Hadsiz Ve İzansız Soruların Gündem Edilmesi

HADSİZ ve İZANSIZ SORULARIN GÜNDEM EDİLMESİ

“Allah geleceği bilir mi?” gibi bir soru vesilesiyle birkaç kelâm etme zarûreti doğmuştur. Fakat edeceğimiz kelâm, soruya cevap olsun diye değil böyle soruların gündeme getirilmesinin başka bir cephesine dikkat çekme amaçlıdır.

Her şeyden önce şunu belirtelim ki yaratılmış akıllı varlık türlerinin hiçbirinin Yüce Allah’ın neyi ne kadar bildiğini veya bilmediğini anlama kudreti yoktur. Çünkü bu tür şeyler ancak “eşitler arasında” olabilecek bir şeydir. Herhangi bir insanın başka birinin neyi bildiğini veya neyi bilmediğini test edebilme, anlayabilme ve teşhis koyabilme imkânı vardır. Hatta sadece bu da değil; bildiğini ne kadar bildiğini ve bilmediğini de ne kadar bilmediğini test edebilme ve teşhis koyabilme imkânı vardır.

Yaratılmışların bilgisi ve zaman algısı

“Bilmek” denilen şey üç zamanı (geçmiş-şimdi-gelecek) kapsayan ve her üç zamanda farklı değerlendirilmesi gereken bir şeydir. Bir insanın kendini anlamlı hâle getirecek ve kendisi için olmazsa olmaz “geçmiş” bilgisini bilmemesi kusur ve eksikliktir. Ama bu kusur ve eksiklik sadece o kişinin anlam ve amacına direkt etkisi olacak şeylerle sınırlıdır. Meselâ, Türkiye’de yaşayan bir insanın ‘Hollanda Tarihi’ni bilmemesi bir eksiklik veya kusur değildir ama yeryüzünün her yerinde kişinin anne ve babasını bilmemesi ya eksiklik ya da kusurdur. Bu yüzden geçmişi bilmemenin kusurundan bahsettiğimizde kastettiğimiz şeyin kişinin bizzat kendi varlığını anlamlı kılacak geçmiş bilgisinden bahsettiğimizin bilinmesi gerekmektedir. Bu yüzden kişinin geçmişe dair her şeyi bilmemesi kusur değildir ama kendi varlığını anlamlı kılan geçmiş bilgisini bilmemek kusur ve eksikliktir.

Kişinin “şimdiki zaman” bilgisi de tıpkı “geçmiş zaman” bilgisi gibidir. Kendi varlığını anlamlı hâle getirecek “şu an” bilgisini bilmemesi kusurdur ama yeryüzünde şu an olan olayların hepsini bilmemesi ne kusurdur ne de eksikliktir.

“Gelecek zaman” bilgisi ise birazcık farklıdır. Burada kişinin gelecek zamanda başına nelerin geleceğini bilmemesi kusur değildir ama gelecekte ne olması gerektiğini bilmemesi kusur olacaktır. Fakat “şimdi zaman”da yapılan kusur şimdiki ve geçmiş zaman bilgisini düzeltmekle, “geçmiş zaman” bilgisindeki kusur ise geçmiş zaman bilgisini düzeltmekle tamir edilirken “gelecek zaman” bilgisini düzeltmenin yolu yoktur. Bu ancak ve ancak geleceği bilen ve geleceği bildiğine kesin iman edilen birinin haber vermesi ile düzelebilecek bir şeydir.

Henüz yaşanmamış şeylerle ilgili insanın yapabileceği iki şey vardır: Ya geçmiş ve şu anda topladığı verilerle geleceğe dair tahmin ve çıkarım üzerine algoritmalar geliştirmek -ki her halükârda buna tahmin (zan) denilecektir, ya da doğruluğuna ve aynı zamanda gücünün yettiğine inandığı birinin verdiği bilgilere güvenmek.

Yaratılmış varlıkların tamamı zamana ve mekâna mukayyet (bağımlı) varlıklardır. Bu yüzden bu tür varlıkların bizzat kendilerinin gelecekle ilgili bilgisiz olmaları onlar açısından ne kusurdur ne de eksikliktir. Fakat zamana ve mekâna bağımlı olmayan birinin geleceği bilmemesi kusur ve eksikliktir.

Şimdi, eğer biri “Allah geleceği bilir mi?” diye bir soru soruyorsa veya kendisinin böyle bir soruya verilecek cevabı kuşatacak seviyede olduğunu kabul ediyorsa sorunun cevabından önce MUTLAK VARLIK İLE ZAMAN VE MEKÂN İLİŞKİSİNİ yani bir zâtın mutlakken “zaman”a ve “mekân”a mukayyet olmasını açıklaması gerekmektedir.

Öte yandan pratik hiçbir karşılığı olmayan “ALLAH GELECEĞİ BİLİR Mİ?” sorusunu sorma kudretini kendisinde gören bir kişinin bu bilgiye neden ihtiyaç duyduğunun da sorgulanması gerekmektedir. Diyelim ki bu soruya (sonsuz kere hâşâ) “Allah geleceği bilmez.” diye cevap verildi, bu cevabı alan kişi bu cevapla ne yapacaktır? (Hâşâ) dönüp Allah’a “Sen kulluk edilmeye değmezmişsin.” mi diyecektir? Yani (hâşâ) Allah geleceği bilmeyince tapınılmaya, kendisine kulluk edilmeye layık olmayan bir ilah durumuna mı düşecektir?

Şu varlığı yaratarak neyi bildiğini ve bilgisinin boyutlarını insanın gözünün içine sokan Yüce Allah’ın (hâşâ) bilmediklerinin peşine düşmenin insana nasıl bir faydası vardır acaba?

Allah’ın zamanla ilişkisine dair tartışma

Bu sorular insanı umudundan etmek, onu çaresiz bırakmak, onu YEİS içinde yaşatmaktan başka ne işe yarar acaba?

Daha ilk kelimesinde ‘ELHAMDU LİLLAH’ (“KUSURSUZLUK, EKSİKSİZLİK, HATASIZLIK SADECE VE SADECE ALLAH İÇİNDİR.”) diyen bir kitaba iman ettiğini iddia eden insanların, sorması bile Allah’a kusur atfetmek olan bir soruyu sormasındaki mantık örgüsü nedir acaba?

İçinde yaşadığımız evreni yaratırken kullandığı bilgiyi yedik tükettik…

İçinde yaşadığımız gezegeni yaratırken kullandığı ilmi bitirdik…

İçinde yaşadığımız bedeni yaratırken kullandığı ilmi çoktan gerilerde bıraktık…

Yediğimiz ekmeği içtiğimiz suyu yaratırken kullandığı ilmi de tükettik…

-de şimdi sıra neyi bilmediklerine mi geldi?

Bildirdiği bilginin hakkını verdik de şimdi sıra bilmediklerini öğrenmeye mi geldi?

BİR MÜMİNİN BÖYLE BİR SORUYA CÜRET ETMESİ; AKIL YÜRÜTMEK, DÜŞÜNMEK, AKLINI GELİŞTİRMEK, FİKİR SAHİBİ OLMAK, İLİM ELDE ETMEK DEĞİL, HER ŞEYİ YOKKEN VAR EDECEK İLME SAHİP OLDUĞUNU ETRAFIMIZA SERDİĞİ MİLYARLARCA VARLIKTA SONSUZ KERE GÖSTEREN ALLAH’A KARŞI HAD BİLMEMEKTİR!

Müminin aklı, sınırları olmayan ve her sınırı aşma cüretini kendinde gören bir akıl değil, sınırları ve ilkeleri olan bir akıldır. Çünkü Yüce Allah bizden daha “akıllıdır” ve bu yüzden O, bizim aklımızın da kılavuzudur.

Böyle sorular fabrikasyon sorulardır. Bu sorular müminlerin gündemine bilinçli olarak sokulmaktadır. Böyle soruları gündeme getirenler “Allah-mümin” arasındaki güvene dayalı ilişkinin yıkılmasını amaçlamaktadır.

Müminler böyle sorular soranların gizledikleri amaçlarını görmezden gelerek bu sorulara cevap yetiştirmekle zaman kaybetmemelidir.

Kur’an’da ‘RADİYALLAHU ANHUM VE RADU ANH’ (bkz. Beyyine suresi 8. ayet) ifadeleri geçmektedir. Mümin işte bu temel üzerine hareket edendir. BİZ BİR KERE ALLAH’TAN RAZI OLDUK, O’nun hakkında hiçbir şey bilmesek bile biz O’nun her şeyine, her haline, her sıfatına, her fiiline RAZI OLDUK… Bu öyle bir razı oluştur ki kabahatlerimizden dolayı bizi cehenneme atsa bile biz yine de O’ndan razıyız. Cehenneme gidişimizin kabahatini asla O’nda aramaz, asla O’na izâfe etmeyiz. “Ne yaptım ben, nasıl olur da ‘ER-RAHİM’ olan bu Allah’ımı beni cehenneme atacak hâle getirdim?” deriz.

BİZ O’NA RAZI OLDUK, yeryüzündeki hiç kimse bizim bu razı oluşumuzu O’na eksiklik izâfe ederek sarsamaz.

Biz O’na razı olduk; O ilahımız, biz de O’nun yokken var ettiği kullarız; O ‘EL-MALİK, EL-MELİK’, biz tebaayız; O ‘EL-ĞANİY’, biz O’na fakiriz…

O HERŞEYİ (gelecek de dahil) BİLEN, BİZ DE O’NUN GEÇMİŞTEN, ŞU ÂNIMIZDAN VE GELECEKTEN VERDİĞİ HER HABERE İÇİMİZDE ZERRE MİKTARI ŞÜPHE OLMADAN İNANANLARIZ…

Şüphe, ateizm ve muhatap seçim stratejileri

Ateistlere gelince: Onlara karşı İslam’ı veya Müslümanları savunmanın tek yolu onları dikkate almamaktır.

“Allah yok.” diyeni muhatap almak son derece gereksizdir.

Allah, “insan” denen varlığın tek umududur. “Allah yok.” demek insanı umutsuz yani İBLİS haline getirme çabasıdır.

Nasıl ki birinin sizi görüp sizinle konuştuğu halde karşınıza geçip “Sen öldün, hadi bana yaşadığını ispat et.” demesi bir saçmalıksa “Allah yok.” demek bununla kıyaslanamayacak kadar devasa bir saçmalıktır… Nasıl ki sizinle konuştuğu halde size “Sen ölüsün.” diyene delil getirmek, ispata kalkışmak beyhude bir çabaysa bu ondan çok daha büyük bir beyhude çaba olur…

“Allah yok.” diyene yok muamelesi yapmak davranışta adalettir.

Sonra, zaten “yok” diyen ateistin “Allah geleceği bilir mi, bilmez mi?” şeklinde soru sorması da bir çelişkidir. Onlara verilecek en güzel cevap “SANA NE ULAN; BİZİM ALLAH’IMIZIN NEYİ BİLİP BİLMEDİĞİNDEN SANA NE?” olacaktır. (Tabi siz bunu bu kadar kaba söylemeyin.)

Kavramlar: