Başlıklar
‘BEL’ EDATI, ÖLÜM MELEĞİ ve ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLMEK Mİ, YAŞAMAK MI?
Kul yeteveffâkum meleku-lmevti-lleżî vukkile bikum śümme ilâ rabbikum turce’ûn(e)
SV Meali – De ki: “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği sizi vefat ettirecek ve daha sonra Rabbinizin huzuruna çıkarılacaksınız.”
Abdulbaki Gölpınarlı Meali – De ki: Size memur olan ölüm meleği öldürecek sizi, sonra da dönüp Rabbinizin tapısına varacaksınız.
Ali Bulaç Meali – De ki: ‘Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız.
Edip Yüksel Meali – De ki, “Üzerinize görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak ve sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”
Erhan Aktaş Meali – De ki: “Size vekil kılınan¹ ölüm meleği, sizi vefat ettirecek. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz
Mehmet Okuyan Meali – De ki: “Size [vekil] kılınan (görevlendirilen) ölüm meleği sizi vefat ettirecek, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz
Mustafa İslamoğlu Meali – De ki: “Sizin için görevlendirilmiş ölüm meleği (nasıl olsa) sizin canlarınızı alacak;[3689] en sonunda Rabbinize döndürüleceksiniz.”
Bunlar ve bunların dışındaki mealler âyette geçen وُكِّلَ (vukkile) kelimesine “vekil kılınan, vekil edilen, görevlendirilen, memur edilen” şeklinde mânâ vermişlerdir.
- Bu kelimenin böyle bir mânâsı var mıdır?
- Mevcut kıraatlere ve meallere göre “ölüm” anlamı verilen ‘TEVAFFA’ kelimelerini de onların aldığı gibi “ölüm” olarak alsak Kur’an’da “öldüren melekler” hep çoğul olarak geçmektedir. Mesela bkz..4/97 – 6/61, 93 – 7/37 – 16/28, 32 – 47/27.
Ama yukarıdaki âyette ‘melek’ kelimesi tekil olarak geçmektedir. Bu durumda kimdir bu ölüm meleği veya Kur’an’da bu ölüm meleğinin başka yerde bir açıklaması var mıdır?
- Âyette geçen ‘KUM’ zamiri her bir insan ferdi için geçerli bir zamir olarak alınmıştır. Bu durumda her bir insanın VEKİLİ kılınmış bir ölüm meleği mi vardır?
- “VEKİL kılınmak” daha çok bir kişinin yerine bir işi üstlenmek mânâsınadır. Burada ‘MELEK’ insan türünün neyine vekil olmuştur?
BİR NOT: (مَلَكُ) (melekun) kelimesi Kur’an’da 11 defa merfû olarak ve 3 defa da mansub olarak geçer… Bu 14 kullanımın 12’sinde ‘MELEKUN’ kelimesine TEKİL olarak “melek” anlamı verilmiştir. Fakat HÂKKA 17 ve FECR 22’de kelimeye çoğul mânâ verilmiştir.
Velmeleku ‘alâ ercâ-ihâ(c) ve yahmilu ‘arşe rabbike fevkahum yevme-iżin śemâniye(tun)
TDV Meali – Melekler onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbinin arşını, bunların da üstünde sekiz (melek) yüklenir.
Ve câe rabbuke vel-meleku saffen saffâ(n)
TDV Meali – 21, 22. Ama yeryüzü parça parça döküldüğü, Rabbin(in emri) geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman (her şey ortaya çıkacaktır).
Bu MELEKUN (مَلَكُ) kelimesinin bu şekilde çoğul okunmasına imkân var mıdır?
Kelimenin kök anlamı “teslim etmek, bırakmak, birisine vermek teslim etmek.” Tefil babındaki anlamı “vekil etmek, yetki vermek.” Yani yetki sahibi olan birisi yetkisini bir başkasına devrediyor. Buradan “memur atama” anlamı çıkar çıkmasına ama eğer o yetkilendirilme kişinin kendisi tarafından yapılırsa çıkar.
‘Bel’ edatı ve ölüm meleği tartışması
Yani SİZİN ÜZERİNİZE BENİM VEKİL ATAMAM, BENİM ATADIĞIM O KİŞİYİ SİZİN İÇİN VEKİL YAPMAZ, KAYYUM yapar.
Yani bu ‘melek’ meal ve tefsirlerde anlatıldığı gibi bizim (insanlığın) vekili değil, bir başkasının vekili.
Bir soru daha âyetteki ‘KUM’ zamirinin MERCİSİ kimdir?
Kul yeteveffâkum meleku-lmevti-lleżî vukkile bikum śümme ilâ rabbikum turce’ûn(e)
SV Meali – De ki: “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği sizi vefat ettirecek ve daha sonra Rabbinizin huzuruna çıkarılacaksınız.”
Ve kâlû e-iżâ dalâlnâ fî-l-ardi e-innâ lefî ḣalkin cedîd(in) bel hum bilikâ-i rabbihim kâfirûn(e)
SV Meali – Dediler ki: “Toprakta kaybolup gitmişken mi, biz gerçekten yeni bir yaratılışla mı (diriltileceğiz)?” Aslında onlar Rablerinin huzuruna varmayı göz ardı edenlerdir.
Zamirin mercisini aramak için geriye doğru gittiğimizde ister istemez önceki âyette nelerin anlatıldığına da bakmak zorunda kalıyoruz.
10. âyetteki ilk cümle وَقَالُٓوا ءَاِذَا ضَلَلْنَا فِي الْاَرْضِ ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ (Ve kâlû e-iżâ dalâlnâ fî-l-ardi e-innâ lefî ḣalkin cedîd(in)) şeklindedir. Bu cümlede ‘DALALNA FİL ARD’ şeklinde bir ifade vardır… MEAL yazarları bu cümledeki ‘EL ARD’ kelimesine “TOPRAK” mânâsı vermişlerdir. Bu kelimeye “TOPRAK” mânâsı vermek mümkün müdür?
Meal yazarları ilk cümleye yukarıda olduğu gibi “Dediler ki: “Toprakta kaybolup gitmişken mi, biz gerçekten yeni bir yaratılışla mı (diriltileceğiz)?” mânâsı vermişler… İlk cümleye böyle bir mânâ vermek mümkün müdür?
‘DALALNA’ FİİLİ mazi midir?
Verilen meal “Toprakta kaybolup gitmişken mi,…” şeklinde değil mi?
Yani meal de mazi.
Iyi ama eğer bu adamlar toprakta kaybolup gitmişlerse NASIL KONUŞUYORLAR?
BU cümleye mazi mânâlar verseler de tefsirlerini hep şu şekilde yapıyorlar… “BİR GÜN BİZ ÖLECEĞİZ, TOPRAĞA GÖMÜLECEĞİZ, ETLERİMİZ ÇÜRÜYECEK, KEMİKLERİMİZ UN UFAK OLUP TOPRAĞA KARIŞACAK, BUNDAN SONRA MI BİZ YENİ BİR DİRİLİŞE DİRİLTİLECEĞİZ?”
ŞİMDİ cümlenin en başındaki ‘E İZA’ şart edatı da değil? Gelecek zaman edatı olur mu?
Bu edatın gelecek zaman ifade edebilmesi için şart-cevap cümlesi olması lazım… Bazen şart fiilinin aynısı olduğu için cevap fiili HAZF edilir. Ama onun yerine FÂİL ya da NAİBİ fâil bırakılır ve başında da bir ‘FA’ olur.
Bu durumlardan herhangi biri var mı?
Ya da hâlâ aynı soruyu soralım. SECDE 10. âyetin başındaki ‘İZA’ kendisinden sonraki cümleleri GELECEK zamana TAŞIR MI? Cümlelere gelecek zaman anlamı verdirebilir mi?
Bir fiilin HAZF edildiğine dair DELİL var… ‘Fİ’ harf-i cer’i.
Fakat ORAYA takdir edilecek fiilin kesinlikle UMUM fiil olması gerekmektedir.
Şimdi 10 ve 11. âyeti art arda okuyup başka bir duruma dikkat çekeyim:
Ve kâlû e-iżâ dalâlnâ fî-l-ardi e-innâ lefî ḣalkin cedîd(in) bel hum bilikâ-i rabbihim kâfirûn(e)
SV Meali – Dediler ki: “Toprakta kaybolup gitmişken mi, biz gerçekten yeni bir yaratılışla mı (diriltileceğiz)?” Aslında onlar Rablerinin huzuruna varmayı göz ardı edenlerdir.
Kul yeteveffâkum meleku-lmevti-lleżî vukkile bikum śümme ilâ rabbikum turce’ûn(e)
Secde konusundaki zamir ve zaman tartışması
SV Meali – De ki: “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği sizi vefat ettirecek ve daha sonra Rabbinizin huzuruna çıkarılacaksınız.”
10. âyette konuşanlar (meale yani kurguya göre) YENİDEN DİRİLME hakkında şüphe ederek soru soruyorlar. ‘KUL’ denilerek kurulan cümlenin sorulan sorularla ne alakası var? Bunlar “Bizi kim öldürecek?” diye bir soru sormuyorlar ki.
Yani şöyle mi deniliyor? “BAKIN SİZ KENDİNİZ ÖLMEYECEKSİNİZ, HATTA ÖLEMEZSİNİZ, sizi ‘ölüm meleği’ diye bir melek var (ki siz ona da inanmıyorsunuz) SİZİ İŞTE O ÖLDÜRECEK.”
Yeniden dirilmeyi inkâr eden adamlara “Sizi ‘ölüm meleği’ öldürecek.” demenin âlemi nedir?
Dikkat edilmesi gereken bir husus daha:
10. âyetteki son cümle (بَلْ هُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ كَافِرُونَ ) (bel hum bilikâ-i rabbihim kâfirûn(e)) ‘BEL’ edatı ile başlıyor… Bu edatın kullanım yerlerinin tamamına bakıldığında (ATIF-IDRAB veya hem atıf hem ıdrab) bu edat kendisinden sonraki cümleyi kendisinden öncesine bağlar. Hatta bazı durumlarda irab olarak bağlamasa bile ANLAM olarak bağlar. Fakat bu bağ, öncesi olumlu sonrası olumsuz veya tersi şeklindedir. Bu kuralı göz önüne aldığımızda ‘BEL’ edatının iki cümle arasındaki İŞLEVİ NEDİR?
El yazmalarında soru hemzesinden sonra elif gelmişse soru hemzeleri yazılmıyor.
‘E İZA’ … ‘E İNNA’ … İkisinde de soru hemzesinden sonraki kelime elifle yani hemze ile başladığı için yazılmamış.
Verilen mânâların Nahiv ile de alâkası yoktur.
Mevcut anlayışa göre mealleri takip edersek âyeti kendi bulunduğu halden başka hâle sokmak icab edecektir. Yok âyete gerekçesiz hiçbir şey ilave etmeden anlamak istersek bu durumda âyetin ahiretten veya ölümden sonrasından bahseden bir âyet olmaması gerekmektedir.
Her şeyden önce âyetteki kelimelere değil de edatlara dikkat etmek gerekmektedir. Çünkü kelimeler arasındaki İSNAD-MÜSNED ilişkisinde başat rolü edatlar üstlenmektedir.
Bu çerçevede ilk dikkat edilmesi gereken edat kesinlikle ‘BEL’ edatı olmak zorundadır. Çünkü bu edatın cümledeki konumuna baktığımızda öncesinde bir başkasının, sonrasında bir başkasının konuşması geçmektedir.
Yani âyetin bir yarısında konuşan ile ‘BEL’ edatından sonra konuşan kişiler aynı değildir.
O halde bu âyeti “BİRİNCİ KONUŞMACI, İKİNCİ KONUŞMACI” şeklinde görmek gerekmektedir.
“Birinci konuşmacı” olumlu olmayan ve bira zda inançsızlık kokan bir cümle söylemektedir. “İkinci konuşmacı” ‘BEL’ diyerek onların cümlelerine ATIF yapmaktadır.
Bu atfın şekli hem ‘bel’den önceki hem de ‘bel’den sonraki cümleye anlamını veren bir atıf olmak zorundadır.
‘BEL’ edatının kullanım şekilleri kendisinden sonra cümle ya da müfred kelime gelmesine göre, kendisinden öncesinin olumlu ya da olumsuz olmasına göre anlam kazanmaktadır.
Âyete baktığımızda edatın cümleyi cümleye atfettiği görülmektedir. O halde cümleyi cümleye atfeden ‘BEL’ edatının kullanım biçimlerine bakmak gerekmektedir.
- Kendisinden önceki cümle ‘dilek’ veya ‘olumlu’ ise edat “YOK, HAYIR.” anlamındadır. FAKAT bu kullanım şekli daha çok dalgınlıkla yapılan yanlışları düzeltmek içindir. “MEHMET, YOK (BEL) HASAN GELDİ.” gibi…
- Kendisinden önceki cümle olumsuzluk anlamı taşıyorsa edat kendisinden sonraki cümleye kendisinden önceki cümlenin zıddı bir anlam verdirir. “Bir kitabım değil, aksine bir defterim var.” gibi…
Kendisinden sonra cümle gelmesi durumunda;
- Kendisinden önceki cümlenin doğru olmadığını, kendisinden sonraki cümlenin doğru olduğunu ifade eder.
- Bir konudan başka bir konuya bir amaçtan başka bir amaca geçmek için kullanılır.
İşte KANAATİMCE âyetteki ‘BEL’ edatı bu son söylediğim maddedeki gibidir.
Bu edattan önce konuşanlar soru sormaktadır. Bu sorular öğrenmek için ya da inanmak için sorulmuş sorular değildir. İşte bu yüzden soru cevapsız bırakılmış ve onların bu soruları sormalarının arka planı ‘BEL’ edatıyla deşifre edilmiştir.
Âyetin öncesine baktığımızda وَقَالُٓوا ءَاِذَا ضَلَلْنَا فِي الْاَرْضِ ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ (Ve kâlû e-iżâ dalâlnâ fî-l-ardi e-innâ lefî ḣalkin cedîd(in)) cümlesindeki ‘İZA’nın gelecek zaman edatı olmadığı gayet açıktır.
Allah yolunda öldürülmek ve yaşamak
İkinci olarak; ‘EL ARD’ kelimesinin de “toprak” mânâsına gelmeyeceği açıktır.
Üçüncü olarak ‘E İNNE LEFİ HALKİN CEDİD’ cümlesinde “yaratma” fiilinin olmadığı ve oraya ‘Fİ’ harf-i cer’inden dolayı takdir edilecek fiilin UMUM fiil olması gerektiği de açıktır.
İşte bütün bu sebeplerden dolayı âyetteki وَقَالُٓوا ءَاِذَا ضَلَلْنَا فِي الْاَرْضِ ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ (Ve kâlû e-iżâ dalâlnâ fî-l-ardi e-innâ lefî ḣalkin cedîd(in)) cümlesinin sanki … “BİZ O ‘EL ARD’ İÇİN/YÜZÜNDEN KAYBOLUP GİTMİŞ HALDEYKEN, BİZ Mİ YENİ BİR DÜZENLEME İÇİNDE OLACAĞIZ?” şeklinde olmalıdır gibime geliyor.
Âyetteki ‘HALK’ kelimesini “YARATMA” olarak alamayız, gibime geliyor.
SECDE 10 ve 11. âyetleri gündeme taşımamın temel sebebi SECDE 7-11. âyetlerinin ana gündemimiz olan “yaratılış” konusuyla çok yakından alâkalı olmasından dolayıdır.
Özellikle 11. âyette geçen قُلْ يَتَوَفّٰيكُمْ مَلَكُ الْمَوْتِ الَّذ۪ي وُكِّلَ بِكُمْ (Kul yeteveffâkum meleku-lmevti-lleżî vukkile bikum) cümlesi çok enteresan bir cümledir.
Fakat ne yazık ki her şeyde olduğu gibi ÖLÜM ve MELEKLER konusu da müktesebat eliyle üzerine elbise üstüne elbise giydirildiği için baktığımız her kelimeye tüm Kur’an bağlamında bakmamız gerekmektedir… Böyle her kelime üzerinde günlerce durunca mesela ‘melekun’ kelimesi tekil olmasına rağmen neden Fecr ve Hâkka sûrelerinde kelime tekil olmasına rağmen çoğul mânâ verilmiş diye de bakmak zorunda kalıyoruz.
Veya müktesebâta göre Kur’an’ın diğer yerlerinde “öldürenler” tek bir melek değilken ve hep çoğul gelirken neden bu âyette “ÖLÜM MELEĞİ” şeklinde tekil bir kullanım olduğunu da tespit etmek gerekiyor.
Yani anlayacağınız iğneyle kuyu kazmak değil, iğneyle dünyanın etrafını iki kere dönecek tünel kazmak zorunda kalıyoruz.
SORU 1: İNSANLARIN VEYA BEŞERLERİN CANLARINI ALMA İŞİNİ HAKİKATEN MELEKLER Mİ YAPIYOR?
SORU 2: PEKİ MELEKLERİ ÖLDÜRME İŞİNİ KİM YAPIYOR? YOKSA Melekler ölümsüz mü?
Parantez içi bir not:
Vevassâ bihâ ibrâhîmu benîhi veya’kûbu yâ beniyye inna(A)llâhe-stafâ lekumu-ddîne felâ temûtunne illâ veentum muslimûn(e)
TDV Meali – Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Ya’kub da, “Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz” (dediler).
Bu âyette geçen فَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَۜ (felâ temûtunne illâ veentum muslimûn(e)) cümlesine yukarıdaki mealde olduğu gibi “Müslümanlar olarak ölünüz.” mânâsı verilebilir mi?
‘Tevaffa’ kelimelerine “ÖLÜM” mânâsı verilmesi durumunda ÖLDÜRME işini yapan 4 kişi var:
- ALLAH
- MELEKLER
- ÖLÜM MELEĞİ
- KİŞİNİN KENDİSİ
‘YETEVEFFA’ kelimelerine “ÖLÜM” mânâsı verirsek hiç bitmeyecek bir tartışmanın tam içine düşeriz.
Velâ tekûlû limen yuktelu fî sebîli(A)llâhi emvât(un)(c) bel ahyâun velâkin lâ teş’urûn(e)
TDV Meali – Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız
Bu meşhur âyette “ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLENLERE ÖLÜLER DEMEYİNİZ, ONLAR DİRİDİRLER, SİZ FARKINDA DEĞİLSİNİZ.” deniliyor. Tamam, “ölüler” demeyelim, peki ne diyelim?
Üstelik bizzat âyetin başında onlara “ÖLDÜRÜLDÜ” diyen cümle varken.
“ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLENLERE…” (Bu söz kime ait?)
Ya biz Allah yolunda öldürülmeyenlerin de ‘EHYA’ olduklarının farkında değiliz ki?
Bu âyet “Allah yolunda öldürülmekten” değil de “başarısızlığa uğratılmaktan, amacına ulaştırılamamaktan” bahsediyor olabilir mi?
Çünkü eğer meseleyi FİZİKİ mânâda bir ölüme getirecek olursak Allah resûlleri arasında isimlerini bildiğimiz hiçbir resûl (Esbat dışında) ÖL-DÜ-RÜL-ME-Dİ…
Meselâ Yâsin sûresinde “ŞEHRİN UZAK YERİNDEN KOŞARAK GELEN ADAM ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLDÜ.” Ha tamam, buna “ölü” demeyeceğiz ama o kıssadaki resûller öldürülmediği için onlara “ölü” diyebiliriz, bu mudur?
Musa, Allah yolunda tüm ömrünü feda etti ama ne yazık ki(!) öldürülmedi… Ona “ölü” diyebiliriz… Böyle bir sonuca çıkmıyor mu?
O âyete şöyle mânâ versek olabilir mi?
ALLAH YOLUNDA AMACINA ULAŞTIRILMAYANLARA / BAŞARISIZLIĞA UĞRATILANLARA “İŞLERİ BİTTİ. / VERİMLİLİKLERİ BİTTİ.” DEMEYİN ÇÜNKÜ ÖYLE DEĞİLLER BİLAKİS ONLAR DAİMA HAREKET HALİNDEDİRLER AMA SİZ ONLARI DOĞRU OKUYAMIYORSUNUZ.
‘TARİKUN HAYYUN’ = işlek yol.
‘EŞ ŞEMSU HAYYETUN’… “GÜNEŞ DİPDİRİDİR, GÜNEŞ IŞIĞI BERRAKTIR.”
Bu âyet Allah yolunda amacına ulaşsın ya da ulaşmasın her müminin sabrettiği müddetçe HAYAT kaynağı olduğunu anlatmaktadır.
Bu âyeti bir önceki âyetle beraber okuduğumuzda durum çok daha netlik kazanmaktadır.
Yâ eyyuhe-lleżîne âmenû-ste’înû bi-ssabri ve-ssalât(i)(c) inna(A)llâhe me’a-ssâbirîn(e)
‘Vukkile’ fiili ve melekul-mevt yorumu
SV Meali – Ey inanıp güvenenler! Sabırla / duruşunuzu bozmadan ve görevinizi aksatmadan yardımı Allah’tan isteyin! Allah sabredenlerin yanındadır.
BAŞARILI OLUN YA DA OLMAYIN, AMACINIZA ULAŞIN YA DA ULAŞMAYIN; BU ASLA SİZİN DEĞERİNİZİ BELİRLEMEZ. SİZ KARARLI OLUN, DİRENİN, SABREDİN ÇÜNKÜ ALLAH SABREDENLERLE BİRLİKTEDİR… EY MÜMİNLER! ALLAH YOLUNDA BAŞARISIZLIĞA UĞRATILANLARA “BAŞARISIZ” DEMEYİN… BİLAKİS ONLAR CAPCANLI, HAYAT DOLUDUR AMA SİZ ADAM GİBİ GÖREMİYORSUNUZ.
Bu bir meal değildir. Yani âyet aşağı yukarı bunu söylüyor olabilir mi?
Varlık sebebi “İbrahim soyundan iki ümmet çıkmasın.” olan Yusuf, Musa, Davut, İsa, Muhammed bu hedeflerinde başarılı olamadılar, ne diyeceğiz? BAŞARAMADILAR MI?
MEAL yazarlarının verdiği “ALLAH YOLUNDA ÖLÜDÜRÜLENLERE ‘ÖLÜ’ DEMEYİN.” mânâsı öyle bir karmaşa oluşturuyor ki anlayan beri gelsin… Ondan sonra âyete verilen böylesi mealleri okuyan gençler “Haydi yallah, Allah yolunda ölüp hiç ölmemek için adam öldürmeye / bombalarla can almaya, can vermeye…” diyorlar… Sonra da bu meal yazarları kalkıp “YAHU, BUNLAR DA NERDEN ÇIKTI?” diyorlar.
Ne yani Allah yolunda olan ama öldürülmeyen resûller ‘ÖLÜ’ ama Suriye’de boynundaki bombayı patlatıp onlarca cana kıyan GERZEK ‘diri’ mi?
ÖLÜMÜ KUTSAYAN BİR DİN DİRİLERE HİÇBİR ŞEY VEREMEZ.
ÖLDÜRÜLMEYİ VE ÖLDÜRMEYİ KUTSAYAN BİR DİN İNSANLIĞA HİÇBİR ŞEY VEREMEZ.
ASIL BAŞARI; YERLE YEKSAN OLUNSA DA ALLAH’TAN VE O’NUN YOLUNDAN MİLİM AYRILMAMAK, ALLAH’A OLAN GÜVENİNDEN MİLİM GERİ ADIM ATMAMAKTIR… BİN KERE DÜŞÜLSE DE “ALLAH!” DEYİP YİNE KALKMAK VE YOLA DEVAM ETMEKTİR.
Gerisi, “Gerisinden bana ne, onu ALLAH nasıl istiyorsa öyle yapar!”
İşte Bakara 154. âyet kanaatimce bunu diyor.
Allah’ın kitabı için parmağını bile kıpırdatmak istemeyenlere ‘KUTSAL ÖLÜM’ü hedef olarak gösterip bunun üzerinden din satanlar, Allah yolunda ölmeyi başarı olarak görürler… OYSA başarı “ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLMEK DEĞİL, ALLAH YOLUNDA YAŞAMAKTIR.”
Allah yolunda öldürülmeyi başarı olarak görenler ASLA ALLAH YOLUNDA YAŞAMAYI DÜŞÜNMEZLER.
Not:
‘VUKKİLE’ edilen ‘MELEK’UL MEVT’i anlamanın yolu:
- Meçhul fiil olarak gelen FİİLİN maluma çevrilip o meleği kimin ‘VEKKELE’ yaptığını bulmak.
- Âyetteki ‘KUM’ zamirinin mercisini bulmak.
‘VUKKİLE’ fiilinin mâluma çevrilmesi durumunda ‘VEKKELTUM’ olmayacağı YÜZDE YÜZ çünkü ‘VUKKİLE Bİ KUM’… Kelimenin mefulü bih gayri sarih’i malumunda o fiile FAİL olmaz.