Hadu Yahud Yahudiyyen Kelimeleri Bakara 111 113 135

BAKARA 111, 113, 135. AYETLERİ ve ‘HADU, YAHUD, YAHUDİYYEN’ KELİMELERİ

‘HADU’ kelimesini anlamaya çalışırken müktesebatta TUZUN bile koktuğunu anlamıştım. Bu kelimenin sözlüklerdeki kök manalarına baktığınızda çok ilginç bir şekilde kelimenin “YAHUDİ OLMAK, YAHUDİ DİNİNE GİRMEK” şeklindeki manalarla karşılaşmıştım. Oysa ‘YAHUD’ kelimesi de yine bu kökten türemiş fiil formunda isimdir.

Nasıl oluyor da bir kelimenin kök karşılığı aynı kökten türemiş başka bir kelime oluyor diye epey kafa yormuştum.

İşin daha da ilginci kelimeye kök mana olarak verilen “YAHUDİ OLMAK, YAHUDİ DİNİNE GİRMEK” şeklindeki manaların hayatta bir karşılığının olmaması. Çünkü Yahudi olunmaz, Yahudi dinine girilmez, YAHUDİ DOĞULUR… Müktesebâtın “YAHUDİLİK” dediği dindeki uygulama budur.

Kelimeye sözlüklerde verilen “YAHUDİ OLMAK” ifadesindeki “YAHUDİ” kelimesinin mevcut Yahudiliği kastettiğini açıklamama gerek yok sanırım. Yani bu adamlar “Yahudi olmak” derken, Kur’an’ın kastettiği manayı değil geleneğin kastettiği manayı baz almışlardır.

Sözlüklerde bile böyleyse artık tuz kokmuş demektir.

Yalnız burada şöyle bir ayrım yapalım, bu “kokma” kelimenin kendisinde değil, kelimeye sözlük manaları veren lügatlerdeki mantığın kokmasıdır.

Terimin kökeni ve sözlük tartışmaları

Kelimenin etimolojik kökenine inmeye çalışan ansiklopedik sözlük sahibi ulema bu kelimenin etimolojik kökenini A’râf suresi 156. ayete, o ayette Musa’nın söylediği şu cümleye dayandırırlar:

وَاكْتُبْ لَنَا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَۜ

(Vektub lenâ fî hâżihi-ddunyâ haseneten vefî-l-âḣirati innâ hudnâ ileyk(e))

TDV Meali – “Bize, bu dünyada da iyilik yaz ahirette de. Şüphesiz biz sana döndük.”

‘HADU, YAHUD, YAHUDİYYEN’ kelimelerinin hepsi farklı anlamlardadır ve kesinlikle aynı anlamda değildir.

Kelimenin kökenini A’râf 156. ayete dayandıran ulema o ayeti baz alarak sözlüklerinde kelimenin “BATILDAN HAKKA DÖNMEK” şeklinde bir manası olduğunu söylemişlerdir. Fakat A’râf suresindeki kullanıma dikkate ederseniz ifadenin ‘HUDNA İLEYKE’ şeklinde olduğunu görürsünüz. Ama “Yahudi” anlamı verilen ‘ELLEZİNE HADU’ ifadelerinin hiçbirinde devamında ‘İLE’ olan bir kullanım yok… Eğer ‘HADU’ kelimesi tek başına “BATILDAN HAKKA DÖNMEK” manasına gelseydi A’râf 156. ayette MUSA’nın ‘HUDNA’ dedikten sonra ‘İLEYKE’ demesi çok saçma olurdu.

‘HUDNA İLEYKE’ ifadesine, sözlüklerde ‘HADU’ kelimesine verilen “hakka döndü” anlamını göz önüne alarak mana verirsek şöyle oluyor… “HAKKA DÖNDÜK SANA/SENİNLE.”

“SENİNLE HAKKA DÖNDÜK.” manası verilebilir mi? el-CEVAP… KESİNLİKLE VERİLEMEZ… Peki neden verilemez? Bu mana verilirse hâşâ Allah’ın da Musa ile birlikte hakka dönmüş olması lazım gelir de ondan.

Çünkü ‘İLE’ harf-i cer’inin verdiği mana MAA olmuş olur… “SENİNLE YÜRÜDÜM, SENİNLE SAVAŞTIM, SENİNLE YAZIŞTIM, SENİNLE HAKKA DÖNDÜM”… Yani “Ben ne yaptıysam sen de aynısını yaptın.” demek olur.

Bu durumda eğer kelimenin manasını “HAKKA DÖNMEK” olarak alırsak “HAKKA DÖNDÜK SANA” şeklinde garabet bir mana çıkar ama kelimenin manasını sadece “GİDİLEN İSTİKAMETEN DÖNMEK” olarak alırsak “GİTTİĞİMİZ İSTİKAMETİ BIRAKIP SANA DÖNDÜK.”

Bu durumda eğer kelime ‘HADU İLE’ veya ‘HUDNA İLE’ şeklinde değilse kelimenin manasının “GİDİLEN İSTİKAMETTEN DÖNMEK” olarak alınması gerekmektedir… Musa ‘HUDNA İLEYKE’ demektedir çünkü daha önceki istikametleri bozuk bir istikametti. O halde Musa’nın ‘HUDNA’ demesinin manası ‘İLE’ ile anlam kazanmakta ve dönüşün ne tarafa olduğunu belirtmektedir.

Ama aynı ibarenin ‘ELLEZİNE HADU’ şeklinde gelmesi durumunda bu adamların ne tarafa döndükleri belli değildir; haktan batıla mı batıldan hakka mı?

Eğer o ifadeler ‘ELLEZİNE HADU İLEL HAK’ veya ‘ELLEZİNE HADU İLE SIRATİN MÜSTAKİM’ veya ‘ELLEZİNE HADI İLELLAH’ şeklinde olsaydı rahatlıkla onların da BATILDAN HAKKA döndüklerini söyleyebilirdik. Ama Kur’an’ın her neresinde ‘ELLEZİNE HADU’ kelimesi geçmişse hepsinde olumsuz bir kullanım vardır. Bu olumsuz tanımlamalar bize göstermektedir ki onlara getirilmesi gereken tanım ‘ELLEZİNE HADU ANİLLAH, ELLEZİ HADU AN SEBİLİLLAH, ELLEZİNE HADU ANİL HAK’ şeklinde olmak zorundadır.

Tarihsel bağlamda metin yorumlama yaklaşımları

İster HAKTAN BATILA isterse de BATILDAN HAKKA dönen kişilere “DÖNEN, DÖNEKLİK YAPAN” denilir. ‘ELLEZİNE HADU’ ifadesine tek başına “DÖNEKLİK YAPANLAR” manası verilmesi gerekmektedir. Ama Türkçedeki “DÖNEK” kelimesi sadece kötü anlamda kullanılır. Yanlış anlaşılmalar da buradan kaynaklanıyor sanırım…

Evet ‘ELLEZİNE HADU’ ifadesine tek başına “DÖNEKLİK YAPANLAR” veya “DÖNEKLER” manası verilir ama bu dönekliğin iyi mi yoksa kötü mü olduğu devamında veya öncesinde anlatılan anlatımlardan bilinir.

Az önce de dediğim gibi ‘ELLEZİNE HADU’ ifadesi hiçbir şekilde İYİ tanımlarla tanımlanmaz… O halde bu dönekliğin HAKTAN BATILA DOĞRU olduğu gayet açık hâle gelmiş olur.

Peki bu adamlar ilk defa ‘ELLEZİNE HADU’ tanımlamasını ne zaman hak ettiler?

Bu sorunun cevabı MÂİDE 26. ayettedir.

Bu adamlar Musa resul olduğunda ona her türlü sahtekarlığı yaptılar ama Musa’yı bırakıp gitmediler… Mısır’dan çıkarken yine Musa ile birliktelerdi. Deniz yarıldığında, dağ üstlerine kaldırıldığında, yolda puta tapan bir kavme rastladıklarında, buzağıya tapındıklarında, “Allah’ı bize göster.” dediklerinde, inek olayında, bir adamın öldürülmesi olayında, söz alındığında vs. hep MUSA’nın civarında, hep onunla birliktelerdi. Ta ki “ŞU KAPIDAN GİRİN!” dendikleri yere gelinceye kadar… Ta ki “İŞTE SİZE YAZILAN MUKADDES VADİ BU!” denilene kadar.

İşte orada Musa’yı bırakıp gerisingeri döndüler.

Musa ile yaptıkları o uzun ve maceralı yolculuklarında tüm olumsuzluklarına rağmen hep birliktelerdi.

Mısır’dan çıktıklarında istikametleri Mukaddes Vadi idi ve bunu da hepsi biliyordu ama tam hedeflerine vardıklarında “SEN VE RABBİN (Hocan yani Harun) GİDİN SAVAŞIN, BİZ BURADA OTURUYORUZ.” dediler.

Bu arada ‘Rab’ kelimesinin “üstaz, hoca, eğitmen, efendi” gibi manaları var ama “ÜVEY TERBİYE EDİCİ” manası da var.

Firavun Musa’ya şöyle diyor:

قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يدًا وَلَبِثْتَ ف۪ينَا مِنْ عُمُرِكَ سِن۪ينَ
Şu’arâ 26 / 18

Kâle elem nurabbike fînâ velîden velebiśte fînâ min ‘umurike sinîn(e)

TDV Meali – (Kendisine Allah’ın emri tebliğ edilince Firavun) dedi ki: Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi?

İfade kapsamı ve muhatap analizleri

‘NURABBİKE FİNA VELİDEN’ … (Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi?)… Bu ifade çok şey söylüyor…

Cümleye dikkat ederseniz irabında bir takdim tehir var… Cümlenin öğelerini iraba göre sıralarsak ‘ELEM NURABBİKE VELİDEN FİNA’ şeklinde olması gerekir.

Takdim tehirin sebebi ‘VELİDEN’ kelimesinin nekira olmasıdır çünkü eğer takdim tehir olmasaydı ‘FİNA’ ifadesi ‘VELİDEN’ kelimesinin sıfatı olurdu.

Yani zorunlu bir takdim tehir var.

VELHASIL, Kur’an’da geçen ‘ELLEZİNE HADU’ ifadesi “DÖNEKLER, DÖNEKLİK YAPANLAR” anlamına gelmektedir.

‘RABBE HALİDUN ŞAKİRAN’ … Halit Şakir’e babalık yaptı.

‘RABBES SABİ’ … Aklı başına gelinceye dek babalık yapmak.

‘RAABBUN’ … Babalık, üvey baba.

‘RABUBUN’ … Bir kadının oğulluğu.

‘RAABBETÜN’ … ÜVEY ANNE, ANALIK, ÜVEY KIZ.

“Bunlardır” demiyorum ama “bunları göz ardı etmeyin” diyorum.

Bu arada yine bir hatırlatma… ‘VELİDEN’ kelimesinin “doğumundan bir haftalık oluncaya kadar olan bebek” manası da var.

Fiil formundaki isimler Kur’an’da geçiyor… Mesela, YE’CÜC, YUSUF, YAKUP, AHMED… Tek bunlar da değil daha başkaları da var… Fiil formunda olduğu halde, o kelimeyi isimleştirmenin tek sebebi vardır… O İŞİ SÜREKLİ YAPMAK.

‘Yahudi’ ve ‘Yahudiyyen’ kelimelerinde de bir devamlılık aklımıza gelmeli ama bu aynı zamanda ‘HADU’ ile ‘YAHUD VE YAHUDİYYE’ kelimelerinin aynı kişileri veya aynı işi kastetmediği anlamına da gelir.

Madem konu ‘ELLEZİNE HADU’ üzerinden açıldı, o kelimenin de içinde geçtiği bir ayetle ilgili bir soru sorayım:

وَقَالُوا لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ اِلَّا مَنْ كَانَ هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ تِلْكَ اَمَانِيُّهُمْۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Bakara 2 / 111

Ve kâlû len yedḣule-lcennete illâ men kâne hûden ev nesârâ tilke emâniyyuhum kul hâtû burhânekum in kuntum sâdikîn(e)

TDV Meali – (Ehl-i kitap:) Yahudiler yahut Hristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler. Bu onların kuruntusudur. Sen de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de.

“YAHUDİ YA DA HRİSTİYAN OLANLARDAN BAŞKASI ASLA CENNETE GİREMEYECEK.” … Böylesi bir cümleyi söyleyen kişi HANGİSİNE MENSUP olur?

NOT; ayette geçen ‘EV’ edatı genelde BEDEL için kullanılır… O VEYA BU… “Bu ikisinden biri ol da hangisinden olursan ol.” anlamındadır…

وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍۖ وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍۙ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْۚ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Bakara 2 / 113

Vekâleti-lyehûdu leyseti-nnesârâ ‘alâ şey-in vekâleti-nnesârâ leyseti-lyehûdu ‘alâ şey-in vehum yetlûne-lkitâb(e) keżâlikekâle-lleżîne lâ ya’lemûne miśle kavlihim fe(A)llâhu yahkumu beynehum yevme-lkiyâmeti fîmâ kânû fîhi yaḣtelifûn(e)

SV Meali – Hepsi de aynı kitabı (Tevrat’ı) bağlantılarıyla birlikte okuduğu halde Yahudiler, “Hristiyanların bir temeli yoktur” der; Hristiyanlar da “Yahudilerin bir temeli yoktur” derler. Bilmeyenler de bunlar gibi konuşurlar. Allah bunların anlaşamadıkları konulardaki hükmünü kıyamet /mezardan kalkış günü, yüzlerine karşı verecektir.

Şimdi 3 GRUP ÇIKTI:

  1. “YAHUDİLERİN TEMELİ YOKTUR.”… Diyenler.
  2. “HRİSTİYANLARIN TEMELİ YOKTUR.” … Diyenler.
  3. “YAHUDİ VEYA HRİSTİYANLAR DIŞINDA KİMSE ASLA CENNETE GİRMEYECEK.” … Diyenler.
وَقَالُوا كُونُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰى تَهْتَدُواۜ قُلْ بَلْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
Bakara 2 / 135

Ve kâlû kûnû hûden ev nasârâ tehtedû kul bel millete ibrâhîme hanîfâ(en) vemâ kâne mine-lmuşrikîn(e)

SV Meali – Yahudiler “Yahudi olun ki doğru yolda olasınız”, Hristiyanlar da “Hristiyan olun ki doğru yolda olasınız” derler. De ki: “Hayır, biz doğruluktan şaşmayan İbrahim’in, dini yaşama biçimine uyarız! O, müşriklerden olmamıştır”.

Bakara 111. ayettekini söyleyenlere ‘Ehli Kitap’ derseniz ‘EHLİ KİTAP’ = “YAHUDİ VE HRİSTİYAN” demiş olursunuz.

Tamam öyle alalım… ‘Ehli Kitap’ kümesi Yahudilerden ve Hristiyanlardan oluşuyor ama o kümedekiler birbirlerine şöyle diyor:

Yahudi diyor ki “Sadece ben doğruyum ve Hristiyanlar yanlış.”

Tarihi olaylar ve dinî topluluk tartışmaları

Hristiyan diyor ki “Sadece ben doğruyum ve Yahudi yanlış.”

Bunların haricinde üçüncü bir grup çıkıyor ve diyor ki “İSTER YAHUDİ İSTERSE HRİSTİYAN OLMAZSANIZ ASLA CENNETE GİREMEZSİNİZ.”… Bu kim?

وَقَالُوا لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ اِلَّا مَنْ كَانَ هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ تِلْكَ اَمَانِيُّهُمْۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Bakara 2 / 111

Ve kâlû len yedḣule-lcennete illâ men kâne hûden ev nesârâ tilke emâniyyuhum kul hâtû burhânekum in kuntum sâdikîn(e)

TDV Meali – (Ehl-i kitap:) Yahudiler yahut Hristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler. Bu onların kuruntusudur. Sen de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de.

Bu ayetin ‘FAHVAL HİTABI’… “İster Yahudi olun isterse Hristiyan kesinlikle cennete gireceksiniz.” demektir.

NEYİ BİLMEYENLER?

وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍۖ وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍۙ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْۚ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Bakara 2 / 113

Vekâleti-lyehûdu leyseti-nnesârâ ‘alâ şey-in vekâleti-nnesârâ leyseti-lyehûdu ‘alâ şey-in vehum yetlûne-lkitâb(e) keżâlikekâle-lleżîne lâ ya’lemûne miśle kavlihim fe(A)llâhu yahkumu beynehum yevme-lkiyâmeti fîmâ kânû fîhi yaḣtelifûn(e)

SV Meali – Hepsi de aynı kitabı (Tevrat’ı) bağlantılarıyla birlikte okuduğu halde Yahudiler, “Hristiyanların bir temeli yoktur” der; Hristiyanlar da “Yahudilerin bir temeli yoktur” derler. Bilmeyenler de bunlar gibi konuşurlar. Allah bunların anlaşamadıkları konulardaki hükmünü kıyamet /mezardan kalkış günü, yüzlerine karşı verecektir.

O bilmeyenler de iki grup oluyor, bir kısmı birinin diğerleri de ötekilerin sözünü mü söylüyor?

BİLMEYENLER =

  1. BİLMEDEN HRİSTİYANLARIN DEDİKLERİNİN MİSLİNİ DİYENLER.
  2. BİLMEDEN YAHUDİLERİN DEDİKLERİNİN MİSLİNİ DİYENLER.

‘ELLEZİNE LA YA’LEMUNUN’un açılımı böyle midir?

Peki, onlar BİLMEYENLERDİR ve bilmeden onların sözlerinin mislini dillendiriyorlar. O zaman “Yahudi olup Hristiyanların bir temeli yoktur.” diyenler ve “Hristiyan olup Yahudilerin bir temeli yoktur.” diyenler de BİLENLER mi oluyor?

Bu BİLMEYENLER neyi bilmiyorlar? Hristiyanlık ve Yahudiliği mi?

Kaldı ki HRİSTİYANLIK VE YAHUDİLİK ‘EL KİTAP’TAN MI ÖĞRENİLİYOR?

Ayetteki kelimelerin içeriğine biraz daha yoğunlaşsak daha uygun olur.

“BİLMEYENLER ONLARIN KAVLİNİN AYNISINI SÖYLEDİLER.” … Onların kavli neydi?

  1. YAHUDİLER DEDİLER Kİ “HRİSTİYANLAR BİR ŞEY ÜZERE DEĞİLLER.” … (Yalan mı bu?)
  2. HRİSTİYANLAR DEDİLER Kİ “YAHUDİLER BİR ŞEY ÜZERE DEĞİLLER.” … (Bu da yalan mı?)
  3. BİLMEYENLERİN BİR KISMI “HRİSTİYANLAR BİR ŞEY ÜZERE DEĞİLLER.” dedi… (Bu yalan mı?)
  4. BİLMEYENLERİN DİĞER KISMI “YAHUDİLER BİR ŞEY ÜZERE DEĞİLLER.” … (Bu da yalan mı?)

HEPSİ DE DOĞRU SÖZ ama hepsi de doğrunun sadece bir kısmını ifade etmiyor mu?

Burada sorulması gereken sorular şunlar:

  1. BİLMEYENLER NEYİ BİLMİYOR?
  2. BUNLAR BİLMEYENLERSE BİLENLER KİM? YAHUDİ VE HRİSTİYANLAR MI?

VE özelikle şu cümleye dikkat edilmeli:

كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْۚ

(keżâlikekâle-lleżîne lâ ya’lemûne miśle kavlihim)

(TDV Meali – (Kitabı) bilmeyenler de birbirleri hakkında tıpkı onların söylediklerini söylediler.)

Kavramlar: