Bir Yazıdan Küçük Bir Alıntı

BİR YAZIDAN KÜÇÜK BİR ALINTI

İnsan ve hayvan arasındaki akıl farkı

Müşahede alemindeki varlıklar içinde kendi varlığını anlamlandırmaya çalışan ve “Nereden geldim, nasıl oldum, neredeyim, nereye gidiyorum?” sorularını soran tek varlık insan türüdür. Mesela kendi kategorisindeki varlıklara göre daha akıllı sayılan maymun türleri içerisinde hiçbirinin varlık içinde kendisini anlamlandıracak bir soru sorduğu ve hatta bundan sonrasında da bu soruları soracağı vaki değildir. Tüm hayvanlar ses çıkarabilen ama çıkardığı sesleri “beyana” dönüştürebilen varlık kategorinde değillerdir. Evet, kendi aralarında “konuşma” sayılabilecek bir çeşit dile ve özel ses çıkarma tekniklerine sahiptirler ama çıkardıkları seslerin anlamları “akıl” gerektirecek şeyler değildir. Bir maymunun kendilerine saldırmak üzere olan başka bir hayvanı görüp diğerlerini uyarma adına çıkardığı sesler diğer maymunlar tarafından “Aslan saldıracak, kaçın!” olarak anlaşılmış olabilir. Ama bu anlam bile onlarda akletmek, düşünmek, yaşanılan olayı akıl süzgecinden geçirip ona göre tavır almak gibi bir seviye oluşturmamaktadır. Onlardaki akıl sadece hayatta kalma içgüdüsü boyutunda kalmakta, bu düzeyden daha yukarı çıkmamakta ve çıkamayacağı da ortadadır. Var oldukları günden beri bir başka hayvana yem olma korkusuyla yaşayan hayvanlar bir araya gelerek kendilerini bu tehlikelerden koruyacak bir birlik oluşturamamışlardır. Hayvanların hayatta kalma içgüdüleri akılları ile değil biyolojik özellikleri ile anlam bulmaktadır.

İnsanda da hayatta kalma içgüdüsü vardır ama belki de biyolojik varlık olarak yaratılmış her varlıktan daha zayıf ve daha az özellikli olan insanın hayatta kalma içgüdüsü akılla anlam kazanmaktadır. Pazu kuvvetiyle bir aslanla baş edemeyeceğini bilen maymunların aklederek o aslanı alt edecek teknikler veya aletler geliştirdikleri vaki değildir ve vaki olmayacağı da açıktır. Fakat biyolojik varlığı sineklerden bile daha zayıf olan insan sadece o aslanları avlayacak alet veya teknikler geliştirmekle kalmamış, üstüne bir de onu evcilleştirerek koca bir kediye dönüştürebilmiştir. Çünkü aslan da tıpkı maymun gibi varlık içindeki kendi konumunu anlamlı hale getirecek akıldan yoksundur ve o da “Nereden geldim, nasıl geldim, neredeyim ve nereye gidiyorum?” gibi sorular soracak akıldan yoksundur. Bu yüzden var oldukları günden beri aslanların insanları avlama teknikleri hiç değişmemiştir ama insanların aslanları avlama teknikleri hep değişmiştir.

Biyolojik varlık olarak insanın varlıkların en zayıfı olduğu ve onun hayatta kalma dürtülerinin akılla anlam kazandığı aşikardır. İnsan denilen varlık türünden aklı alınsa varlıklar içinde türü en çabuk tükenecek varlık olacağı da kesindir. Çünkü insanda akıl olmasa onun biyolojik özellikleri diğer varlıklarla baş edecek seviyede değildir.

Az sonra daha detaylıca ele alınacak ama bir anekdot olarak erkenden söyleyelim ki; insan türünün varlık sahnesine çıkışını primatlara dayandıranlar feci şekilde yanılmışlardır. Onlara göre insan ile primat arasındaki tek fark primatlar akılsız insan, insanlar akıllı primattır. Oysa yaşayan primat türlerinin tamamı biyolojik açıdan insandan çok daha güçlü ve çok daha komplikedir. Onlara göre primatlara akıl verilse insan olacaktır, insanlardan akıl alınsa primat olarak ormanlarda daldan dala atlayarak varlıklarına devam edecektir. Heyhat! Primat ve insan biyolojik özellikler açısından asla birbirine denk değildir. Primatlara akıl verilip şehirlere salınsa veya insan türünden akıl alınıp ormanlara gönderilse insanların yaşama şansı asla kalmaz.

Her bir değerlendirme kesinlikle bir referans noktasına ihtiyaç duyar. Bu referansların ya değerlendirecek varlık seviyesinde ya da en fazla bir tık altında veya üstünde olması gerekmektedir. Varlıkları akıl açısından kategorize edenler insanın aklını kendisinden bir tık aşağıda olan primatları referans olarak alabilirler ama biyolojik açıdan insan, primatların bir tık altında değil çok tık altındadır. İşte bu yüzden akıl açısından insanın kökenini primatlara dayandıranlar insanın bir tık üste çıkarak insanlaştığını söylerlerken, öte yandan biyolojik açıdan insanın çok tık alta düştüğünü de söylemiş olmaktadırlar. Yani onlara göre aslı primat olan insan, akıl açısından yükselirken biyolojik açıdan adeta “esfele sefiline” düşmüş yani gerilere hem de çok gerilere gitmiştir. İşte bu durum “akla terstir.” Çünkü primatın insana dönüşmesi ve dönüştüğü şeye razı olabilmesi için önce biyolojik açıdan oldukça gerilemesi ve bu gerilikle hayatta kalması daha sonra akıllı olması gerekmektedir. Yoksa primat halindeyken akıllı olması durumunda primat olmaktan kaynaklanan biyolojik özelikleri elinden çıkarması ve bunun üstüne durumuna razı olup evrimleşmesi akıllı olmak değil, aklı yitirmek olacaktır.

Bu tezat ortada dururken, evrim denilen şeyin varlıkların kendi istekleri ile değil de zorlayıcı başka bir varlığın ve sebeplerin etkisiyle olduğunu söylemek basbayağı bu olayları planlayan ve planladıklarını da varlıkla çelişkisiz bir halde gerçekleştiren bir Tanrı’nın varlığını kabul etmek olacaktır. Bu durumda da evrim teorilerinin tamamı boşa çıkıp anlamını yitirecektir. Çünkü hem evrim teorilerinin tamamı varlığın sadece görünenden ibaret olduğu temeline oturmuştur hem de madem bu evrimi gerçekleştirmek için mutlaka çok akıllı, çok güçlü, çok bilgili bir Tanrı olması gereklidir o halde o Tanrı’nın insan denilen varlığı “evrim” metotları gibi varlık içinde hiçbir karşılığı olmayan metotlar olmadan da yaratmaya gücü yeter demektir. O halde neden insan denilen akıllı ve iradeli varlığın ortaya çıkışı kör tesadüflerle ve anlamsızlıktan anlama doğru bir çizgide anlamlandırılmaya çalışılır?

Modern dünya ve ilahiyata bakış

Kendi anlamını arayan insan, zaman açısından kendisinden önceyi her zaman kendisinden geride saymıştır. Ona göre her geçen gün insan daha akıllanmakta, daha anlamlı hale gelmektedir. Bu anlayışa göre “mutlak akıl” hep ileridedir ve tüm çırpınışları o mutlak akla ulaşmak içindir. Bu akıl türünün, bu düşünme biçiminin ve bu tür düşüncelerden hayata ve varlığa karşı tavır belirleme biçiminin yüzlerce ve hatta binlerce çeşidi olabilir. Ama tüm çeşitlerin altında kümelendiği üst başlık şudur; Varlık, mutlak akıl sahibi bir yaratıcının elinden çıkmamıştır. Varlık anlamsızlıktan anlama, ilkellikten gelişmişliğe doğru gitmektedir. Günümüz dünyasını şekillendiren ana düşünce budur. İşte bu yüzden günümüz dünyasında yaşayan insanlar dünyayı şekilden şekle sokarken Allah denilen “mutlak bir gücü” dikkate almaya değer görmezler. Hatta öyle bir varlığın varlığına bile tahammül edemezler.

Var olduğu günden beri yaratıcısına savaş açmış, O olmadan da mutlak akla ulaşabileceğini zanneden insan türü işte bu saikle bir dünya kurmuştur ve ne yazık ki dünya bu düşüncenin hakim olduğu bir yere dönüşmüştür.

Kavramlar: