Gucu Temel Alan Sadece Yalan Uretir

GÜCÜ TEMEL ALAN SADECE “YALAN” ÜRETİR

“İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Gazze Zirvesi Sonuç Bildirgesi’nin 27.maddesinde; Filistin halkının tek temsilcisinin Mahmud Abbas yönetimi (FKÖ) olduğu ve tüm Filistinli grupların da FKÖ çatısı altında toplanması çağrısı yapıldı.”

Bildiride FKÖ’nün Filistin’in tek resmi ve meşru temsilcisi olarak anılması ‘SİYASİ’ açıdan yanlış bir cümle değildir çünkü FKÖ seçimle veya Filistin’in ulusal kanunlarına göre iş başına gelmiş bir hükümettir. İİT’ye katılan ülkelerin bildirilerinde siyasi açıdan parti olmanın dışında bir konumu olmayan Hamas’ı resmi muhatap almaları zaten doğru olmazdı.

Bu meselede sorun zaten tam da budur… Dünyadaki uluslararası siyasetin veya sınırları belli ülkelerin iç siyasetlerinin şu andaki mevcut dinamikler üzerine inşa edilmesidir yanlış olan…

Çünkü bu dinamikler, ilk önce dünya ülkelerinin sadece güçlüye hizmet etmesine daha sonra da kendi iç meselelerinde de bu düzene karşı koyacak çözümler üretmemesine neden olmaktadır.

Yani hem uluslararası siyasetlerin hem de iç siyasetlerin dinamikleri “mazlumdan yana olmak, kimden gelirse gelsin zulme dur demek veya engel olmak” gibi bir yapısı yoktur veya buna izin vermemektedir.

Çünkü uluslararası veya ülke içi siyasetin dinamiklerinde kullanılan referans değerler ‘insani değerler’ değil sadece ve sadece ‘EKONOMİK değerler’dir.

Gücün siyasal dayanakları ve sınırları

Yani siyasetin kitabında “zulüm, adalet, mazlum, hak, hukuk, insani soyut değerler, inanç” gibi kavramlar ve içerikler terazide tartılmamaktadır.

Şu an dünya veya iç siyasetlerdeki terazinin kefesinde dara olarak kullanılan tek değer vardır: GÜÇ.

İşte bu yüzden 120 ülke derhal ateşkes çağrısı yapar ama Amerika “hayır” der, iş biter çünkü Amerika güçlüdür.

BM’deki beş daimî üyenin veto hakkı da sadece ve sadece “GÜÇ” temellidir.

Dünya halklarına baktığımızda da aynı şeyi görmekteyiz. Tüm akıllar “gücü” merkeze alarak değer üretmektedir.

Şu varlığa ahiretten bağımsız olarak değer biçmeye kalkışılırsa hakikaten de ortada uğruna çaba sarf edilmeye değer tek değer kalmaktadır: GÜÇ.

Ahiret inancını siyasetin kurucu öğesi olmaktan çıkaran kafirler değil “Ben Müslümanım.” diyenlerdir.

Müslümanların tarihine bakıldığında Beni Saide gölgeliğindeki hilafet seçiminde bile merkezde ahiretin değil gücün elde edilmesi olduğu rahatlıkla görülecektir. Şu bir gerçektir. Evet Müslümanlar gücü eline geçirmiş ve uzun süre de ellerinde tutmuştur ama bunun karşılığında AHİRET’i vermişlerdir.

Osman meselesinin temelinde de sadece GÜÇ vardır. Hakem olayında, Şii-Sünni ayrımında, Emevilerde, Abbasilerde ve Müslümanların kurduğu beylik ve devletlerin her birinde siyaseti belirleyen tek değer ya “gücü elde tutmak” ya da “gücü ele geçirmek” olmuştur.

Şimdi GAZZE olayında da Müslümanların siyaset belirlerken kullandıkları ölçü birimi de ahiret değil, GÜÇ’tür.

Ahiret perspektifinden siyaset anlayışı

Bu olaya müdahalede temel alınan değer, onları çekimser kılan değer, “GÜCÜMÜZ YETMEZ” değeridir.

“Aptalca hareket edilsin, hiçbir strateji gözetilmesin veya hiç hesap yapılmasın.” demiyorum. “Tüm stratejilerin temelinde ‘AHİRET’ olmalı.” diyorum.

Ahiret, pratiği olmayan bir inanç değildir.

Ahiret, çözümlerin yarına bırakıldığı mistik gelecek değildir.

Ahiret, öldükten sonra dikkate alınması gereken bir değer değildir.

Ahiret bu dünyada, ölmeden, yaşarken tüm hesapların kendisine göre yapıldığı REFERANS değerdir.

Fert olarak kalınsa da devlet olunsa da bu değer değişmez değerdir.

İslam’ın “helal, haram, hüküm vs.” gibi kavramlarını sulandırıp bireysel tercihler konumuna indirgeyenler “ahiret”i de sulandırıp sadece bireyin kendi iç dünyasında kalan ve pratiğe bir önerisi olmayan mistik bir kavrama dönüştürmüşlerdir.

İnsan farkına varsın ya da varmasın somut olarak ve somut varlıklarla birlikte ama soyut değerleri temel alarak yaşar. Hayatını anlamlı veya anlamsız kılan da sahip olduğu soyut değerlere göre belirlenir.

Soyut değerlerin hakiki bir karşılığının olması onu “hakikat”, olmaması ise onu “SANAL” yapar. Sanal soyut değerlerin hiçbir zaman hakiki bir karşılığı olmaz. Mesela ‘saniye’ diye bir zaman ölçü birimi, ‘metre’ diye bir mesafe ölçü birimi, ‘kilogram’ diye bir ölçü birimi elde edilir. ‘Ölçü birimi’ dediğimiz şey işte bizim referans değer dediğimiz şeyin ta kendisidir. Bu ölçü birimlerinin hakikatte bir karşılıkları yoktur. Yani varlığın içinde ‘saniye’ diye, ‘metre’ diye, ‘kilogram’ diye bir varlık yoktur.

Fakat bu ölçü birimlerinin hakiki bir karşılığı olmamasına rağmen insan bu sanal değerlerle, hakiki değerler üretebilmektedir. Yalnız şu da var ki bunların ürettiği değerlerin tamamı soyut değil SOMUTTUR.

İşte “GÜÇ” de sanal bir kavramdır ve ürettiği değer SOYUT değil sadece somuttur. Üstelik tarifi bile görecelidir ve hakiki bir karşılığı yoktur.

Soyut değerlerin politik uygulama biçimleri

“Ahiret” ise sanal bir değer değildir çünkü hakiki bir karşılığı vardır.

İslam’ın tüm değerleri böyledir.

Onlara iman edilmesi de bu yüzdendir.

‘Metre’ diye bir şey yoktur ama insan bir tahta parçasının üzerine sanal çizgiler çizerek onunla bir şeyleri ölçer ve nihayetinde kalkıp metreye “olmayan değerler” yükler.

Metreye olmayan değer yüklenmesi onu hakiki bir varlık konumuna getirmez ama insan ona hakikatmiş gibi davranır. İşte bu sanallıktır. Ona bunu yaptıran şey ise metreyi eliyle tutuyor olmasıdır.

“Güç” de böyledir. İnsan gücü eliyle tutar, gözüyle görür, etkisini hisseder. O bu haliyle sadece somuttur.

“Ahiret” ise ne elle tutulur ne de gözle görülür. İşte burada başlar soyut değer. Bir şeyin akli zarûriyâtına ulaşılır ama aklın ulaştığı o anlamın ‘MA SADAK’ı yani hakikatteki karşılığı görülmeden, el sürülmeden, koklanmadan onu somutlaştıramazsınız.

Bu durumda elde tek bir şey kalır ya inanırsınız ya da inanmazsınız.

Derslerimizde bir anlamın hiyerarşik düzeninin şöyle olması gerektiğini söylemiştik:

  1. REFERANS DEĞER
  2. REHBER DEĞER
  3. AMAÇ
  4. MANA
  5. HAKİKAT
  6. LAFIZ

Son iki sıradaki şöyle de olabilir:

  1. LAFIZ
  2. HAKİKAT

Bu değişiklik, sözü söyleyene göre başka, sözü duyana göre başkadır.

“Ahiret” için bu saydıklarımızın henüz ölüp oraya gitmemiş olanlar açısından olmayan bir şeyi vardır: MA SADAK

Bu dünyada hakiki karşılığını (‘ma sadak’ını) öldükten sonra görebileceğiniz bir değer vardır. Bu değerin,

  1. REFERANS DEĞERİ BELLİDİR.
  2. REHBER DEĞERİ BELLİDİR.
  3. AMACI BELLİDİR.
  4. MANASI BELLİDİR.
  5. LAFZI BELLİDİR.

