Başlıklar
BİLGİYE DEĞİŞMEZ SABİTELERLE YAKLAŞIM
Her gün, her saat hatta neredeyse her saniye değişen bir dünyada yaşamaktayız. Bu değişim hem etrafımızı saran varlıkların bizzat kendisinde hem bizzat her insanın kendisinde hem de varlıklara dair bilgilerde kendisini göstermektedir fakat her türlü kusurdan münezzeh olan Allah bizzat Kendisi’nin değişime konu ettiği şu varlık aleminde yarattığı insandan “değişmez bir inanç” ve “değişmez bir ahlak” sahibi olmasını istemektedir.
Yüce Allah’ın yarattığı bu varlıktaki değişimin anlaşılması için değişmez sabitelerin olması gerekmektedir çünkü her değişim ancak değişmeyen bir sabite olduğunda anlaşılabilir. İşte bu yüzden Allah’a iman ettiğini ileri süren her insanın varlığa değer yüklemeden önce varlıkla ilgili “değişmez varlık tasavvuru”nun olması şarttır. Varlığın kendisi değişken olsa bile her değişime “değişmez açıklama” getirecek bir tasavvur olmadan varlıkla doğru bir ilişki kurmak imkânsızdır.
Değişmez değerlerle varlık tasavvuru
Varlıkla ilgili bilgilerin zemininde işte bu tasavvur değişmez olmalı ve bu değişmez tasavvur değişimin tüm aşamalarında ortaya çıkan bilgiye “asıl” olmalı, ne değişimle ne de değişmeyenle çelişmelidir.
Bir silsile halinde uzayıp giden ve hiç durmayan değişimle beraber değişen, zaman ve mekân içinde farklı tezahürler gösteren varlık tasavvuru asla tasavvur olmaz, olamaz.
Varlık tasavvuru zamanla ve mekânla koşullanmış olmamalıdır çünkü mekân da zaman da varlıktır ve bu varlıklar tasavvuru kuşatamamalıdır.
Zamanın ve mekânın tasavvuru belirleyen rol oynaması durumunda kişinin sahip olduğu şeye “tasavvur” denmesi imkansızdır.
Tasavvurun değişmezliği ise tasavvura temel olan bilginin hem değişmezliğine hem de kuşatıcılığına bağlıdır.
Mesela, her mümin, görünür veya görünmez her bir varlığın Allah tarafından yaratılmış olduğuna iman eder (etmesi gerekir). İşte bu inanç bir müminin tasavvurunda her bir varlığın ‘MAHLUK’ olarak sabitlendiği anlamına gelmektedir.
Bu durumda eşya, nesne, varlık ne kadar değişirse değişsin, değişimin katmanları ne kadar çok olursa olsun her bir varlığın her değişim katmanında sabit değişmez değerinin ‘MAHLUK’ olduğu anlamına gelir.
Bilginin kaynağı ve ilahî sabitlik
Artık bundan sonrasında değişimin kaçıncı katmanı olursa olsun o katmanı anlamanın ilk bilgisi en temelde yatan ‘MAHLUK bilgisi’ olmak zorundadır.
Varlığın ‘mahluk’ olduğu, zamana ve mekâna bağımlı bir bilgi değildir tam tersi her zamanı ve her mekânı da kapsayan bir bilgidir çünkü “mahluk” şeklinde nitelenen her bir nesne, tanımını zamandan ve mekândan değil ‘HALIK’ olandan almıştır.
Nasıl ki varlık tasavvuru, değişmez sabiteler üzerine bina edilmek zorundaysa insan zihninde durmadan değişen, çoğalan, azalan, farklılaşan bilgilerin de değişmez değerler üzerine bina edilmesi gerekmektedir, üstelik bilginin kaynağı ve içeriği ne olursa olsun yine de bu değerler değişmemelidir çünkü bu değerlerde bilginin kaynağının müşahhaslaşması veya bilginin içeriğinin kişilerle şekillenmesi rol oynamamalıdır. Bu değişmezler kaynağın kim ve ne oluşuyla ilgilenmez. Bu değişmez değerler sadece tanımlar üzerine bina edilir.
Mesela, “Kur’an neden sabit ve değişmez değerdir?” şeklinde bir soru sorulsa ve buna cevaben “Çünkü Allah’tan geldi.” şeklinde bir cevap verilse bu cevap bu haliyle doğru bir cevap değildir çünkü bu cevap bilginin kaynağını tanımdan daha çok müşahhaslaştırmaktadır.
Bu soruya verilecek cevap şöyle olmalıdır: “En güvenilir bilgi; zamanın ve mekânın koşullandıramadığı tam tersi zamanı da mekânı da koşullandıran, koşullandırmakla kalmayıp her şekilde zamana, mekâna ve koşullu şartlar altında var olan her bir nesneye her yönüyle hâkim olan birinin verdiği bilgidir. Böyle olan birinin olması durumunda onun verdiği bilgilere şüpheyle yaklaşmak aklın zorunlu gereğine uymamaktır.”
Verdiğimiz bu tanıma karşı çıkacak herhangi bir akıllı varlık olamaz.
Bundan sonrasında iş, önce Yüce Allah’ın bu tanımda belirtilen kaynak olduğunu ve Kur’an’ın da O’ndan geldiğini temellendirmeye kalmıştır.
Haberler ve değişmez değerlendirme ölçütleri
Bir sonraki aşamasında ise Yüce Allah’ın sadece kavramda kalan bir tanım olmadığını, O’nun mevcut bir ZAT olduğunu temellendirmek gelmektedir.
Kabul etmesi zor gelebilir ama günümüz dünyasında Allah’a inandığını iddia edenlerin ezici çoğunluğu ZAT olan bir Allah’a değil, tanım ve kavramdan ibaret olan bir Allah’a inanmaktadırlar. Bu yüzden günümüz müminlerinin hatta yaratıcı bir tanrıya inandığını iddia eden tüm dinlerin mensuplarının Tanrısı, sadece tasavvurlarında oluşan boşlukları dolduran kavramsal bir tanrıdır. (İstisnaları hariç tutarak söyledik.)
Aslına bakılırsa böylesi bir tasavvur tam da felsefecilerin tasavvurudur yani günümüz insanı Tanrı’ya tam olarak felsefecilerin yüklediği değere göre inanmaktadır yani sadece KAVRAM olarak kalan bir “Tanrı”.
Az önce “Nasıl ki varlık tasavvuru değişmez sabiteler üzerine bina edilmek zorundaysa insan zihninde durmadan değişen, çoğalan, azalan, farklılaşan bilgilerin de değişmez değerler üzerine bina edilmesi gerekmektedir.” şeklinde kurduğumuz bu cümlede söylemek istediklerimize gelince:
Günümüz toplumları her an her saniye “kaynağı ya belirsiz ya güvenilmez ya da sahihliği ispat edilemez haberlere” maruz kalmaktadır. Ne yazık ki ‘tasavvur’ kelimesinin kastettiği manayı kavramaktan bile aciz olan insanlar, bu haberlere göre düşünce veya fikir sahibi olduklarını zannetmektedirler. Tıpkı öncekiler gibi haberleri kendilerinde bulunan değişmez sabitelere göre değil de kendi pozisyonuna göre tasnif eden insanlar hem kendilerini hem de toplumlarını haberlerle manipüle edilmiş istikamete yöneltmektedirler.
Oysa her haber, tıpkı varlık tasavvurunda olduğu gibi haberler ne kadar değişken olursa olsun, kimden gelirse gelsin ancak sabit değişmez değerlere göre değer kazanır.
Günümüz insanı haberleri ya kaynağının kendisine uzaklığına veya yakınlığına ya da haber verene bakmadan haberin kendisine olan faydasına veya zararına bakarak değer vermektedir.
Buna güncel bir olaydan örnek verecek olursak: Mesela, kendilerini “bilim insanı” olarak tanıtan günümüz “egyptolog”larını ele alalım: Bu insanlar “Mısırbilim” üst başlığı altında “arkeolog, paleontolog, kronolog, paleograf, filolog vs.” gibi unvanlarla kendilerine yer bulmuştur.
Meseleye “elde edilen bilgiler” açısından yaklaştığımızda, ortaya konulan müktesebat gerçekten göz kamaştırıcıdır. Öylesine kapsamlı bilgiler derlenmiştir ki sırf bunların kataloğunu tutmak için bile devasa bir bilim insanı ordusu gerekmektedir fakat meseleye “BİLGİ DEĞERİ” açısından yaklaştığımızda, derlenen müktesebat dünyanın tamamını kitapla doldursa bile bu bilgilere getirilecek tek tanımlama “YALANA/YANLIŞA YAKIN ZANNİ BİLGİLER” olmaktan öteye geçmeyecektir çünkü tüm bilgilerin en vazgeçilmez değeri olan hiyeroglifler hem kaynak hem içerik hem de keşif açısından yalana yakın zanniliktedir. Fakat literatüründe “bilim insanı” ifadesine “Cebrail” manası yüklemiş olanlar açısından bu bilgiler tasavvurun temel taşıdır.
Hakikaten de Mısırbilim Rosetta Taşı üzerine temellendirilmiştir yani “Mısırbilim” dediğimiz sözde disiplin kendisini bir taşa ve bu taştaki yazıyı doğru okuduğunu iddia eden sömürgeci uşağı bir adama yaslamıştır. Bu temelin arkasında binlerce paleontolog, paleograf, arkeolog, kimyager vs. gibilerinin sıralanmış olması bilginin tanımında eksi ya da artı yönde hiçbir değişiklik yapmaz.
Ne yapılırsa yapılsın (gökteki yıldızlar yere düşse bile) o bilgilerin tek tanımı vardır: YALANA YAKIN ZAN.
Meseleyi Mısırbilim’den çıkarıp günümüz güncel haberlerine (Gazze’ye) getirecek olursak: Bize gelen haberlerin çeşitliliğinden, zanniliğinden, yalanından, doğrusundan bağımsız olarak değişmez, kesin ve reddedilemez bir haber vardır; İsrail denen devlet hiçbir günahı olmayan zavallıları dünyayı parmağında oynatarak katletmektedir.
İşte bu haber değişmez, sabit, kesin ve net bir haberdir. Her Müslüman hatta her insan tavrını, duruşunu, bakışını, vicdanını işte bu kesin habere göre konuşlandırmak zorundadır.
Bu haberi gölgeleyen her haber şeytanın haberidir.
Müminlerin duruşu ve sorumluluğu
Bu haber tevatür bir haberdir ve bu tevatürlüğün NESNEL kanıtları her gün, her dakika, her saniye gözümüzün içine batmaktadır.
Mesela diyelim ki aslında “İran İsrail’in uşağıdır, Hizbullah İsrail’in işbirlikçisidir, Hamas aslında Gazze halkının düşmanıdır.” gibi haberler geldi diyelim; ne olacak? Bu haberler çocukların ölümünü meşru hâle mi getirecek?
Oysa insan olmanın en aşağı kriteri şudur: Tüm yeryüzü, tüm ülkeler, tüm insanlar iş birliği yapmış olsa bile, dünyadaki tüm insanlar Gazzelilerin yok olması hususunda ittifak etmiş olsa bile bu ittifaka dağlar, taşlar, denizler dahil olmuş olsa bile BU ZULÜMDÜR, HAKSIZLIKTIR, ACIMAZSIZLIKTIR, ALÇAKLIKTIR.
Hangi haber hangi kanaldan gelirse gelsin, kim getirirse getirsin, bu hakikat asla değişmeyecektir.
İşte bizim vicdanımızın ve imanımızın kendisiyle şekilleneceği tek hakikat budur, tek haber budur.
İran’ın, Hizbullah’ın, Hamas’ın veya başka her kim varsa onların aynı oyunun parçaları olduklarını varsaysak bile bu, insan olarak, mümin olarak duruşumuzu asla etkilemez. (İran’ın, Hizbullah’ın, Hamas’ın bunun parçası olduğunu söylemiyorum, “VARSAYSAK” diyorum.)
Biz, müminler olarak, orada haksız bir savaşın ve hesabının her insandan sorulacağı haksız ölümlerin ve zulümlerin var olduğunun haberi etrafında birleşmeli ve maddi ve manevi enerjimizi bu habere göre sarf etmeliyiz.
Tekrar edeyim ki nereden ve kimden gelirse gelsin hiçbir haber Gazze’de yaşanan zulmü gölgeleyemez, hafifletemez, meşrulaştıramaz.