En Sıradan Müminlerin Sıradan Davranış Kalıpları

EN SIRADAN MÜMİNLERİN SIRADAN DAVRANIŞ KALIPLARI

Kur’an insanlara ASGARİ üzerinden emirler ve veya tavsiyeler verir. Aslına bakılırsa bunu da hemen herkesin bildiği “BİZ İNSANA GÜÇ YETİREMEYECEĞİNİ YÜKLEMEYİZ.” ifadesi üzerinden çerçeveye bağlamıştır. ASGARİ sınırlar aşılmaması gereken sınırlar değil, daha aşağısı yapılmaması gereken sınırlardır. Özellikle Kur’an’ın müminler için önerdiği davranış kalıpları bu temel üzerine bina edilmiştir.

Mesela, zekât verilmesi emredilmektedir. Kur’an’da bunun miktarı hususunda hiçbir şey söylenmemiştir, “sadaka verin” denmiştir ama miktar yoktur, “infak edin” denmiştir ama miktar yoktur çünkü güç yetirebilmek bir çerçevedir. Bu öyle bir çerçevedir ki her durum ve şart için yanılmaz ve şaşırmaz bir şekilde işleyebilen bir ölçüdür.

Peki, KİMİN NEYE GÜÇ YETİREBİLDİĞİNİ KİM BELİRLEYECEKTİR? Mesela, birçok ayette “KENDİLERİ MUHTAÇ HALDEYKEN BAŞKALARINA VERİRLER.” deniliyor.

Şöyle de sorabiliriz: “Kendileri muhtaçken başkalarına verirler.” ifadesi “güç yetirebilme” ölçüsünün ÜSTÜNE çıkmak mıdır, değil midir?

Verebiliyorsa güç yetirebiliyordur, uzun süre daha azla yetinmeyi göze alabiliyordur. İşte güç yetirebilmenin ölçüsü MÜMİNİN KENDİSİDİR. İmanı ona neyi göze aldırıyorsa işte odur onun üst sınırı.

وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَحْسُورًا
İsrâ 17 / 29

Velâ tec’al yedeke maġlûleten ilâ ‘unukike velâ tebsuthâ kulle-lbesti fetak’ude melûmen mahsûrâ(n)

İsrâ ayetinin asgari mesajı

Erhan Aktaş meali – Elini bağlayıp boynuna asma. Onu büsbütün de açma. Aksi halde kınanırsın ve yaptığına pişman olur kalırsın.

İsrâ suresindeki bu ayet herkesin uygulaması gereken sınırları belirlemekte ama bundan daha aşağısına da düşülmemesini istemektedir.

Ne yazık ki bu ayetteki وَلاَ تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَّحْسُورًا (velâ tebsuthâ kulle-lbesti fetak’ude melûmen mahsûrâ(n)) ifadesi “BİRİKTİR” şeklinde anlaşılmıştır, sanki elindeki her şeyi Allah için verince “kınanır ve yaptığına pişman olursun” şeklinde bir söylem varmış gibi anlaşılmıştır.

Ya her şeyin veren hiçbir kınayıcının kınamasına aldırmıyorsa, ya herşeyini veren asla pişman olmuyorsa…

Bu ayeti müktesebatın anladığı gibi anlasak yine onların anlattığı siyere göre Muhammed bu ayete uymamıştır çünkü sadece kendisinde olanları değil, sadece kendi malını değil, karısının ve akrabalarının malını da son kuruşuna varana kadar infak etmiştir.

Kim kınamıştır Muhammed’i, Muhammed oturup pişman mı olmuştur?

İşte Musa, dayandığı asasından başka elinde ne vardır?

İşte İbrahim, misafirlerine sunduğundan başka nesi vardır?

İşte Nuh, etrafına topladığı ERZALİNDEN başka nesi vardır?

Neyse, işte bunların hepsi LAT SINIRLARDIR. Yani ASGARİLERDİR.

Namaz da öyledir. Yüce Allah beş vakit demiştir ama “Beş vakitten fazla kılarsan seni cehenneme atarım.” dememiştir.

Yüce Allah “Kur’an’dan kolayına geleni oku.” demiştir ama “Zor geleni okursan seni gebertirim.” dememiştir.

Abdest de böyledir… “Asgarisi budur, bundan aşağısını yapmayın.” demektir o.

Mesela, “Başınızı MESH edin.” diyor… “Başınızı tamamen yıkarsanız sizi mahvederim.” demiyor. “Yüzünüzü yıkayın.” diyor ama “Yüzünüzü sabunla yıkarsanız sizi ateşlerde yakarım.” demiyor. “Başınızı mesh ederken saçlarınıza düzgün bir biçim verirseniz sizi yok ederim.” demiyor.

Abdestte asgari sınır ve esneklik

“BU ALT SINIRIN ALTINA İNMEYİN.” diyor.

Yeryüzünde, icat edilmiş dinlerin hiçbirinde temizliğin bir ibadet şekline getirildiği, temiz olmanın vazgeçilmez bir davranış kalıbı haline getirildiği ve bunun SÜRDÜRÜLEBİLİR olmasını sağlayan ikinci bir ideoloji, din, felsefe vs. bulmak kesinlikle mümkün değildir.

Mezheplerin ‘CERRİ CİVARİ’ diyerek abdest üzerinde ihtilaf etmeleri o kadar komik ve ahmakça ki dayanmak mümkün değildir. Yahu, mesh üst sınır değildir, ALT SINIRDIR… Bunu sanki “Bundan fazlasını yaparsan ayaklarını yakarım.” diyormuş şekline çevirmek nasıl bir kafadır anlamak mümkün değildir.

Yüce Allah bunları insanlara emrederken ırmak kenarındaki adamı veya grand tuvalet giyinmeyi kendine moda edinmiş adamı göz önüne almış gibi meseleye yaklaşmak her şeyi mahvediyor.

Yüce Allah tüm insanlığı ve insanlığın karşılaşabileceği tüm durumların EN ALT SINIRINI temel alır.

(Bazen bildiklerimi söylemek bana zor geliyor çünkü kazara bazı konularda müktesebat ile görünürde aynı şeyleri söylediğimde (mesela ittifak ve tevarüs gibi) “R.D. bugüne kadar söyledikleri ile çelişiyor.” söylemleri gırla gidiyor… Oysa hep dedim hep diyorum hep diyeceğim; gök üzerime düşse, yer beni yedi kat dibe çekse, insanlar beni parça parça edip her bir parçamı kuşlara yedirse, cinler ve insanlar birleşip karşıma dikilse “KUR’AN TEK KAYNAKTIR, ondan başka kılavuz yoktur.”)

Yoksa evet, Allah beş vakit namaz emretmiştir ama “Fazladan kılanı öldürürüm.” dememiştir. Her ne husus olursa olsun YÜCE ALLAH’IN EMRETTİĞİNDEN FAZLASINA “ALLAH EMREDİYOR.” DEMEK KESİNLİKLE ŞİRKTİR.

Mesela, “ALLAH ALTI VAKİT NAMAZI EMRETTİ.” DEMEK KESİNLİKLE ŞİRKTİR ama abdest alırken burnunu temizleyen adama “Sen şirk işledin.” denmiyor, “Abdest alırken burun temizlemeyi Allah emretti.” demek KESİNLİKLE ŞİRKTİR.

Malının hepsini Allah için feda eden adam kalkıp “ALLAH BUNU EMRETTİ.” dese bu kesinlikle ŞİRKTİR ama bunu demeyip “Allah, ‘gücün neye yeterse’ dedi, ben malımın tamamını vermeye güç yetiriyorum.” diyene de “Sen Allah’a karşı geldin.” denmiyor.

Neyse, bu uzun bir mevzu, özetle (vel asre): Kur’an’da müminlere emredilen ve önerilen davranış kalıpları en asgari temel alınarak emredilmiştir, abdest de böyledir.

Asıl olan, emredilenler yapılırken kişinin emredilen şeyleri yaptığını biliyor ve buna kastediyor olmasıdır… Mesela, kazara nehre düşen bir adam abdest almış sayılmaz ama abdest almaya kasteden bir adam el, yüz, baş, ayak yanında burnunu temizlese, ağzını çalkalasa bu da yapılanı BOZMAZ.

Tuhaf olan nedir bilir misiniz?

Mesela, tüm malını Allah için feda etmeye kalkışan adama “Sakın böyle yapma, yoksa sen de muhtaç duruma düşersin.” deniliyor ya (öyle demiyor ama öyle kabul edelim), insanlar bunu alıyorlar ve verme durumunda olan insanlara bir bariyer haline getiriyorlar… Ne yani, Allah “Malının hepsini verirsen ben bunu kabul etmem, sana kârlılık vermem hatta bir de üstüne sana ceza veririm.” mi diyor?

Peki, insanlar neden bunu bir bariyer haline getirir?

EL-CEVAP: Çünkü onlar da öyle yapmadıkları için kendilerini kötü hissedeceklerdir de ondan, çünkü kendileri sahip olduklarından vazgeçmek istemiyor da ondan…

Bu adamlar burada VERENE bariyer koyuyorlar da ALANA hiç bariyer koymuyorlar… Yani bir adam sana malının hepsini verirse “ALMAM” diyen kimse yok…

Yani ALMANIN ALT SINIRI YOK AMA VERMENİN ALT SINIRI VAR, ÖYLE Mİ?

“BEN İHTİYACIMDAN FAZLASINI ASLA ALMAM.” diyen kimse yok…

Bu yüzden -tağut bile olsa- T.C. yardım dağıttığında tokluktan geberenler de sıraya giriyor, T.C. dar gelirliler için bir konut kampanyası başlatsa sıraya girenlerin neredeyse %80’i ihtiyacı olmayanlardır… Ha pardon, unuttum, O tağut… Bu yüzden onu aldatmak olur, bu yüzden ona karşı olmadığın gibi görünmek olur…

Aylardan Ramazan ayı, bilirsiniz, Ramazan olunca herkes yardım paketleri dağıtır. Yer Erzurum’un dağ köylerinden biri… Elinde yardım kolisi olan biri bir evin kapısını çalıyor… İhtiyar bir kadın çıkıyor ve diyor ki “Evladım, bizim ihtiyacımız yok, şükür Allah’a, yemeğimiz var, sen onu ihtiyacı olana ver.”

İŞTE BU, ALMANIN ALT SINIRIDIR. Bundan aşağısı tiksindiricidir…

“Sakın verme.” diyen çok var ama “SAKIN ALMA.” diyen kimse yok.

Zenginleri “vermeye” üst sınır, fakirleri “almaya” alt sınır koyan her toplum çürümüştür. Yani VERMEYİ SINIRLAYIP ALMAYI SINIRLAMAYAN HER TOPLUM ÇÜRÜMÜŞTÜR.

Öyle bir toplum hayal edin ki malının tamamını infak eden bir adamın malını kimse almıyor, “olmaz” diyorlar, “kabul etmeyiz” diyorlar…

Öyle bir toplum hayal edin ki “Hiçbir sınır olmadan GELİN VEREYİM.” diyen devletin kapısına sadece gerçek ihtiyaç sahipleri gidiyor ve ihtiyacından fazlasını asla almıyor.

Öyle bir toplum hayal edin ki meydanlara yığınlarca altın yığılıyor ve “İhtiyacı olan alsın.” denilerek başına bekçi bile dikilmiyor ama ihtiyaç sahibi olan biri gelip sadece ihtiyacı olanı alıyor. O da ihtiyacının en alt sınırını alıyor…

Vermek ve almakın toplumsal sınırları

İŞTE BU, MÜMİNLER TOPLULUĞUDUR. (Ama sadece hayaldir) …

Allah aşkına ey müminler; KENDİNİZİ VERMEMENİN ALT SINIRINA VEYA YAPMANIN ALT SINIRINA MAHKÛM ETMEYİN… ALLAH AŞKINA, KENDİNİZİ ALMANIN SINIRSIZLIĞINA ALIŞTIRMAYIN…

VERMEK SINIRSIZ, ALMAK SINIRLIDIR… İYİ OLANI YAPMAMAK SINIRLI, YAPMAK SINIRSIZDIR…

BURNU YERE DÜŞSE SIRF EĞİLMEMEK İÇİN ALMAYAN KİŞİLİK SAHİPLERİNDEN OLUN… (Devesinden altın sopasını düşürdüğü halde ALAN ADAM olmamak için kimse kaldırıp ona vermesin diye görmezden gelen, “benim değil” diyen adam olun.)

Bu sadece verme ve alma hususunda değil… Yüce Allah’ın alt sınırı gözeterek verdiği her güzel iş emri için böyledir.

“Ben siftah yaptım, komşuma git.” diyen esnaflar, “Benim karnım tok.” diyen açlar, “Onun durumu daha zor, ben dayanırım.” diyen susuzluktan ölmek üzere olanlar, kimse geri çevirmesin diye sadece Allah’ın bileceği şekilde iyilik yapanlar MENKIBE olmasın.

Çünkü bu davranış kalıpları EN SIRADAN MÜMİNLERİN SIRADAN DAVRANIŞ KALIPLARIDIR… Bundan aşağısı alt sınırın altına inmektir…

Kavramlar: