Başlıklar
DEĞERLERİN YERİNİ ALAN SINIRLAR
Gördüklerimizi, duyduklarımızı, kokladıklarımızı, dokunduklarımızı, tattıklarımızı, korktuklarımızı, sevdiklerimizi, varlıkları, görünür olanları veya olmayanları, ulaşılabilir olanları, ulaşılamaz olanları, yakınları, uzakları, yanı başımızda olanları, çok ötelerde olanları, soyutları, somutları, zamanımızda olanları, olmayanları, küçüğü, büyüğü, mikroyu, makroyu uzun lafın kısası her bir şeyi aklımızla anlar, aklımızla değerlendirir ve aklımızla yargı sahibi oluruz. Akıl tüm yargılarını değerler (ilkeler) üzerinden verir. Akıl iki kefesi olan bir terazi gibidir. Bir tarafına tartı, diğer tarafına tartılacak şey konulur. Hangi şeyin hangi ölçü birimi ile tartılacağına her aklın sahibi karar verir. Kimisi sıvıyı kilogram ile ölçer, kimisi ağırlığı metre ile ölçer, kimisinin terazisi çok hassastır ölçü birimi olarak kullandıkları bozuktur, kimisinin ölçü birimleri hassastır terazisi dakik değildir. Kimisi yoldan bulduğu taşlarla ağırlık, çalılardan kopardığı dallarla uzunluk ölçer.
Fakat ister terazisi bozuk olsun isterse ölçü birimleri, her insan bir terazi ve ölçüler kullanır.
Akıl ve ölçülerin önemi
Akıl terazisinin doğru tartabilmesi için sınırlar değil ölçüler gereklidir.
Ölçüler sınır olmaz, sınırlar ölçü olmaz.
Bu harita Türkiye haritasıdır:
Bu harita da dünya haritasıdır:
Bu haritaların amacı, kişinin ‘dünya’ denen gezegende nerede yaşadığını bilmesi ve mesafeleri buna göre kafasında tasavvur etmesi içindir. Bu haritalar sadece insanın fiziki konumu ile alakalıdır.
Bu haritalarda sınırlar çizilmiş, şurasına bir ad, burasına bir ad verilmiştir.
Haritalar ve fiziki sınırlar
Bu sınırlar da fiziki durum sınırlarıdır.
Fakat bu harita “DEĞERLER” haritası değildir. Sınırlar değerlerin sınırları değildir.
Yaşadığımız yer bizim değerlerimizin veya AKLIMIZIN sınırları değildir. Değerlerini bu sınırlara hapsedenler akıllarına İLKE değil sadece SINIR koymuş olurlar.
İçinde yaşadıkları ülkelerin sanal sınırlarının akıllarına, değerlerine, imanlarına sınır çizemediği müminlerin eliyle oraların zulümden temizleneceği o günleri bahşetmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
İçine hapsolduğu ülke sınırlarını ‘değer’ zannedip mazlumlar ölürken korunması gereken değerin “ülke menfaati, ülke sınırları” olduğu temeli üzerinden değerlendiren, ölen bebelere ‘FİLİSTİN’ denilen bir sınırın içinde öldürülüyor diye kendi bebeklerinin öldürülmesi gibi bakmayan kör KALPLERİN açılmasını niyaz ediyorum.
Ülke sınırlarını aklının, merhametinin, şefkatinin, Allah’a sadakatinin önüne koyarak merhametine, şefkatine, değerlerine o sınırların gerisinden bakanların taş kalplerinin yumuşamasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
‘İNNA LİLLAH VE İNNA İLEYHİ RACİUN’ demesine ve buna inandığını iddia etmesine rağmen şu dünyanın geçici değerlerine çivi gibi saplanarak paslanıp çürüyünceye kadar tutunanların, tutundukları yerin sadece ‘dünya’ olduğunu anlamalarını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
‘MEN DE SIĞAR İKİ CAHAN MEN BU CAHANA SIĞMAZAM
CEVHER-Ü LA MEKÂN MENEM MEN BU CAHANA SIĞMAZAM.’
Halkı Müslüman olan ülkelerin tağuti rejimleri, bu cihana sığmayacak bir imana sahip olan müminleri ülke sınırlarına sığdırmaya çalışmaktadır. Üretilen politikaların ve siyasetlerin ufkunun darlığı bu yüzdendir. Ahirete iman ettiğini söyleyenlerin, ahiret perspektifiyle siyaset ve politika üretememeleri dünya Müslümanlarını da ufuksuz ve vizyonsuz bir hâle sokmuştur. Ahiretin siyaset ve politika belirleyen bir ÜST DEĞER olduğunu akıllarının ucundan bile geçiremeyenler, politika ve siyasetlerinde hikmet bulacaklarını zannettikleri ‘TAĞUTİ değerlere’ sarılmaktadırlar.
Ahiret sadece ölenlerin mezardan geçecekleri bir mekân değildir. Ahiret, yaşayanların hayatlarının her anlarına davranış kalıpları, plan ve proje geliştirecekleri vazgeçilmesi, unutulması, ihmal edilmesi mümkün olmayan bir ÜST DEĞER, BİR REFERANS DEĞERDİR.
Hem öyle bir referanstır ki yaşayanlar için onun referans olmadığı hiçbir AN anlamlı değildir.
Nefesinde, siyasetinde, politikasında referans değeri ‘ahiret’ olmayanın hiçbir şeyi anlamlı ve doğru olamaz.
Şimdi, Allah’ın ardında bir yerde çocuklar ölmekte, ihtiyarlar, kadınlar ve bebeler ölmekte. Ölen yere sahte bir sınır çizilerek ‘FİLİSTİN’ denmekte. Dünyanın geri kalanında bulunanlar (ki onların bulunduğu yer de Yüce Allah’ın ardıdır), tıpkı çocuklar gibi etraflarına bir çember (sınır) çizmiş ve onları o çemberin içine hapseden dünya değerleri (ki o değerleri de kafirler belirledi) ile meseleye yaklaşmaktadırlar. “Onlar Filistinli biz ise Türkiyeli, onlar Filistinli biz Ürdünlü, onlar Filistinli biz Iraklı, onlar Filistinli biz Tunuslu, Cezayirli, Kazakistanlı, Tataristanlıyız. Bu yüzden meseleye işte bu perspektiften bakmalıyız.” diyerek akıllarınca siyaset üretmektedirler.
Ahiret bir referans değerdir
Bu yüzden merhametleri, şefkatleri, imanları, akılları ‘sınırları’ kadar olmaktadır.
Bir yandan “Size ne oluyor da ‘Allah’ım bizi ehl-i zalim olan bu beldeden kurtar.’ diyen çocuklar, kadınlar ve güçsüzler için savaşmıyorsunuz?” ayetini okurlar, öte yandan “uluslararası hukuk, siyaset, ülke menfaatleri” diyerek mazlumlara sahip çıkmamalarının gerekçesini ileri sürerler. Sanki (hâşâ) Allah “Ey müminler, niye mazlumlara sahip çıkmak için savaşmıyorsunuz?” diye soru sormuş da bunlar da:
- Uluslararası hukuk cevaz vermediği için
- Ülke menfaatlerini korumak için
- Sahip olduklarımızı kaybetmemek için
- Daha kötü duruma düşmemek için
- Sınırlar elvermediği için
- Savaşmak çözüm olmadığı için
demektedirler.