Başlıklar
BENÎ İSRÂİL
Kur’an’da 41 kez kullanılan بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يل (Benî İsrâil) ifadesinin ilk geçtiği yer Bakara 40. ayetidir. Müktesebat ulemasının tamamı sadece İsrâiliyat temelli bilgilere yaslanarak bu ifadedeki ‘İsrâil’ kelimesinin Yakup’un lakabı olduğunu, ifadenin ise “Yakup’un oğulları” anlamına geldiğini söylemişlerdir fakat bu bilgi kesinlikle Kur’an’ın onaylamadığı bir bilgidir çünkü:
- Yakup, daha babası İshak bile ortada yokken dedesi İbrahim’e ‘İsrâil’ ismi ile değil ‘Yakup’ ismi ile müjdelenmiştir. (Meryem 49 – Enbiyâ 72 – Ankebut 27)
- Nenesine de önce ‘İshak’ ve onun ardından ‘İsrâil’ ismi ile değil, ‘Yakup’ ismi ile müjdelenmiştir. (Hûd 71 … فَبَشَّرْنَاهَا بِاِسْحٰقَۙ وَمِنْ وَرَٓاءِ اِسْحٰقَ يَعْقُوبَ)
- Yaşarken ona ‘İsrâil’ değil, ‘Yakup’ denmiştir. (Yusuf 6, 38, 68)
- Ölüm döşeğinde ona ‘İsrâil’ değil, ‘Yakup’ denmiştir. (Bakara 133)
- Resmi tarih kronolojisine göre ölümünden yaklaşık 1700 yıl sonra gelmiş olan Zekeriya onu ‘İsrâil’ ismi ile değil, ‘Yakup’ ismi ile anmıştır. (Meryem 6)
- Kendisinden önceki ve sonraki resullerle birlikte anılırken ona ‘İsrâil’ değil, ‘Yakup’ denmiştir. (Bakara 136 – Âl-i İmrân 84)
- Birçoğu ‘Yakup’tan sonrakiler olmak kaydıyla tam 12 resulün isminin sayıldığı Nisâ 163. ayette ona ‘İsrâil’ değil, ‘Yakup’ denmiştir.
- Tam 18 resulün isminin sayıldığı En’âm 84-90. ayetlerde ona ‘İsrâil’ değil, ‘Yakup’ denmiştir.
Doğmadan önce, doğduktan sonra, yaşarken, ölüm döşeğindeyken, öldükten sonra, diğer resullerle birlikte anılırken ve ölümünden asırlar sonra bile kendisine ‘Yakup’ isminden başka bir ismin veya lakabın uygun görülmediği ‘Yakup’un ‘İsrâil’e dönüştürülmesi Kur’an kaynaklı değildir. Kur’an’ın hiçbir yerinde ‘İsrâil’ isminin Yakup’a lakap olarak verildiğine dair hiçbir ayet, kıssa ve ima bile bulunmamaktadır. ‘İsrâil’ isminin Yakup’a lakap olarak verildiği söylemi Yüce Allah’ın kitabını tahrif eden, O’nun şerefli resullerine iftiralarda bulunan Yahudilerin yakıştırmasıdır. Nitekim ‘İsrâil’ kelimesinin Yakup’a lakap olarak verildiğini ileri süren Müslüman ulemanın tamamı söylemlerine delil olarak sadece Yahudi kaynaklarını almışlardır. Üstelik bunu yaparken bile hiçbir ilke gözetmeyerek keyfi seçicilik yapmışlardır:
“İsrâ’îl Ya‘kūb (a.s.)’dır; kelime bu zâtın lakabı olup, -onların dilinde- ki- anlamı; “Allah’ın seçkin kulu”dur. Bir görüşe göre anlamı, “Allah’ın kulu”- dur. Kelime İbrâhîm ve İsmâ’îl kelimeleri ile aynı olup, tıpkı bu iki kelime gibi gayr-ı munsariftir, çünkü hem özel isimdir hem de yabancı kelimedir. Âyette bu kelime اسراءلَ İsrâ’ile ve اسراءلَّ/ İsrâ’ille şeklinde okunmuştur.”
(Zemahşeri / el-Keşşaf c.1.s.358)
“İsrâil” kelimesi Arapça olmayan bir kelimedir. O bakımdan bu kelime munsarif (çekimli) değildir. Yedi türlü söylenişi vardır. Birincisi Kur’an-ı Kerim’de kullanılan şekil olan İsrâil’dir. Bu ise hafif hemze şeklinde medli “İsrâil” şeklinde söylenir. Bunu Şennebuz, Verş’ten nakletmiştir. Diğer bir okuyuş şekli hemzesiz olarak ya’dan sonra medli “İsrayil” şeklinde, A’meş ve İsa b. Ömer bu şekilde okumuştur. Hasen ve Zühri ise hemzesiz ve medsiz olarak (İsrâil) şeklinde okumuşlardır. Ya’sız fakat esreli bir hemze ile “İsrâil” şeklinde, üstünlü bir hemze ile “İsrael” şeklinde. Temimliler ise “İsrain” şeklinde nun’lu okumuşlardır.
İsrâil kelimesinin anlamı Allah’ın kulu (Abdullah)’tır. İbn Abbas der ki: İbranice “isra” kul demektir. “İl”de Allah demektir. İsra kelimesinin Allah’ın seçtiği, “İl” kelimesinin ise Allah demek olduğu söylendiği gibi “isra” kelimesinin sağlam yapmak ve bağlamaktan geldiği de söylenmiştir. Buna göre İsrâil, Allah tarafından sağlam bir şekilde güçlü olarak yaratılmış gibi bir anlam ifade eder. Bunu el-Mehdevi zikretmektedir. Es-Süheyli der ki: Hz. Yakup’a İsrâil adının verilmesi, onun yüce Allah için hicret ettiği vakit bir gece yürümesinden dolayıdır. Bundan dolayı ona “İsrâil” adı verilmiştir, yani: Yüce Allah’a geceleyin giden ve yürüyen anlamındadır. Bu son açıklamaya göre ismin bir bölümü İbranice bir bölümü de Arapların söyleyişine uygun olur.
(Kurtubi / el-Camiu li Ahkami’l Kur’an c.2.s.40)
İsrâil, Yakup (a.s)’dır. Bunun delili Ebu Davut et-Tayalisi’nin… Abdullah İbn Abbas’tan naklettiği şu hadis-i şeriftir: O dedi ki Yahudilerden bir topluluk Hz. Peygamberin huzuruna geldiklerinde Allah’ın resulü onlara dedi ki: “İsrâil’in Yakup olduğunu biliyor musunuz?” “Evet, Allah için doğru” dediler. Rasulullah (s.a) “Allah’ım şahit ol” buyurdu. A’meş… Abdullah İbn Abbas’dan nakleder ki: İsrâil kelimesi “Allah’ın kulu” demek gibiymiş.
İbn Kesir / Hadislerle Kuran Tefsiri c.2.s.318)
Müfessirler, “İsrâil”in Yakub b. ishak b. İbrahim olduğunda ittifak ettiler. Onlar şöyle derler: İsrâil’in manası Abdullah (Allah’ın kulu)’dır. Çünkü “isra” kelimesi İbranice “kul” manasında “il” de Allah manasındadır. Cibril ve Mikail’de aynı şekilde Allah’ın kulu manasına gelmektedir. İsra kelimesinin İbranice’de “insan” manasına geldiği de söylenmiştir. Sanki buna göre, İsrâil kelimesi ile “Allah’ın adamı” denilmektedir.
(Razi / Mefatihu’l Gayb c.2.s.444)
Eski Ahid’e göre İsrâil Yakub Nebi’nin lakabıdır. Yakub, Hz. İbrahim’in Hz. İshak’tan olma torunudur. Hz. Yakub’a “Tanrı ile güreşen” (isra: güreş, il:Tanrı) anlamına gelen İsrâil lakabının, Allah tarafından verildiği iddia edilmiştir (Tekvin 32:28; 35:10).
(M. İslamoğlu / Hayat Kitabı Kur’an Gerekçeli Meali s.17. 70 no’lu dipnot)
İsrâil, Yakup aleyhisselamın lakabıdır (Meryem 19/49-58). İsrâiloğulları, Yakup aleyhisselamın soyundan gelenlerdir. Onun babası İshak, dedesi İbrahim aleyhisselam idi.
(Süleymaniye Vakfı Meali resmi internet sitesinden Bakara 40.ayet 1 no’lu dipnot)
Bu ayetin başındaki hitapta geçen بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يل (Benî İsrâil / Bene Yisrael) terkibindeki اِسْرَٓاء۪يل (İsrâil / Yisrael) kelimesi Tevrat’ta ve Tanah’ta geçen hitaplara göre Tanrı tarafından Hz. İbrahim’in torunu İshak’ın oğlu Yakub’a verilen bir isim, lakap veya ikinci isimdir…
Ayetteki اِسْرَٓاء۪يل kelimesi çok farklı şekillerde okunmuştur. Ebu Ca’fer el-Kari (ö.130/748), A’meş (ö.148/765), İsa b. Ömer es-Sekafi (ö.149/766), Hasen el-Basri (ö. 124/742), İbn Ebi İshak (ö.117/735) اِسْرَايِيلُ (İsrayil), yine Hasen el-Basri, Zühri ve İbn Ebi İshak اِسْرَاءِين (israin) şeklinde okumuşlardır. Bunların dışında اِسْرَايِيلُ (israyil), اِسْرَالُ (isral), اِسْرَاءَل (israel), اِسْرَاءِلُ (isriül), اِسْرَاءَلُ (israel) gibi okuyuşlarda mevcuttur.
İslami kaynaklardaki izahlara göre “İsrâil” kelimesi İbranca “kul” anlamına gelen “isra” (اِسْرَا) ile Tanrı anlamına gelen “il” (اِيل) kelimesinden mürekkep olup “Tanrı’nın / Allah’ın kulu” manasına gelir. Bir kanaate göre Yahudilerin Kur’an’da “Ey Yakupoğulları” (يا بني يعقوب) şeklinde değilde “Ey İsrâiloğulları (يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ) diye anılması, “İsrâil” isminin Allah’a kulluğa çağrıştırması ile alakalıdır. Bazı kaynaklarda kelimenin Arap dilindeki muhtemel anlam köklerine dair “isra” lafzının “seçkinlik”, “güç, kuvvet” veya “gece yolculuğu yapmak” anlamlarına geldiği yönünde başka görüşler de nakledilir. Buna göre İsrâil ismi “safvetullah” (Allah’ın seçkin kulu) anlamına gelir. İsrâil ismine “geceleyin yolculuk eden” şeklinde bir anlam yüklenmesi ise Hz. Yakub’un aralarında düşmanlık sebebiyle ikiz kardeşi Esav’dan kaçtığı sırada gündüz gizlenip gece vakti yürümesiyle ilişkilidir.
Bu izah Tekvin’de anlatıldığı şekliyle Hz. Yakub’un, bir tür şantajla ikiz kardeşi Esav’dan ilk oğulluk hakkını satın alması ve hile yoluyla onun yerine kutsanması üzerine iki kardeş arasında ortaya çıkan düşmanlığa ve dolayısıyla Yakub’un Esav’dan kaçışına dair meşhur hikâyeye (Tekvin 25/29-34; 27/41-45) dayanır. Esav’ın, “Onun adı haklı olarak Yaakov diye çağrılmıyor mu, çünkü iki defa beni aldattı, benim yerime geçti” (Tekvin 27/36) şeklinde sözü bu hususla alakalıdır.
İslami kaynaklardaki bir diğer izaha göre İsrâil ismi “Allajh’ın gece vakti yürüttüğü kişi (سريُ الله) manasına gelir. Fakat bütün bu izahlara rağmen klasik İslami literatürdeki ağırlıklı görüş “İsrâil” isminin Arapça değil, İbranca kökenli olduğu yönündedir. Ebu-l Hasen el-Vahidi’nin (ö. 468/1076) ifadesiyle lügatçilere göre en doğru görüş bu kelimenin yabancı kökenli olduğu ve Arapçada herhangi bir kökeninin bulunmadığı istikametindedir.
(M. Öztürk / İlahi Hitabın Tefsiri c.2.s.236)
Hemen belirtelim ki ‘İsrâil’ isminin Yakup’a lakap olarak verildiği ve ismin anlamları ile alâkalı olarak eski-yeni Müslüman müfessirlerden yaptığımız bu alıntılardaki söylemler sadece yukarıdakilerle sınırlı değildir. Müracaat ettiğimiz kaynakların tamamında bu alıntılardakilerin tıpatıp aynısı söylenmektedir. Tefsirlerde geçen bu söylemlerin hepsinde ‘İsrâil’ kelimesinin Arapça mı yoksa yabancı bir kelime mi olduğu, Arapça bir kelime olsa bile anlamının “Allah’ın adamı” mı, “gece yürüyen” mi, “Allah’ın kulu” mu, “seçkin kişi” mi, “güç kuvvet sahibi olan” mı veya başka bir anlama mı geldiği tartışmalıdır yani kesin ve net değildir fakat anlamı ne olursa olsun Müslüman müfessirlerin tamamına göre ‘İsrâil’in Yakup olduğu tartışmasızdır, kesindir ve nettir.
İsrâil kavminin Kur’an’daki genel tanımları
Müslüman müfessirler ‘İsrâil’ kelimesinin Yakup’a lakap olarak verildiğini söylerlerken hangi sağlam ve sahih delillere yaslanmışlardır? Yukarıdaki alıntılarda da olduğu gibi bu konuda Müslüman müfessirlerin yaslandığı tek kaynak vardır o da Yüce Allah’ın kitabı olan Kur’an değil, Yahudilerin Kitab-ı Mukaddes veya Torah, Hıristiyanların Eski Ahit, Müslüman müfessirlerin ise Tevrat dedikleri kitaptır yani daha bilinen ismiyle “İsrâiliyat”tır. Peşinen mahkûm etmemek ve kasıtlı ön yargılar oluşturmamak için şunu da belirtmeliyiz ki tamamı olmasa bile eski-yeni Müslüman müfessirlerin büyük çoğunluğunun Yahudilerin ellerinde bulunan kitabı da Allah’ın gönderdiği kitaplardan bir kitap olarak gördüğünü belirtmek gerekmektedir; yine bir ön yargı oluşturmamak için şunu da belirtelim ki müfessirlerin tamamı Yahudilerin ve Hıristiyanların Tevrat’ı ve İncil’i tahrif ettiklerini de söylemektedirler. Onlara göre işte tam da bu tahrif yüzünden Allah’ın gönderdiği en son kitap olan Kur’an, kendisinden önce gönderilen Yahudilerin elindeki Torah / Tevrat / Eski Ahit’i ve Hıristiyanların elinde bulunan İncil’i tasdik eden bir kitaptır. Müfessirler her ne kadar ‘tasdik’ kelimesinin işlevsel olarak neleri kapsadığı hususunda ihtilaf etseler bile bu kelimeden kastedilenin “Kur’an’a uyan bilgiyi almak, Kur’an’a uymayanı almamak” şeklinde olduğu hususunda fikir birliği içindedirler. Bu yüzden Yahudilerin ellerinde bulunan Torah’dan Kur’an’a uymayan pek çok bilgiyi almamış ve onları ‘tahrif’ olarak kabul etmişlerdir. Mesela, Tekvin 2/2 de geçen Allah’ın her şeyi altı günde yarattıktan sonra yedinci gün dinlendiğini, Nuh’un içki içip sarhoş olduktan sonra çırılçıplak soyunmasını ve kendisini bu şekilde gören oğlu Kenan’ı lanetlemesini (Tekvin 9/18-29), İsmail soyundan bir resul çıkmayacağını (Tekvin 17/15-27), Lut’un (haşa) içki içip sarhoş olduktan sonra kendi öz kızlarıyla cinsel ilişkiye girip onları hamile bırakmasını (Tekvin 19/30-38) asla kabul etmezler. Sonuçta müfessirler Tevrat’tan herhangi bir bilgi alırlarken, ilk önce o bilginin Kur’an tarafından tasdik edilip edilmediğine yani Kur’an’ın o bilgiyi onaylayıp onaylamadığına çok dikkat ediyor gözükmektedirler.
İşte bu temel üzerinden meseleye yaklaştığımızda, ‘İsrâil’ isminin kökeni ve anlamı hususunda ihtilaf etmiş olsalar bile tek bir istisnası dahî olmadan tüm müfessirler kesin bir şekilde ‘İsrâil’ Yakup’un lakabıdır dediklerine ve Kur’an’da iki defa tamlama olmadan geçen ‘İsrâil’[1] kelimesine “Yakup” ve 41 kez geçen ‘Benî İsrâil’ ifadelerine de “Yakupoğulları” anlamı verdiklerine göre onlar açısından Kur’an, ‘İsrâil’ isminin Yakup’a lakap olarak verilişini anlatan Yahudilerin ellerinde bulunan Torah’taki kıssayı onaylamış olmaktadır. O halde bizim yapmamız gereken şey ‘İsrâil’ isminin Yakup’a lakap olarak verildiğini anlatan Torah’taki kıssanın hakikaten müfessirlerin dediği gibi Kur’an’a uygun olup olmadığına bakmaktır. Bu noktada sadece ‘İsrâil’ ismine değil, meseleye biraz daha geriden başlayıp İbrahim’in torunu İshak’ın oğlu olan resulün ‘Yakup’ ismini nasıl aldığına da bakmak gerekmektedir. Hatta biraz daha geriden, İshak’ın İbrahim’e müjdelenmesinden başlamak gerekmektedir.
Yahudilerin elinde bulunan Torah’ta İshak’ın İbrahim’e müjdelenmesi şu şekilde geçmektedir:
Avram doksan dokuz yaşındayken RAB ona görünerek, “Ben Her Şeye Gücü Yeten Tanrı’yım” dedi, “Benim yolumda yürü, kusursuz ol. Seninle yaptığım antlaşmayı sürdürecek, soyunu alabildiğine çoğaltacağım.”
Avram yüzüstü yere kapandı. Tanrı, “Seninle yaptığım antlaşma şudur” dedi, “Birçok ulusun babası olacaksın. Artık adın Avram değil, İbrahim olacak. Çünkü seni birçok ulusun babası yapacağım. Seni çok verimli kılacağım. Soyundan uluslar doğacak, krallar çıkacak. Antlaşmamı seninle ve soyunla kuşaklar boyunca, sonsuza dek sürdüreceğim. Senin, senden sonra da soyunun Tanrısı olacağım. Bir yabancı olarak yaşadığın toprakları, bütün Kenan ülkesini sonsuza dek mülkünüz olmak üzere sana ve soyuna vereceğim. Onların Tanrısı olacağım.”
Tanrı İbrahim’e, “Sen ve soyun kuşaklar boyu antlaşmama bağlı kalmalısınız” dedi, “Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek. Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak. Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu. Evinizde doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle sünnet edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak. Sünnet edilmemiş her erkek halkının arasından atılacak, çünkü antlaşmamı bozmuş demektir.”
Tanrı, “Karın Saray’a gelince, ona artık Saray demeyeceksin” dedi, “Bundan böyle onun adı Sara olacak. Onu kutsayacak, ondan sana bir oğul vereceğim. Onu kutsayacağım, ulusların anası olacak. Halkların kralları onun soyundan çıkacak.”
İbrahim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, “Yüz yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?” dedi, “Doksan yaşındaki Sara doğurabilir mi?” Sonra Tanrı’ya, “Keşke İsmail’i mirasçım kabul etseydin!” dedi.
Tanrı, “Hayır. Ama karın Sara sana bir oğul doğuracak, adını İshak koyacaksın” dedi, “Onunla ve soyuyla antlaşmamı sonsuza dek sürdüreceğim. İsmail’e gelince, seni işittim. Onu kutsayacak, verimli kılacak, soyunu alabildiğine çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak. Soyunu büyük bir ulus yapacağım. Ancak antlaşmamı gelecek yıl bu zaman Sara’nın doğuracağı oğlun İshak’la sürdüreceğim.” Tanrı İbrahim’le konuşmasını bitirince ondan ayrılıp yukarıya çekildi.
(Tekvin 17/1-22)
Bu pasajın açıklamasını yapan Yahudi uleması, ‘İshak’ isminin doğru telaffuzunun ‘Yitshak’ şeklinde olduğunu belirttikten sonra ismin anlamı hakkında şunları demişlerdir:
Güldü – İbranice Yitshak. Oğlunun ismine denktir. Bazıları buradaki anlamını doğrudan alıp “güldü” çevirisini yaparken (Abravanel; Septuaginta), bazı görüşlere göre kelimenin buradaki anlamı “çok memnun oldu” şeklindedir… Yitshak – Tam çeviri ile “gülecek” ya da “güldü”.
(Tora ve Aftara / Bereşit s.115 / 17 ve 19 nolu dipnot).
Bizim bu pasajda dikkat çekmek istediğimiz şey ‘İshak’ isminin anlamından ziyade onun daha doğmadan İbrahim’e ismi ile müjdelenmesidir fakat bu pasaja dikkat edilirse İbrahim’e müjdelenen sadece İshak’tır. Aynı müjde bir bölüm sonra ikinci defa İbrahim’in eşi Sara’ya şu şekilde yapılmaktadır:
İbrahim günün sıcak saatlerinde Mamre meşeliğindeki çadırının önünde otururken, RAB kendisine göründü. İbrahim karşısında üç adamın durduğunu gördü. Onları görür görmez karşılamaya koştu. Yere kapanarak, “Ey efendim, eğer gözünde lütuf bulduysam, lütfen kulunun yanından ayrılma” dedi, “Biraz su getirteyim, ayaklarınızı yıkayın. Şu ağacın altında dinlenin. Madem kulunuza konuk geldiniz, bırakın size yiyecek bir şeyler getireyim. Biraz dinlendikten sonra yolunuza devam edersiniz.”
Adamlar, “Peki, dediğin gibi olsun” dediler.
İbrahim hemen çadıra, Sara’nın yanına gitti. Ona, “Hemen üç sea ince un al, yoğurup pide yap” dedi. Ardından sığırlara koştu. Körpe ve besili bir buzağı seçip uşağına verdi. Uşak buzağıyı hemen hazırladı. İbrahim hazırlanan buzağıyı yoğurt ve sütle birlikte götürüp konuklarının önüne koydu. Onlar yerken o da yanlarında, ağacın altında durdu.
Konuklar, “Karın Sara nerede?” diye sordular.
İbrahim, “Çadırda” diye yanıtladı.
O, “Gelecek yıl bu zamanda kesinlikle yanına döneceğim” dedi, “O zaman karın Sara’nın bir oğlu olacak.”
Sara onun arkasında, çadırın girişinde durmuş, dinliyordu. İbrahim’le Sara kocamışlardı, yaşları hayli ileriydi. Sara âdetten kesilmişti. İçin için gülerek, “Bu yaştan sonra bu sevinci tadabilir miyim?” diye düşündü, “Üstelik efendim de yaşlı.”
RAB İbrahim’e sordu: “Sara niçin, ‘Bu yaştan sonra gerçekten çocuk sahibi mi olacağım?’ diyerek güldü? RAB için olanaksız bir şey var mı? Belirlenen vakitte, gelecek yıl bu zaman yanına döndüğümde Sara’nın bir oğlu olacak.”
Sara korktu, “Gülmedim” diyerek yalan söyledi.
RAB, “Hayır, güldün” dedi.
(Tekvin 18/1-15).
İsrâil peygamberleri ve anlatılan öyküler
Bu pasajlara dikkat edilirse hem eşine hem de İbrahim’e sadece İshak müjdelenmekte Yakup’un adı hiç geçmemektedir fakat Kur’an’da 17 defa geçen ‘İshak’ ismi 11 kez ‘Yakup’ ismi ile beraber geçmektedir. Ankebut 27, Enbiyâ 72, Meryem 49, En’âm 84. ayetlerde İshak, Yakup ile beraber İbrahim’e bağışlanmaktadır. Hûd 71. ayette ise İshak, annesine, Yakup ile birlikte müjdelenmektedir.
Yahudi literatüründe İshak ismi Tanrı tarafından daha İshak doğmadan ona verilmiştir. Fakat Kur’an’da sadece İshak değil, Yakup’un ismi de daha o doğmadan ona verilmiştir. Hem İbrahim’e hem de eşine İshak ve Yakup denilerek müjde verilmiştir. Bu durumda Kur’an’a göre sadece İshak ismi değil Yakup ismi de Yüce Allah tarafından uygun görülen isim olmaktadır.
Yahudilerin ellerindeki Torah’ta Yakup’a isminin nasıl verildiğine ve onlara göre ‘Yakup’ kelimesinin anlamının ne olduğuna bakalım:
İbrahim’in oğlu İshak’ın öyküsü: İshak Aramlı Lavan’ın kızkardeşi, Paddan-Aramlı Betuel’in kızı Rebeka’yla evlendiğinde kırk yaşındaydı. İshak karısı için RAB’be yakardı, çünkü karısı kısırdı. RAB İshak’ın yakarışını yanıtladı, Rebeka hamile kaldı. Çocuklar karnında itişiyordu. Rebeka, “Nedir bu başıma gelen?” diyerek RAB’be danışmaya gitti. RAB onu şöyle yanıtladı:
“Rahminde iki ulus var,
Senden iki ayrı halk doğacak,
Biri öbüründen güçlü olacak,
Büyüğü küçüğüne hizmet edecek.”
Doğum vakti gelince, Rebeka’nın ikiz oğulları oldu. İlk doğan oğlu kıpkırmızı ve tüylüydü; kırmızı bir cüppeyi andırıyordu. Adını Esav koydular. Sonra kardeşi doğdu. Eliyle Esav’ın topuğunu tutuyordu. Bu yüzden İshak ona Yakup adını verdi. Rebeka doğum yaptığında İshak altmış yaşındaydı.
(Tekvin 25/19-26)
Bu Torah pasajına göre Yakup’a ismini babası İshak koymaktadır. Yahudi uleması İbranice telaffuzu ‘Yaakov’ şeklinde gelen bu ismin anlamı hakkında ihtilaf etmiştir. Kimi Yahudi uleması ‘Yaakov’ isminin anlamının “arkadan gelen” olduğunu söylerken kimisi kelimenin anlamının “hileci” veya “topuk tutan” olduğunu söylemiştir. (Tora ve Aftara / Bereşit s.205) fakat bizim burada dikkat çekmek istediğimiz husus şudur: Kur’an, Yakup’un isminin Yakup’a Allah tarafından verildiğini hem ninesine hem de dedesi İbrahim’e bizzat ismi zikredilerek müjdelendiğini söylerken, Yahudiler ‘Yaakov’ isminin babası tarafından ve doğum esnasında verildiğini söylemektedirler.
İsrâil’e verilen ahit ve sorumluluklar
Bu detaya göre Yahudiler Yakup’un isminin Tanrı tarafından ‘İsrâil’ olarak değiştirildiğini söylerlerken Tanrı, İshak’ın verdiği ismi iptal etmiş olmaktadır ama bu Yahudi söyleminin kabul edilmesi durumunda Kur’an’a göre Yüce Allah kendi koyduğu ismi değiştirmiş olmaktadır çünkü Kur’an’a göre Yakup’a ‘Yakup’ ismini veren ne dedesi İbrahim’dir ne de babası İshak’tır, tam tersi bizzat Allah-u Teala’nın kendisidir.
Sadece bu da değil, Torah’a göre Yakup’a ‘İsrâil’ isminin veriliş sürecine baktığımızda da Kur’an’ın orada geçen bilgiyi de asla onaylamadığını görmekteyiz. Torah’a göre Yakup’a ‘İsrâil’ isminin verilmesi Yakup’un Yusuf hadisesini yaşamasından çok önceleridir. Torah’a göre; ilerleyen yaşında gözleri kör olan babası İshak’ı aldatarak ikiz kardeşi Esav’ın ilk evlat (behor) hakkını elinden alan Yakup, kardeşinin korkusuyla dayısı Lavan’ın memleketine kaçar. Orada dayısının iki kızı Rahel ve Lea ile evlenir fakat iki kız kardeş aralarında çocuk yüzünden çıkan kıskançlıktan dolayı her ikisi de köleleri Bilha ve Zilpa’yı da kocaları Yakup’a cariye olarak verirler. Cariyelerinden ve iki kız kardeşten 11 erkek çocuk sahibi olan Yakup nihayet kardeşiyle barışmak için geriye dönmeye karar verir, yolda şöyle bir hadise yaşar:
Yakup o gece kalktı; iki karısını, iki cariyesini, on bir oğlunu yanına alıp Yabbuk Irmağı’nın sığ yerinden karşıya geçti. Onları geçirdikten sonra sahip olduğu her şeyi de karşıya geçirdi. Böylece Yakup arkada yalnız kaldı. Bir adam gün ağarıncaya kadar onunla güreşti. Yakup’u yenemeyeceğini anlayınca, onun uyluk kemiğinin başına çarptı. Öyle ki, güreşirken Yakup’un uyluk kemiği çıktı. Adam, “Bırak beni, gün ağarıyor” dedi.
Yakup, “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” diye yanıtladı.
Adam, “Adın ne?” diye sordu.
“Yakup.”
Adam, “Artık sana Yakup değil, İsrâil denecek” dedi, “Çünkü Tanrı’yla, insanlarla güreşip yendin.”
Yakup, “Lütfen adını söyler misin?” diye sordu.
Ama adam, “Neden adımı soruyorsun?” dedi. Sonra Yakup’u kutsadı.
Yakup, “Tanrı’yla yüzyüze görüştüm, ama canım bağışlandı” diyerek oraya Peniel adını verdi.
Yakup Peniel’den ayrılırken güneş doğdu. Uyluğundan ötürü aksıyordu. Bu nedenle İsrâilliler bugün bile uyluk kemiğinin üzerindeki siniri yemezler. Çünkü Yakup’un uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpılmıştı.
(Tekvin 32/22-32)
Torah’ta Yakup’a ‘İsrâil’ isminin ilk defa verildiği yer bu pasajdır. Bu pasajda Yakup’a “Artık sana ‘Yaakov’ değil ‘İsrâil’ (Yisrael) denecek çünkü Tanrıyla, insanlarla güreşip yendin” diyen Tanrı değil melektir. Melek tarafından verilen bu ismin Tanrı tarafından onaylandığı ise şu pasajda geçmektedir:
Yakup Paddan-Aram’dan dönünce, Tanrı ona yine görünerek onu kutsadı. “Sana Yakup diyorlar, ama bundan böyle adın Yakup değil, İsrâil olacak” diyerek onun adını İsrâil koydu. “Ben Her Şeye Gücü Yeten Tanrı’yım” dedi, “Verimli ol, çoğal. Senden bir ulus ve uluslar topluluğu doğacak. Kralların atası olacaksın. İbrahim’e, İshak’a verdiğim toprakları sana verecek, senden sonra da soyuna bağışlayacağım.” Sonra Tanrı Yakup’tan ayrılarak onunla konuştuğu yerden yukarı çekildi. Yakup Tanrı’nın kendisiyle konuştuğu yere taş bir anıt dikti. Üzerine dökmelik sunu ve zeytinyağı döktü. Oraya, Tanrı’nın kendisiyle konuştuğu yere Beytel adını verdi.
Rahel’le İshak’ın Ölümü
Sonra Beytel’den göçtüler. Efrat’a varmadan Rahel doğum yaptı. Doğum yaparken çok sancı çekti. O sancı çekerken, ebesi, “Korkma!” dedi, “Bir oğlun daha oluyor.” Ama Rahel ölmek üzereydi. Can verirken oğlunun adını Ben-Oni koydu. Babası ise çocuğa Benyamin adını verdi.
(Tekvin 35/9-18)
Şunun altını çizelim ki ‘İsrâil’ isminin Yakup’a lakap olarak verildiğini ileri süren Yahudi, Hıristiyan, Müslüman ve seküler çevrelerin söylemleri bu iki pasajdan kaynaklanmaktadır. Bu iki pasaj dışında, Yakup’un isminin ‘İsrâil’ olarak değiştirildiğini söyleyen başka bir bilgi kaynağı yoktur. İşte Müslüman müfessirler de hiç tereddüt etmeden ‘İsrâil’ Yakup’un lakabıdır derlerken sadece bu Torah pasajlarını temel almakta ve onlara göre Kur’an, Yakup’un isminin ‘İsrâil’ olarak değiştirildiğini anlatan bu pasajları onaylamaktadır fakat ‘İsrâil’ isminin Yakup’a lakap olarak verildiğini bu pasaja dayandıran müfessirler pasajda anlatılan Yakup’un melekle güreşmesini böyle bir olay Kur’an’da geçmediği için kabul etmezler yani onlara göre Yakup’un melekle güreşmesi “yanlış” ama meleğin ona ‘İsrâil’ ismini vermesi “doğru” bir bilgidir. Aslına bakılırsa Müslüman müfessirler böylesine keyfi bir seçicilik yaparak sadece Kur’an’ı değil, Yahudilerin ellerindeki tahrif edilmiş kitabı bir kez daha tahrif etmiş olmaktadırlar. ‘Benî İsrâil’ ifadesinin “Yakupoğulları” anlamına geldiğini ileri süren tarihteki tüm söylemler işte bu iki pasajdan kaynaklanmaktadır.
Yakup’un isminin ‘İsrâil’ olarak değiştirildiğini anlatan Torah’taki bu her iki pasajda anlatılan olaylar Yusuf kıssasının yaşanmasından hatta Yakup’un en küçük oğlu Bünyamin’in doğmasından daha önceki bir dönemde yaşanmıştır yani Torah’a göre Yusuf kıssası yaşanırken ‘Yakup’ çoktan ‘İsrâil’e dönüşmüştür. Oysa Kur’an’da anlatılan Yusuf kıssasında ‘Yakup’ ismi üç defa geçmesine rağmen hiçbir şekilde ona ‘İsrâil’ denmemektedir. Yine Torah’a göre Yakup ölüm döşeğindeyken başına topladığı oğullarına kendisini kastederek “Yakup oğulları toplanın ve dinleyin. Babanız İsrâil’e kulak verin.” (Tekvin 49/2-3) diyerek kendisine hem ‘Yakup’ hem de ‘İsrâil’ demiştir. Ama Bakara 133. ayette ölüm döşeğinde çocuklarını başına toplayan Yakup, ‘İsrâil’ ismiyle değil ‘Yakup’ ismiyle anılmaktadır. Yakup’un ölümünden 1700 yıl sonra yaşayan Zekeriya bile onu ‘İsrâil’ ismi ile değil ‘Yakup’ ismi ile anmıştır. (Meryem 6) Kendisinden sonra gelmiş resullerle birlikte adı hep ‘Yakup’ olarak geçmiştir.
İsrâil kavminin uymadığı öğretiler ve eleştiriler
Bu durumda, Kur’an, Yakup’a ‘Yakup’ isminin verilişini anlatan Torah pasajını da Yakup’un isminin ‘İsrâil’ ismi ile değiştirildiğini anlatan Torah pasajını da asla onaylamamış demektir. Sadece bu da değil aynı zamanda Yahudiler tarafından ‘Yaakov’ ismine yüklenilen “hileci” veya “topuk tutan” anlamlarını ve ‘İsrâil’ ismine yüklenen “Tanrı ve insanlarla güreşip yenen” anlamlarını da onaylamamış demektir. O halde hiç tereddüt etmeden “‘İsrâil’ Yakup’un lakabıdır.” diyen müfessirlerimizin Kur’an’da geçen ‘Benî İsrâil’ ifadelerine “Yakupoğulları” anlamını vermelerinin sahih ve sağlam hiçbir dayanağı olmadığı anlaşılmaktadır. Aslına bakılırsa böyle yapmakla sadece İsrâiliyatı Kur’an’ın içine sokmuş olmamaktadırlar aynı zamanda ‘tasdik’ kelimesinin anlamını da tam tersine çevirmiş olmaktadırlar. Kur’an’ın hiçbir yerinde Yahudilere veya bir başkasına “Yanınızda olanı bu kitapla tasdik edin sonra da yanınızdakine inanmaya devam edin.” şeklinde bir söylem yoktur, tam tersi daima “Yanınızdakini tasdik eden bu kitaba iman edin.” denmektedir. Müslüman müfessirler Torah’taki bilgilere yaslanarak “‘İsrâil’ Yakup’un lakabıdır.” demekle Kur’an’ı, Torah’ı tasdik eden bir kitap değil tam tersi Torah’ı, Kur’an’ı tasdik eden bir kitaba çevirmiş olmaktadırlar çünkü Kur’an’da Yakup’un isminin ‘İsrâil’ ismi ile değiştirildiğine veya bu ismin ona lakap olarak verildiğine dair tek bir ima bile yoktur. Yahudi uydurmasından başka bir şey olmayan Torah’taki bir kıssayı temel alarak Kur’an’daki bir kavrama o kıssa üzerinden anlam vermek, Kur’an’ı boşluğu olan bir kitaba, Torah’ı da o boşlukları dolduran bir kitaba çevirmek demektir.
Evet, Kur’an’da 41 kez ‘Benî İsrâil’ olarak anılanların Yakup ile bir soy bağı olduğu anlaşılmaktadır ama İsrâiliyata yaslanarak bu isim tamlamasında geçen ‘İsrâil’ kelimesine “Yakup” demek asla doğru değildir. Kur’an’da anlatılan kıssaları kronolojik bir okumaya tabi tutarsak ‘Benî İsrâil’ ifadesinin Yakup, Yusuf ve Esbat kıssaları bağlamında hiç kullanılmadığını, ilk defa Musa kıssaları bağlamında kullanıldığını görürüz fakat ‘Benî İsrâil’ ifadesi ile kimlerin kastedildiğini anlamak için her şeyden önce ismin manasını tespit etmek gerekmektedir. İsmin anlamını tespit etmek içinse kıraat farklılıkları kargaşasından ve ismin Arapça bir kelime mi yoksa yabancı bir kelime mi olduğu karmaşasından çıkmak gerekmektedir. Meseleye “Bu kelime Kur’an’a girmiş yabancı bir kelimedir.” söyleminden başlayacak olursak; bu söylem Kur’an’daki kelimelerin etimolojik kökenlerini tespit etme kaygısından ziyade Kur’an’a bakış açısından kaynaklanan bir söylemdir. İlk dönem uleması Kur’an’da yabancı kelime olup olmadığını epey tartışmıştır ama özellikle 11. yüzyıldan sonra yaşayan ulema ise ezici bir çoğunlukla Kur’an’da pek çok yabancı kelime bulunduğunu söylemiştir hatta kimisi çıtayı o kadar yükseltmiştir ki Arapça olduğu besbelli olan ‘Allah’, ‘İblis’, ‘Şeytan’, ‘Kitap’, ‘Kur’an’, ‘Siccil’, ‘Cehennem’ gibi kelimelerin bile yabancı kelimeler olduğunu söyleyebilmiştir. Bize gelince, metot olarak “Kur’an sadece Kur’an ile anlaşılır.” çerçevesini temel alarak Kur’an’ı anlamaya çalışan bizler, “Kur’an’da yabancı kelime var mı yok mu?” tartışmasını oldukça yavan ve gereksiz bir tartışma olarak görmekteyiz. Dahası özellikle Kur’an’da yabancı kelime olduğunu söyleyen ulemanın İsrâiliyat’ın dışında hiçbir temele yaslanmadıklarını, adeta bir Yahudi hahamı gibi davrandıklarını söylemekteyiz çünkü daha kelimenin okunuşu üzerinde bile kesin bir yargıya varmadan, peşinen kelimenin yabancı (yani İbranice) kelime olduğunu söylemek asla ilmi bir yaklaşım değildir.
Az önce Prof. Dr. M. Öztürk’ten yaptığımız alıntıda, ifadenin farklı okuyuş biçimlerinden bahsedildiğini görmüştük. Türkiye’de diyanet teşkilatı tarafından Asım b. Behdele kıraati ve Ali el-Kari imlası temel alınarak basılan Mushaflarda بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يل (Benî İsrâil) şeklinde geçen bu ifadedeki اِسْرَٓاء۪يل (İsrâil) kelimesi diğer kıraatlerde şu şekillerde okunmaktadır:
(*) اِسْرَٓاء۪يلَ:
(*) اِسراييل: İsrayil
(*) اِسراءل: İsrael
(*) اِسراءيل: İsraeyl
(*) اِسراءَل: İsrael
(*) اِسراءَلَّ: İsraelle
(*) اِسراَل: İsrale
(*) اِسْرِاَل: İsriel
(*) اِسْرَالَ: İsrale
(*) اِسراءين: İsrain
(*) اِسرايل: İsrayil
(*) اِسرايين: İsrayin
(*) اِسرءين: İsraeyn
(Dr. Abdullatif Hatib / Mucemu’l Kıraat c.1.s.90).
Kur’an’ın ilk el yazmalarındaki noktasız ve harekesiz nüshalarında اسريل şeklinde geçen bir kelimeyi 12 değişik şekilde noktalayıp harekeledikten sonra, bir de kelimeye “Yabancı bir kelimedir.” demenin hiçbir ilmi gerekçesi yoktur. Okunuşunda bile ittifak edilmemiş bir kelimeyi ne şekilde okunursa okunsun hatta Arapçada karşılığı olsun ya da olmasın peşinen yabancı kelime olarak nitelemek ve ardından kelimenin anlamını Kur’an’da değil de İsrâiliyat’ta aramanın ne akli ne vicdani ne de ilmi bir gerekçesi vardır. Müktesebat uleması sadece ‘İsrâil’ isminin değil ‘Yakup’ isminin de yabancı (yani İbranice) bir kelime olduğunu söylemiş ve bu ismin karşılığını da yine İsrâiliyat’ta aramıştır fakat bu yaklaşım hiçbir çözüm üretmediği gibi meseleyi içinden çıkılamayacak derecede karmaşık hâle getirmiştir çünkü “İbranice” dedikleri kelimelerin anlamları hususunda bizzat İbranilerin kendisi bile ihtilaf etmiştir. Nitekim Yahudiler arasındaki bu ihtilaflar, kelimelere “İbranicedir.” diyen ulema tarafından sanki Kur’an’dan kaynaklanan bir ihtilafmış gibi İslam’a mal edilmiştir.
Aslında Tevrat’ta ikiz kardeşler arasında anne karnında başlayan bir çekişmeye ya da rekabete işaret edilmektedir. Yakup (Ya‘akov) adının mânası da Yâkub’un kendinden önce doğan Esav’ın topuğunu tutarak doğmasına (‘akev= “topuk, uç̧, arka”) ve daha sonra hile ile kardeşinin ilk oğulluk ve kutsama haklarını alarak ya da gaspederek onun yerine geçmesine atıfla, “topuğunu tutacak/arkasından gelecek/yerini alacak/kapacak” veya “hile yapacak / aldatacak” şeklinde açıklanmaktadır.
İshak eşi için Tanrı’ya yakardı … ve eşi Rebeka hamile kaldı. Fakat çocuklar karnında itişiyorlardı… Tanrı ona “Rahminde iki ulus var. Karnından iki ayrı krallık çıkacak … büyük olan küçüğüne hizmet edecek” dedi… Gerçekten de rahminde ikizler vardı. İlki kızılımsı renkte … kıllı olarak çıktı. Adını Esav koydular. Daha sonra kardeşi çıktı. Eli Esav’ın topuğunu kavramıştı. (İshak / Tanrı) onun adını Yâkub (Ya‘akov) koydu (Tekvin 25:21-26).
Esav babasının sözlerini duyunca… “Beni de mübarek kıl baba!” diye yalvardı. (İshak) ona, “Kardeşin hile ile geldi ve kutsamanı aldı” (senin yerine o kutsandı) dedi. Esav, “Ona bunun için Yâkub (Ya‘akov) dendi. İki keredir arkamdan geliyor / yerimi kapıyor / beni aldatıyor. Önce ilk oğulluk hakkımı (behora) almıştı. Şimdi de kutsamamı (beraha) aldı” dedi (Tekvin 27:34-36).
Yâkub’un Esav’dan sonra doğması ve daha sonra ilk oğulluk hakkını onun elinden almasıyla ilgili olarak Yahudi geleneğinde çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bir yoruma göre ilk önce Yâkub doğacakken Esav Yakup’u tehdit ederek buna mâni olmuştur. Bir diğer yoruma göre ikizlerden anne rahmine ilk düşen Yâkub olduğundan ilk doğma hakkı Yakup’a aittir; bu sebeple Yâkub, haklı olarak, doğarken kardeşi Esav’ın topuğunu tutarak onu engellemeye çalışmıştır. Daha ileri bir yoruma göre, ilk doğan Esav olduğu için fizikî anlamda meşru ilk oğul (behor) Esav olsa da, rahme ilk düşen Yâkub olduğu için manevî ilk oğulluk ve dolayısıyla kutsama (beraha) hakkı Yakup’a aittir. Dolayısıyla Yâkub ve Rebeka’nın sergilediği bütün çabaları yani hile ve planları da söz konusu manevî ilk oğulluk hakkı çerçevesinde değerlendirmek gerekmektedir. Esav ve Yâkub ile ilgili olarak Tevrat’ta ve Yahudi tefsir geleneğinde yer alan bu anlatımların büyük bir kısmı İslâm kaynaklarına da girmiş̧ görünmektedir.
Öte yandan İsrâil (Yisrael) adının mânası ve kökeni Yahudi kaynaklarında da açık ve kesin değildir. İbranî atası Yakup’a bu adın verilmesiyle ilgili olarak Tekvin kitabında geçen hikâyede, İslâm kaynaklarındaki “gece yürüme / yolculuk etme” manasıyla bağlantılı görünen, “gece güreşme” hikâyesi yer almaktadır. Hikâyeye göre Yâkub, kardeşi Esav’dan kaçtığı sırada değil, ama onunla tekrar buluşmak ve sulh yapmak için Kenan’a dönmek üzere yola çıktığı sırada, gece gizemli bir şekilde karşısına çıkan bir kişi (Tanrı’nın adamı / meleği) ile sabaha kadar güreşmiş̧ ve yenişemeyince, adamı bırakması karşılığında ondan kendisini kutsamasını istemiştir;
O da Yâkub’a “Bundan sonra ismin Yâkub (Ya‘akov) diye çağrılmayacak, fakat İsrâil (Yisrael) olacak, çünkü̈ Tanrı’yla / ilâhî bir varlıkla ve insanlarla mücadele ettin (sarita/שׂרית) ve üstün/galip geldin” demiştir (bir diğer okuma biçimine göre, “Tanrı’yla/ilahî bir varlıkla mücadele ettin ve insanlara üstün / galip geldin”). Buradan hareketle Yisrael kelimesine (yisra-El/ישׂראל) “Tanrı mücadele edecek” veya “Tanrı için/ile mücadele eden” gibi manalar verilmiştir. Buna göre kelime “mücadele / ısrar etmek” manasındaki sarah (שׂרה) fiil köküyle ilişkilendirilmektedir. Tevrat’ın Grekçe versiyonunda ise (Septuaginta, m.ö. III. yüzyıl) cümle şu şekilde geçmektedir: “Çünkü̈ Tanrı’yla / Tanrı’ya karşı güçlü̈ oldun ve insanlarla / insanlara karşı kudretli (olacaksın).” Burada da “üstün / güçlü̈ olmak” manasındaki sarar (שׂרר) fiil kökünün esas alındığı anlaşılmaktadır. Buna paralel bir yoruma göre Yisrael adı kutsal toprakları fethetmek için gerekli olan gücü̈ ifade etmektedir.
Hıristiyan kaynaklarında (Jerome, IV. yüzyıl) yer alan alternatif bir yoruma göre ise kelimenin mânası “Tanrı’yla birlikte / sayesinde prens / lider” (“Tanrı’nın prensi / lideri” veya bir diğer tercümeye göre “Tanrı’nın askeri”) şeklindedir. Buna göre kelime, “prens / lider” manasındaki sar (שׂר) kelimesiyle ilişkilendirilmektedir (“üstün / güçlü̈ olmak, yönetmek” manalarındaki sarar/שׂרר fiil kökünden); Tekvin pasajında yer alan sarita (שׂרית=mücadele ettin) fiiline de “lider olarak güce sahip oldun”, “razı oldun” gibi manalar verilmektedir.
Öte yandan Tekvin kitabındaki güreş̧ hikâyesinin devamında Yâkub’un “Tanrı’yı / ilahî bir varlığı yüz yüze gördüm (raiti Elohim…)” demesiyle bağlantılı olarak İsrâil adına, “Tanrı’yı gören” şeklinde de mâna verilmiştir. İskenderiyeli Antik Yahudi filozofu Filon’a (ö. 50) göre İsrâil kavmi maddî olmaktan ziyade manevî anlamda “Tanrı’yı gören” (theon horan) yani “Tanrı’yı ve dünyayı tefekkür eden zihin (nous)” e karşılık gelmektedir. Filon burada etimolojik bir açıklama yapmamış̧ olsa da bu eşleştirmeye göre kelime, muhtemelen, iş-raa-El (“Adam Tanrı’yı gördü̈” veya “Tanrı’yı gören adam”) gibi bir İbrânîce kalıba dayanmaktadır. Bu noktada ilginç̧ bir husus, Yabok nehri kıyısında geçtiği belirtilen güreş̧ hikâyesinden farklı olarak, sonraki bir Tekvin pasajında İsrâil (Yisrael) adının Yâkub’a doğrudan Tanrı tarafından ve Betel (“Tanrı’nın evi”) denilen, Yâkub’un daha önce Tanrı’yı müşahede ettiği mevkide verildiğinin söylenmesidir.
Tanrı Yâkub’a, “Kalk, Betel’e çık ve orada yerleş̧. Kardeşin Esav’dan kaçarken sana görünen Tanrı’ya orada bir sunak yap!” dedi. Yâkub, ailesine ve yanındakilere, “Yabancı ilahlarınızı atın. Kendinizi arındırıp giysilerinizi değiştirin. Betel’e çıkacağız. Sıkıntı çektiğim günlerde yakarışımı duyan, gittiğim her yerde benimle birlikte olan Tanrı’ya orada bir sunak yapacağım” dedi… Yâkub adamlarıyla birlikte Kenan ülkesindeki Luz’a –yani Betel’e– geldi. Bir sunak yaparak oraya el-Betel adını verdi. Çünkü kardeşinden kaçarken Tanrı orada kendisine görünmüştü… Yâkub Paddan-Aram’dan dönünce, Tanrı ona yine görünerek onu mübarek kıldı. “Sana Yâkub diyorlar, ama bundan böyle adın Yâkub (Ya‘akov) değil, İsrâil (Yisrael) olacak” dedi ve onun adını İsrâil (Yisrael) koydu. “Ben Her Şeye Gücü̈ Yeten Tanrı’yım. Verimli ol, çoğal. Senden bir ulus ve uluslar topluluğu doğacak. Kralların atası olacaksın. İbrahim’e, İshak’a verdiğim toprakları sana verecek, senden sonra da soyuna bağışlayacağım” dedi (Tekvin 35:1-12).19
Bu ikinci anlatımda Yâkub’a yeni bir ad verilmesi ile onun monoteist inanca sahip olması ve Tanrı tarafından seçilmesi bir arada zikredilmektedir. İsrâil adı bu şekilde Tanrı’nın meleğiyle güreş̧ hadisesi (mücadele ve üstün gelme) yerine Tanrı’yı müşahede (görme) hadisesiyle ve seçilmişlikle ilişkilendirilmektedir. Yâkub’a İsrâil (Yisrael) adının verilmeyle ilgili bu iki farklı anlatım, Yahudi kaynaklarında, meleğin verdiği adın ancak Tanrı tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girmesi şeklinde tefsir edilse de; söz konusu anlatımlar modern Kitâb-ı Mukaddes araştırmacıları tarafından farklı kaynaklarla ilişkilendirilmektedir.
Tekvin kitabında yer alan ilgili açıklamanın (“Tanrı’yla / ilahî bir varlıkla ve insanlarla mücadele ettin ve üstün / galip geldin”) kelimenin etimolojisini ifade etmediğine işaret eden İsrâilli dil bilimci Rabinowitz ise tamamen farklı bir yorumda bulunmaktadır. Yişrael kalıbının Ugarit dilinde de isim olarak mevcut olduğunu belirten ve kelimeyi “doğru” manasındaki “yaşar” (ישׁר) kelimesiyle ilişkilendiren Rabinowitz’e göre kelimenin kökeninin Tanrı doğrudur” manasında yişra-El (ישׁראל) şeklinde olması daha isabetlidir. Nitekim yaşar kelimesi ile aynı kökten gelen yeşurun kelimesi Tanah’ta İsrâil kelimesine paralel olarak kullanılmaktadır.
Tevrat’taki Yâkub anlatımından hareketle, İsrâil (Yisrael) adının, hile ile bağlantılı olan Yâkub (Ya‘akov) adını ve karakterini olumlu mânada dönüştüren ya da temize çıkaran bir fonksiyona sahip olduğu şeklinde yorumlar da yapılmıştır. Etimolojik olarak gerek “mücadele etme / üstün gelme” (yisra-el) gerek “görme” (yişra-el) gerekse “doğruluk” (yişra-el) mânaları esas alındığında, bu adın Yâkub adına hak edilmiş̧ bir üstünlüğün ve bu konuda Yâkub’un sergilediği gayretin ve değişimin, dolayısıyla bir aklanmanın işareti olduğunu düşünmek mümkündür. Fakat isim değişikliğine rağmen Yâkub (Ya‘akov) adının kullanılmaya devam etmiş̧ olması, İsrâil (Yisrael) adının tamamen Yâkub (Ya‘akov) adının yerini almadığına, daha ziyade bir lakap ya da ikinci isim vazifesi gördüğüne işaret etmektedir. Ayrıca bir peygamber olması sebebiyle tamamen olumlu bir Yâkub tasvirine yer veren Kur’an’da da İsrâil adına atıf yapılmış̧ olması, aklanma şeklindeki yorumu, en azından İslâm bakış̧ açısından problemli kılmaktadır. Bu noktada Ya‘kūb ve İsrâîl adlarının Kur’an’daki kullanımından hareketle, her iki ismin de, aklanma vurgusundan bağımsız olarak, “doğruluk / salihlik” ve “üstünlük / seçilmişlik” mânaları ile ilişkili olduğunu düşünmek mümkündür. Bu durumda Ya‘kūb adının hile ile ilişkilendirilmesinin ve dolayısıyla aklanma vurgusunun da sonraki bir anlayıştan kaynaklandığını kabul etmek gerekecektir.
Yahudi geleneğinde yer alan benzer bir yoruma göre Tanrı ile münasebet açısından Ya‘kūb (Ya‘akov) adı “kul” oluşu (Tanrı’nın kulu / hizmetçisi), İsrâîl (Yisrael) adı ise “çocuk” oluşu (Tanrı’nın çocuğu) ifade etmektedir. “Tanrı’nın çocuğu” şeklindeki niteleme, Tanrı’ya yakınlığı ve ayrıcalığı ifade etmesi bakımından ve bilhassa Yahudi geleneğindeki kullanımı itibariyle, “seçkinlik ve üstünlük” anlamlarını barındırmaktadır. Ya‘kūb ve İsrâîl adlarına atfedilen “kulluk ve seçilmişlik” mânaları İşaya kitabında yer alan bir pasajı çağrıştırmaktadır: “Dinle ey kulum Yâkub ve seçtiğim İsrâil! … Korkma ey kulum Yâkub ve seçtiğim Yeşurun!” Bu iki mâna, İslâm kaynaklarında İsrâil adına verilen ‘Abdullah (Allah’ın kulu/adamı) ve safvetullah/seriyyullah (Allah’ın seçkini / şereflisi) manalarına da birebir karşılık gelmektedir.
Yâkub peygamberin her iki adının da olumlu mâna taşıdığına yönelik tespiti Kur’an’dan hareketle biraz daha açmak gerekirse, Yâkub peygamber, asıl ismi olduğu anlaşılan “Ya‘kūb” adıyla anıldığı on altı ayetin neredeyse tamamında diğer peygamberlerle, bilhassa ataları İbrahim, İsmail ve İshak ile birlikte zikredilmektedir. Özellikle üç ayette, birbirine benzer ifadelerle, İshak’ın ve Yâkub’un İbrahim’e bahşedildiği belirtilmektedir: “Biz ona İshak’ı ve fazladan bir bağış̧ olarak (nâfileten) Yâkub’u lütfettik ve hepsini salih insanlar yaptık.” Bir başka ayette ise söz konusu müjde, İbrahim peygamber yerine eşi Sâre’ye verilmektedir: “O sırada hanımı ayakta idi… Ona da İshak’ı ve ardından (min verâi) Yâkub’u müjdeledik.” Zebih kıssasının sonunda İshak’ın İbrahim’e müjdelendiğini belirten ayetten ayrı olarak, söz konusu dört ayette İshak’ın ve ardından Yâkub’un İbrahim’e (ve Sâre’ye) bahşedildiğinin ya da müjdelendiğinin söylenmesi son derece manidardır. Bu ayetleri yanlış̧ yorumlayan bazı oryantalist yazarlar, Hz. Muhammed’in başlangıçta Yâkub’u İshak’ın oğlu yerine kardeşi, yani İbrahim’in oğlu zannetme hatasına düştüğünü ileri sürmüşlerdir. Halbuki yukarıya alıntılanan iki ayette geçen nâfileten ve min verâi ifadeleri İshak ve Yâkub’un kardeş̧ olarak su- nulmadığını göstermektedir. Gerek “ardından” şeklinde mâna verilen min verâi ibaresinin gerekse “fazladan bağış̧ olarak” şeklinde çevrilen nâfileten kelimesinin mânası tefsirlerde “oğulun oğlu” (ولد الولد) şeklinde açıklanmaktadır. Sözlüklerde de min verâi ibaresine “arkasından / ardından” manasının yanı sıra –söz konusu tefsir yorumlarından hareketle– “oğulun oğlu” mânası verilmektedir. Verâ kelimesinin köküne (ورى) bakıldığında, “oğulun oğlu” şeklindeki bu açıklamanın oldukça isabetli olduğu görülmektedir. “Saklamak /gizlemek/örtmek, kıvılcım çıkarmak” gibi manalara sahip olan” ورى”kökü, âdeta bir şeyin başka bir şeyin içinde saklı oluşuna ve açığa çıkarılmasına işaret etmektedir; çocuğun babanın sulbünde saklı olması ve zamanı geldiğinde açığa çıkmasında yani vücut bulmasında olduğu gibi. “Oğulun oğlu” açıklaması, tefsirlerde, “asıl üzerine ziyade” yani İbrahim’in salih bir oğul niyazına karşılık kendisine hem bir oğul hem de fazladan olarak bir torun bahşedilmesi anlamında nâfileten kelimesi için de yapılmaktadır. Buna göre ilgili ayetlerde geçen min verâi ve nâfileten ifadeleriyle, İshak’ın ve onun ardından ve onun sulbünden gelecek olan Yâkub’un birer peygamber olarak İbrahim’e ve Sâre’ye müjdelendiği belirtilmiş̧ olmaktadır.
Bu açıklamalardan hareketle, Tevrat’ta Ya‘kūb (Ya‘akov) adına atfedilen “ardından/arkasından gelen” manasının olumlu anlamda bir ifade olduğunu, İbrahim ve Sâre’ye yapılan müjdeyi, yani Yâkub’un “İshak’ın ardından/onun oğlu olarak ve onun yolunda bir peygamber olarak gelmesini” ifade ettiğini düşünmek mümkündür. “עקב/عقب” kökü hem Arapçada hem de İbrânîce ’de “topuk, uç̧” manasına paralel olarak “takip etme / peşinden gelme” mânası taşımaktadır. İbrânîce köke atfedilen “aldatma/kandırma” mânası ise, muhtemelen, Tevrat’ta anlatılan hikâye ile bağlantılı olarak, kelimenin sonradan kazandığı bir mâna olmaktadır. Yâkub-Esav çekişmesi ve Yâkub’un dolambaçlı bir şekilde ilk oğulluk ve kutsanma hakkı kazanmasına yönelik söz konusu anlatıma benzer anlatımlar, Tevrat’ta Nuh’un ve İbrahim’in oğulları (sırasıyla Sam ve Ham, İshak ve İsmail) ile ilgili olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bütün bu anlatımların merkezindeki tema ise büyük oğulun (Ham, İsmail, Esav) bir şekilde ekarte edilerek yerine küçük oğulun (Sam, İshak, Yakup) ilk oğul konumuna getirilmesidir. Söz konusu ilk oğulluk ve seçilme süreçlerine yönelik anlatımın, civar milletler içinde sayıca küçük bir topluluk olan İsrâiloğulları’nın seçilmişliği ve manevî üstünlüğüne yönelik inanç̧ ve İsrâil ‘in komşu topluluklarla yaşadığı mücadele çerçevesinde şekillendiğini düşünmek mümkündür. Westermann tarafından dikkat çekildiği üzere, Yâkub’un tek kardeşi olduğu halde, kutsanması sırasında “Kardeşlerine egemen ol! Annenin çocukları sana boyun eğsin” şeklinde çoğul ifade kullanılması, kezâ “Halklar sana kulluk etsin; uluslar sana boyun eğsin” denmesi, buradaki hitabın sonraki İsrâiloğulları’na yönelik olduğuna, topluluk olarak İsrâil ‘in, Esav ile ilişkilendirilen Edom halkıyla yaşadığı mücadeleyi ve Edom karşısında galibiyet elde ettiği bir dönemin anlayışını yansıttığına işaret etmektedir.
Bütün bu açıklamalar doğrultusunda, Ya‘kūb adının, Yâkub’un şahsına ve bağlı olduğu soya ait bir seçilmişliği yani Yâkub’un, babası İshak peygamberi “takiben” (ya‘kūb/ya‘akov), tıpkı ataları İbrahim, İshak ve dahi İsmail gibi peygamber oluşunu ifade ettiği; Yâkub’a sonradan verilen İsrâîl adının ya da lakabının ise yine seçkinlikle bağlantılı bir ad olarak ama bu sefer hem Yâkub’un hem de onun soyundan gelen “esbât”ın seçilmişliğini yani “şerefli / üstün / salih” oluşunu (seriyyullah / yis(ş)ra-El / yeşurun) vurgulamak üzere ve Yâkub soyu (İsrâiloğulları) için özel ad olacak şekilde verildiği sonucuna varmak mümkündür.
(Salime Leyla Gürkan / Makale: İsrâil ve Yakup İsimlerinin Etimolojisi Üzerine Bir Değerlendirme)
Görüldüğü üzere hem ‘İsrâil’ hem de ‘Yakup’ kelimesi üzerinde bizzat İbranilerin kendisi bile sonu gelmez ihtilaflar içindeyken sadece Torah’taki pasajı temel alan tüm söylemler “‘İsrâil’ kelimesi Yakup’a lakap olarak verilmiştir.” ön kabulü ile başlamaktadır. Yahudi söylemlerinden kaynaklanan bu ön kabul, var oldukları günden beri risalete ihanet etmeyi, onu yolundan saptırmayı, resulleri engellemeyi ve Allah’a isyan etmeyi karakter haline getirmiş olan Yahudileri sanki risalet mirasçılarıymış gibi gösteren, tamamen yalan ve kurguya dayalı bir tarihin oluşmasına sebep olmuştur. Bu da yetmezmiş gibi Yahudiliğin ve onun ikiz kardeşi olan Hristiyanlığın sanki Allah’ın gönderdiği dinlermiş gibi algılanmasına sebep olmuştur.
Oysa ne Yahudilik Allah’ın gönderdiği bir dindir, ne de Yahudi olanlar Musa’nın izinden gidenlerdir, tam tersi Yahudilik, Allah’ın gönderdiği dine razı olmayıp Musa’nın izinden gitmeyi terk edenlerin uydurduğu bir dindir. Hakeza Hristiyanlık da Allah’ın gönderdiği dine razı olmayıp İsa’nın izinden gitmeyi terk edenlerin uydurduğu bir dindir. Yüce Allah’ın gönderdiği kitabı tahrif edenler, resullerine karşı gelip onları öldürmeye bile kalkışanlar sadece kitabı değil aynı zamanda tarihi olayları da kendi uydurdukları dine göre kurgulamışlardır. Yüce Kur’an’ın anlattığı hiçbir resul hiçbir melekle güreşmez çünkü onlar resullerin de resullere iman edenlerin de rakibi değil dostudurlar. Değil herhangi bir melek, Cebrail ve hatta Mele-i A’lâ’dakiler bile kendi kafalarına göre Yüce Allah’ın resullere verdiği bir ismi değiştiremezler, değiştirmezler çünkü onlar hem Yüce Allah’a sadakatle bağlı kullardır hem de hiçbir meleğin izinsiz iş yapma yetkisi yoktur. Allah’ın kitabına ihanet ettikleri, tahrif ve gizlemenin her türüne başvurdukları, hile ve isyanları Kur’an ile sabit olan Yahudilerin uydurduğu tamamen yalan olan bir hikâyeyi temel alarak “‘İsrâil’ ismi Yakup’a lakap olarak verilmiştir.” demek Yahudi’nin girdiği keler deliğine ondan önce girmek demektir. Bu yalanları “tefsir” adı altında Kur’an’daki kelimelerin karşılığıymış gibi göstermek ise bilerek veya bilmeyerek Yahudi’den daha çok Yahudilik yapıp kendisinin girdiği keler deliğine tüm müminleri de sokmaya çalışmak demektir.
