Bilgiyi Mumkun Hale Getiren Tek Sabite

BİLGİYİ MÜMKÜN HALE GETİREN TEK SABİTE

فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ
En’âm 6 / 96

Fâliku-l-isbâhi vece’ale-lleyle sekenen ve-şşemse velkamera husbânâ(en) żâlike takdîru-l’azîzi-l’alîm(i)

وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
En’âm 6 / 97

Vehuve-lleżî ce’ale lekumu-nnucûme litehtedû bihâ fî zulumâti-lberri velbahr(i) kad fessalnâ-l-âyâti likavmin ya’lemûn(e)

‘Var’ namına her ne varsa tamamını Yüce Allah’ın var ettiğine bir müminin şüphesi veya sorusu olmaz, olamaz. Tüm sorular ve tüm anlama çabaları bu temel kabulün –ki biz buna “Allah’a iman” diyoruz; üzerine oturmak zorundadır.

Varları var eden Yüce Allah hakkındaki bilgimiz marifete dayalı mutlak bir bilgi değil, razı oluşa dayalı mutlak bir imandır. Bu son cümlenin sebebi “bilgi”nin tarifinden dolayı bu içeriğe sahiptir çünkü “bilgi”nin gerçek manada ‘bilgi’ olması teorik olanın tecrübe edilmesine bağlıdır.

Şöyle ki: Hayatında hiç elma ağacı görmemiş birisi elma ağacı hakkında bilgi sahibi olabilir. Bilgi bu düzeydeyken ona “bilgi” (ilim anlamında) değil, “malumat” (data-veri) denir. Bu kişi ne zamanki kendinde bulunan veriyi tecrübe edeceği bir elma ağacını görür, kendinde olan malumat ile gerçek olan elma ağacı arasında tam bir uyumun olduğunu tecrübe ederse işte o zaman ondaki malumat İLİM (bilgi) olur.

Bilgi ile iman arasındaki temel farklılık

Böylesi bir şeyi ancak ve ancak “VAR EDİLMİŞ” olanlar hakkında tecrübe edebiliriz, “var eden” hakkında böyle bir tecrübeyi elde etmemiz mümkün değildir bu yüzden Yüce Allah hakkındaki bilgimizin temelinde tecrübeyi temel almış bir ilim değil, İMANI TEMEL ALMIŞ BİR İLİM BULUNMAKTADIR.

Bunu bir örnek ile açayım: Mesela, Kur’an bize Yüce Allah’ın ‘el-Evvel’ ve ‘el-Ahir’ olduğunu bildirmekte. Bizim, Yüce Allah’ın ‘el-Evvel’ ve ‘el-Ahir’ oluşunu pratik olarak tecrübe etme imkânımız yoktur çünkü her şeyden önce ‘el-Evvel’ ve ‘el-Ahir’ olanı tecrübe edebilmemiz için bizim de ‘el-Evvel’ ve ‘el-Ahir’ olmamız gereklidir, kendisi HADİS olan bizlerin ‘el-evvel’ olanı tecrübe etmesi imkansızdır.

Meseleye bu açıdan baktığımızda Yüce Allah hakkındaki bilgimizin bizatihi kendileri aslında BİLGİ İÇERMEYEN ya da bize TECRÜBE ederek ilim oluşturacağımız bilgiler vermeyen bilgilerdir.

İşte oluşan bu durumu formüle edecek olursak şöyle bir cümle kurmamız gerekli hale gelmektedir: Tüm var olanlar, var oluşu bilgi vermeyen ama tüm var olanların kendisiyle açıklandığı ve kendisiyle bilgi üretildiği bir VAR’dan var edilmişlerdir.

Karışık olan bu cümleyi anlaşılır hale getirmek için TEŞBİH’e müracaat edelim: Bilindiği üzere insan türü çarpmaya, bölmeye, çıkarmaya ve toplamaya konu olan somut ve soyut şeylerin tamamını ‘0, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9’ rakamları sayesinde yaparlar fakat Matematik, Fizik ve daha başka ilimlerin kendisiyle mümkün olduğu bu rakamların bizzat kendileri asla tecrübe edilemezler.

Meseleye bu açıdan bakıldığında aslında Matematik ve Fizik gibi hesaba konu olan tüm ilimlerin temelinde bu sayılara dair bir BİLGİ değil, bu sayılara dair bir İMAN olduğu anlaşılır. Bu rakamların zatları bilgi vermez ama bilgiyi mümkün hale getirirler. (‘Bilgi’ derken “tecrübe edilmiş bilgi”yi kastediyorum.)

Evet, bu rakamların kendilerine ait bir ZAT’ları yoktur yani VAR değillerdir; Yüce Allah ise VAR’dır. Matematik ve Fizik ZAT’ları olmadığından dolayı tecrübe edilemeyen rakamlar üzerine bina edilmiştir ama VARLIK: Zatı tecrübe edilemeyen bir VAR üzerine bina edilmiştir.

Yüce Allah’ın bilgisinin tecrübe edilemezliği

Varlık düzenini gözlemlediğimizde bu durumun salt Yüce Allah için değil hemen her şey için aynı şekilde olduğunu görmekteyiz. Varlık düzeni, zatları tecrübe edilen ama bizzat kendileri bilgi vermeyen ama bilgiyi mümkün hale getiren VAR’lar bütünü şeklinde kurulmuştur. Yüce Allah’ın var oluşu ile varlıkların var oluşları hakkındaki tek fark, varlıkların zatları GÖZLEME açıktır; Yüce Allah’ın var oluşu ‘el-evvel’ olduğu için tecrübe edilmesi imkânsızdır.

İşte yukarıya aldığımız iki ayete bu zaviyeden bakınca aynı durumu görmekteyiz. O iki ayette şunlar konu yapılmıştır:

  1. SABAH
  2. GECE
  3. GÜNEŞ
  4. AY
  5. YILDIZLAR
  6. KARANLIKLAR
  7. BAHR
  8. BERR

Ayetteki ifadelere biraz odaklanırsak şöyle bir durumla karşı karşıya kalmaktayız. ‘LEYL’ hariç diğer sayılanlar hep bir fiile konu edilmiştir. Sabah yarılmaya, güneş ve ay bir hesaba, yıldızlar yol göstermeye konu edilmiştir. ‘LEYL’ ise ‘SEKENEN’e konu edilmiştir.

Müfessirler ‘SEKENEN’ kelimesine “dinlenme zamanı” şeklinde bir mana vererek kelimeyi ism-i zamana çevirmişlerdir oysa kelime ism-i zaman kalıbında değildir. ‘SEKENEN’ ifadesi Türkçedeki “sakin” anlamındadır. Sakin olmak ise tam bir tepkisizlik halidir.

Şöyle bir soru soralım: Şu evren düzlemindeki zatı olan tüm nesneleri silsek geriye ne kalır? Yıldızları, gezegenleri, meteorları, fiziğe konu olan tüm hareketleri kaldırsak geriye sadece KARANLIK kalır. Karanlık ise kendisi bilgi vermeyen bir şeydir.

Evren düzeni bizzat kendisi bilgi vermeyen ama bilgiye konu olacak her bir varlığın var olmasına imkân veren bir DÜZLEMDE gerçekleşmektedir. O düzlem olmasa hiçbir mukayyet varlık var olmaz yani aslında mukayyet varlıkların MUKAYYET olmasına imkân veren bir zemindir evren düzlemi. Ve o, kendisinde hiçbir hareketin olmadığı, tecrübe edilse bile bilgi vermeyen bir şeydir.

Şu cümleye bakalım: وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًاۜ (vece’ale-lleyle sekenen ve-şşemse velkamera husbânâ(en))

‘Şems’ ve ‘kamer’ ‘Bİ HUSBAN’dır ama bu hesabın var olarak var olması önce KARANLIĞIN sabit olmasını gerekli hale getirmektedir. Bu durum sadece ‘LEYL’, ‘ŞEMS’ ve ‘KAMER’ için geçerli değildir. Bu, hemen her varlık için geçerli bir durumdur. Her varlığın zatı, tecrübe edilen ama bilgi vermeyen fakat her türlü bilgiyi mümkün hale getiren bir ASLA sahiptir. Varlık düzeni tamamen bu kural üzerine kurulmuştur.

Evren düzlemi olmasa mukayyetlik, mukayyetlik olmasa cisimler, cisimler olmasa hareket, hareket olmasa bilgi olmaz. Tersten bakacak olursak mümkün hale gelen her bilgi eninde sonunda bizzat kendisi bilgi vermeyen ama tüm bilgileri mümkün hale getiren bir SABİTE’ye yaslanır.

Her biri başka bir sabite tarafından mümkün hale getirilen her sabite ise eninde sonunda tek bir sabiteye yaslanır: YÜCE ALLAH. 

Her sabiteyi bir başka sabiteden hareketle anlarız çünkü onların sabiteleri HADİS’tir yani MÜMKİN’dir. Bunların sabite oluşları bir başka sabiteyi meydana çıkardıklarında durur fakat Yüce Allah’ın sabite oluşu, sabitelerin her aşamasında aktif bir şekilde hareket eder.

Bu tıpkı Matematik’teki 1 (bir) rakamı gibidir. İçinde 1 rakamının mutlak olarak var olmadığı bir rakam yoktur. Her sayıdan 1 haricindeki tüm rakamları soyutlayabilirsiniz ama 1’i hiçbir rakamdan soyutlayamazsınız ve 1 olmadan hiçbir rakamı anlamlı hale getiremezsiniz. 

Mesela 2.000 rakamını ele alalım. Bu rakama ulaşmak için çok yol bulabilirsiniz. Mesela, 2×1000=2000 … Mesela, 40×50=2000 … Mesela, 20×100=2000 gibi fakat binlerce yol bulunsa bile bulunan binlerce yoldan vazgeçebilirsiniz. O yollar olmadan da o rakama ulaşabilirsiniz fakat 1 olmadan hiçbir şekilde o rakama ulaşamazsınız.

1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+1+……………. = 2000

İşte bundan asla vazgeçemezsiniz. İşte bu durum 1 (bir) rakamının aslında yapılan tüm hesaplamalarda daima AKTİF olması anlamına gelmektedir.

İman bilgiye olanak sağlayan sabit ilkeler

İşte, Yüce Allah’ın sabite oluşu buna benzemektedir. Sadece her zaman aktif değil, aynı zamanda tüm aktifler O’nun aktif olması sayesinde aktif olmaktadır. Tüm aktiflerden vazgeçebilirsiniz ama O’ndan asla vazgeçemezsiniz. İşte böyledir varlık düzlemi.

O iki ayete bakılınca cümlenin اِنَّ اللّٰهَ (İnna(A)llâhe) şeklinde başladığı görülmektedir. Bir şey başka bir şeye mukayyet olarak sabit olur, her şey BİR TEK ZAT’A MUKAYYET OLARAK SABİT OLUR. O’na dair bilgimiz ise mutlak manada tecrübe edilebilir bilgiye değil, mutlak manada tecrübe edilemez İMANA dayanır.

Kimi ahmaklar Yüce Allah’ın Zat’ının tecrübe edilemezliğini “bilgi-iman çatışması” olarak görür oysa bu ahmaklar varlığa gören gözlerle baksalardı bilgiyi mümkün hale getiren tüm sabitelerin ‘tecrübe’ üzerine değil ‘İMAN’ üzerine kurulu olduğunu rahatlıkla görürlerdi. Bu ahmaklar ‘0, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9’ rakamlarını, onların sayı değerlerini, sıralamasını asla tecrübe edemezler, önce bunlara İMAN ederler sonra Matematik ve Fizik yaparlar. 

Bu ahmaklar varlığın çift ve tek oluşunu asla tecrübe edemezler, önce ‘çift ve tek’e iman ederler sonra Biyoloji yaparlar.

Bu ahmaklar VAR oluşu asla tecrübe edemezler, önce VAR olduklarına iman ederler sonra Felsefe yaparlar.

Kısacası bu ahmaklar VAR olanların asli zatlarını oluşturan sabitelerin hiçbirini tecrübe edemezler. Önce iman ederler sonra bilgi üretirler. Farkına bile varamadıkları bu pratik içinde debelenirlerken Yüce Allah’ın varlığın var olmasının tek kaynağı olduğu hususunda da şüphe ederler. İşte ahmaklıkları bundandır.

Kimi ‘Allah’a iman ettiğini’ iddia eden ahmaklar ise İMAN ile BİLGİNİN birbirine rakip iki düşman olduğunu söylemektedir oysa İMAN BİLGİYİ MÜMKÜN HALE GETİREN TEK SABİTEDİR. Bunlar birbirinin rakibi değil, birbirinin İLTİZAMIDIR.

Kavramlar: