El Kuran El Kitab El Hikmet

EL-KUR’AN – EL-KİTAB – EL-HİKMET

Bugüne kadar yaptığımız çalışmalar bu üç kavram arasındaki bağın şöyle bir sonucu olduğuna getirdi bizi: “‘el-Kur’an’ sebep, ‘el-Kitab’ sonuç, ‘el-Hikmet’ ise sebep ve sonuç arasındaki bağdır.” Vardığımız bu yargı elbette temellendirilmelidir çünkü hangisinin sebep, hangisinin sonuç ve hangisinin aradaki nedensellik olduğunu söylemek ıslak parmakla rüzgârın yönünü tespit etmek gibi değildir.

Temellendirmeden önce vardığımız yargıyı kalıcı bir formül haline getirecek olursak şöyle dememiz gerekir:

  • ‘el-Kur’an’: ‘el-Kitab’ın sebebi.
  • ‘el-Kitab’: ‘el-Kur’an’ın sonucu.
  • ‘el-Hikmet’: Hem sonuçtan sebebe hem de sebepten sonuca ilişki kurdurabilen bağ.

Sebep ile sonucun yerlerini değiştirmek mümkün değildir fakat aradaki bağın sebepten-sonuca ve sonuçtan-sebebe şeklinde olması sebebin sonuca, sonucun da sebebe bedel olacağı anlamına gelmektedir.

Bu ilk bakışta “yumurta-tavuk” meselesini andırmaktadır ama işin aslı öyle değildir. “Yumurta-tavuk” meselesi de bir zihin aldatmacasıdır aslında çünkü bir meseleyi “yumurta-tavuk” ikileminde anlamak ikisinden ötesini kabul etmemektir aslında yani işin içine üçüncü bir taraf karıştırılmayınca içine düşülen kısır bir döngüdür bu.

Şu, var oluşun kuralıdır: Hiçbir “hadis” kendi kendini var edemez; her hadis kendisini var eden bir ‘el-Evvel’e yaslanmak zorundadır.

Metin ve Tanrı Sözü Kavramı

Bu açıdan Kur’an ‘hadis’ yani mahluk değildir çünkü o ‘el-Evvel’ olanın ilmidir yani Kur’an ‘el-Evvel’ olanın ilminin ta kendisidir; ‘el-Kitab’ ise ‘el-Evvel’ olanın ilminin ta kendisi değil, ‘el-Evvel’ olanın ilmiyle var edilendir. Böyle olmak zorundadır çünkü ‘el-Kur’an’ var olmak için bir nesne tarafından temsil edilmeye muhtaç değildir. O nesnesiz de var olabilir fakat ‘el-Kitab’ var olmak için bir nesne tarafından temsil edilmek zorundadır.

Tarihte yaşanan “Kur’an halik midir, mahluk mudur?” tartışmasının bir kısır döngü oluşturması (kanaatimce) bu tartışmayı çıkaranların ‘el-Kitab’ ile ‘el-Kur’an’ kelimelerini AYNİLEŞTİRMİŞ olmalarından kaynaklanmaktadır.

Biraz önce biz sebebin sonuca, sonucun da sebebe “bedel” olabileceğini söyledik. “Bedel olmak” demek iki şeyin AYNİ olması demek değildir.

Bedel ve mübdelün minh iki ayrı şeydir ve asla biri diğeriyle ‘her konuda’ aynileşmez sadece BİR konuda aynileşir ki bu aynileşme de nesnel manada değildir.

Mesela, ‘el-Kuran’ ve ‘el-Kitab’ kelimelerinin birbirlerine bedel olmalarını ele alalım. İkisi arasındaki bu bedel ilişkisi her konuda değildir, sadece bir konudadır.

Mesela, şöyle bir örnek verelim: “Bu araba Zeyd ve eşinin arabasıdır.”

Bu örnek cümlede Zeyd ve eşi sahiplik olma açısından AYNİdir yani biri diğerinin bedelidir. Ama arabayla ilgili başka bir konu olduğunda bu aynilik geçerli değildir. Başka konuda da bir aynilik varsa bunun başka bir cümle ile veya atıfla cümleye dahil edilmesi gerekmektedir.

Mesela, “Bu araba ve römorku ve garajı ve örtüsü Zeyd ve eşinindir.”

Bunun tersi olarak; “Bu araba Zeyd’in, eşinin, annesinin, babasının ve çocuklarınındır.”

Bedel ve mübdelün minh arasındaki ilişkinin bir başka boyutu ise tarafların aldığı sıfatlardır.

Mesela, şu cümleyi ele alalım: “Bu araba, cömert Zeyd’in ve cimri eşinin arabasıdır.”

Bu cümledeki tarafların sıfatları BEDEL’in konusu değildir.

Sıfatlar bedel ve mübdelün minhi ayrı ayrı tanıtıcı ifadelerdir yani nasıl birinin nasıl biriyle bedel ilişkisi olduğunu belirtir.

