Bazen Alismak Olmeye Denktir

BAZEN ALIŞMAK ÖLMEYE DENKTİR

Rahmeti her şeyi kuşatan ve tüm Zat’ına “rahmetini” referans değer yapan, O’nun hakkında anlaşılması gerekenlerin tamamının “rahmetinden” icazet alması gereken Allah, karanlıklarda kalmasınlar, sahteliklerle değerli ömürlerini harcamasınlar diye resuller ve onlarla beraber kitap gönderdi. Fakat insan yalana öyle bir alışmıştı ki “özgürlük” adına Allah’a baş kaldırmayı hakikat saydı: ‘KELLA İNNE’L İNSANE LE YETĞA, EN RAEHUS’S TAĞNE’ (Alak 96/6)

Direndi, karşı koydu, resullere “yalancılar” diyerek hakaret etti, onları aşağıladı, Allah için referans değerin rahmet olduğunu unutarak “Allah niye bizimle zaman kaybetsin ki!?” dedi, aklını ve lanetli “mantık”ını Yüce Allah’ın resul ve kitap göndermesinin imkansızlığı üzerine inşa etti, resullerin getirdiklerine ise “aktüel değerini yitirmiş masallar” dedi. Yanlarında üç-beş değersiz insan yer almasına rağmen resullerin güçlü söylemlerini kendisi için en büyük tehlike gördü; tuzak kurdu, dümen çevirdi, boğmaya kalktı, aşağıladı, değersizleştirdi…

“Yalan”, benliğini öyle bir kaplamıştı ki resullerin “Ben sizi çok yakında başınıza gelecekler hususunda uyarıyorum.” demelerini bile dikkat almadı.

Yalanın kibirle yok oluşu

Sonra bir gün ya gökten görülmemiş bir yağmur ya bir tepenin ardından ağaçları kökünden söken, medeniyet anıtlarını çöp gibi havalarda savuran, her bir kum tanesini kurşuna çeviren, fırtına ya da güdümlü füzeler fırlatan bir volkan patlaması ile yalancılar kendi kibirleriyle yok oldular.

‘EL HAMDU LİLLAHİ RABBİL ALEMİN’

Yoo, hayır, hayır bu hamd, yalanı karakter haline getirmiş olanların sefil yok oluşları için değildi. Bu hamd, insan öyle olmaya ALIŞTIRILMADIĞI içindi.

Fakat sonra yine alıştı insan. Allah’ı görmeden de yaşanabileceğine alıştı, Allah’ı yok sayarak yaşanabileceğine de alıştı…

Mümkündü yani onlara göre Allah’ı görmezden gelerek yaşamak…

Olabilirdi kitap varken kitapsız yaşamak…

Olabilirdi rahmeti kendisine referans değer olarak almış Allah varken merhametsiz yaşamak…

Bu insanın normali olmaya başlamıştı.

Sonra en kötüsü geldi.

Bizzat “inandığını” iddia edenler, bizzat “Allah’ın rahmetine sığındığını” söyleyenler, bizzat kendilerini “Allah’ın tarafında” konumlandıranlar Allah’ı görmezden gelerek bu anormali normalleştirdiler, insanlığı bu anormale alıştırdılar, hem de Allah’ın kitabını referans vererek, Allah’ı görmezden gelerek yaşamının fetvasını Allah’ın kitabından buldular.

Resullerin peşinden GİT-ME-ME-NİN fetvasını Allah’ın kitabından buldular.

Allah’ın resul olarak insanlığa gönderdiği bir İbrahim varken, sahte bir İbrahim daha icat ettiler.

Allah’ın bir Musa’sı varken sahte bir Musa daha icat ettiler. Öyle bir icat ettiler ki sahtesi gerçeğinin, gerçeği sahtesinin yerine geçti.

‘İNNEHUM YEQULUNE MUNKERAN MİNE’L QAVLİ VE ZURAN’ (Mücâdele 58/2)

Yalanı gerçek yerine koyma hususunda tarih boyunca tecrübe biriktirmiş insan bunu yapmakta çok zorlanmadı.

İbrahim’den sonraki resullerin tamamının mücadelesi “‘sahte’ ‘gerçeğin’ yerine, ‘gerçek’ de ‘sahtesi’nin yerine geçmesin, insan sahteye alışmasın” diyedir.

Ondan sonraki resullerin tamamının bir tek gayesi vardı: İnsanlığı sahte olana, yalan olana ALIŞTIRMAMAK, sahteyi olağan hâle getirmemek çünkü yalan olan bir kere olağan oldu mu, sahte olan bir kere gerçeğinin yerine geçti mi insanlığın ondan kurtulması çok zordu.

Yalana ilk kurban giden İsmail oldu. Bir yalan uydurdular ve onun soyundan resul çıkmayacak dediler ve bu yalanı gerçeğin yerine koydular.

İnandı, insan bu yalana inandı ve o saatten sonra İsmail’e bu gözle baktı.

Sonra Yakup kurban edildi. İnsanlık tarihinin en büyük yalanlarından birini söyleyerek onun ‘İsrail’ olduğu yalanını söylediler hem de Allah’ın kitabına dayanarak.

Peygamberlerin sahteyle mücadele tarihi

Yalan kendisine şahane bir kaynak bulmuştu: Allah’ın kitabı.

Yalanı Allah’ın kitabı ile kutsallaştırmak insanlığın yepyeni mesleği olmuştu.

Derken gerisi iplik söküğü gibi art arda geliverdi ve yaratılıştan başlayarak yepyeni bir insanlık tarihi oluşturdular hem de Allah’ın kitabına dayanarak.

Bu öyle uzun bir hikâye ki bırakın yaşanmasını, anlatması bile asırlar sürer. Ama ne kadar uzatırsak uzatalım olan hep aynıydı. İnsanlık Allah’tan başlayarak tüm tarihi ‘yalan’ üzerine inşa etti. Onu gerçek yerine koydu ve gerçeğine ise alabildiğine düşmanlık etti “sahte” diyerek.

Son resule, insanlığın son şansına, insanlığın son umuduna yani Muhammed’e gelindiğinde artık Allah’ın kitabına dayanılarak oluşturulmuş birkaç tane sahte “Allah”, her resulün ve kitabın birer sahtesi vardı ve o sahteler gerçek, gerçekler ise sahte yerine konulmuştu.

Muhammed Kur’an getirdi. Bu kitap hepsini deşifre ediyor, suratlarındaki maskeleri bir bir söküyordu…

Aslında çağrısı çok basit ve sıradandı. “Ey insanlık!” diyordu alabildiğine yüksek sesle çağırarak:

  • Ey İnsanlık! Allah’ı görmezden gelerek yaşamaya ALIŞMAYIN çünkü bu normal değil.
  • Ey İnsanlık! Sahte olanlara ALIŞMAYIN çünkü bu normal değil.
  • Ey İnsanlık! Sahtesini temel alanlara ALIŞMAYIN bu normal değil.
  • Ey İnsanlık! Gerçek dururken yalanı gerçek yerine koyan bir akla ALIŞMAYIN çünkü bu normal değil.
  • Ey İnsanlık! Yalana, sahteye, küfre, nifaka, şirke ALIŞMAYIN çünkü bu normal değil.
  • Ey İnsanlık! Rahmeti kendisine referans değer olarak alan bir Allah’ınız varken merhametsiz yaşamaya ALIŞMAYIN çünkü bu normal değil.

Fakat bir gün ‘İLE REFİQİ ALA’ diyerek o da her ölümlü gibi öldü.

Ondan sonra “Ne zaman oldu, nasıl oldu, neden oldu?” sorularının önemsiz olduğu bir şey oldu.

Kur’an’ın çağrısı ve bozulma süreci

Kendini İslam’a nispet edenler sahteleri aldılar ve Kur’an’ın içine koydular. Sahtelerin içinde pislikte eşelenen tavuklar gibi eşelendiler, kursaklarına doldurduklarını mide bulandırıcı sindirim sistemlerinden geçirerek YUMURTLAMAYI öğrendiler.

Yine olmuştu, yeniden olmuştu, bir daha olmuştu sahtesini gerçeğinin yerine koymak hem de Allah’ın kitabını referans vererek:

  • Üretilmiş sahte ‘Allah’ anlayışları “kelam” denilerek Kur’an’ın içine sokuldu.
  • Üretilmiş sahte fıkıhlar, “hadis” denilerek Kur’an’ın içine sokuldu.
  • Üretilmiş sahte tarihler “İsrailiyat” denilerek Kur’an’ın içine sokuldu.
  • Üretilmiş sahte kitaplar “tasdik” denilerek Kur’an’ın içine sokuldu.

Sanki kafirlik ULEMA eliyle yapılmıyormuş gibi kutsal bir alan oluşturuldu ve ulemalar RESUL yerine konuldu.

Sıradan insanlar hayretten bir karış açılmış ağızlarıyla ulemaya kulak kabarttılar. Onlar eski yalanları gerçekmiş gibi ballandıra ballandıra anlattılar. Yakup’a “İsrail” demek normalmiş, Yahudilere “İbrahim zürriyeti” demek normalmiş, Yahudiliğe “Allah’ın dini” demek normalmiş, “Allah” dendiği halde Yahudi olmak normalmiş, “Musa” dendiği halde bambaşka dinler uydurmak normalmiş…

Tek ve benzersiz İlah’a inanıldığı iddia edilmesine rağmen Yahudi olmak, Hıristiyan olmak normalmiş.

Artık her söz buna göre söylendi, her kitap buna göre yazıldı ve artık YAHUDİ VE HIRİSTİYAN OLMAK NORMALLEŞTİ.

Bunları normal görenlere de Yüce Allah’ın “Sizi MÜSLİM olarak adlandırdım.” sözüne rağmen “MÜSLÜMAN” demek artık normalleşti ve insanlık Yahudiliğe, Hıristiyanlığa, Müslümanlığa ALIŞTI.

Fakat bu alışkanlıklar içinde durumu en rezil ve en aşağılık olanlar MÜSLÜMANLAR oldu.

Çünkü bir yandan YAHUDİLİK de “Allah’ın dini” diyordu, diğer yandan kendi kitabındaki “Onları öldürün, cesetleri koksun.” cümlesine iman etmiş Yahudi onları öldürünce zırlıyordu.

Sahtesini gerçek yerine koymanın bedelini çok ağır ödüyordu.

Şimdi, neredeyse bir aydır insanların gözü önünde, kalbi olan hiçbir insanın kabul etmeyeceği zulümler yapılıyor. Sahteliğe alışmış gözlerle oraya bakıp bunun Allah’ın indinde nasıl gözüktüğünü bir türlü göremeyen Müslümanlar 75 yıldır alıştıkları gibi bu zulme de ALIŞMAYA başladılar.

Yani orada bebekler öldürülürken diğer yerlerde hayatlar devam edebilir, bu normaldir.

Zavallıların cesetleri paramparça edilirken, elimizdeki ekmeği ceset parçalar gibi parçalamak, tabağımıza konan etleri dişlemek normal yani.

Yani, mazlum katledilirken dünya dönebilir, ırmaklar akabilir, yağmurlar yağabilir, sanayi çarkları habire üretebilir, borsa ekranlarındaki rakamlar habire değişebilir, insanlar arabalarıyla tıkış tıkış doluştukları otobüslerle, metrolarla işe gidebilir, akşam TV’yi açıp o mazlumların cesetlerinin parçalarını haberlerde seyredebilir, seyrederken bir an kendinden utanır ama sonra mutlu mesut yuvasında başını okşadığı çocuklarıyla akşam yemeği yiyebilir.

Bu normaldir. Buna ALIŞILABİLİR…

İşte bu “sahte değerleri gerçeğinin yerine koyup ona gerçek muamelesi yapmak”tır ve buna ASLA ALIŞMAMAK gerekmektedir…

Çünkü buna alışmak, nefes alınmaya devam edilse bile ÖLMEKTİR.

Kavramlar: