Dinin İtikadi Siyasi Ve Fikhi Alanları

DİNİN İTİKADÎ, SİYASÎ VE FIKHÎ ALANLARI

Bilindiği gibi geleneksel din anlayışı “itikadî, siyasî ve fıkhî mezhepler” şeklinde dinin üç alanını belirlemiştir. Günümüze kadar oluşturulan müktesebat işte bu üç alandaki birikimlerin toplamıdır.

din eğitimleri ve kurumsal ilişkiler

Belirlenmiş bu üç alana tarafsız bir gözle bakacak olursak esasen USÜL açısından yanlış değildir çünkü hayat denilen olgu zaten bunlardan oluşmuştur. Fakat şu da var ki bu üç alan biri diğerinden bağımsız üç alan değil, biri olmazsa diğerleri de olmayan bir bütünü ifade etmektedir. Doğru ve sahih din anlayışı işte bu üç alanın çelişkisiz birlikteliğinden oluşmuştur.

Olaya biraz daha detay katacak olursak bu durumu şöyle açıklayabiliriz: Mesela, fıkhî alanda sahih olarak gözüken bir yasa eğer siyasî ve itikadî olarak sıhhat kaybediyorsa bu durumda tek başına fıkhın sahihliği yeterli olmamaktadır veya tek başına itikadî alandaki sahih bir inanış eğer fıkhî ve siyasî alanlarda sıhhati gideriyorsa bu durumda hepsi sıhhat değerini yitirecektir.

Aslına bakılırsa bu üç alanın birbiriyle çelişkisiz bir şekilde olduğunu Kur’an’da anlatılan resul kıssalarında görmek mümkündür. Fakat bu durumun açığa çıkması için resul kıssalarındaki okumalarımızı resulü merkeze alarak değil, resulün içinde mücadele ettiği toplumları ve o toplumların siyasî, itikadî ve fıkhî durumlarını merkeze alarak okuyabiliriz.

Bu okumaları yapmadan önce “siyasî, itikadî ve fıkhî alan” derken nelerin kastedildiğinin doğru anlaşılması gerekmektedir.

“İtikat” derken bir toplumun üzerine oturduğu ve toplumun varlık sebebi olan meşru inanç sistemini; “siyasî” derken hem meşru hem de yasal olan sistem önermesini; “fıkhî” derken inancı ve siyaseti sahih, meşru ve yasal zemine oturmuş bir toplumun fertlerinin ve kurumlarının meşru ve yasal hak ve sorumluluklarını kastediyoruz.

siyaset ile din arasındaki etkileşim

Şu unutulmamalıdır ki “inancı olmayan, inancı temel almış siyasî bir duruşu bulunmayan, meşru ve yasal çerçeveleri bulunmayan” bir insan topluluğunun kendi içinde organize bir “toplum” olabilmesi mümkün değildir. Bu üç alanı bulunmayan her topluluk sadece “kalabalık” olarak adlandırılır.

Geleneksel dini anlayış siyasî, itikadî ve fıkhî alanlarla ilgili önermeler, kanunlar koyarken veya yaşanan siyasî olaylara birtakım tanımlamalar getirirken hep merkeze SİYASİ OTORİTEYİ almış ve mezhepler buna göre oluşturulmuştur.

Mesela, Emevîler döneminde ortaya çıkmış “Mürcei, Mütezile, Kaderiyye, Cebriyye, Cehmiyye, Haricilik ve Şia” merkeze Emevî otoritesi alınarak tanımlanmıştır.

İşte bu tanımlamalara göre Emevî otoritesinin yasal olduğu ortamlarda ‘Haricilik’ “bu otoriteden uzaklaşma” anlamına gelmektedir. Hakeza Şia da böyledir.

Emevî otoritiesinin merkezde olduğu bir ortamda, toplumda ‘Haricilik’ propagandası yapması asla YASAL olarak tanımlanmamıştır. Veya Sünniliğin YASAL olduğu bir ortamda, toplum içinde ŞİA propagandası yapmak kesinlikle YASADIŞI olarak tanımlanmıştır.

Aslına bakılırsa böylesi toplumlarda yasal ve meşru tanımının tek göstergesi her zaman için sadece siyasî otorite olmuştur.

Cari Müslümanların tarihini baz alarak meseleye tarafsız bakacak olursak Müslümanların tarihindeki mezhep kavgalarının hepsinin temelinde bunun olduğunu rahatlıkla görürüz.

Fakat siyasî, itikadî ve fıkhî alanları temel alarak resul kıssalarına baktığımızda karşımıza çok tuhaf manzaralar çıkmaktadır. Mesela Emevî ve Abbâsîler hanedanlıklarında ‘Haricilik’ propagandası yapmak kesinlikle sonu ölümle sonuçlanan bir şey olmuştur. Ama kafir bir toplum içinde hem siyasî hem itikadî hem de fıkhî olarak var olan toplumunun taban tabana zıt şeylerin propagandasını yapan NUH, herhangi bir siyasi takibe uğramadan serbestçe davranmıştır. Evet toplum ona inanmamıştır ama en nihayetinde o toplum Nuh’u öldürmemiş ve inancını yayması için onu YASADIŞI ilân etmemiştir. Sadece ona “MEŞRU değildir.” denmiştir.

‘Yasallık’ ve ‘Meşruluk’ aynı şeyler değildir.

Yine Kur’an’ın anlattığı en azgın kötü kişilik ve kötü sistem kurucusu olarak tanımlanan Firavun asla inanmadığı Musa’ya inancını yayması için engel olmamıştır. Evet Musa’yı “Seni hapse atarım, seni öldürürüm.” diye tehdit etmiştir ama bunu yapmamıştır. Hatta Musa kazaen de olsa bir adam öldürmüş olmasına rağmen Firavun sisteminde inancını yayabilmiştir.

kutsal anlatıların toplumsal okumaları

Resullerin her birinin geldikleri toplumların onlara karşı davranışlarını titiz bir analize tâbi tutacak olursak hemen hepsinin kendilerine inanmayan toplumlar içinde “dokunulmazlığı olan siyasî bir hareket” gibi hareket ettiklerini rahatlıkla görürüz.

Çocukları öldüren Firavun, yıllarca kendi sistemini yıkmaya çalışan Musa’nın kılına zarar vermemiştir.

Hatta olaya tersinden bakacak olursak, siyasi davranışın dindarlarda daha katı olduğunu da görürüz. Mesela dini iddiası olan BENİ İSRAİL, kendileri gibi olmayanların kendi toplumları içinde yerleri olmadığını dillendirmiştir.

Resul kıssalarını okurken meseleye siyasi ortamın analizi açısından bakarak okursak resullerin karşısında duran toplumların siyasi ve fıkhi davranışlarını da görmek mümkün olacaktır.

Kavramlar: