Başlıklar
BÜYÜK ANLAMLARIN KÜÇÜK DETAYLARLA GÖRÜNMEZ HÂLE GETİRİLMESİ
Seasrifu ‘an âyâtiye-lleżîne yetekebberûne fî-l-ardi biġayri-lhakki ve-in yerav kulle âyetin lâ yu/minû bihâ ve-in yerav sebîle-rruşdi lâ yetteḣiżûhu sebîlen ve-in yerav sebîle-lġayyi yetteḣiżûhu sebîlâ(en) żâlike bi-ennehum keżżebû bi-âyâtinâ vekânû ‘anhâ ġâfilîn(e)
A’râf suresindeki bu ayet Musa kıssaları bağlamında geçen bir ayettir. Bir önceki ayette Musa’ya verilen “levhalar” ve levhalar üzerindeki “yazı”dan bahsedilmektedir. Bu ayet meal yazarları tarafından şu şekillerde meallendirilmiştir: (birkaç örnek alacağım)
Mustafa İslamoğlu Meali – Yeryüzünde haddini aşarak büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak tutacağım; isterse onlar ilahi kudretin (mucizevi) her deliline şahit olsunlar, yine de ona inanmayacaklar; yine onlar hak yolu görüyor olsalar bile o yoldan gitmeyecek; fakat sapık yolu görünce hemen onu kendilerine yol olarak benimseyecekler. İşte bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onları umursamazlıkları nedeniyledir.
Mehmet Okuyan Meali – Yeryüzünde kibirlenenleri delillerimden uzaklaştıracağım. (Çünkü) onlar, her bir delili görseler de onlara iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. (Fakat) azgınlık yolunu görürlerse yol olarak onu benimserler. Bu durum, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan habersizmiş gibi davranmalarından kaynaklanmaktadır.
Meallerdeki kelime tercihleri ve sonuçları
Edip Yüksel Meali – Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri mucizelerimden çevireceğim. Her türlü mucizeyi de görseler inanmazlar. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama azgınlık yolunu görseler onu yol edinirler. Zira onlar ayetlerimizi yalanladılar ve aldırış etmediler.
Diyanet Vakfı Meali – Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün mucizeleri görseler de iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir.
Diyanet İşleri Meali (Yeni) – Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her ayeti görseler de ona iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama sapıklık yolunu görseler onu (hemen) yol edinirler. Bu, onların, ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan hep gafil olmaları sebebiyledir.
Bunlar ve diğer meallerin kimisinde ilk ‘AYATİYE’ ifadesine “ayetlerim”, ikincisindeki ‘kulle ayatin’ ifadesine “her mucize” anlamı verilmişti. Kimisinde ise her ikisine de ‘ayat’ denmiş ama bu kelimeden “olağanüstü mucizevi olay” kastedilmiştir.
Ayetin başındaki سَاَصْرِفُ عَنْ اٰيَاتِيَ (se esrifu an ayatiye) ifadesine ise “ayetlerinden uzaklaştıracağım” anlamı verilmiştir.
‘Kulla ayet’ ifadesine “bütün ayetler veya ayetlerin hepsi” manası verilmiştir.
‘YERAV’ fiiline “GÖRMEK” manası verilmiştir.
İsim tamlaması olan سَب۪يلَ الرُّشْدِ (sebîle-rruşdi) ifadesine sıfat tamlaması gibi “doğru yol” manası verilmiştir.
Yine bir isim tamlaması olan سَب۪يلَ الْغَيِّ (sebîle-lġayyi) ifadesine de sıfat tamlaması gibi “sapıklık yolu” manası vermişlerdir.
Ve sonuçta karşımıza, inanmayanları ayetlerinden uzaklaştıracağına dair adeta söz veren bir Allah portresi çıkmıştır.
O zaman şöyle bir soru çıkmaktadır: Madem yüce Allah yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerden uzaklaştırmaya söz vermektedir, “Senin doğru yolunda oturacağım.” diyen İblis’i neden uzaklaştırmamıştır? Üstelik o, haksız yere büyüklenmenin en şiddetlisini yapmıştır.