Bunları bir kenara bırakıp Bakara 40. ayette geçen ‘Benî İsrâil’ ifadesine dönecek olursak; bu ifade Türkiye’de diyanet teşkilatı tarafından Asım b. Behdele kıraati ve Ali el-Kari imlası temel alınarak basılan elimizdeki Mushaflarda بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ şeklinde geçmektedir. Fakat az önce hem Zemahşeri hem Kurtubi hem de Prof. Dr. M. Öztürk’ten yaptığımız alıntılarda da belirtildiği gibi bu isim tamlaması diğer kıraatlerde farklı şekillerde okunmuştur. O farklı okuma şekilleri şunlardır:
(*) اِسراييل: İsrayil
(*) اِسراءل: İsrael
(*) اِسراءيل: İsraeyl
(*) اِسراءَل: İsrael
(*) اِسراءَلَّ: İsraelle
(*) اِسراَل: İsrale
(*) اِسْرِاَل: İsriel
(*) اِسْرَالَ: İsrale
(*) اِسراءين: İsrain
(*) اِسرايل: İsrayil
(*) اِسرايين: İsrayin
(*) اِسرءين: İsraiyn
Bilindiği gibi bu farklı okumaların temel sebebi Kur’an’ın ilk el yazmalarındaki yazıda noktalama ve harekelemelerin kullanılmamış olmasıdır. Bu noktada yukarıdaki okuyuşlardan hangisinin ilk el yazmalarındaki yazıma daha yakın olduğunu tespit etmek gerekmektedir. Geleneksel anlayışın tersine, Kur’an’ın ilk yazmalarından binlerce nüsha günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bizzat bu satırların yazarı bile Türk İslam Eserleri Müzesi’nde, nüshaların bizzat fiziki varlıkları olmasa bile, Müze’nin depolarında oldukça hassas bir şekilde korunan binlerce nüshanın yüksek çözünürlüklü fotoğraflarını gözleriyle görmüştür. Elimizdeki Mushaflarda
بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ şeklinde geçen kelime, ulaşabildiğimiz nüshalarda şu şekilde geçmektedir:
Semerkant Nüshası |
اسرتل |
İsrâil kavminin tövbe ve bağışlanma örnekleriBerlin (Ahlwardt 304) Nüshası |
اسرتل |
Berlin (Ahlwardt 305) Nüshası |
اسرتل |
Cambridge Univesty Nüshası |
اسرتل |
Topkapı Nüshası (50385) |
اسرتل |
Topkapı Karatay Nüshası (50386) |
اسرتل |
Topkapı Nüshası (50395) |
اسرتل |
Kur’an’da İsrâil’den çıkarılan genel derslerTopkapı Sarayı Emanet 12 Nüshası |
اسرتل |
Topkapı Sarayı Emanet 13 Nüshası |
اسرتل |
Kahire el-Mektebe el-Merkeziyye Nüshası |
اسرتل |
Paris Nüshası 343 |
اسراتل |
Paris Nüshası 372 |
اسرتل |
Paris Nüshası 399 |
اسرتل |
Paris Nüshası 5122 |
اسرتل |
Paris Nüshası 6430 |
اسراتل |
El yazmalarında bu şekilde geçen اسرتل kelimesini az önce verdiğimiz kıraatlerdeki yazım şekliyle karşılaştırdığımızda heyet olarak bu ifadeye benzeyen kıraatin kelimeyi اسرءلَّ şeklinde okuyan kıraat olduğunu görmekteyiz. Bu ifadenin iki kelimeden oluşmuş mürekkep bir kelime olduğu hususunda ne bir itiraz ne de bir şüphe olması söz konusudur. Bu durumda ifade اسر ve ءلَّ kelimelerinden mürekkep bir kelime olmaktadır. Her iki kelimenin de anlamlarını bulmak için sözlük karşılıklarına baktığımızda, ikisinin de sözlüklerde karşılıkları olduğunu görmekteyiz. Sülasi mücerred fiil olarak “bağlamak, tutsak etmek, takviye edip desteklemek, büyülemek, etkilemek” anlamlarına gelen اسر kelimesi, isim olarak “bedenin tüm organlarının yerinde olması, bütün, hep, esir etmek, bir kabileyi oluşturan tüm aileler, zırh, takviye” anlamlarına gelmektedir. Soy bağını ataerkil bir yapıya göre oluşturan aileler birlikteliğine ‘el-usretü’l ebeviyyetü’, ana erkil bir yapıya göre oluşturan aileler birlikteliğine ‘el-usretu’l umeviyyetü’ denmektedir. Sülasi mücerred fiil kökünde “acıdan bağırmak, hızlı yürümek, dürtmek, kovmak” anlamlarına gelen ءلَّ kelimesi ise isim olarak “sözleşme, ahit, yemin, ant, komşuluk, yakınlık” gibi anlamlara gelmektedir. Bu durumda اسرتل kelimesinin anlamının “ant veren kişi” veya “ant veren aile” gibi anlamlara gelmesi mümkündür.
Aslında Kur’an’ın tamamında geçen ‘Benî İsrâil’ ifadelerinin bağlamlarına baktığımızda, bu ifadenin daima bir ‘misak’ ile birlikte geçtiğini görmekteyiz. Mesela 2/83 – 5/12 – 5/70 gibi ayetlerde geçen وَلَقَدْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۚ bu cümlede ‘Benî İsrâil’ ve ‘misak’ bağı direkt; 2/40, 63, 84, 93 – 4/154, 155 – 5/13 gibi ayetlerde dolaylı olarak ‘Benî İsrâil’ ile alâkalı geçmektedir. Kur’an’da 28 kez geçen ‘misak’ kelimelerinin yarısından fazlasının bağlamında direkt ya da dolaylı olarak ‘Benî İsrâil’ bulunmaktadır. ‘Misak’ ile bağlantılı bir kelime olan ‘ahd’ kelimelerinin bağlamlarının birçoğunda yine ‘Benî İsrâil’ bulunmaktadır. (Mesela; 3/183 – 2/80, 100 – 20/86) Bunun yanında Kur’an’da anlatılan ‘Benî İsrâil’ kıssalarının tamamında bu grubun ön plana çıkan en belirgin özelliklerinin “Yüce Allah’a verdikleri sözlerinden dönmeleri” olduğunu da görmekteyiz. İşte bu durumlar bize ‘Benî İsrâil’ tamlamasının “sözleşme” ile alâkalı bir anlamı olduğunu göstermektedir.
Buraya kadar anlattıklarımızda kelimenin anlamı hakkında “İlla da şudur.” diye bir iddiada bulunmuyoruz. Lakin sırf ses benzerliğinden yola çıkarak Kur’an’da geçen bir ifadenin anlamını İsrâiliyat üzerinden tespit etmenin asla Kur’an ile bağdaşmayacağını söylüyoruz. Bu da yetmezmiş gibi bu kelime temel alınarak oluşturulmuş Yahudi kurgusundan ibaret olan bir tarih anlayışını Kur’an’a giydirmeye çalışmanın, kesinlikle bir tahrif ve saptırma olduğunu söylüyoruz. Yahudilerin hiçbir Allah resulü ile bağları yoktur. Onların ihaneti sadece İsa ve Muhammed’e karşı değildir. Onlar tüm Allah resullerine ve özellikle de peşinden gittiklerini iddia ettikleri Musa’ya ihanet etmişlerdir. Kur’an’da en fazla bunlardan bahsedilmektedir ve ‘Benî İsrâil’ kıssalarının anlatıldığı her yerde onların ne tür ihanetlerde bulundukları uzun uzun anlatılmıştır. Sahte kurgularla İbrahim’in torunu ve şerefli bir Allah resulü olan Yakup’a ‘İsrâil’ deseler, kendilerine de ‘Beni’ diyerek sanki onun risalet mirasını devralan oğullar gibi sahte bir makyaj yapsalar bile onların Yakup ile de hiçbir bağları yoktur.
Evet, Kur’an ‘Benî İsrâil’ diyerek onları kastetmiştir ama ‘Benî İsrâil’ ifadesinin anlamı “Yakupoğulları” değildir. İbrahim’den sonra gelen tüm resuller İbrahim’in öz soyu olmasına rağmen onları bile “İbrahimoğulları” olarak değil de “İbrahim milleti” olarak niteleyen Kur’an, ihaneti, yalanı, Allah’ın kitabını gizlemeyi, tahrifi, isyanı ve resulleri küçümsemeyi karakter hatta din haline getirmiş bu güruhu herhangi bir Allah resulüne nispetle tanımlamamıştır.
-
Âl-i İmrân 94 ve Meryem 58 ↑