ın rekât sayısı ve nasıl kılındığı Kur’an’da yok öyleyse ‘namaz’ diye bir şey yok.” diyenlerin kafası aynı kafadır.
‘Salat, zekât, hac’ vs. gibi şeyler ne Muhammed ile başladı ne de insanlık bu kelimelerin kavramsal değerlerinden ilk defa Muhammed ile haberdar oldu.
Herhangi biri bu kelimelerin kavramsal değerlerini öğrenmek istiyorsa bu kavramların Muhammed öncesinden başlayan ve tüm süreçleri diğer resuller bağlamında anlatılan bağlamları göz önüne almak zorundadır. ‘Salat’ın kavramlaşma süreci Muhammed’in 23 yıllık risalet dönemi değil tüm insanlık tarihidir ki o tarihin hakikati sadece Kur’an’dadır.
Kur’an Muhammed’den önceki resulleri ‘salat’ nedir bilmeyen, hayatlarında bu kelimeyi hiç işitmemiş resuller olarak tanıtmıyor. Tam tersi bu kavramı öyle hayatlarının merkezine almışlardır ki kafirler bile “Bunu sana ‘salat’ın mı emrediyor?” demektedirler.
Vecâhidû fi(A)llâhi hakka cihâdih(i) huve-ctebâkum vemâ ce’ale ‘aleykum fî-ddîni min harac(in) millete ebîkum ibrâhîm(e) huve semmâkumu-lmuslimîne minkablu vefî hâżâ liyekûne-rrasûlu şehîden ‘aleykum vetekûnû şuhedâe ‘alâ-nnâs(i) feakîmû-ssalâte veâtû-zzekâte va’tasimû bi(A)llâhi huve mevlâkum feni’me-lmevlâ veni’me-nnasîr(u)
İşin içine İbrahim’i katan ve dahî onu merkeze alan bu ayet ‘eqimus salat’ derken Muhammed ile başlayan, Muhammed ile insanlığa bildirilen bir şeyden bahsetmiyor, ta öteden beri süregelen ve daima var olan bir şeyden bahsediyor.
Tekrar edelim ki: Ulemanın, lafızların manaya hangi şekillerde delalet ettiğini ortaya koyarken açtıkları mücmel lafız bahsi, onların az önce belirttiğimiz Musa ve kavmi arasında geçen kıssadaki kişiler gibi ‘ma hiye’ demeleri ile tıpatıp aynıdır.
Bu durumun ortaya çıkmasının tek sebebi vardır. Müslüman ulemanın elinde sağlam ve şaşmaz bir BİLGİ NAZARİYESİ yoktur ve tıpkı kafası kesilmiş tavuk gibi çırpınarak sağa sola seğirtmişlerdir, bu yüzden mal bulmuş mağribi gibi ipe sapa gelmez ‘Aristo mantığı’na sımsıkı yapışmışlardır ve hâlâ da bırakmamaktadırlar.
Dün veya bugün, yazılı veya sözlü, dini veya din dışı ulemanın söylediği her ne varsa işte yapıştıkları bu ‘Aristo mantığı’nın ürünüdür. Tefsir, meal veya başka şeyler okuyanlar bilsinler ki Aristo mantığı’na göre şekillendirilmiş şeyler okuyorlar. Okudukları şeylerde veya edindikleri düşünme biçiminde, tasavvurlarına sirayet etmiş bu ‘Aristo mantığı’nı fark edip temizlemeyenler Aristocu bakış açısına düşme seviyesizliğinden kendilerini hiçbir zaman kurtaramayacaklardır.
Aristocu bakış açısını anlamak öyle zor ve imkânsız bir şey değildir, âlim olmaya gerek yoktur. Varlığa cisim gözüyle bakan herkes Aristocudur.
Aristotelesçi Bakış Ve Mahluk Kavramı
Bir mümin için varlığa bakışın başlangıç noktası cisim değil MAHLUKtur.
Evet, bir mümin hiçbir varlığa cisim gözüyle bakamaz.
İşte bu basit yöntem herkesin bu ayrımı anlayabileceği kesin ve şaşmaz bir yöntemdir. Ha, biz varlığın ‘cisim’ değil de ‘mahluk’ olduğunu nerden mi aldık?
وَ الَّذ۪ي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً
لْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ
خَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ
وَلَمْ يَنْظُرُوا ف۪ي مَلَكُوتِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۙ
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ
تَنْز۪يلاً مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ
اللّٰهُ خَلَقَ كُلَّ دَٓابَّةٍ مِنْ مَٓاءٍۚ
لَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا
Bunlar ve bunlar gibi yüzlerce ayetten.
اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَ
“YARATAN RABBİNİN NAMINA ÖĞRET.”
Yaratılanları, Yaratan’dan bağımsız olarak tanımlamadan öğret: Her şeyi yaratanın O olduğunu, yaratılan her şeyin mahluk olduğunu göz ardı etmeden öğret.
Bir öğreti, varlığı tanımlarken, sözü anlamlandırırken, tasavvur oluştururken, bir lafzın mana ile irtibatını kurarken Yüce Allah’ı dikkate almıyorsa bu, küfrün ta kendisidir.
Yaratan dikkate alınmadan, soyut ya da somut, maksat ya da mana, lafız ya da ‘ma sadak’ kısacası hiçbir şey anlamlı olmaz, olamaz.