Madem ki Allah “Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerden uzaklaştıracağım.” demiştir, tağuti sistemlerin emri altında kendilerini müminlerin melcesi ilan eden diyanet teşkilatlarını, vakıfları, dernekleri vs. niye ayetlerden uzaklaştırmamıştır?
Madem ki Allah yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerden uzaklaştırmaya söz vermiştir, mealler, tefsirler, kıraatler yoluyla kendisini Kur’an’dan daha büyük görenleri ayetlerden uzaklaştırmamış da onların ayetleri kullanarak insanları saptırmasına müsaade etmiştir.
Tarih boyunca ayetlerden uzaklaştırılan hangi kafir vardır? Mesela, Yahudileri ele alalım. Bırakın ayetlerden uzak tutulmayı, bizzat yüce Allah’ın kitabını gizlemiş, ayetlerini çarpıtmış, içine insan sözü karıştırmış ve kendi elleriyle yazdıklarını ayetlerin yanına koyarak “Bu da Allah katındandır.” demişlerdir.
Mesela, ayetin gayet açık gramerine rağmen ayete yukarıdakine benzer manalar verenler neden ayetlerden uzak tutulmamışlardır?
İsim tamlamasını sıfat tamlamasına çeviren bu meal yazarları neden uzak tutulmamışlardır?
‘KULLA AYET’ … “Ayetlerin hepsi” değil … “HER BİR AYET”
Se esrifu ve anlam aralığı
‘YERAV’ … “Görseler” değil … “ANLASALAR”
‘SEBİLE’R RÜŞD’ … “Doğru yol” değil … “KURGU VE HAYALE DAYANMAYAN DOĞRULUĞUN YOLU”
‘SEBİLE’L ĞAY’ … “Sapık yol” değil … “KURGU VE HAYAL TEMELLİ YANLIŞ İNANCIN YOLU”
Bunun yanında Kur’an’da geçen ‘SEBİLULLAH’ ifadesindeki ‘SEBİL’ kelimesi ile bu ayette iki defa geçen ‘SEBİL’ kelimesi aynı şeyler değildir. Çünkü ‘SEBİL’ kelimesinin Allah’a atfedildiği yerlerde ‘SEBİL’ kelimesine dönen zamir MÜENNES, A’râf 146’daki her iki ‘SEBİL’ kelimesine dönen zamir müzekkerdir.
Ayetin başında geçen ‘SE ESRİFU’ ifadesi “vazgeçirmek, çevirmek” anlamındadır. Fakat kelimenin ‘AN’ harf-i cer’i kullanımlarında “-İ TERKETTİ, -İ BIRAKTI, -İ SARFI NAZARDA BULUNDU” anlamlarına gelmektedir.
Kelimenin Kur’an’daki kullanımlarında “bir şeyi bir halden bir hâle çevirmek” anlamları ön plana çıkmaktadır. Bu kelimenin tek başına “bir şeyi iyiden kötüye yöneltmek” için mi yoksa “kötüden iyiye yöneltmek” için mi kullanıldığı anlaşılmaz.
Mesela,
Ve-iż sarafnâ ileyke neferan mine-lcinni yestemi’ûne-lkur-âne felemmâ hadarûhu kâlû ensitû felemmâ kudiye vellev ilâ kavmihim munżirîn(e)
Bağlama göre yorum ve karşılaştırmalar
SV meali – Bir gün, Kur’an’ı dinlemeye hazır bir grup cini sana yönlendirmiştik. Yanına vardıklarında birbirlerine “Susun!” dediler. Dinlemeleri tamamlanınca birer uyarıcı olarak toplumlarına döndüler.
Mesela bu ayette ‘SARAFE’ kelimesi “cinlerin Kur’an dinlemek için bir halden bir hâle çevrilmesi” olarak kullanılmıştır.
Mesela, ‘SARAFE’L DİNARE’ şeklinde bir cümle kurulduğunda “PARAYI HARCADI.” anlamına gelir ama bunun yanına bir hal kelimesi ekleyip ‘SARAFE’L DİNARE BATILEN’ dersek “Parayı boş yere harcadı.” anlamına gelir, tam tersine yanına ‘Bİ HAKKİ’ şeklinde bir kelime koysak “Parayı hakkını vererek harcadı.” yani “Parayı boş yere harcamadı.” anlamına gelir.
Buna göre ayete dönecek olursak ayetteki mefulü bih olan ifade ayetteki ‘ELLEZİNE’ ifadesidir yani ‘SARAFE’ kelimesi mefulünü direk almıştır. Bu noktada ‘AN AYETİYE’ ifadesinin cümledeki nahiv konumu cümlenin en sonudur.
Hal böyle olunca ayetteki ‘AN AYETİYE’ ifadesi olmadan da cümle tamam bir cümledir. Çünkü ‘AN AYETİYE’ ifadesi Türkçe ifadeyle “dolaylı tümleç”tir.
‘AN AYETİYE’ ifadesini daha sonraya bırakarak ayete meal verecek olursak karşımıza şöyle bir cümle çıkmaktadır:
YERYÜZÜNDE HAKSIZ YERE BÖBÜRLENENLERİ AMAÇLARINA ULAŞTIRMAYACAĞIM / ELLERİNİ BOŞ BIRACAĞIM / HARCAYACAĞIM / BAŞKA BİR ŞEKLE SOKACAĞIM / BAŞKA BİR DURUMA SOKACAĞIM.
Ayetlerin bağlamına bakınca bu sözlerin Musa’nın dağa giderken söylendiğini görürüz. Bu noktada ayetin muhatabının kim/ler olduğunu anlamak gerekmektedir. Bunu anlamak için ayetlerin bağlamına baktığımızda karşımıza iki tane alternatif çıkmaktadır: Bu sözler ya Musa’nın arkasına takılanlar için söylenmektedir, onların içinde haksız yere “o YERDE büyüklenenler” vardır YA DA bir ayet öncesinde (A’râf 7/145) geçen سَاُر۪يكُمْ دَارَ الْفَاسِق۪ينَ (seurîkum dâra-lfâsikîn(e)) cümlesindeki “fâsıklar”dır.
Musa ile beraberindekiler bu yolculuk halinde olduklarından onların bulunduğu yere ‘EL ARD’ denmesi mümkün değildir. O halde ayette geçen ‘FİL ARD’ ifadesi “belli bir yeri” kasteden bir kelime olduğundan kastedilenler başkalarıdır yani ‘DAREL FASİKİN’ ifadesindeki fâsıklardır.
Bunun yanında bir önceki ayetteki سَاُر۪يكُمْ دَارَ الْفَاسِق۪ينَ (seurîkum dâra-lfâsikîn(e)) cümlesinin başındaki fiilde de bir sonraki ayetteki سَاَصْرِفُ (seasrifu) fiilinin başında da ‘SE’ harfi vardır. Sadece bu da değil, ayette geçen ‘KULLA AYET’ ifadesine “mucize” anlamı verilmesi durumunda Musa ile dağa kadar gelenler “ASA, YED’İ BEYZA, KIMIL, KAN, TUFAN, KURAKLIK, DENİZİN YARILMASI, ÖLÜP DİRİLMEK vs.” gibi pek çok mucizeyi ZATEN görmüşlerdir. Ama ayette ‘VE İN YERAV’… “EĞER GÖRSELER” denmektedir.
Bu noktada hemen bir ayet öncesinde geçen سَاُر۪يكُمْ دَارَ الْفَاسِق۪ينَ (seurîkum dâra-lfâsikîn(e)) ifadesindeki isim tamlamasının da MARİFE olduğunu göz önüne aldığımızda bahse konu olan fâsıkların da fâsıkların ‘DAR’ının da Musa tarafından bilinen fâsıklar ve bilinen ‘DAR’ olması gerekmektedir.
Aslında bu yer zaten Musa’nın gitmekle görevlendirildiği yerdir. Oradakiler fâsıklaşmışlardır ve ‘SE ESRİFU’ ifadesi de işte onları bir halden bir hâle çevirmek için kullanılmıştır.
Bu noktada ayette geçen ‘FİL ARD’ ifadesine “yeryüzünde / yeryüzü için / yeryüzü hakkında / yeryüzünden dolayı” gibi anlamlar vermek mümkündür. Fakat bu anlamlar bağlamı belli olan bir olayı BAĞLAMSIZ hâle getirmek anlamına gelecektir.
Bir önceki ayetin sonunda دَارَ الْفَاسِق۪ينَ (dâra-lfâsikîn(e)) ifadesi bu ayette geçen ‘EL ARD’ ifadesinin ta kendisidir yani bahse konu olan ‘ard’ tüm yeryüzü değil O YERDİR.
İşte bu durumda ayetin ilk cümlesindeki ‘FİL ARD’ ifadesine “yer” anlamından yola çıkarak “o yer için / o yerden dolayı / o yer hakkında / o yerin sebebiyle” gibi anlamlar vermek mümkündür.
Ama bir de ‘EL ARD’ ifadesine “soy, kök, köken” anlamı verilmesi durumunda “o kök için / o soydan dolayı / o soy yüzünden” gibi anlamlar da vermek mümkündür veya “o soy hakkında” anlamı da verilebilir.
İşte bu durum “KÜÇÜK GÖRÜLMÜŞ BİR SOY” olduğu anlamına da gelecektir veya “BİR SOYDAN DOLAYI BÜYÜKLENMEK” gibi bir anlama da gelecektir.
Aslına bakılırsa ayetin devamından ‘el ard’ kelimesinin hangi anlamda kullanıldığı gayet açıktır ama hangisi alınırsa alınsın ayetin bağlamını dikkate almadan bu ayetteki cümleyi “Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden uzaklaştıracağım.” şekline çevirmek aslında ayeti kimseye hiçbir şey demeyen, ortaya karışık, kim üstlenirse (ki kimse üstlenmedi / üstlenmiyor / üstlenmeyecek) muhatabı o olan bir söze çevirmek olacaktır.
Bu sözün muhatabı vardır, bu sözün bağlamı vardır, buna göre ayete meal verecek olursak şöyle bir meal olması gerekmektedir (lütfen şuna dikkat edelim, az sonra vereceğim meal çok detaylıca çalışılmış bir meal değildir. Bu ayet benim yaptığım başka bir çalışmadan dolayı gündemime girmiştir. Bu ayetle ilgili gördüğüm bu durumu hem kendim unutmayayım hem de sizinle bölüşeyim diye yazıyorum. Bu yüzden ayete çalışma yapmadan verdiğim meali sonuca gitmiş bir meal olarak anlamayın lütfen… Bu yazı SPONTANE bir yazıdır.)
O YERDE / O YER İÇİN / O YER HAKKINDA HAK OLMADAN BÜYÜK GÖRÜNMEYE (yetkili görünmeye) ÇALIŞANLARI AYETLERİM HAKKINDA ELİ BOŞ BIRAKACAĞIM… ÇÜNKÜ ONLAR HER BİR AYETİ ’ANLASALAR’ BİLE ONLARA İMAN ETMEZLER. EĞER DOĞRULUĞUN YOLUNU / YÖNTEMİNİ ANLASALAR ONU BİR YÖNTEM OLARAK EDİNMEZLER, AMA EĞER SAPIKLIĞIN YOLUNU ANLASALAR HEMEN ONU BİR YÖNTEM EDİNİRLER BUNUN SEBEBİ AYETLERİMİZLE DURMADAN YALAN ÜRETMELERİ VE ONLAR HAKKINDA VURDUMDUYMAZ OLMALARIDIR.