Başlıklar
HAC 73. ÂYET: “ALLAH’IN ÖTESİNDE YALVARDIKLARINIZ” ve GETİRİLEN MESELLER
Yâ eyyuhâ-nnâsu duribe meśelun festemi’û leh(u) inne-lleżîne ted’ûne min dûni(A)llâhi len yaḣlukû żubâben velevi-cteme’û leh(u) ve-in yeslubuhumu-żżubâbu şey-en lâ yestenkiżûhu minh(u) da’ufe-ttâlibu velmatlûb(u)
SV Meali – Ey insanlar! Size bir örnek veriliyor; iyi dinleyin. Allah ile aranıza koyduklarınız bir araya gelseler bir sinek bile yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa geri alamazlar. İsteyen de acizdir, istenen de.
‘LEN’ edatı ile yapılan olumsuzluklara TEKİDİ NEFİ İSTİKBAL yani “VURGULU OLUMSUZ GELECEK ZAMAN” denir. “Geçmişte OLMADI” anlamını vermez.
Mesela, “ALİ GELECEK Mİ?” şeklinde bir sorudan Ali’nin o ana kadar geçmişte hiç gelmediği anlaşılmaz… Buna ‘LEN’ diye cevap verildiğinde de Ali’nin geçmişte hiç gelmediği, bundan sonra da gelmeyeceği değil, BUNDAN SONRA GELMEYECEĞİ anlaşılır.
HAC 73 ile ilgili çözülmesi gereken şeylerden bir tanesinin de اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ (inne-lleżîne ted’ûne) ifadesindeki fiilin ‘YEDUNE’ şeklinde olma ihtimali idi…
Peki kelimenin ‘TEDUNE’ şeklinde gelmesi neden sorun olsun?
Aslına bakılırsa eğer اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ (inne-lleżîne ted’ûne min dûni(A)llâhi) cümlesindeki fiil ‘TEDUNE’ şeklinde olursa CÜMLE kesinlikle bir ‘HUM’ zamirine ihtiyaç duyuyor yani eğer fiil ‘TEDUNE’ olursa sıla cümlesinde ism-i mevsule dönen bir zamir kalmıyor.
O cümleyi ism-i mevsul olmadan okuyalım: “ALLAH’IN BERİSİNDE YALVARIYORSUNUZ”
Eğer bu cümlenin başına ‘ELLEZİNE’ koyulursa “ALLAH’IN BERİSİNDE YALVARDIKLARINIZ” anlamı vermez hatta anlamsız bir anlam çıkar.
Çünkü “YALVARDI + K+ LAR + INIZ” anlamı verebilmesi için ‘TEDUNE’ fiiline bitişmiş bir ‘HUM’ zamiri olması gerekir.
Min ifadesinin anlam ve yorumu
Cümleye dikkat ederseniz bu hâliyle SILA cümlesinde ism-i mevsule dönen bir zamir olmadığını kesin olarak görürsünüz… Ama fiil ‘YEDUNE’ olursa bu durumda fiildeki zamir ism-i mevsule dönen bir zamir olur.
Ayetin öncesine baktığımız zaman ‘YA EYYUHEN NAS’ denilerek genel ‘NAS’ cinsine bir hitap olduğunu görüyoruz… Eğer اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ (inne-lleżîne ted’ûne min dûni) cümlesindeki fiil ‘TEDUNE’ olursa bu durumda “Allah’ın berisinde başkasına dua etmeyen tek bir ‘NAS’ ferdi yok” demek anlamına gelir ki bu MUHÂLdir. Ama ‘YEDUNE’ olursa şöyle olur… ‘YA EYYUHEN NAS’ denilerek tüm ‘NAS’ cinsini muhatap aldı, devamındaki cümlede fiil ‘YEDUNE’ olduğunda bu sefer tüm ‘NAS’ cinsine, kendi türlerinden olsun ya da olmasın ALLAH’IN berisinde dua edenlerin ne olacağını haber vermiş olur… Yani eğer ‘TEDUNE’ okursak ‘NAS’ olanlara ‘NAS’ın haberini vermiş olur ki bu anlamsız bir haber olur… Hatta bu durumda fiilin MÂZİ gelmesi daha uygun olurdu… Ama ‘YEDUNE’ olursa bu sefer akıllı varlık türünde her kim varsa İLKE KOYMUŞ olur.
Fakat ‘TEDUNE’ okusak bile cümle yine tamam bir cümle olmuş olmuyor…
‘MİN DUNİLLAH’ ifadesine “ALLAH’IN BERİSİNDE/N” anlamı verilmesi durumunda bu ifade MEFULÜ FİH yani mekan zarfı olmuş oluyor… Bu noktada da burada kınanan şey, “dua etmenin mekanı” olur ki bu çok saçma bir şey olur.
Yok eğer ‘MİN DUNİLLAH’ ifadesine “ALLAH DIŞINDA” anlamı verilirse bu sefer de ‘DUN’ ifadesi İSTİSNA gibi olmuş olur.
İşte bu noktada
- ‘MİN’ harf-i ceri’nin cümleye kattığı anlama
- ‘TEDUNE / YEDUNE’ fiilinin anlamlarına
- ‘DUNE’ kelimesinin anlamlarına
daha yakından bakma zorunluluğu çıkıyor.
Bu noktada cümledeki sıla cümlesinin irabına dikkat edilirse MEFULÜ olmayan bir cümle olduğu görülecektir.
‘TEDUNE / YEDUNE’ …… FİİL + FAİL
‘MİN DUNİLLAH’ ………… MEKAN ZARFI / İSTİSNA
Unutmayalım اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰ (inne-lleżîne ted’ûne min dûni(A)llâhi) cümlesinde olduğu gibi kavrama dönüşmüş MÜFRED hükmünde bir cümledir ve ‘İNNE’nin İSMİdir.
Sıla cümlesinin ise irab’tan mahalli yoktur… ŞİMDİ bu noktada ‘İNNE’nin haberine bakıldığında لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُۜ (len yaḣlukû żubâben velevi-cteme’û leh(u)) cümlesinde iki tane fiil var ve ikisi de GAİB sıgasında… Peki, gaib sigasındaki bu fiillerin failleri kim?
Eğer sıla cümlesindeki fiil ‘TEDUNE’ olursa bu fiillerin FAİLLERİNİN kim olduğu asla bilinmez… Bu fiillerin failleri ‘ELLEZİNE’ olur mu? Hayır, asla olmaz.
O fiillerin faillerinin ‘ELLEZİNE’ olması için sıla cümlesinde kesinlikle bir ‘HUM’ zamiri olması gerek.
‘ELLEZİNE’ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ (ted’ûne min dûni(A)llâhi) ifadesini kavramlaştırıyor ve bu ifadede zamir ‘ENTÜM’dür.
Bu yüzden ‘ELLEZİNE’ kelimesinin zamir değeri de ‘ENTÜM’ olmak zorundadır…
VE yine tekrar ediyorum ki اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰ (inne-lleżîne ted’ûne min dûni(A)llâhi) cümlesine “ALLAH’IN BERİSİNDE YALVARDIKLARINIZ” anlamı verilmesi imkânsızdır.
Bu anlamın verilmesi sıla cümlesinde bir ‘HUM’ zamiri olması durumunda mümkündür.
Cümleye “ALLAH’IN BERİSİNDE YALVARDIKLARINIZ” anlamı verenler cümleye cümlede olmayan bir ‘HUM’ zamiri eklemiş olurlar… Ayetin öncesine ve sonrasına bakıldığında “Cümlede HAZF edilmiş bir ‘HUM’ zamiri var.” dedirtecek hiç bir durum olmadığı rahatlıkla görülür.
Şimdi bu durumdan nasıl çıkarız?
Bu durumu anlayabilmek için cümledeki fiil ve isimlerin zamir değerlerini ve kelimelerin kendi aralarındaki isnadı doğru tespit etmemiz ve ardından da kelimelere doğru sözlük manaları belirlememiz gerekmektedir.
Mesela ayetin sonundaki cümleye bakalım:
ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ (da’ufe-ttâlibu velmatlûb(u))
Geleneksel anlayışa göre bu cümledeki ‘ET-TALİB’ kelimesinin karşılığı “sinek kendilerinden bir şey kapınca onu geri almaya çalışanlardır.” Fakat ‘ET-TALİB’ kelimesinin zamir değeri ‘HUVE’dir. Oysa ayetin öncesinde ‘HUVE’ anlamı verebileceğimiz MÜFRED bir TALİB yoktur.
‘EL-MATLUB’ ise “sinek” yani ‘ZUBAB’ kelimesi olmaktadır.
İyi de ayetin öncesindeki fiiller TALİB – MATLUB ilişkisi değil ki? Sinek zorla alıyor, onlar da bu zorla alınanı kurtarmak istiyor. Bunun neresi talib-matlub ilişkisidir?
Ayetteki ضَعُفَ (da’ufe) kelimesine gelince… Bu kelime 5. babtan bir fiildir ve kelimeye verilen anlamı doğru varsayarsak “ZAYIF OLDU” anlamındadır yani “Bu durumda ZAYIF değillerdi o halde geldiler.” gibi bir anlam çıkar
Bu kelimenin fiil olması cümleyi fiil cümlesi yapar… Bu durumda, öncesinde olmayan ama sonradan olan bir zayıflık ortaya çıkar… EH, bu durumda da şu soru ortaya çıkar: NE YANİ, DAHA ÖNCEDEN SİNEĞİN KAPTIĞI ŞEYİ ALABİLİYORLAR MIYDI?
Buraya kadar “NE OLMADIĞI” hususuna değindik… “PEKİ, NEDİR?” sorusuna cevap bulmak için her kelime üzerinde uzun uzun durmak gerekmektedir… Allah imkân verirse elbette duracağız… Fakat benim kanaatime göre ilk üzerinde durmamız gereken ifade kesinlikle مِنْ دُونِ اللّٰهِ (min dûni(A)llâhi) ifadesidir çünkü bu ifadeye vereceğimiz mana onu ya HÂL yapmaktadır ya da MEKAN ZARFI yapmaktadır…
Ifadedeki ‘DUNE’ kelimesi zıt anlamlarda da kullanılabilen bir kelimedir… Yani kelimeye “BERİ” anlamı verilebileceği gibi “ÖTE” anlamı da verilebilir. Bu kelime kesinlikle kendisinden önceki kelimelerle anlam kazanır… Anlamaya çalıştığımız cümlede bu kelimeden önce ‘TEDUNE/YEDUNE’ (şimdilik hangisi olduğunu bir kenara bırakalım) kelimesidir. Bu kelimenin kök harfler ‘D+A+V’dir. Sülasi kökündeki anlamları şu şekildedir: “Dua etmek, çağırmak, teşvik etmek, nitelemek, bakiye bırakmak, istemek, dikkati celp etmek, azap etmek, nispet etmek.”
Öncelikle kelimeye verilen “dua etmek, yalvarmak” manaları üzerinde duracak olursak şöyle bir durum ortaya çıkıyor:
Varlık içinde “dua edilip kendisinden bir şeyler istenecek en yakın zat YÜCE ALLAH’TIR”… Dua için akıllı varlıklara ondan daha yakın birisi bulunmamaktadır. Çünkü o LÂTİF olandır.
Hâl böyleyken kişi istese bile kendisi ile ALLAH arasına birilerini koyamaz… Kişinin Allah’tan başkasına dua edebilmesi için Allah’ı uzaklaştırması değil, Allah’ı aşması gerekmektedir. Nitekim bu durum Bakara suresindeki şu ayette gayet güzel bir şekilde açıklanmıştır (ayetle ilgili TDV mealini vereceğim. Bu mealde sadece dikkat çekmek istediğim hususu göz önüne alın lütfen.)
Ve-iżâ seeleke ‘ibâdî ‘annî fe-innî karîb(un) ucîbu da’vete-ddâ’i iżâ de’ân(i) felyestecîbû lî velyu/minû bî le’allehum yerşudûn(e)
TDV meali – Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.
Hani az önce ‘DUNE’ kelimesi için “Bu kelime kesinlikle kendisinden önceki kelimelerle anlam kazanır.” demiştim. Şimdi ‘DUNE’ kelimesinden önceki kelime “dua etmek” anlamında bir kelime olunca ‘DUNE’ kelimesi “BERİ, ALT” anlamında değil “ÖTE” anlamında olması lazım… Yani “yakın olan dururken ÖTE olana dua etmek.”
İşte bu durum ‘MİN DUNE’ ifadesini ZARF yapıyor… Yok bu kelimeye “aşağılık, değersiz” anlamı verilirse bu durumda “ALLAH’TAN DEĞERSİZ OLANA” gibi bir anlam çıkıyor ki bu da ‘MİN DUNE’ ifadesini HÂL yapar.
Mesel ve ayetler arasındaki ilişkiler
Yine aynı şekilde ‘DUNE’ ifadesine “dışında” anlamı verilirse bu durumda da HÂL olur.
Hasan AKDAĞ anlamaya çalıştığımız ‘DUNE’ kelimesinin anlamları hakkında şunu demiş: “Ön, arka, ileri, geri, alt, önce, beri, aşağı, başka, değil, yakın, değersiz, daha az, daha küçük ve -sız.”
Şimdi bu manaları ‘MİN DUNİLLAH’ ifadesine uygulayalım:
ALLAH’TAN ÖNDE
ALLAH’TAN ARKADA
ALLAH’TAN İLERİDE
ALLAH’TAN GERİDE
ALLAH’TAN ALTTA
ALLAH’TAN ÖNCE
ALLAH’TAN BERİDE
ALLAH’TAN AŞAĞIDA
ALLAH’TAN BAŞKA
Suredeki örneklerin mealler ve tahlili
ALLAHDA DEĞİL
ALLAH’TAN DEĞERSİZ
ALLAH’TAN DAHA AZ
ALLAH’TAN DAHA KÜÇÜK
ALLAHSIZ
EĞER varlık hiyerarşisini; en üstte Allah, diğer varlıklar O’nun altında ve insan ile Allah arasında bir mesafe var olarak görürsek bu durumda ‘DUNE’ ifadesi kesinlikle MEKAN zarfı olur.
Yani bir dikey bir hiyerarşi var, bu hiyerarşide kademeler var ve her kademenin de kendisine ait bir mekanı var gibi bir durum çıkar.
İnsandan kademe kademe en tepedeki ALLAH’A yükselen bir PİRAMİT gibi.
Peki, Kur’an böyle bir hiyerarşi olduğunu söylüyor mu?
Az önce alıntıladığım Bakara suresindeki ayet hiyerarşinin böyle olmadığını söylüyor.
Burada şöyle bir itiraz gelebilir… ‘DUNE’ kelimesinin belirttiği “AŞAĞI, BERİ” anlamı mekan açısından değil DEĞER açısındandır yani “Allah’tan daha değersiz varlıklar” anlamındadır.
Filhakika ‘DUNE’ kelimesinin böyle bir anlamı vardır.
Fakat eğer ‘DUNE’ kelimesinden önce ‘VETTAHAZU İLAHEN MİN DUNİLLAH’ olsaydı bu olurdu… Ama ayette ‘DUNE’ kelimesinden önceki kelime “çağırmak, nispet etmek, teşvik etmek” manasında bir kelime, dolayısıyla burada verilmesi gereken anlamın “beri, alt, değersiz” gibi olmaması tam tersi “ÖTE, İLERİ” gibi bir anlam olması gerekmektedir.
Çünkü “ÇAĞIRMA, DUA ETME” gibi fiillerde akıllı varlık türlerine ALLAH’TAN DAHA YAKIN KİMSE YOKTUR.
İnsanın Allah’tan başkasını kendisine daha yakın görmesi bir hakikat değil bir YANILGIDIR.
İşte bu yüzden benim kanaatime ve çalışmalardan elde ettiklerime göre ‘DUNE’ kelimesine “ötesinde” gibi bir anlam verilmesi daha doğru olacaktır.
Bunu tespit ettikten sonra cümlenin tamamındaki sorunlara dönecek olursak…
Aslına bakılırsa anlamaya çalıştığımız اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ (inne-lleżîne ted’ûne min dûni(A)llâhi) cümlesindeki fiil ister ‘TEDUNE’ olsun ister ‘YEDUNE’ olsun, her halükarda cümle eksik kalıyor.
Mesellerin kökeni ve tarihî bağlamı
Yani sıla cümlesi mutlaka bir meful istiyor.
Bu durumda iki şey yapılabilir:
- Meal ve tefsir ulemasının yaptığı gibi cümlenin öncesinde olmadığı ve hiçbir gerekçesi de bulunmadığı halde sanki cümlede bir ‘HUM’ zamiri varmış gibi yaparız.
- Cümlenin öncesinde ABDALA MALUM bir meful olup olmadığına bakarız.
İşte bu şıklardan 2.sini tercih ettiğimizde mefulün ‘HUM’ değil, ‘MESEL’ kelimesine dönen ‘HU’ zamiri olması daha uygun düşmektedir ve gerekçeleri de vardır.
İŞTE BU noktada ضُرِبَ مَثَلٌ (duribe meśelun) ifadesinin neyi kastettiği çok daha önemli bir hâl kazanacaktır.
‘FESTEMİU’ kelimesine “DİKKATE ALIN” şeklinde bir mana vermek sanırım en doğru mana olacaktır.
Bu durumda cümle “SİZE BİR MESEL VURULMUŞTU, ONU DİKKATE ALIN.” şeklinde bir cümle çıkar karşımıza. Daha öne ‘DURİBE MESELUN’ ifadesinin “Bir hakikati verilen bir meseleyi kıyas yaparak daha anlaşılır hâle getirmek.” anlamına geldiğini söylemiştim.
Bu noktada şöyle bir durum çıkmaktadır:
- Bu ayetten önce anlatılmış bir hakikat var.
- Bu hakikat anlaşılsın diye ona getirilmiş bir mesel var.
Bakara suresindeki ayetten “Yüce Allah’ın ‘karşılığı olmayan, denk olmayan’ bir mesel getirme metodunun olmadığını” da hatırladığımızda şöyle bir özellik daha ekleniyor:
- Getirilen mesel, anlatılmak istenen hakikatin tam karşılığı olacak yani ‘HAKK’ olacak.
İŞTE BU NOKTADA HAC SURESİ 73. AYETTEN GERİYE DOĞRU GİDİP “HANGİ MESEL HANGİ HAKİKATE GETİRİLDİ?” SORUSUNUN CEVABINI ARADIĞIMIZDA DAHA HEMEN SURENİN EN BAŞLARINDAKİ AYETLER ÇIKIYOR KARŞIMIZA:
MESEL 1:
Yevme teravnehâ teżhelu kullu murdi’atin ‘ammâ erda’at veteda’u kullu żâti hamlin hamlehâ veterâ-nnâse sukârâ vemâ hum bisukârâ velâkinne ‘ażâba(A)llâhi şedîd(un)
SV meali – Onu göreceğiniz günde, yavrusunu emzirmekte olan her anne, telaştan yavrusunu unutur, gebeler düşük yaparlar. İnsanları kendilerinden geçmiş görürsün; kendilerinden geçmezler ama Allah’ın azabı onları iyice sarar.
MESEL 2:
Yâ eyyuhâ-nnâsu in kuntum fî raybin mine-lba’śi fe-innâ ḣalaknâkum min turâbin śümme min nutfetin śümme min ‘alekatin śümme min mudġatin muḣallekatin veġayri muḣallekatin linubeyyine lekum venukirru fî-l-erhâmi mâ neşâu ilâ ecelin musemmen śümme nuḣricukum tiflen śümme litebluġû eşuddekum veminkum men yuteveffâ veminkum men yuraddu ilâ erżeli-l’umuri likeylâ ya’leme min ba’di ‘ilmin şey-â(en) veterâ-l-arda hâmideten fe-iżâ enzelnâ ‘aleyhâ-lmâe-htezzet verabet veenbetet min kulli zevcin behîc(in)
SV meali – Ey insanlar! Kabirlerden kalkma konusunda şüpheniz varsa (düşünün): Sizi önce topraktan sonra döllenmiş yumurtadan, sonra alakadan, sonra da bir çiğnem et parçasından belli belirsiz şekilde yarattık. Bu sözler, size olup biteni açıklamamız içindir. Yaşamasını tercih ettiğimizi belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde tutar, sonra sizi bir çocuk olarak çıkarırız. Sonra da ergenlik çağına eresiniz (diye yaşatırız). Kiminiz ölür, kiminiz de ömrün en düşkün çağına kadar yaşatılır ki bilirken bilemez hale gelsin. Toprağı da kupkuru görürsün ama üzerine suyu indirdik mi kıpırdar, kabarır ve her türlü güzel bitkinden bir eş bitirir.
MESEL 3:
Men kâne yazunnu en len yensurahu(A)llâhu fî-ddunyâ vel-âḣirati felyemdud bisebebin ilâ-ssemâ-i śümme-lyakta’ felyenzur hel yużhibenne keyduhu mâ yaġîz(u)
SV meali – Kim Allah’ın, dünyada da âhirette de kendine asla yardım etmeyeceği kanaatine varmışsa bir gerekçeyle göğe (Allah’a) yönelsin, diğer ilişkilerini derhal kessin ve baksın ki bu yol kendini bunaltan şeyi gerçekten giderecek mi yoksa gidermeyecek mi?
ASLINA BAKARSANIZ 1- 25. AYETLER HEP MESEL.
BİZZAT ‘D+A+V’ kökünde kelimeler 73. ayetten önce 12, 13, 62, 67. ayetlerde geçiyor… Bu kelimelerin takibi yapılsa bile bu bizi 1-25. ayetlerine götürüyor.
Meselâ, 62. ayet şöyle diyor:
Żâlike bi-enna(A)llâhe huve-lhakku veenne mâ yed’ûne min dûnihi huve-lbâtilu veenna(A)llâhe huve-l’aliyyu-lkebîr(u)
SV meali – Bu Allah’ın gerçeğin kendisi olmasından dolayı böyledir. O’nunla aralarına koyup yardıma çağırdıkları ise gerçek dışıdır. Allah yücedir, büyüktür.
Bu ayete dikkat edilirse ‘ZELİKE BİENNE’ ile başlıyor yani bu ayetten önce anlatılanların sebebini bildiriyor.
“Nedir onlar?”
İşte bu soruyu sorduğumuzda bu da bizi 1-25. ayetlere götürüyor.