Başlıklar
‘HALİFE’, “BEN”, “BİZ” KAVRAMLARINA GİRİŞ
‘HALİFE’ kavramı özellikle BAKARA 30. âyetteki kullanım şekliyle ve meleklerin bu kelimeye karşılık söyledikleriyle ciddi anlama problemi oluşturuyor.
NEDEN?
‘Halife’ kavramı SADECE İYİ olan için kullanılan bir kavramdır. Yani İYİ ARDIL… Önceki iyiden daha kötü olana ‘HALİFE’ denmez ‘HALFUN’ denir. Her iki kullanım da Kur’an’da vardır. ‘HALFUN’ kelimesinin “KÖTÜ ARDILLAR” anlamında kullanılmasına örnek olması için Meryem 59. âyete bakalım:
Feḣalefe min ba’dihim ḣalfun edâ’û-ssalâte vettebe’û-şşehevât(i) fesevfe yelkavne ġayyâ(n)
TDV Meali – Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.
‘HALFUN’ kelimesinin “İYİ ARDILLAR” anlamında kullanıldığı yer için şu âyete bakalım:
Eve ‘acibtum en câekum żikrun min rabbikum ‘alâ raculin minkum liyunżirakum veżkurû iż ce’alekum ḣulefâe min ba’di kavmi nûhin vezâdekum fî-lḣalki besta(ten) feżkurû âlâa(A)llâhi le’allekum tuflihûn(e)
TDV Meali – Sizi uyarmak için içinizden bir adam vasıtasıyla Rabbinizden size bir zikir (kitap) gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. O halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz.»
Bu âyet HÛD kavminden bahseden bir âyettir. Şimdi âyette deniliyor ki “NUH KAVMİNİN ARDINDAN SİZİ ‘HALİFE’LER YAPTI…” Nuh kavmi dediğine göre HÛD’un “Sizi ‘HALİFE’LER yaptı” dediği kişiler tufanda NUH ile aynı gemide olanlardır. Nuh ile aynı gemide olanlar ise inananlardır. Geri kalanlar zaten yok olmuşlardır. İşte ‘Halife’ olanlar bunlardır. Yani iyilerdir.
7-A’râf / 74
وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّاَكُمْ فِي الْاَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِنْ سُهُولِهَا قُصُورًا وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتًاۚ فَاذْكُرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Veżkurû iż ce’alekum ḣulefâe min ba’di ‘âdin ve bevveekum fî-l-ardi tetteḣiżûne min suhûlihâ kusûran vetenhitûne-lcibâle buyûtâ(en)(c) feżkurû âlâa(A)llâhi velâ ta’śev fî-l-ardi mufsidîn€
TDV Meali – Düşünün ki, (Allah) Âd kavminden sonra yerlerine sizi getirdi. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.
Bu âyet ise SALİH kavmi ile alakalıdır ve burada da “AD KAVMİNDEN SONRA SİZİ HALİFELER YAPTI.” denilmektedir. Hûd kıssalarına baktığımızda da uğradıkları yıkımdan kurtulanlar sadece İYİLERDİR. ‘Halife’ olanlar da işte bunlardır.
Yani eğer ‘HALİFE’ dendiğinde akla gelen kişi KÖTÜ bir ardılsa ona ‘HALİFE’ denmez.
Şimdi Bakara 30. âyette “BEN HALİFE ATAYACAĞIM.” deniliyor, melekler ise “Kan döken bozgunculuk yapanı atayacak mısın?” diye itiraz ediyorlar… Oysa eğer RAB ‘halife’ demişse bu “mevcut görevlinin veya görevlilerin mirasını olduğu gibi yerine getirecek” anlamına gelmektedir.
Meryem 59. âyete bakarak “Kötü” kavramını ŞÖYLE AÇAYIM:
Mevcut bir görevli vardır. Bir şekilde bu görevlinin görevine son verilmekte veya bu görevli bir sebeple görevini yapamaz hâle gelmektedir. Ölüm, hastalık vs… Görevine son verilen görevli ister iyi olsun ister kötü eğer biri onun yerine ‘HALİFE’ atanıyorsa, bu kavram o kişinin görevin hakkını vereceği anlamına gelir. Yok eğer önceki kişinin görevinin tersine iş yapıyorsa yani kan döküp bozgunculuk yapıyorsa ona ‘HALİFE’ değil ‘HALFUN’ denilmesi gerekmektedir.
RAB “Ben ‘HALİFE’ atayacağım.” diyor ama melekler sanki Rab ‘Halife’ değil de ‘HALFUN’ demiş gibi itiraz ediyor.
Halbuki “Kan dökmek, bozgunculuk yapmak” ‘HALİFE’nin değil ‘HALFUN’UN özelliğidir.
ÖTE YANDAN âyetteki ‘HALİFETEN’ kavramı nekira geçiyor. Kelimenin nekira geçmesi ‘HALİFE’ kavramının henüz belli bir kişiliği kastetmediği anlamını taşır… AMA melekler sanki BELLİ bir kişi söylenmiş gibi konuşuyorlar.
Kur’an’da tekil yada çoğul ‘HALİFE’ kelimesinin kullanıldığı yerlerin tamamında ‘HALİFE’ = “Tarif edilen görevin hakkını veren, gereğini yapan” anlamına sahip.
HÛD diyor ki “NUH kavminden sonra sizi ‘halife’ler yaptı.” Bu şu demektir. Onların görevlerini yerine getirmeniz için sizi tayin etti…Yoksa göreve ihanet edin diye değil.
‘Halife’ kavramının doğru yorumu
Yani ‘HALİFE’ kelimesinin ETİMOLOJİSİNDE bu var… Böyle olduğu halde melekler nasıl olur da “Kan döken, bozgunculuk yapanı atayacak mısın?” derler.
Yani şöyle… “BEN BİR ‘HALİFE’ ATAYACAĞIM” demek “Mevcut görevlinin görevine son vereceğim, onun yerine bu görevin hakkını verecek, öncekilerin emeklerini zâyi etmeyecek, öncekilerin izinden gidecek birini tayin edeceğim.” demektir.
Bozgunculuk yapma potansiyeli ya da korkusu olana ‘HALİFE’ denmez.
Bu anlam her şeyden önce kelimeyi MÜENNES yapar… Bu durumda âyetteki ‘YESFİKU’, ‘YUFSİDU’ kelimelerinin ‘TESFİKU’ ve ‘TUFSİDU’ okunması gerekir.
‘HALFUN’ kelimesi “Kendisinden öncekine uygun davranmayan” için kullanılır.
‘HALİFE’ ise “uygun davranan” için.
SÂD 26. âyette de ‘HALİFE’ aynı formda DAVUT için kullanılmış:
Yâ dâvûdu innâ ce’alnâke ḣalîfeten fî-l-ardi fahkum beyne-nnâsi bilhakki velâ tettebi’i-lhevâ feyudilleke ‘an sebîli(A)llâh(i) inne-lleżîne yadillûne ‘an sebîli(A)llâhi lehum ‘ażâbun şedîdun bimâ nesû yevme-lhisâb(i)
TDV Meali – Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.
Dolayısıyla bu kavramın sonundaki ‘TA’nın müenneslik için değil abartı için olması lazım.
Yani ‘HALİFE’ kavramı bir DURUM, bir HÂL bildiriyor.
Bu kullanım her şeyden önce ‘CAİLUN’ kelimesine verilen “YARATACAĞIM” anlamının yanlış olduğunu ortaya koyar… Çünkü ‘HALİFE’ adında bir varlık yok.
‘HALİFE’ bir durumun adıdır.
“Oluşturacağım” anlamı da olmaz çünkü ‘HALİFE’ “oluşturulmuş olanı devam ettiren” anlamında.
“ATAYACAĞIM” anlamı en doğrusu gibi gözüküyor.
Ve-iż kulnâ lilmelâ-iketi-scudû li-âdeme fesecedû illâ iblîse kâne mine-lcinni fefeseka ‘an emri rabbih(i) efetetteḣiżûnehu veżurriyyetehu evliyâe min dûnî vehum lekum ‘aduvv(un) bi/se lizzâlimîne bedelâ(n)
TDV Meali – Hani biz meleklere: Âdem’e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!
‘HALİFE’ kavramı ile ilgili bu âyet üzerinde çok daha fazla durmamız gerekirdi.
…Burada sorun olan şey… Rab “Halife atayacağım.” demesine rağmen “Kan dökeni ve bozgunculuk yapanı atayacak mısın?” demeleri.
Şimdi bu ‘ETECALU’ fiilinin başındaki hemzeden kaynaklı sorunun, sorusunun nerede olduğu da çok önem kazandı.
- KAN DÖKEN BOZGUNCULUK YAPANI MI ATAYACAKSIN?
- KAN DÖKEN BOZGUNCULUK YAPANI ATAR MISIN?
‘E TECALU FİHA’ … ‘MEN YUFSİDU FİHA’
Erken dönem yönetim anlayışının ölçütleri
KİM KONUŞUYOR ve KİME KONUŞUYOR?
İBLİSİN ZÜRRİYYETİ KİM/LER?
ŞEYTAN/LAR.
Yâ benî âdeme lâ yeftinennekumu-şşeytânu kemâ aḣrace ebeveykum mine-lcenneti yenzi’u ‘anhumâ libâsehumâ liyuriyehumâ sev-âtihimâ innehu yerâkum huve vekabîluhu min hayśu lâ teravnehum innâ ce’alnâ-şşeyâtîne evliyâe lilleżîne lâ yu/minûn(e)
TDV Meali – Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.
‘HUVE VE KABİLUHU’
Şimdi şu iki cümleyi bir arada okuyalım:
“BEN SİZİN GİZLEDİKLERİNİZİ DE BİLİRİM… SİZ ONU VE ZÜRRİYYETİNİ BENİM DIŞIMDA DOSTLAR EDİNECEK MİSİNİZ/ EDİNİYOR MUSUNUZ?” … BEN SİZİN GİZLEDİKLERİNİZİ DE BİLİRİM.”
“SİZ ONA VE ONUN ZÜRRİYYETİNE BENİM DIŞIMDA (benim haberim olmadan) ÖNCELİK VERİYOR MUSUNUZ / VERECEK MİSİNİZ?” … BEN SİZİN GİZLEDİKLERİNİZİ DE BİLİRİM.”
‘EVLİYA’ … İki şeyin aralarına başka bir şey girmeyecek kadar yakınlaşması.
Bu âyetlerden anlıyoruz ki İBLİS’İN bir ZÜRRİYETİ (Kehf 50), Şeytan’ın ise bir KABİLESİ var (A’râf 27).
Bu ne demektir?
- İBLİS’in SOYU var.
- ŞEYTAN’ın bu soya dayanan bir KABİLESİ var.
Meleklerin içinde ONU (İblis’i) ve Soyunu evliyalar edinenler var ve onlar bunu gizliyorlar.
Bakara’daki “BEN SİZİN GİZLEDİKLERİNİZİ BİLİRİM.” cümlesi…
Demek ki meleklerin gizlediği bir şey var. (Hepsi olmasa bile bir kısmı)
Meleklerin gizlediği bir şey yoksa “BEN SİZİN GİZLEDİKLERİNİZİ BİLİRİM.” demesinin de bir anlamı yok…
“GİZLEDİKLERİNİZ” kelimesi ‘TEKTUMUN’ … Kök harfleri ‘K + T + M’
Bu kelime salt mânâda “bir şeyi saklamak, gizlemek, görünmesin diye tamamen kapatmak” anlamında değil.
Kelimenin Kur’an’daki kullanımlarının neredeyse tamamında Türkçeye de geçmiş olan “KETMETMEK” anlamında kullanılmış.
Yani “bir hakikati eksilterek farklı anlaşılmasını sağlamak”, “bir bütünü ne olduğu bilinmeyecek şekilde eksiltmek.”
Elleżîne âteynâhumu-lkitâbe ya’rifûnehu kemâ ya’rifûne ebnâehum(s) ve-inne ferîkan minhum leyektumûne-lhakka vehum ya’lemûn(e)
TDV Meali – Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir gurup bile bile gerçeği gizler.
“KİTAP VERİLENLER” kitabı veya hakkı saklamadılar, tam tersi onun FARKLI görünmesini sağladılar.
İnne-lleżîne yektumûne mâ enzelnâ mine-lbeyyinâti velhudâ min ba’di mâ beyyennâhu linnâsi fi-lkitâbi(ﻻ) ulâ-ike yel’anuhumu(A)llâhu veyel’anuhumu-llâ’inûn(e)
TDV Meali – İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.
‘YEKTUMUNE ME ENZELNA MİNEL BEYYİNAT’… “‘Beyyinat’tan bir kısmını gizlediler.”
Tamamını değil, gizledikleri kısım ‘beyyinat’ın hiç görünmemesi için değil FARKLI görünmesi içindi.
Açık etmediği o kısımlar onun farklı görünmesini sağlıyor.
‘Allemehu-lbeyân(e)
Süleymaniye Vakfı Meali – Ona kendini ifade etmeyi öğretti.
‘Beyan’ı “lisan” olarak anlarsak öğretilen isimleri bu bağlamda düşünebilir miyiz?
Âdem’e öğretilerek meleklerin bir kısmının sigâya çekildiği ŞEY ne?
Müfessirler Âdem’e öğretilen bu isimlerin müsemmâsı ile birlikte mi öğretildiği yoksa müsemmâsı olmadan sadece isimler mi öğretildiği hususunda ihtilâf etmişler. En temelde iki başlık altında tasnif edilen bu ihtilaf daha sonra her birinin altında yer alan onlarca ihtilâfa daha neden olmuş.
Biz de bu ihtilâflardan kurtulmak istiyorsak, her şeyden önce “Öğretilen isimlerin MÜSEMMÂSI var mıydı, yok muydu?” sorusunu cevaplandırmalıyız.
Her şeyden önce âyette geçen ‘ESMAİ’ kelimesinin “müennes” olduğunu biliyoruz. Fakat bu müenneslik hakiki mi, cem-i teksir olmasından dolayı mı, yoksa semâî mi, bunu tespit etmeliyiz.
Öte yandan ‘ESMAİ’ kelimesinin kendisi hakiki müennes olsa bile, çoğul olan bu kelimeyi oluşturan tekil isimlerim müzekker olması da mümkündür.
Seçim süreçleri ve toplumsal katılım
Ve’alleme âdeme-l-esmâe kullehâ śumme ‘aradahum ‘ale-lmelâ-iketi fekâle enbi-ûnî bi-asmâ-i hâulâ-i in kuntum sâdikîn(e)
TDV Meali – Allah Âdem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arz edip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.
‘Haulai’ ism-i işaret bize müsemmâlarının varlığını göstermez mi? “Bunların isimlerini bana nebe yapın.” diyen, müsemmâyı göstermeden isimlerini nasıl isteyebilir?
Zaten ihtilâf tam da bu sorudan çıkmış.
Âyette “MÜSEMMÂLARI göster.” demiyor, “İSİMLERİNİ NEBE YAP.” diyor.
Âyetlerin devamına baktığımızda meleklere ‘ENBİUNİ Bİ ESMAİ HAULAİ’ cümlesinden bu isimlerin AKILLI varlıklara ait isimler olduğunu da biliyoruz.
İster Âdem olsun ister melekler olsun her iki sahneyi de gözümüzde canlandıralım:
Meleklere ‘ENBİUNİ Bİ ESMAİ HAULAİ’ deniliyor… ‘HAULAİ’ kelimesinden haber verilmesi istenen isimlerin meleklerin GÖRÜŞ alanındaki varlıklar olduğu anlaşılmaktadır… Melekler, varlığın tamamını aynı anda gören ve hepsinden aynı anda haberdar olan varlıklar değillerdir.
‘HAULAİ’, cem-i müzekker işaret ismidir.
Burada müzekkerliğinden, müennesliğinden daha ziyade İŞARET İSMİ olması daha önem kazanmakta.
Bu işaret isminin daha da önemli yanı işaret isminin YAKIN MESAFE için kullanılan işaret ismi olması.
Eğer RAB o an orada olmayanları veya meleklerin görüş alanında olmayanları da kastetmiş olsaydı bu işaret ismini değil başka bir işaret ismini kullanması lazımdı.
Şimdi şöyle bir soru soralım… MELEKLER NASIL GÖRÜRLER?
Aslına bakılırsa isterse melekler 360 derece görsün isterse çok uzak mesafeleri görsün temel alınması gereken şey meleklerin bu işaret isimlerinden neleri gördükleri değil ÂDEM’İN GÖRDÜKLERİ temel alınmalıdır.
Çünkü Rab meleklere “GÖRDÜKLERİNİZİN İSİMLERİNİ BANA HABER VERİN.” DEMİYOR… “Âdem’e öğretilenlerin isimlerini bana haber verin.” diyor.
1- Eğer bunlar yani ademe öğretilen isimler canlı-cansız, akıllı-akılsız varlıkların isimleri ise meleklerin ‘LA İLME LENA İLLA ME ALLAMTENA’ demeleri çok çok saçma olurdu.
Çünkü Meleklerin bunları bilmeden bırakın meleklik yapmalarını akıllı ve iradeli varlıklar olmaları bile mümkün olmazdı… Melekler konuşuyor. Tek başına onların konuşmuş olması bile varlıkların isimlerini biliyor olmalarına yeterli delildir.
Öte yandan meleklerin kullandıkları kelimelere bakalım… ‘E TECALU’… ‘FİHA’… ‘MEN’… ‘YUFSİDU’… ‘YESFİKU’… ‘DİMAE’… ‘NAHNU’… vs. Şimdi bu kelimeleri bilenlerin varlığın isimlerini bilmiyor olmaları mümkün değil.
Kaldı ki bu halife olayından önce RAB onlarla konuşuyor. Meselâ ‘ARD’, ‘HALİFE’ diyor… Ne yani şimdi melekler ‘halife’ ne demek, ‘ard’ ne demek bilmiyor mu?
Bir dili konuşan meleklerin etraflarındaki varlıkların isimlerini bilmiyor olmaları saçma sapandır.
2- Âdem’e öğretilen isimlerin MELEKLERE ÖĞETİLMEDİĞİ kesindir. O halde bize Âdem’e öğretilen ama meleklere henüz öğretilmemiş olan hatta “Meleklerin ADEM’İN ‘NEBE’ yapması ile ÖĞRENDİKLERİ O İSİMLER nelerdir?” sorusunu sormak düşüyor.
3- RABBİN meleklere ve Âdem’e hitabına biraz dikkatli bakarsak… Meleklere ‘ENBİUNİ’ diyor… Âdem’e ise ‘ENBİ’HUM Bİ ESMAİHİM’ diyor.
Yani birisinde “BANA BİLDİRİN” diğerinde ise “ONLARA.”
ŞİMDİ… Bu isimleri Âdem’e öğretenin RAB olduğu aşikâr… O halde bu isimleri ister Âdem ‘nebe’ yapsın isterse melekler ‘nebe’ yapsın, bunun RAB açısından ‘NEBE’ olmaması lazım
Ama RAB meleklere diyor ki ‘ENBİUNİ’….
Yani bizzat kendisinin öğrettiği isimlerin ona ‘NEBE’ olması nasıl mümkün olacaktır ki?
Bu tam bir çelişkidir.
Öyleyse tam burada çok önemli bir soru çıkıyor… “RAB açısından meleklerin bu isimleri kendisine haber vermesinin NERESİ ‘NEBE’DİR?”
Aslında hepsinde olduğu gibi burada da cevap gözümüzün önünde:
RAB ONLARA ÖĞRETMEDİĞİ HALDE MELEKLERİN BU İSİMLERİ ONA HABER VERMELERİ RAB AÇISINDAN TAM BİR ‘NEBE’ OLURDU.
Yani ‘NEBE’ olan taraf bizzat isimlerin kendisi değil, MELEKLERİN RAB ÖĞRETMEDEN ÖĞRENMİŞ OLMALARI.
Aslında tam da bu anlamda KUR’AN’DA bir KISSA bile var:
Ve-iż eserra-nnebiyyu ilâ ba’di ezvâcihi hadîśen felemmâ nebbe-et bihi ve azherahu(A)llâhu ‘aleyhi ‘arrafe ba’dahu ve a’rada ‘an ba’d(in) felemmâ nebbe-ehâ bihi kâlet men enbe-eke hâżâ kâle nebbe-eniye-l’alîmu-lḣabîr(u)
Süleymaniye Vakfı Meali – Bir gün Nebi, eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti. Eşi onu, diğer eşine bildirince Allah, Nebisini o konuda bilgilendirdi. O da onun birazını eşine anlattı, birazını da anlatmaktan vazgeçti. Eşine bildirdiğinde o: “Bunu sana kim bildirdi?” dedi. Nebi de “Bana, her şeyi bilen; her şeyin iç yüzünü bilen bildirdi.” diye cevap verdi.
Bu kıssayı lütfen dikkatlice okuyun…burada da NEBE olan şey SIRRIN kendisi değil
Tahrîm sûresindeki SIR her iki tarafın da bildiği bir sır… Burada sırrın açığa çıkmadan haber verilmesidir ‘NEBE’.
Bu şekilde verilen her haber ‘NEBE’dir.
Hatta şu an benim yaptığım bile BİR ‘NEBE’DİR.
Evet ‘NEBE’ ile ilgili bu tarif doğrudur ama sadece bu değildir… Bilgi bilinse bile tarafları şok edecek şekilde haber verilme şekli de ‘NEBE’dir.
Meselâ… Firavun ve âli bir resul çıkacağını biliyorlardı ama bunun bizzat kendi kucaklarında büyüttüğü bir çocuk olması onlar için ŞOK edicidir.
Şimdi, burada Rab açısından ‘NEBE’ olacak şeyin meleklerin o isimleri kendilerine rab tarafından öğretilmeden bildirecek olmaları olduğu kesindir.
O halde bir soru daha soralım: ÂDEM’E ÖĞRETİLEN AMA MELEKLERE ÖĞRETİLMEYEN VE MELEKLERİN DE ÂDEM’DEN ÖĞRENMELERİ DURUMUNDA MELEKLER İÇİN NEBE OLACAK ‘ESMAİHİM’ nedir?
ŞİMDİ ŞU CÜMLEYE LÜTFEN DİKKATLİCE BAKIN.
قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۚ
(Kâle yâ âdemu enbi/hum bi-esmâ-ihim)
“Onların isimleriyle onlara ‘nebe’ olarak söyle ey Âdem!” dedi.
“ONLARIN İSİMLERİ…” Bu cümledeki “ONLAR” kimdir ya da kim olur?
ŞİMDİ cümledeki İKİ ‘HUM’ zamirinin MERCİSİNİ bulalım.
“EY ÂDEM, ONLARIN İSİMLERİNİ MELEKLERE HABER VER.”
‘HUM’ zamirinin birinin melekler olduğunda bir şüphe yok.
O halde ikinci ‘HUM’ zamirinin mercisini bulalım.
ACABA ŞÖYLE OLABİLİR Mİ?:
“EY ÂDEM, MELEKLERİN ESMÂSINI MELEKLERE HABER VER.”
BU ESMA HER NE OLURSA OLSUN MELEKLERE ÖĞRETİLMEMİŞ, MELEKLERE BİLDİRİLMEMİŞ, MELEKLERİN BİLMEDİĞİ VE HATTA MELEKLERİN ÂDEM’DEN ÖĞRENDİĞİ BİR ŞEY OLMALI…
Bu haberin Âdem tarafından meleklere verilmesi de ‘nebe’ değil çünkü melekler ‘LA İLMME LENA İLLA ME ALLEMTENA’ diyor.
BU NEDİR?
“SENİN ÖĞRETTİKLERİN DIŞINDA BİZİM BİR İLMİMİZ YOK.” cümlesi aynı zamanda o ESMÂNIN “İLİM” olduğu anlamına gelir.
Yani, ÂDEM’E AKILLI VE İRADELİ VARLIKLARA AİT İSİMLERİN TAMAMI ÖĞRETİLİYOR… BU İSİMLER İLİM OLUYOR VE MELEKLER BU İLMİ BİLMİYOR VE ÂDEM’İN ‘NEBE’ YAPMASI İLE ÖĞRENİYORLAR.
Bu da onların sakladıklarını da açığa vurduklarını da BELLİ EDİYOR.
Bu nedir?
‘İNNİ EA’LAMU ME TUBDUNE VE KUNTUM TEKTUMUN’ cümlesi bize MELEKLERİN Rab’den bir şeyler gizlediklerini ve bu gizledikleri şeyin RAB tarafından bilinmediğini veya bilinmeyeceğini zannettikleri şeylerin olduğunu söylemekte.
Önce ‘ESMAİHİM’deki zamirin mercisini tespit edersek NERDEN bildiği de anlaşılacak.
- ‘ESMAİHİM’deki ‘HUM’ zamirinin MERCİSİ KİM?
- İLİM OLAN O ESMÂ NEDİR?
قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۚ
(Kâle yâ âdemu enbi/hum bi-esmâ-ihim)
Dinî otorite ve yorum farklılıkları
Bu cümledeki ‘ESMAİHİM’ kelimesindeki zamirin mercisini geriye doğru okuyarak bulmaya çalışırsak… Bu cümleden geride AKILLI VE İRADELİ VARLIK olarak geçen ve kesinlikle çoğul olması gereken KAÇ TANE İSİM VAR?
Hatta buna Kur’an’da geçen tüm Âdem-İblis kıssalarını da dahil edebilirsiniz.
Akıllı ve iradeli varlık olacak ve kesinlikle çoğul olacak.
Ne kadar ararsanız arayın karşınıza bir tek kelime çıkacak: ‘MELAİKETUN’
“EY ÂDEM, MELEKLERİN ESMÂSINI MELEKLERE BİLDİR.”
İtirâzî bir soru: NE YANİ, MELEKLER KENDİ ESMÂLARINI BİLMİYORLAR MI?
Cevap: EVET, BİLMİYORLAR.
Ve bunu Âdem’den öğreniyorlar.
O halde… MELEKLERİN BİLMEDİĞİ KENDİ ESMÂLARI NEDİR?
Bunu başka şekilde anlamının imkânı var mı?
EVET var.
Bunun için biraz tekrara düşeceğiz.
يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۚ
(yâ âdemu enbi/hum bi-esmâ-ihim)
Şimdi bu cümledeki ‘ESMAİHİM’ kelimesindeki ‘HUM’ zamirinin akıllı ve iradeli varlıklara gittiğinde bir şüphe yok.
O halde bu olay yaşanırken mevcuttaki akıllı ve iradeli varlıkları sayalım:
CİN (melekler-şeytanlar-iblis)
İNS (siyah, beyaz, kısa, uzun, mümin, kafir vs.)
BEŞER (Âdem ve eşi)
‘ESMAİHİM’ kelimesindeki ‘hum’ zamirinin bu üç sınıftan kendisine dönemeyeceği tek merci ‘BEŞER’.
Yani ‘HUM’ zamirinin mercisi kesinlikle ‘BEŞER’ olmaz çünkü o an orada sadece İKİ tane beşer var. Kaldı ki ÂDEM’İN eşi olayın öncesinde olaya dahil edilmiyor, sonrasında dahil ediliyor.
Bu durumda ‘HUM’ zamiri ya ‘CİN’e dönecek ya da ‘İNS’e dönecek demektir.
Buna göre َ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِم (yâ âdemu enbi/hum bi-esmâ-ihim) cümledeki ‘HUM’ zamirine ikisini koyarak okuyalım:
- “EY ÂDEM! MELEKLERE MELEKLERİN ESMÂSINI HABER VER.”
- “EY ÂDEM! MELEKLERE ‘İNS’İN ESMÂSINI HABER VER.”
Tam burada eğer bu cümledeki َٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِم iki ‘HUM’ zamirden hiçbirinin meleklere gitmediğini söylersek şöyle bir durum çıkar:
- “EY ÂDEM! ‘İNS’E İNSİN ESMASINI HABER VER.”
Şimdi “ÜÇÜNCÜ varyantın delili nedir?” diye sorabilirsiniz.
31. âyette şöyle bir cümle var:
Ve’alleme âdeme-l-esmâe kullehâ śumme ‘aradahum ‘ale-lmelâ-iketi fekâle enbi-ûnî bi-asmâ-i hâulâ-i in kuntum sâdikîn(e)
Süleymaniye Vakfı Meali – Âdem’e bütün varlıkların isimlerini /özelliklerini öğretti, sonra onlar meleklere gösterdi: “(Muhalif varlıkla ilgili) İddianızda haklıysanız bana şunların isimlerini /özelliklerini anlatın!” dedi.
Bu âyete dikkat ederseniz… ‘Bİ ESMAİ HAULAİ’ deniliyor… Eğer bu ‘ESMÂ’ meleklerin olsaydı konuşanın HİTAP zamiri kullanması gerekirdi ve ‘Bİ ESMAİ + KUM’ demesi lazımdı.
O halde bu ‘ESMÂ’ meleklerin değil ve ا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِم (yâ âdemu enbi/hum bi-esmâ-ihim) cümlesindeki ‘ESMAİHİM’ kelimesindeki ‘HUM’ zamirinin mercisi melekler değil.
MELEKLER CİN türü varlıklardır değil mi?
Peki şu âyetten ne anlayacağız?:
Velcânne ḣaleknâhu min kablu min nâri-ssemûm(i)
Siyasal etkiler ve tarihsel dönüşümler
Süleymaniye Vakfı Meali – Cinleri de daha önce, zehirli ateşten yaratmıştık.
Bu âyetteki ZAMİRE DİKKAT!
Şimdi Hicr 26 ve 27 de zamirleri ve isimleri bir kronolojiye koyalım:
Velekad ḣaleknâ-l-insâne min salsâlin min hame-in mesnûn(in)
Süleymaniye Vakfı Meali – Biz o insanı kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan yarattık.
- “BİZ” var.
- “BİZ” diyenler önce ‘CANN’ı yaratıyor.
- Sonra ‘İNS’ yaratıyorlar.
Yani
- ‘NAHNU’ var ama ‘CAN’ ve İNSAN YOK.
- ‘NAHNU’ ‘Can’ı yaratıyor, İNSAN yok… ‘NAHNU’ VE ‘CAN’ VAR
- ‘NAHNU’ VAR, ‘CAN’ VAR ve ‘NAHNU’LAR İNSANI YARATIYOR.
Bu durumda akıllı ve iradeli ÜÇÜNCÜ bir varlık türü mü var?
‘NAHNU’ diyenler:
Vemâ ḣalaktu-lcinne vel-inse illâ liya’budûn(i)
Süleymaniye Vakfı Meali – Cinleri ve insanları, kulluğu sadece bana yapsınlar diye yarattım.
SORU: Bu ayette konuşan ve kendisine “BEN” diyen kişi kim?
Rab kim? Allah mı?
Mâ urîdu minhum min rizkin vemâ urîdu en yut’imûn(i)
Süleymaniye Vakfı Meali – Onlardan ne bir nimet beklerim ne de beni doyurmalarını isterim.
İnna(A)llâhe huve-rrazzâku żû-lkuvveti-lmetîn(u)
Süleymaniye Vakfı Meali – Bütün nimetleri veren Allah’tır. O çok güçlüdür; sapasağlamdır.
Şimdi bu âyetlerden de anlıyoruz ki “BEN CİNLERİ VE İNSANLARI SADECE BANA KUL OLSUNLAR DİYE YARATTIM.” (Bu meâl doğru değil ama şimdilik mevzûmuz bu değil) diyen biri var ve bu “BEN” diyen kişi ALLAH değil.
İyi ama bir çelişki çıkıyor… HİCR’de “Biz” diyor burada “BEN” diyor.
O halde CİN ve İNSANI kim yarattı? “BEN” diyen mi “BİZ” diyenler mi?
İster iki yardımcısı ile olsun isterse olmasın madem bu işi iki yardımcısı ile yaptı ve işe onları da dahil etti NEDEN “BEN” DİYOR?
Fe ezellehume-şşeytânu ‘anhâ feaḣracehumâ mimmâ kânâ fîhi(s) vekulna-hbitû ba’dukum liba’din ‘aduvv(un)(s) velekum fi-l-ardi mustekarrun vemetâ’un ilâhîn(in)
Güncel tartışmalar ve uygulama dersleri
TDV Meali – Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik.
Fetelakkâ âdemu min rabbihi kelimâtin fetâbe ‘aleyh(i)(c) innehu huve-ttevvâbu-rrahîm(u)
TDV Meali – Âdem Rabbinden /Sahibinden uyarılar aldı (ve tövbe etti). Rabbi de tövbesine fırsat verdi. Tövbeleri /dönüşleri kabul eden ve ikramı bol olan odur.
Kulna-hbitû minhâ cemî’a(n) fe-immâ ye/tiyennekum minnî huden femen tebi’a hudâye felâ ḣavfun ‘aleyhim velâhum yahzenûn(e)
TDV Meali – (O üçüne) şunu da söyledik: “Oradan hep birlikte inin! Tarafımdan size bir rehber (kitap) gelir de rehberime kim uyarsa onların üstünde bir korku olmaz üzüntü de çekmezler.”
36. âyet – “BİZ”
37. âyet – “RABBİ”nden
38. âyet – “BİZ” ile başlıyor “BEN” ile devam ediyor.
BU NASIL OLUR?
Kur’an’ın birçok yerinde “BİZ” ile başlayıp “BEN”e, “BEN” ile başlayıp “BİZ”e geçen âyetler var.
BU NASIL OLUR?
Şimdi yine HİCR sûresine dönelim:
Velekad ḣaleknâ-l-insâne min salsâlin min hame-in mesnûn(in)
Süleymaniye Vakfı Meali – Biz o insanı kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan yarattık.
“BİZ”
Velcânne ḣaleknâhu min kablu min nâri-ssemûm(i)
Süleymaniye Vakfı Meali – Cinleri de daha önce, zehirli ateşten yaratmıştık.
“BİZ”
Ve-iż kâle rabbuke lilmelâ-iketi innî ḣâlikun beşeran min salsâlin min hame-in mesnûn(in)
Süleymaniye Vakfı Meali – Bir gün Rabbin meleklere demişti ki: “Ben kurumuş bir çamurdan, şekillendirilmiş kokulu kara balçıktan bir beşer yaratacağım.
“BEN”
SORU: HİCR SÛRESİNDE “BEN” DİYEN KİŞİ KİM? ALLAH MI?
Peki bu “BEN” diyen kişi NEDEN TEKİL olarak “BEN” diyor?
Neden “BİZ” demiyor?
Madem ‘BEŞER’i O yarattı NEDEN secde etme emrini O vermiyor da her yerde ‘KULNA’ deniyor?
Devamı … SES KAYITLARI – 15.10.2021