Başlıklar
FELSEFECİ, KELAMCI GİBİLERİNE KARŞI OLMA SEBEBİMİZ
İbn Teymiye gibi Arsito’ya karşı olanların karşı olma sebebi, Aristo’nun Yunan olması veya âlemin kadim olduğunu söylemesi veya başka bir sebepten dolayı olabilir. Fakat bizim ona ve onun gibi (felsefeci, kelamcı vs.) olanlara karşı oluşumuz şundandır:
Zannın bir bilgi olarak değer terazisine konulmasının bir tek yolu vardır. Eninde sonunda doğrulanabilir yani yakîni elde edilebilir bir bilgi olursa zan da olsa bir değer taşır. Bu tür bilgiler daima parçadan tüme yani tümevarım ile elde edilen bilgilerdir. Bu durumda parçasını elde ettiğiniz bir bilgi tüme nispetle ‘zan’ olmaktadır. Eğer parçasını elde ettiğiniz ‘tüm’ varılabilecek, elde ettiğiniz parçanın ona uygun olup olmadığı doğrulanabilecek bir durumdaysa bu tür parçalar yani zanlar bilgi değeri taşırlar. Ama hiçbir zaman varamayacağınız, hiçbir zaman kuşatamayacağınız bir ‘tüm’ hakkında konuşmak; ilah rolü yapmak ve zanni bilgiyi ‘ilahi bilgi’ yerine koymak olacaktır.
Aristo’nun âlem kadim iddiasına itiraz
Şimdi, Aristo demiş ki “ÂLEM KADİMDİR.”
O zaman Aristo’ya soralım:
Âlemin tamamını gördün mü?
Âlemi kuşattın mı?
Âlemin amacını nasıl kuşattın?
“Âlem kadimdir.” derken hangi bilgiye dayandın?
Bu sonuca varmak için hangi bilgiyi ve hangi kıyası kullandın?
Arsito’nun size vereceği cevap sadece zandır ve üstelik bu zannın yalana nispeti doğruya nispetinden daha fazladır. Peki, Aristo böylesine devasa bir bilgiyi söylerken söylediği bilginin kendisini çok aştığını bilmiyor muydu? “Âlem kadimdir.” cümlesinin doğru olup olmadığını nasıl ölçeceğiz? Bir cümlenin hakikat olabilmesi için çok şey lazımdır ama biz çoğunu değil sadece MÂSADAK’ını isteyelim Aristo’dan. Bize gösterebilir mi? Hiçbir zaman zannilikten kurtulamayacak bir şey neden bir düşüncenin temeli olarak alınır? Oysa kendisi MANTIK binasını kurarken tek ve en değerli bilginin ‘burhani bilgi’ olduğunu söylemekte ve burhani bilgi de yakiniyat ve bedhiyattan oluşmaktadır. Şimdi bu açıdan da soralım. “Âlem kadimdir.” diyorsun, bunun burhan, yakin ve bedhiyat ile alakası nedir? Hatta şöyle soralım: Sen, mantığın asıl amacının kişiyi kıyasa ulaştırmak olduğunu söylüyor ve kıyası beşe tasnif ediyorsun:
- BURHAN
- CEDEL
- HATABE
- ŞİİR
- MUGALATA
Söyle bakalım, “Âlem kadimdir.” cümlesi bu beş kıyas türünden hangisine dahildir? Bizzat Aristo’nun kendi tasnifine göre bu cümle SAFSATADIR. Hem insana doğruyu elde etmesi için bir mantık kullanma biçimi öneriyorsun hem de o mantığı sen kullanmıyorsun ve felsefeni safsata üzerine bina ediyorsun. Ee, oldu mu?
Al sana hakiki ve burhani bir kıyas (hem de senin mantık binana göre):
İSPATLANMASI MÜMKÜN OLMAYAN ZANNİ BİLGİ İLE KONUŞMAK HEVÂDAN KONUŞMAKTIR.
ARİSTO VE FELSEFECİLER TÜM ÖNERMELERİNİ İSPATLANMASI MÜMKÜN OLMAYAN ZANNİ TEMELE DAYANDIRMIŞLARDIR.
Akıl yürütme ve bilginin sınırları
O HALDE ARİSTO VE FELSEFECİLER HEVÂLARINDAN KONUŞMUŞLARDIR.
Âlemde minicik bir nokta olup âlemin tamamı hakkında konuşmanın, konuşmakla kalmayıp bunun üzerine mantık inşa etmenin, bununla da yetinmeyip insanlara inanç önermenin Kur’an’daki karşılığı şudur:
“O, HEVÂSINI İLAH EDİNDİ.”
Biz Aristo’ya şöyle dediği, böyle dediği için değil hevâsından konuştuğu, zanni bilgilerle bir tasavvur oluşturmaya kalkıştığı için karşıyız.
İnsan denen tür daima parçayı yaşar, parçayı görür, parçayı duyar, parçaya dokunur, parçayı koklar, parçayı tadar. İnsan hiçbir zaman tümellere ulaşamaz. Etrafımızda gördüklerimiz hatta göremeyip düşündüklerimiz, düşünemediğimiz için hayal ettiklerimiz hep bir tümün parçalarıdır. Yaşadığımız zaman, dünü ve yarını olan bir tümün parçasıdır. Yaşadığımız mekân, öncesi ve sonrası olan iç içe geçmiş, sonunun nerede bittiğini bilmediğimiz bir tümün parçasıdır. İlah gibi görmedikçe, İlah gibi duymadıkça ve İlah gibi bilmedikçe asla ve bir daha asla hatta sonsuza dek asla BİZ, TÜMÜ ASLA YAKİN OLARAK BİLEMEYİZ.
Tümü bilmemizin bir tek yolu vardır ve bu sadece insan için, ‘akıllı ama muhdes olan’ her varlık için böyledir. O yol da sadece ve sadece YARATAN’IN BİLDİRMESİDİR.
Yaratan bildirmese kimse bilemez, Yaratan söylemese kimse ulaşamaz.
Vahyin gerekliliği ve epistemik boşluklar
Bu bir hakikatken Yaratan’ın bildirdiklerini “Eğer o bilgilerle düşünürseniz bu şartlanmışlıktır, peşin kabuldür, ön yargıdır, özgür düşüncenin önündeki engeldir.” diyerek dışlamak ve daha sonrada tamamen hevâ olan bilgileri ‘düşünce’ diye, ‘akıl’ diye insanlara kakalamak tam da şeytani bir eylemdir.
İşte biz bunun için karşıyız.
Biz öyle onlar gibi zeki ve çok akıllı adamlar değiliz. Biz, yeni bir felsefi düşünce üretecek kadar ÂLİM de değiliz. Biz, bizden daha akıllıların bizi koyun gibi güdeceği adamlarız. Biz, tüm insanlığa yetecek kadar akıl üretemeyiz çünkü bizim aklımız bize yetmiyor, biz üretilmiş akılları tek tek ele alıp çürütecek, aralarından doğru olanı seçecek veya bal arısı gibi ondan buna konarak en güzel olanları alacak akla da sahip değiliz. Akla sahip olsak da imkâna sahip değiliz.
Ne edelim işte, biz, hocası Platon, hocasının hocası Sokrates olanlar değiliz.
Ne edelim işte, biz, felsefe tarihinin altından girip üstünden çıkacak ne zamana ne imkâna ne de akla sahibiz. Yahu, biz pazarda domates satıyoruz. Biz camide imamlık yapıyoruz, biz inşaatlarda sıva yapıyoruz, biz emekli öğretmen, emekli asker, emekli memur, emekli işçiyiz. Ne edelim işte, bizim aklımız, bulunduğumuz yerden âlemin sınırlarına yetişecek kadar büyük ve hızlı değil. Aklımız bir atom bombası olsa yarım metre çapında bir etki alanı olur.
İşte bu durumda bize uygun bir şey lazım. Bilebilecek ve anlayabileceklerimiz hususunda bize yalan söylemeyecek, bizi aldatmayacak, bizim basit aklımızla alay etmeyecek, bilebilme kapasitemizde olanları bize bizim dilimizle anlatacak, aklımızın ermediği ve ermeyecekleri hususunda bizi sorumlu tutmayacak, bizi yarı yolda bırakmayacak, sırtımızdan geçinmeyecek, yanıldığımızda bize “ahmak” demeyecek, basit düşündüğümüzde bize ‘ERZALİN’ (çok rezil, bayağı) demeyecek, aramıza nifak sokmayacak, bizi tüm basitliğimizle değerli görecek biri lazım:
İşte benim için bu kriterlere uygun sadece Kur’an vardır. Bilebileceklerimi ondan öğreniyorum, bilemeyeceklerim hususunda da ona sonuna kadar güveniyorum ve hiçbir zaman bilemeyecek olsam da onun beni bilemeyeceklerim üzerinden manipüle etmeyeceğine, güvenimi kötüye kullanmayacağına, sağ gösterip sol vurmayacağına, ‘hakikat’ deyip yalana çıkarmayacağına, huzur deyip huzursuzluğa götürmeyeceğine, ‘cennet’ deyip cehenneme sürüklemeyeceğine, bilmediklerim hususunda beni himâye edeceğine İNANIYORUM, hem de bütün hücrelerimle.
Biz, Aristo gibi veya İbn Sina, İbn Arabi, Kindi, el-Farabi gibi adamların zamanında yaşasaydık bu adamları ancak uzaktan seyreder, konuşmalarındaki bir cümleyi anlamak için bin takla atardık. Ha, varsınlar doğru veya dosdoğru olsunlar. Ben almayayım. Bana doğruluğunu ispatlamak için bin fırın ekmek yemem gereken doğru gerekmez. Bana elimiz uzatınca alacağım doğru gerek.
Şimdi moda oldu Kur’an’ı küçük görüp onu şom ağızlara sakız yapmak: Yok Kur’an bilime karşı mıymış, yok Kur’an akla karşı mıymış, yok Kur’an eskimiş, yok Kur’an tarihselmiş, yok Kur’an yetmezmiş, yok Kur’an falan olmazsa anlaşılmazmış, yok Kur’an’da şu yokmuş, yok Kur’an’da bu yokmuş… Hepsinin canı cehenneme. Mezarcı Hasan’ın inşaatlarda yetişmiş oğlu olarak ben, Kur’an’ın zengin içeriğinden dolayı Kur’an’a iman etmedim, Kur’an’ın muhteşem sözleri için Kur’an’a iman etmedim, Kur’an’ın her felsefeciyi mat edecek gücü olduğu için Kur’an’a iman etmedim, Kur’an ile şahane bir devlet kurulur diye Kur’an’a iman etmedim…
BEN KUR’AN’A BENİ YARATAN ALLAH’IMDAN GELDİĞİ İÇİN İMAN ETTİM. Ben bu Kur’an’ın referansı “Allah” olduğu için iman ettim. İçinden tek satırı bilmesem hatta hiç okumayı bilmesem bile ben Allah’a izafe edilmiş olduğu için onun her şeyine PEŞİNEN İMAN ETTİM.
Ben basit adamım, sevince sevgimin, nefret edince nefretimin tamamını harcarım. Severken temkinli olmayız: Veririz ne varsa bizde. Saklamayız, hesap yapmayız, sereriz gönlümüzde ne varsa. Sevdiğimizi buyur ederiz gönlümüze ve ölümüne severiz onu. Kur’an hakkında bildiklerim kesinlikle bana yetmiyor. Ben onu sevmek için bir bilgi limiti koymadım ki “daha daha” diyeyim. Yahu biz ilk görüşte hiç bilmediği, hiç tanımadığı kişilere âşık olanlarız. Benim Kur’an ile aşkım işte böyle: FARZ EDİN Kİ BEN/BİZ İLK GÖRÜŞTE ÂŞIK OLDUK KUR’AN’A.
O ilk görüş ne mi? “BU KİTAP ALLAH’TAN GELDİ.”
İşte sadece bu cümle benim/bizim Kur’an’a âşık olmamız için bana/bize yeter, gerisi umurumda değil. Biz âşık olduğumuzun önüne neyimiz var neyimiz yok sereriz. Çünkü biz karmaşık düşünmeyi bilmeyiz. Tabiri caizse biz kolay kandırılan, saftirik insanlarız. Bu saflığımızı bize karşı kullanmayacak Kur’an’dan daha güvenilir biri, birileri veya bir şey varsa bir adım öne çıksın ona âşık olalım… İşte biz, bunun için Aristo’ya karşıyız.