Ama hakikati öldükten sonra belli olacaktır. Yani “ahiret” denilen şeyi öldükten sonra görecek, öldükten sonra oranın somutuna el sürecek, kokusunu içimize çekecek, sesini duyacak ve tadına bakacağız.

Ölmeden bunu yapmanın imkânı yoktur. İŞTE “iman” denilen şey burada devreye girer. Ya “öldükten sonra AHİRETİN somut olarak var olduğuna” inanılır ya da inanılmaz.

İşte bu “iman” sadece burada vardır. “Öldükten ve ahirete gittikten sonra ahirete iman” diye bir şey artık yoktur.

Yani ahirette ahiretin soyut bir değeri yoktur.

Öyleyse “ahiret” denilen soyut değerin kullanım amacı sadece DÜNYADIR.

Bu böyle olduğu için “ahirete iman vardır ama dünyaya iman diye bir şey yoktur.” çünkü “dünya” denilen şey sadece somuttur, o kavramdan soyut değer üretemezsiniz.

Demiştik ki insan bu DÜNYADA sadece soyut değerlere göre yaşar: Soyut değerler için yaşar, soyut değerlere göre davranış kalıpları belirler, sadece soyut değerlerle değer sahibi olur.

Öyleyse ne davranış belirlemede ne de siyaset belirlemede somutlar “DEĞER” değillerdir.

İşte hakikati böyle olan dünya hayatında davranış ve siyaset belirleyen değer “GÜÇ” olunca her şey anlamsızlaşıverir. Var olanlar sadece bir tek kelime ile tanımlanıverir: “YALAN”.

Gazze için toplanan İİT ülkelerinin siyasetlerinin temelinde de “gücü elde etmek” veya “gücü korumak” vardır. “Mazluma sahip çıkmak” ise somut değer değil soyut değer isteyen bir davranış kalıbıdır. “Adalet, şefkat, merhamet, acıma, zulme karşı çıkma” gibi kavramların tamamı soyut değerlerdir. Bu soyut değerleri, siyasetin temeline alınmış “güce sahip olma”yla yan yana getiremezsiniz. Ölçü birimi “güç” olanlar bu kavramlara sahip olamazlar. Bu yüzden bin kere toplansalar hatta İsrail’e savaş bile açsalar hatta bu savaşta galip gelip Filistin’i özgürleştirseler bile bunun dinamiği hakikat değil, “YALAN”dır.

Bunun tek bir karşılığı vardır: “Bir yalan için bin doğru feda etmek.”

Etik, toplum ve siyaset pratikleri

Bunlar İsrail’i yok ettiklerinde, onun yerine “gücü” değil “ahireti” temel almış bir siyaset üretmeyecekler.

Bunlar Amerika’yı yok ettiklerinde, dünyayı soyut değerlerin en hakikilerinden biri olan “ahiret”e göre düzenlemeyecekler.

Yine siyasetlerinin temelinde “güç” olacak.

Bunların ulaşmak istediği şey de “EMEVİ, ABBASİ, OSMANLI gibi olmak” olacaktır.

Yani bunlar sadece GÜCÜN el değiştirmesi veya değiştirmemesi için uğraşacaklar.

Bu yüzden, eğer “Ben Müslimim, ben Müminim, biz Müslimiz, biz Müminiz.” diyenler “ahiret”i fert ve toplumların inşasının ölçü birimi olarak almazlarsa hiçbir zaman hakiki bir dünya inşa edilemeyecektir.

Yani bırakın soyutu, somut olan bile “yalan” olacaktır.

“Yalan”, söyleyen kişi farkına varmadan söylense de yalandır.

Günümüzdeki uluslararası veya iç siyasetin temeli de işte bu “yalanlar” üzerine kuruludur. Bu yüzden tüm dünya merhamet şarkıları söyler ama dünya üzerinde merhametin kırıntısı olmaz. Bu yüzden tüm dünya “özgürlük” der ama özgürlüğün kırıntısı olmaz. Bu yüzden tüm dünya “adalet” der ama adaletin kırıntısı olmaz.

Çünkü AHİRETİN “SİYASİ, İÇTİMAİ, FERDİ, ULUSLARARASI BİR DEĞER OLMADIĞI” BİR DÜNYA SADECE “YALAN” ÜRETİR.

REFERANS DEĞER OLARAK “SINIRSIZ GÜCÜ”NÜ DEĞİL DE “SINIRSIZ MERHAMETİ”Nİ KENDİSİNE İLKE EDİNEN YÜCE ALLAH’A HAMDOLSUN,

Ya “GÜCÜNÜ” temel alsaydı?

Kavramlar: