Başlıklar
DEĞERLERİ TANITIP GÖSTEREN BİR ‘HUDEN’
İnsan ihtiyaçları ve öncelik meselesi
“İnsan; fıtratı, yaradılışı gereği ‘üreme, beslenme, sosyal olma, hayatta kalma, barınma’ gibi ihtiyaçlarını önceliyor.” Bu önerme bazı yönlerden tamamlanması gereken yargılar barındırıyor.
Şöyle ki; insanın “ürediği, beslendiği, hayatta kalmak için çabaladığı, sosyal olduğu” reddedilemez bir gerçekliktir fakat insan asla bunları öncelememektedir. Eğer bunları önceleseydi üremek, beslenmek, hayatta kalmak, sosyalleşmek için hayvanlar gibi davranır, bunları birtakım soyut değerlerle sınırlamazdı.
- Üreme arzusu vardır ama her insan her insanla ürememekte, insanlar üreme ihtiyacını gidereceği bireylerde üremeden önce aşk, sevgi, yakınlık, saygı, aynı inançta veya aynı düşünme biçiminde olma ve daha birçok değerler aramaktadır. En basit düşünen bile güzellik, zenginlik, akıllık, iyi huyluluk gibi şeyler aramaktadır. Üreyeceği eş seçiminde öncelik ‘üremek’ olsaydı bunları hiç umursamaması, böyle değerler aramaması gerekirdi. Bu yüzden insan biyolojik ihtiyaçlarını öncelemez, önceleyemez hatta istese bile bunu yapamaz.
- Beslenme de böyledir. Beslenirken beslendiği şeyi beğenmeyi, tat almayı önceler. Her şeyi yemez. Kiminden iğrenerek kaçar, kimine ağzı sulanır. Bunların hepsi biyolojinin tesiri değildir tam tersi biyolojisi ile alâkası olmayan soyut değerlerdir.
- Sosyal olmada da aynıdır. İnsan kendi türünden olanlarla bir arada olmayı önceliyor olsaydı kendisi gibilerle bir arada bulunduğunda mutlu mesut olması gerekirdi. İnsan kendi türlerinden olanlarla bir aradadır ama bu bir arada olma durumu onu mutlu etmemekte, birlikteliğin nitelikler üzerine temellendirilmesi gerektiğine inanmaktadır. Bu yüzden sosyal olmak da insanın önceliği değildir.
- Hayatta kalma çabası da öyledir. Eğer hayatta kalma çabası insanın önceliği olsaydı kendi türüyle savaşmaz, ölmez, öldürmezdi. İnsanların tamamı hangi inançta olurlarsa olsunlar hayatta kalmak için her şeyi yapanlara değil, değerler uğruna hayatlarını feda edenlere gıpta etmektedir ve öyle olanlara saygı duymaktadır.
Bu yüzden evet, insanda üreme, sosyalleşme, beslenme, hayatta kalma dürtüleri vardır ama hiçbir insan toplumu veya bireyi bunları öncelemez ve öncelememiştir de. Bu ihtiyaçlarını değerlerine göre gidermeyi önceler hatta üreme dürtüsü inancıyla çelişirse üreme dürtüsünün değil inancının arkasından gider. Bu yüzden her toplumda zina zinadır. Bu yüzden her toplumda ensest ilişkiden nefret edilir, bu yüzden her toplumda hayatta kalmayı önceleyerek çalan, çırpan, kendi türüne zarar verenler asla sevilmez.
Pekâlâ bu söylediklerimiz “İnsanın rehber edinme ihtiyacı fıtratından mı geliyor?” sorusunun da cevabı olabilir. Evet, insanın üremesi, beslenmesi, sosyalleşmesi, hayatta kalmaya uğraşması onun doğasında olan bir şeydir ama bunlar FITRAT değildir. Kur’an’da ‘fıtrat’ kelimesi sadece insan için kullanılmış, insanın birlikte yaşadığı bitkiler ve hayvanlar için bu kelime kullanılmamıştır. İnsan türünü gözlemlediğimizde, en bozuk inanca sahip toplumlarda bile insanın doğasından kaynaklanan beslenme, üreme, sosyalleşme, beslenme gibi şeylerin bireyin davranışlarını da toplumun oluşumunu da ÖNCELİK açısından etkilemediklerini görmekteyiz.
Aynı şeyler insanın doğasında da vardır ama insandaki bu doğa FITRAT zemini üzerine oturmuştur. Bu yüzden insan, doğasını fıtratına uygun şekilde gerçekleştirmek üzere DEĞERLERE ihtiyaç duyar. Bu değerlerin tamamı soyuttur ve bunlara sadece biyolojik özellikler kullanılarak ulaşılamaz. İnsan kendisini bu değerlere ulaştıracak bir BİLENE (‘huden’) fıtri olarak ihtiyaç duyar yani insan fıtrat sahibi olmasından dolayı kendisini değerlere ulaştıracak, kendisine değerleri öğretecek bir rehbere (‘huden’) FITRİ olarak muhtaçtır.
Mekan, zaman ve değersel konumlama
‘DEĞER’ denilen şeyler varlığın içinde NESNEL karşılıkları olmayan şeylerdir. Bunların hepsi akılla anlaşılan şeylerdir.
İnsan fiziksel olarak varlık ve zaman algısıyla birlikte doğar. Fakat zamanı ve mekânı algılayabilmesi ve zaman ve mekân içerisinde nerede durduğunu bilebilmesi için ona konumunu bildirecek fiziksel (nesnel) sabiteler gerekmektedir. Fiziksel olarak konumunu tespit etmek isteyen biri bunu yapmasını sağlayacak sabiteleri nesnel olarak varlıkta bulur. Güneşi sabite olarak alır, göründüğü istikamete “doğu”, battığı istikamete “batı” der. Bir dağı temel alır ona olan uzaklığını veya yakınlığını ölçer, kısacası zamanı ve mekânı algılayabilecek sabiteleri nesnel olarak bulur fakat kendi DEĞERSEL konumunu bildirecek sabiteleri NESNEL olarak varlığın içinde bulamaz, yoktur çünkü.
Mesela, “Merhamet ırmağı” yoktur ki gidip testisini doldursun, tadına baksın, sertliğini ve yumuşaklığını dokunarak anlasın, görünen bir şey değildir ki ona bakıp nasıl bir şey olduğunu zihninde resmetsin…
Oysa kendisini doğuran kadının biyolojisini görüyor, ona dokunuyor, sütünü emiyor ama bu ona yetmiyor. Bir de kendisini doğuran o kadının kendisine merhamet etmesini, sevmesini, şefkat etmesini istiyor ve hatta bunları ondan görmese emdiği süte de doğum sancılarına da hiç önem vermiyor.
‘Merhamet’ denilen şeyi görmüyor, nesnel bir karşılığı olmadığını da biliyor ama bunu ‘asıl’, emdiği sütü, doğum sancılarını ‘fer’ yerine koyuyor. İşte, her şeye değerini veren bu değer, herkesin kendi kafasına göre içerik yükleyebileceği bir değer olabilir mi? Bunlarla ilgili muhtaç olduğu, onlar olmazsa her şeyin anlamını yitirdiği değerlerin değerini kendisine dosdoğru bir şekilde, tam da muhtaç olduğu biçimde öğretecek bir ‘HUDEN’ olmazsa asla değerlere doğru değer veremez.