Başlıklar
FARKLI KELİMELERE AYNI ANLAMLARI VERMEK
-MİSAK – AHD – VA’D Örneği-
Kur’an’ın anlaşılmaması yönünde tefsir ve meâl geleneği tarafından oluşturulan en büyük engellerden biri; ‘Kur’an’daki kelimelerin çok anlamlılığı’ meselesi değil, ‘çok kelimenin tek anlamlılığı’ meselesidir.
Eski-yeni ulemânın tamamı, Kur’an’da geçen birçok farklı kelimeye tek anlam vermektedir.
Birkaç örnek verecek olursak:
Karye-Belde-Karin kelimeleri hep ‘memleket, köy, kasaba, yerleşim yeri’ şeklinde çevrilmiştir.
CEBEL-REVASİYE-TUR kelimeleri hep ‘dağ’ diye çevrilmiştir.
NEBİ-RESÛL kelimeleri de aynı anlamlarda kullanılmıştır.
MUKADDES-MUHAREM-MUBAREK kelimeleri aynı anlamda kullanılmıştır.
CUBB-BİRR = (kuyu) aynı anlamda kullanılmıştır.
Giriş: çalışma kapsamı ve hedefleri
ARD-TURAB her yerde olmasa da birçok yerde aynı anlamda kullanılmıştır.
AYN-BASAR aynı anlamda kullanılmıştır.
UZUN-SEMAA aynı anlamda kullanılmıştır.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
MİSAK – AHD – VA’D (Türkçeye ‘vaad’ olarak geçmiştir) kelimeleri de hep birbirlerinin yerine kullanılmıştır. Bu üç kavrama tek bir mânâ verilerek biri diğerinin olmazsa olmazı olan üç kavram, tek bir anlam içerisine sıkıştırılmıştır.
Buna meâllerden örnek verecek olursak;
Bakara/40
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَوْفُوا بِعَهْد۪ٓي اُو۫فِ بِعَهْدِكُمْ وَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ
Yâ benî isrâ-île-żkurû ni’metiye-lletî en’amtu ‘aleykum veevfû bi’ahdî ûfi bi’ahdikum ve-iyyâye ferhebûn(i)
Süleyman Ateş meâli – Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâdettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun.
Meselâ; bu meâlin müellifi âyette geçen AHD kelimesine ‘söz vermek’ mânâsını vermiştir.
Bakara/51
وَاِذْ وٰعَدْنَا مُوسٰٓى اَرْبَع۪ينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ
Ve-iż vâ’adnâ mûsâ erbe’îne leyleten śümme-tteḣażtumu-l’icle min ba’dihi veentum zâlimûn(e)
Süleyman Ateş meâli – Musa’ya kırk gece (vahyetmek üzere) söz vermiştik. Sonra haksızlık ederek buzağıyı (tanrı) edindiniz.
Aynı müellif, bu sefer bu âyette geçen VA’D kelimesine de ‘söz vermek’ mânâsını vermiştir.
Bakara/63
وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Ve-iż eḣażnâ mîśâkakum verafa’nâ fevkakumu-ttûra ḣużû mâ âteynâkum bikuvvetin veżkurû mâ fîhi le’allekum tettekûn(e)
Süleyman Ateş meâli – Sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağının altında, size verdiğimizi kuvvetle tutun, onda bulunanları daima hatırlayın, umulur ki, korunursunuz (demiştik de).
Yine aynı müellif, bu sefer MİSAK kelimesine de ‘söz vermek’ mânâsını vermiştir.
Bu durum sadece bu müellifin yaptığı bir şey değildir. Karşılaştırmalı bir meâl taraması yapıldığında, bütün meâl yazarlarının bu 3 kelimeye de aynı mânâlar verdiği rahatlıkla görülecektir.
Meâl yazarlarının ısrarla farklı kelimelere aynı anlamlar vermeye çalışmaları, sadece âyetteki kelimelerin anlamları üzerinde tahrife neden olmamış, aynı zamanda âyetin gramatik yapısı da o verilen yanlış anlama göre düzenlenmeye çalışılmış, bu da ‘gramer bozukluğuna’ neden olmuştur.
Meselâ yukarıdaki Bakara/63 âyetini ele alalım:
Âyete verilen bu mânâ en baştaki EHAZE fiilinin ‘soyut bir söz almayı’ değil, SOMUT BİR EŞYA ALMAYI ZORUNLU KILMAKTADIR.
Çünkü en baştaki EHAZE fiilinin soyut olarak bir söz almayı ifade etmesi için kelimenin EF’ÂL-İ KULÛB’tan (soyut mânâlı fiillerden) biri olması gerekmektedir.
Bu fiilin EF’ÂL-İ KULÛB olabilmesi ise ‘fiilin ikisi de aynı şeye dönen ve cümleden çıkarıldığında müptedâ haber olabilecek iki meful (nesne) alması’ ile mümkündür.
Yukarıda verilen meâle baktığımızda, böyle bir durum söz konusu değildir.
Kuramsal altyapı ve terminolojiler
Aslında bu durum MİSAK kelimesinin geçtiği birçok âyette aynıdır.
Bu arada bu 3 kavram Kur’an’da şu sayılarda geçmektedir:
MİSAK= 34
AHD= 46
VA’D= 151
ARAPÇA bilmeyen arkadaşlar için ‘ef’âl-i kulûb’ fiilleri ne demektir, biraz açmak yerinde olacaktır.
İnsanlar fiiller yaparlar, insanların yaptığı bazı fiiller diğer insanlar tarafından görülür.
Meselâ, İÇTİ, OTURDU, YEDİ, AĞLADI, DURDU, YÜRÜDÜ, GİTTİ, ÇIKTI, GİRDİ, İNDİ, TUTTU, BIRAKTI vs. gibi fiiller görülebilen somut fiillerdir.
Fakat bazı fiiller vardır ki diğer insanların bu fiilleri görmeleri mümkün değildir. Çünkü bu fiiller organlardan biriyle yapılmaz. ANLADI, BİLDİ, FARKINA VARDI, DÜŞÜNDÜ, ZANNETTİ, SANDI, KILDI, EDİNDİ gibi fiiller organlarla yapılmaz ve insanın iç dünyasında olur.
İşte bu yüzden, özellikle bu şekilde olan fiillere görünmedikleri için EF’ÂL-İ KULÛB fiiller denmiştir. Bu ifadeyi Türkçeye çevirecek olursak, sanırım SOYUT MÂNÂLI FİİLLER tanımlaması doğru olacaktır. Fakat bu demek değildir ki bu filler sadece SOYUT MÂNÂLAR için kullanılmaktadır. Hayır, bu fiiller hem somut hem de soyut mânâlar için kullanılmaktadır.
Meselâ, VECEDE fiili hem -somut mânâda- ‘bir eşyayı bulmak’ hem de -soyut mânâda- ‘bir konunun farkına varmak, anlamak’ anlamlarında kullanılmaktadır.
İşte, bu fiiller hem somut hem de soyut mânâda kullanılabildikleri için nerede somut nerede soyut kullanıldığının anlaşılması bulundukları cümlenin yapısından anlaşılmaktadır.
Bu fiiller somut mânâda kullanıldıklarında İKİ TANE NESNEYE İHTİYAÇ DUYMAZLAR. Bir tek nesneyle yetinirler. Birden fazla nesneleri olsa bile, eğer o nesneler aynı kişiye dönmüyorsa soyut değil, somut mânâ ifade ederler.
Mesela; REAYTU AHMEDE VE ZEYDE… (Ahmed’i ve Zeyd’i gördüm.)
Bu cümlede iki tane nesne vardır. Yani fiilden etkilenen iki şahıs vardır. Fakat bunların ikisi de aynı kişi değil, iki farklı kişidir. Bu yüzden bu şekilde bin tane de nesne gelse bu fiil somuttur.
Ama; REAYTU AHMEDE ALİMEN… (Ahmed’in âlim olduğuna kanaat getirdim.)
Ef’âl-i kulûb kavramsal inceleme
Bu cümlede de iki tane nesne vardır ama her iki nesne de bir kişiye dönmektedir. Bu cümleden AHMEDE ALİMEN kelimelerini alıp AHMEDU ALİMUN şeklinde müptedâ-haber olabilecek bir cümle kurmak da mümkündür.
İşte bu fiillerin soyut veya somut olduğu nesne alış biçimlerinden anlaşılmaktadır.
Âyete dönecek olursak;
Bakara/63
وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Ve-iż eḣażnâ mîśâkakum verafa’nâ fevkakumu-ttûra ḣużû mâ âteynâkum bikuvvetin veżkurû mâ fîhi le’allekum tettekûn(e)
Süleyman Ateş meâli – Sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağının altında, size verdiğimizi kuvvetle tutun, onda bulunanları daima hatırlayın, umulur ki, korunursunuz (demiştik de).
Âyette geçen; وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ (Ve-iż eḣażnâ mîśâkakum) cümlesi meâle “Sizden sağlam bir söz almış” şeklinde yansımıştır. Dikkat edilirse hem “söz vermek” hem de “verilen sözü almak” somut değil, soyut bir mânâdır.
Bu durumda, en başta gelen fiilin somut mânâya gelen EHAZE değil, İTTİHAZE şeklinde soyut mânâlı olması gerekirdi.
Fakat fiil İTTİHAZE şeklinde gelseydi bile fiil yine soyut değil somut mânâlı olmak zorundaydı. Çünkü nesneleri, ikisi de aynı şeye dönen iki nesne değildir, -kaldı ki zaten iki tane nesne yoktur.
İşte bu durum, âyetteki hem EHAZE fiilinin hem de MİSAK kelimesinin gramatik yapısını bozmaktadır.
EHAZE fiiline “almak” mânâsı; eğer alınan şey SOMUT bir şey olursa verilmektedir.
Ne “söz vermek” somuttur ne de “o sözü almak” somuttur.
Bu karışıklığın temel sebebi ise MİSAK kelimesine yüklenen anlamdan kaynaklanmaktadır. En başta belirttiğimiz gibi meâl ve tefsir ulemâsı Kur’an’da geçen MİSAK – AHD -VA’D kelimelerine hep aynı mânâyı vermişlerdir.
Meâl yazarları; kelimeler tek başlarına farklı âyetlerde geçtiğinde, hepsine aynı mânâyı vermişlerdir, ama bazen kelimeler aynı âyetin içinde gelince bu sefer farklı mânâlar vermişlerdir.
Bakara/27
اَلَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ۖ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Elleżîne yenkudûne ‘ahda(A)llâhi min ba’di mîśâkihi veyakta’ûne mâ emera(A)llâhu bihi en yûsale veyufsidûne fi-l-ard(i)(c) ulâ-ike humu-lḣâsirûn(e)
Süleyman Ateş meâli – Onlar öyle (fâsıklar) ki, Allah’a kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler. Allah’ın, ziyaret edilip hal ve hatırının sorulmasını istediği kimseleri ziyaretten vazgeçerler ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar. İşte onlar gerçekten zarara uğrayanlardır.
Meselâ; bu âyette hem AHD hem de MİSAK kelimesi aynı cümlede geçmektedir.
Meâl yazarı bu cümleyi şöyle çevirmiştir: “Onlar öyle (fâsıklar) ki, Allah’a kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler.”
Aslına bakılırsa; meâl yazarı ilginç bir şekilde hem “ahd” hem de “misak” kelimesine bu âyette de aynı anlamı vermiştir.
Meâle yoğunlaşacak olursak;
“SÖZ VERDİKTEN” (misak) SONRA “SÖZLERİNDEN” (ahd) DÖNERLER.
Arapça bilmeyen arkadaşlar için her iki kelimeyi hiç çevirmeden yazdığımızda şöyle oluyor:
“MİSAKINDAN” SONRA “AHDLERİNDEN” DÖNERLER.
Meâl yazarının iki farklı kelimeye aynı anlamı verme ısrarı âyetin orijinal metni ile meâl arasında öyle bir karışıklığa sebep olmuştur ki insan ister istemez “Neresini tutsam elimde kalıyor.” diyor.
Bir kere; SÖZLERİNDEN değil, O’NUN MİSAKINDAN.
İkincisi; ALLAH’A KESİN SÖZ VERMELERİNDEN değil, ALLAH’IN AHDİNDEN.
Yani âyette; ‘birilerinin Allah’a verdiği AHD’den dönmesinden’ değil, ‘birilerinin ALLAH’IN VERDİĞİ AHD’DEN DÖNMESİ’ anlatılıyor. (Kaldı ki ‘dönmek’ de değil).
Yine AHD ve MİSAK kelimelerine hiç mânâ vermeden MEÂL verirsek; “O’NUN MİSAKINDAN SONRA ALLAH’IN AHDİNİ BOZANLAR.”
O’NUN kelimesindeki ‘O’ zamiri ALLAH’a dönmektedir.
Âyetin başında geçen يَنْقُضُونَ (YENKUDUNE) fiili; ‘bozmak, iptal etmek, veto etmek, reddetmek, karşı çıkmak, yıkmak, isyan etmek, kararı bozmak, anti tez üretmek, karşı söylem geliştirmek, çelişkili olmak’ anlamlarına gelmektedir. İşin tuhaf tarafı; yukarıdaki meâl yazarının (S.Ateş) verdiği ‘dönmek’ anlamı kelimenin anlamları arasında hiç yoktur.
Bu durum; içinde MİSAK, AHD, VA’D kelimelerinin geçtiği tüm âyetlerde aynıdır.
Meselâ; herkesin bildiği meşhur Âl-i İmrân 81. âyetini ele alalım.
Âl-i İmrân/81
وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ النَّبِيّ۪نَ لَمَٓا اٰتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِه۪ وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَاَخَذْتُمْ عَلٰى ذٰلِكُمْ اِصْر۪يۜ قَالُٓوا اَقْرَرْنَاۜ قَالَ فَاشْهَدُوا وَاَنَا۬ مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ
Ve-iż eḣaża(A)llâhu mîśâka-nnebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin vehikmetin śümme câekum rasûlun musaddikun limâ me’akum letu/minunne bihi veletensurunneh(u)(c) kâle eakrartum veaḣażtum ‘alâ żâlikum isrî(s) kâlû akrarnâ(c) kâle feşhedû veenâ me’akum mine-şşâhidîn(e)
Bulguların değerlendirilmesi ve tartışma
Süleyman Ateş meâli – Hani Allah, peygamberlerden: «Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz» diye söz almış, «Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?» dediğinde, «Kabul ettik» cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu.
Aynı şekilde; bu âyette de EHAZE fiili sanki ayette İTTEHAZE yazıyormuş gibi SOYUT mânâda bir fiilmiş gibi bir anlam verilmiştir.
‘SÖZ VERMEK’ elle tutulan bir şey değildir: Bir kişinin söz vermesi demek, kendisini bazı şartlara bağlaması demektir. ‘Verilen bu sözü almak’; EHAZE fiili ile değil, İTTEHAZE fiili ile ifade edilmelidir.
Kelimelere yüklenen bu zoraki anlamlar sadece anlam kargaşasına yol açmamaktadır. Aynı zamanda meâl ile âyetin orijinal metni arasında GRAMATİK bir kargaşaya da yol açmaktadır.
Yaptığımız çalışmalar sonucunda elde ettiklerimize göre; MİSAK – AHD – VA’D kelimeleri sadece bir olayın farklı cephelerini anlatan kavramlardır ve asla biri diğerinin yerine kullanılamaz!
Hatta öyle ki; bu üç kavramdan biri olmadığı zaman diğerleri de anlamını yitirmektedir.
Çünkü;
MİSAK = BİR KONU ÜZERİNDE YAPILAN ANLAŞMANIN KENDİSİ.
AHD = ANLAŞMANIN MADDELERİ.
VA’D = ANLAŞMANIN MADDELERİNİ YERİNE GETİRMENİN VEYA GETİRMEMENİN SONUCUNDA KARŞILAŞILAN DURUM.
Bir örnekle bu duruma açıklık kazandırmaya çalışayım:
‘Anlaşma’ dediğimiz şey, kesinlikle iki veya daha fazla taraf gerektirir ve mutlaka her anlaşmanın KONUSU vardır. YANİ ANLAŞMA; HER İKİ TARAFIN EN SONDA ELDE EDECEĞİ TEMEL BİR KONU HAKKINDA YAPILIR.
Meselâ;
Ev yaptırmak isteyen birinin bir usta ile anlaşması demek hem ustanın hem de ev yaptırmak isteyen kişinin anlaşmanın tarafları olarak ikisinin birbirini kabul etmesi ve konu hakkında da iki tarafın anlaşması demektir = MİSAK.
Bu evi yapmak üzere her iki tarafın karşılıklı olarak birbirlerine anlaşmanın şartlarını koşması = AHD.
Her ahd asıl konuya yani MİSAK’a binaen koşulur. Asıl konuyla alâkası olmayan AHD olmaz. Mesela ev yapmak için anlaşan iki tarafın birbirine ev yapımıyla alâkası olmayan sözleşme maddeleri belirlemesi sözleşmeyi geçersiz kılar.
Bu maddelerin aşamalı olarak yerine getirilmesi durumunda her iki tarafın her aşamada elde edeceği şey = VA’D. VA’D kelimesine hakediş de denilebilir.
Misak – ahd – va’d; bu üç kavram biri diğerinin varlığını zorunlu kılan kavramlardır. Bu üçünden biri olmaz ise diğerleri de yok demektir.
Meselâ;
Bakara/51
وَاِذْ وٰعَدْنَا مُوسٰٓى اَرْبَع۪ينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ
Ve-iż vâ’adnâ mûsâ erbe’îne leyleten śümme-tteḣażtumu-l’icle min ba’dihi veentum zâlimûn(e)
Sonuçlar, öneriler ve ileri çalışmalar
Süleyman Ateş meâli – Musa’ya kırk gece (vahyetmek üzere) söz vermiştik. Sonra haksızlık ederek buzağıyı (tanrı) edindiniz.
Meselâ; bu âyet VE İZ VAADNA diye başlamaktadır. Eğer bir VA’D varsa mutlaka bir AHD ve mutlaka üzerinde anlaşılmış temel bir MİSAK var demektir.
Misaksız AHD, ahdsiz VA’D olmaz.
Bakara/40
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَوْفُوا بِعَهْد۪ٓي اُو۫فِ بِعَهْدِكُمْ وَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ
Yâ benî isrâ-île-żkurû ni’metiye-lletî en’amtu ‘aleykum veevfû bi’ahdî ûfi bi’ahdikum ve-iyyâye ferhebûn(i)
Süleyman Ateş meâli – Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâdettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun.
Bu âyette ise bir ahd’den ve bu ahd’e VEFA’dan bahsedilmektedir. Bu demektir ki eğer onlar AHD’in tam karşılığını yerine getirseler Allah da onlara o ahdi yerine getirmelerine karşılık tam karşılık yani VA’D ettiğini verecek.
Şu âyeti ela alalım:
Tâ-Hâ/115
وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا۟
Velekad ‘ahidnâ ilâ âdeme min kablu fenesiye velem necid lehu ‘azmâ(n)
Süleyman Ateş meâli – Andolsun biz, daha önce de Âdem’e ahit (emir ve vahiy) vermiştik. Ne var ki o, (ahdi) unuttu. Onda azim de bulmadık.
Meâl yazarımız bu sefer AHD kelimesine (emir ve vahiy) anlamı vermiş.
Meâl yazarını bir kenara bırakalım, (ne oldukları belli).
Âyette AHİDNA diyor. Eğer orada bir AHD varsa, demek ki bir MİSAK ve AHD’in sonucunda elde edilecek VA’D var demektir.
Misak kelimesine sadece söz vermek mânâsı verilse bile, her söz vermenin bir amacı ve o amacın ortaya çıkardığı bir durum zaten mutlaka olmak zorundadır.