Şimdi, bu örnekler üzerinden ‘Kur’an’ ve ‘el-Kitab’ kelimesi hakkında da bir örnek verecek olursak: Mesela Kâf suresinde ve Bürûc suresinde ‘el-Kur’an’ için şunlar denilmektedir:

بَلْ هُوَ قُرْاٰنٌ مَج۪يدٌۙ
Bürûc 85 / 21

Bel huve kur-ânun mecîd(un)

قٓ۠ وَالْقُرْاٰنِ الْمَج۪يدِۚ
Kâf 50 / 1

Kâf velkur-âni-lmecîd(i)

‘el-Kuran’ ve ‘el-Kitab’ kelimeleri arasındaki “bedel” ilişkine dair de şu ayeti örnek getirelim:

الٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْاٰنٍ مُب۪ينٍ
Hicr 15 / 1

Elif-lâm-râ tilke âyâtu-lkitâbi vekur-ânin mubîn(in)

Buna göre bu ayetteki ‘MUBİN’ sıfatı aynı zamanda ‘el-Kitab’ın sıfatı değildir.

طٰسٓ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ وَكِتَابٍ مُب۪ينٍۙ
Neml 27 / 1

Tâ-Sîn tilke âyâtu-lkur-âni vekitâbin mubîn(in)

Bu ayetteki ‘MUBİN’ sıfatı da aynı zamanda ‘el-Kur’an’ kelimesinin sıfatı değildir.

Her iki kelimenin ‘MUBİN’ sıfatlarını ayrı ayrı almaları, onların ‘mubin’liklerinin de kendilerine HAS olduğu anlamına gelmektedir yani ‘el-Kitab’ın ‘mubin’liği eşittir ‘el-Kur’an’ın ‘mubin’liği değildir.

Kitabın Yorumlanması ve Anlam Katmanları

Hatırlanacağı üzere derslerimizin pek çoğunda MEVZU-MÜHMEL ilişkisinden bahsetmiştik. Bu ilişki müpteda-haber ilişkisinden birazcık farklıdır. Aslına bakılırsa ‘mevzu’ ve ‘mühmel’ kelimeleri NAHVin kelimeleri değil, felsefenin kavramlarıdır.

Ama meseleye ister nahiv ister felsefe açısından yaklaşalım, mevsuf-sıfat ilişkileri hem müpteda-haber’in hem de mevzu-mühmel’in konusudur çünkü epistemolojik açıdan her sıfat aynı zamanda bir HABERDİR.

Kitap – “Mavi kitap.” – “Kitap mavidir.”

“Mavi kitap.” ile “Kitap, mavidir.” arasındaki fark ‘MAVİ’ kelimesinin ‘Kitap’ kelimesine izafe ediliş biçimi açısındandır yoksa sonuç açısından bir fark yoktur.

Yine derslerimizde her kelimenin nitelik ve nicelik açısından izafe edildiği MÜPTEDAYA göre anlam kazanacağını söylemiştik (ki bu biraz nazım teorisidir).

İşte meseleye bu açıdan yaklaştığımızda,

‘EL-KURANU’L MÜBİN’ ‘EL-KİTABU’L MÜBİN’

ifadelerindeki ‘mubin’ sıfatı, mevsufuna göre anlam kazanacaktır.

‘Mubin’ kelimesine verilmesi gereken muhtemel anlamlar hem ism-i fail hem de ism-i mef’ul anlamlar göz önüne alınarak verilmelidir çünkü her ikisi için de aynı kalıp geçerlidir.

Dil, Metafor ve Metinsel Gerçeklik

Buna göre;

‘MUBİN’: “AYIRAN/AYRILAN” – “BEYAN EDEN / BEYAN EDİLEN” – “BENZERLERİ AYIRAN / BENZERLERİNDEN AYRI KILINAN” şeklindeki tüm anlamlar göz önüne alınmalıdır.

Meseleye bu açıdan bakıldığında ‘el-Kur’an’ kelimesinin ‘MUBİN’ oluşu ile ‘el-Kitap’ kelimesinin ‘MUBİN’ oluşu aynı değerde ve aynı nitelikte değildir.

Bunu bir örnekle açıklayalım:

“AÇIK PENCERE” / “PENCERE AÇIKTIR”

“AÇIK KAPI” / “KAPI AÇIKTIR”

Takdir edilmelidir ki pencerenin açıklığı ile kapının açıklığı her yönüyle aynı değildir sadece bir yönüyle aynıdır ve o da açık olmaktır yoksa “pencere” ve “kapı” iki aynı cisim değildir. Birinin açılması ile diğerinin açılması farklıdır.

İşte tıpkı bunun gibi ‘Kitab’ın ‘mübin’liği ile ‘Kur’an’ın ‘mübin’liği aynı değerde değildir.

‘El-Kitab’ kelimesi yapısı ve nesnel karşılığı itibariyle bir ‘el-Evvel’i zorunlu hâle getirmez, o bir ‘MUCİD’i zorunlu hâle getirir fakat ‘el-Kur’an’ kelimesi kesinlikle bir ‘el-Evvel’i zorunlu hâle getirir.

Tarihsel Bağlam ve Metin İlişkisi

Aradaki farkı basitçe şu şekilde belirtebiliriz: ‘el-Kur’an’ kelimesinin temel anlamında “okumak” vardır fakat her okumanın amacı kesinlikle “öğrenmek, haberdar olmak ve bilmek”tir.

“Yazı” ise okunan şeydir fakat okunan şeyden yani yazıdan öğrenilecek, haberdar olunacak ve bilinecek bir şeyin çıkması yazının o karakterde ve o amaçla yazılmış olması anlamına gelmektedir. Bu durumda yazıdan çıkan anlam aslında yazıdan öncedir hatta yazının yazılma sebebi bizzat yazının kendisi değil o anlamdır yani hiçbir yazı “sadece yazılmak için” yazılmaz, “sadece yazı ortaya çıksın” diye yazılmaz. Eğer “sadece yazı ortaya çıksın” diye yazılmış olsaydı “şhfahowyfaiılb abgf879ğhalkjb lklşşşjanakalyeüğpoıuytrewdfghlnbybnjık” bunun da anlamlı olması gerekirdi.

Dilbilimciler, kelamcılar ve filozoflar varlık kategorilerini şöyle tanımlamışlardır:

  • ZİHNİ VARLIK
  • LAFZİ VARLIK
  • HAKİKİ VARLIK

(Kanaatimce) Bu eksik bir tasniftir. Bu tasnife ‘KİTABİ VARLIK’ kategorisinin de eklenmesi lazımdır çünkü lafzın ses oluşu ile yazı oluşu arasında kesinlikle büyük bir fark vardır.

Bu açıdan ‘el-Kitap’ ve ‘el-Kur’an’ arasındaki “bedel” oluş durumlarına baktığımızda ‘el-Kitap’ ile ‘el-Kur’an’ arasında nesnel manada bir zorunluluk ilişkisi yoktur.

‘el-Kitap’ ve ‘el-Kur’an’ arasındaki zorunluluk ilişkisi nesnel (ontolojik) değil, EPİSTEMOLOJİK yani İLMİ bir zorunluluktur.

‘Kur’an’ ile ‘Kitap’ arasına bir çizgi çizsek bu çizginin kesinlikle zihin, akıl, dil, lafız şeklinde ara duraklarının olması gerekmektedir.

Aslına bakılırsa varlık düzenine baktığımızda sadece epistemolojik olarak değil ontolojik açıdan da varlıklarla insan arasında bu ara duraklar vardır.

Mesela, hiçbir bitkinin üzerinde “Ben yenmeye müsaidim.” yazmaz, insan o bitki ile yemek arasında önce ilmi bir bağ kurar sonra yer. Hiçbir etin üzerinde “Ateşte pişirilmem durumunda lezzetli olurum.” yazmaz, insan bunu öğrenir, sonradan öğrenir.

Bir bitkinin kendisi ile yenmesi arasındaki çizgideki ara duraklar, duyular ve duyular yoluyla elde edilen bilgilerdir fakat yazı ile hakiki varlık arasındaki ara duruklarda duyular yoktur.

İşte tıpkı bunlar gibi ‘el-Kitap’ ve ‘el-Kur’an’ arasındaki çizgide bulunan ve ara durakları açığa çıkaran şey ‘HİKMET’tir.

‘Hikmet’; ‘el-Kitap’ ve ‘el-Kur’an’ arasındaki aracı değildir tam tersi insan ile bunlar arasındaki aracıdır.

İnsan zihninin, aklının, kalbinin, sudur’unun ve tüm anlama yetilerinin ‘el-Kur’an’ ile ‘el-Kitap’ arasındaki İLAHİ çizgide anlam bulması için aracıdır.

Bu ‘hikmet’in insan dilindeki karşılığı “GRAMER / NAHİV / DİLBİLİM” gibi şeylerdir.

‘Hikmet’, Kur’an’ı veya kitab’ı ‘mubin’ hâle getirmek için değildir çünkü bunlar doğaları gereği zaten ‘mubin’dirler. ‘Hikmet’, insan türünü bu ‘mubin’liğe maruz bırakarak onu da ‘MUBİN’ hâle getirmek içindir.

Sadece Kur’an değil, anlamı olan hiçbir yazının doğasında “hafi, mücmel, müşkil veya müteşabih” olmak yoktur ve asla olamaz da.

Mesela, ‘я с вами разгавариваю’ cümlesi sizin açınızdan “hafi, müşkil, mücmel ve müteşabih” olur ama bizzat yazının kendi doğasında bunlar yoktur.

Herhangi bir anlam bir yazıya veya bir söze dönüştürülmüşse o artık ‘MUBİN’dir.

O sözün anlaşılmaması, müşkil olması veya başka bir anlama problemi yaratması YAZININ değil, yazıya maruz kalanın durumudur.

(Çok daha kapsamlı ele alınması gereken bu konuyu nazarlarınıza tevdi ediyorum.)

Kavramlar: