Başlıklar
Kendi Hakikatine Razı Olmama Yanılgısı
İnsanın en büyük yanılgısı kendi hakikatine razı olmamasıdır bu yüzden hep kendinde olmayan “daha iyiyi” gerçekleştirmek için çabalayıp durmuştur.
Allah’ın ona verdiği “hakikat” ve resuller aracılığıyla gönderdiği “kitap” ona basit bir seviye olarak görünmüş ve daima onlardan daha öteye geçmeye çalışmıştır.
Bu uğurda o kadar çok çaba sarf etmiştir ki en sonunda kendi dünyasını cehenneme, kendi gerçekliğini canavara, Yüce Allah’ın kitabını ise hikâyeye çevirmiştir.
Akledebilir olmayı o kadar abartmıştır ki en sonunda Yüce Allah’ı bile kuşatacağını zannetmiştir.
Hayvanlar, bitkiler ve camit varlıklar sadece kendi hakikatlerini gerçekleştirebilirler çünkü onlarda bunun önüne geçecek bir akıl yoktur yani onlarda kendini gerçekleştirmek mecburidir. İnsanda ise akıl vardır.
O halde insandaki akıl iki şeye sahiptir: “Fucûr” ve “Takva”.
Biri “kendisini gerçekleştirmesine engel olacak olan şey”, diğeri “kendisini gerçekleştirmeyi gerçekleştirecek şey”.
İnsanın, hakikatinin bu iki şeyden hangisi üzerine bina edildiğini yani hangisinin “kendisi” olduğunu anlamasının yolu çok kolaydır.
Takva ve Fucûr Karşılaştırması
Yokluğu halinde diğerinin ortaya çıkmasına neden olan şey “asıl”; diğeri yok olmazsa var olmayacak olan şey “fer”dir.
Fucûrun yokluğu takvayı var etmez ama takvanın yokluğu fucûrun var olmasına imkân verir, bu tıpkı karanlığın yokluğunun ışığı getirmeyeceği ama ışığın yokluğunun karanlığı getireceğine benzer.
Karanlık, ışığın zıddı değildir çünkü. Eğer zıddı olsaydı karanlık olmayınca aydınlığın gelmesi zorunlu olurdu. Oysa karanlığın yokluğu daha koyu bir karanlığı getirebilir. Onun yokluğu ise daha da koyusunu ama ışığın yokluğu kesinlikle karanlığı getirir ve ışık yok olmadan karanlık var olamaz.
O halde ışık (takva) asıl, karanlık (fucûr) ise ferdir.
İşte hem takva hem de fucûru olan aklın zatı “takva” temellidir ve bu akıl sadece “takva” temelli olunca kendisini gerçekleştirebilir çünkü “takva” onun hakiki doğasıdır.
Aklın Doğası ve Küstahlık
Akıllı olarak yaratıldı diye küstahlaşan insan, aklın doğasını ve kendi zatını yok sayarak güya kendisini aramaktadır ama kendi arayışını kendi zatında değil her bir şeyi kuşatan Yüce Allah’ın Zat’ını tartışmakta bulmaya kalkışmaktadır.
Sanki her akıl seviyesinde varlık anlamlı değilmiş gibi küstahça “Varlık nedir?” sorusunu sorarak hakikati ıskalamaktadır hem de bile bile. “Al sana cevap: Varlık mahluktur.” dendiğinde ise burun kıvırıp bu cevabın bilinç vermeyeceğini söylemektedir.
Bir sinek ondan bir parça kopardığında onu nasıl geri alacağını bilemeyecek kadar aciz bir akla sahip olmasına rağmen aklını, yaratılmış olmanın sınırlarının ötesine geçirmeye çalışarak Yüce Allah’ın “ne”liği hususunda bile laf cambazlığı yapmaktadır.
Tüm cevapları bulmazsa “tamam” olmayacağını zannederek ha bire gücünün yetmeyeceği sorular sormaktadır. Belki de böyle sorular sorabilen akla sahip olmak tam da onun küstahlık sebebidir.
Peki aklı hakkında bunca küstahlaşmasına rağmen hangi sorusuna cevap bulmuştur?
HİÇBİRİNE.
Söz söylemek köpek balıkları gibi parçalayıcı akıllar arasına gönüllü dalmaktır. Sizden “Akledebilir olmanın küstahlığı” diye bir söz çıkar, o köpek balıkları bu sözü alır, sivri dişleriyle parça parça eder, duygusuz cam gözlerini size diker ve ağzının kenarından salyasını akıtarak “Ramazan Demir aklı yok sayıyor.” deyiverir.
Oysa hiçbir sözün amacı aklı yok saymaya dönük değildir. Her sözün amacı “küstahlaşmadan akıllı olmanın mümkün oluşu” hakkındadır.
Eh, tabi ki burada da o sivri dişli köpek balıkları yine salyalarını akıttıkları ağızlarını açacak ve “Küstahlık mı, o nedir ki? O senin tanımındır, sana göre öyledir. Aslında küstahlık diye bir şey yoktur.” diyecektir çünkü onların bakış açısı her zaman için “bilinmeyeni bilmek/anlamak” temeline değil, “bilineni anlamsız hâle getirmek” temeline yaslanmıştır.
Anlamlı Olanı Anlamsızlaştırmak
Yüce Allah’ın insana ‘beyan’ı öğrettikten günümüze kadar geçen zamanda, insan türünün anlamak/bilmek adına biriktirdiklerinin tamamına bakıldığında, mevzunun “anlamak” değil “ANLAMLI OLANI ANLAMSIZLAŞTIRMAK” olduğu rahatlıkla görülecektir.
Kendini Gerçekleştirme Mücadelesi
Neyi nerede aradın da bulamadın ey insan? Neyi kaybettin de durmadan bir arayış içindesin?
Ah şu ahirette hesabını veremeyeceğin tarihe bir bak, sen “hakikati” değil “KENDİNİ” KAYBETMİŞSİN.
“Kendisi” kayıp olana “hakikat” verilse bile bir işe yaramaz artık.
Bize kalan, bir bireyi olduğumuz insanlık kümesinin bu ağır ve çirkin mirası içerisinde bir an bile olsa bir saniye bile olsa KENDİMİZİ GERÇEKLEŞTİRME ÇABASI olmalıdır.
Şu Kur’an’ın bize verdiği “hakikat üzere kendini gerçekleştirmek” koca bir ömürde sadece 1 saniyeliğine mümkün olsa bile bir değil bin ömür buna değer. O 1 saniye her şeye değer.
Varsın insanlık, Kur’an üzere kendimizi gerçekleştirmenin önüne geçsin bütün gücüyle.
Kapıları kapatsın, kilit üstüne kilit vursun.
Diri diri gömsün bizi.
Aç bıraksın, evlatlarımızı elimizden alsın, koca dünyada bir nefeslik hava vermesin.
BİZ BİR GÜN O 1 SANİYEYİ YAŞAYACAĞIZ!