Başlıklar
‘HALİFE’ KAVRAMI ÇALIŞMASI
Ve-iż kâle rabbuke lilmelâ-iketi innî ḣâlikun beşeran min salsâlin min hame-in mesnûn(in)
Süleymaniye Vakfı Meali – Bir gün Rabbin meleklere demişti ki: “Ben kurumuş bir çamurdan, şekillendirilmiş kokulu kara balçıktan bir beşer yaratacağım.
Ve-iż kâle rabbuke lilmelâ-iketi innî câ’ilun fi-l-ardi ḣalîfe(ten)(s) kâlû etec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ veyesfiku-ddimâe venahnu nusebbihu bihamdike venukaddisu lek(e)(s) kâle innî a’lemu mâ lâ ta’lemûn(e)
TDV meâli – Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.
KRONOLOJİK olarak bu iki âyetten hangisi önce ve hangisi sonradır?
Âyetlerin geçtiği bağlama baktığımızda kronolojik olarak HİCR 28. âyetin BAKARA 30. âyetten daha önce olması gerekmektedir.
Çünkü Bakara sûresinde ister itirâzî ister taaccüp isterse soru şeklinde olsun MELEKLERİN bir söylemi vardır.
Fakat HİCR sûresinde hiçbir söylem yoktur.
Hicr sûresinde ‘HALİKUN’, Bakara sûresinde ‘CAİLUN’ demektedir.
İkinci nokta olarak İblis’in ‘LEM EKUN’ sözünü ele alalım.
Kâle lem ekun li-escude libeşerin ḣalaktehu min salsâlin min hame-in mesnûn(in)
Süleymaniye Vakfı Meali – Dedi ki: “Kurumuş çamurdan, şekillendirilmiş kokulu kara balçıktan yarattığın beşere secde edecek değilim!”
Şimdi üç âyeti kronolojik olarak okuyalım:
Meleklerin itirazı ve halife söylemi
Bakara sûresinde melekler ‘İNNİ CAİLUN FİL ARDİ HALİFETEN’ cümlesinden sonra söz söylüyorlar… YANİ söz konusu itiraz veya taaccüp ‘HALİFETEN FİL ARD’ cümlesinedir.
İblis’in HİCR sûresinde söylediği ise ‘HALİFE’ KAVRAMI ile alâkalı değildir.
İblis’in söylemindeki tuhaflık şuradadır:
Ve-iż kâle rabbuke lilmelâ-iketi innî ḣâlikun beşeran min salsâlin min hame-in mesnûn(in)
Süleymaniye Vakfı Meali – Bir gün Rabbin meleklere demişti ki: “Ben kurumuş bir çamurdan, şekillendirilmiş kokulu kara balçıktan bir beşer yaratacağım.
Fe-iżâ sevveytuhu venefaḣtu fîhi min rûhî feka’û lehu sâcidîn(e)
Süleymaniye Vakfı Meali – Son şeklini verip içine ruhumdan üflediğimde (bilgi ile donattığımda) onun karşısında secdeye kapanın”.
Daha en başta, beşer yaratılmadan, içinde iblisin de bulunduğu melekler topluluğuna bu beşerin neyden yaratılacağı ve geçireceği aşamalar söyleniyor… İblis de diğerleri de ağızlarını açıp tek kelime etmiyorlar çünkü hepsi de daha en baştan bir gün o beşere secde edeceklerini (şimdilik secde diyelim) biliyorlar.
Şimdi eğer BAKARA 30. âyette ‘İNNİ CAİLUN FİL ARDİ HALİFETEN’ cümlesindeki ‘HALİFE’ kelimesinden kastedilen kişi EĞER Âdem ise neden bu itirazı veya taaccübü “BEN BİR BEŞER YARATACAĞIM.” dediğinde göstermiyorlar?
İkinci soru: İblis’in de içinde bulunduğu melekler topluluğuna “BEN ‘MİN SALSALİN MİN HAMAİN MESNUN’DAN BİR BEŞER YARATACAĞIM.” deniliyor ve devam ediliyor, “ONU ‘SEVVEYTUHU’ YAPTIĞIMDA VE ‘NFAHTU FİHİ MİN RUHİ’ YAPTIĞIMDA ONA SECDEYE KAPANANLARDAN OLUN.” deniliyor
İBLİS burada herhangi bir itiraz ortaya koymuyor.
Ama ne zaman ki ona “Secde et!” deniliyor… Kendisine daha en baştan verilen bir bilgiyi öne sürerek ona itiraz ediyor.
Kâle lem ekun li-escude libeşerin ḣalaktehu min salsâlin min hame-in mesnûn(in)
Süleymaniye Vakfı Meali – Dedi ki: “Kurumuş çamurdan, şekillendirilmiş kokulu kara balçıktan yarattığın beşere secde edecek değilim!”
(Şimdilik meallere takılmayalım)
NE YANİ, İblis beşerin ‘MİN SALSALİN MİN HAMAİN MESNUN’DAN olacağını bilmiyor muydu? Madem buna secde edecek değildin itirazını daha en baştan yapsaydın. Kaldı ki “Secde edin.” emri daha beşer yaratılmadan verilen bir emirdir.
Fe-iżâ sevveytuhu venefaḣtu fîhi min rûhî feka’û lehu sâcidîn(e)
İnsanın halife vasfı ve sonuçları
Süleymaniye Vakfı Meali – Son şeklini verip içine ruhumdan üflediğimde (bilgi ile donattığımda) onun karşısında secdeye kapanın”.
‘FE KAU LEHU SACİDİN’
Bu bir emir cümlesidir ve bu emir verildiğinde daha BEŞER yaratılmamıştır.
Yani İBLİS, daha beşer yaratılmadan, bir gün gelip BEŞER’E secde edeceğini bilmektedir.
O halde aradan geçen bu uzun zamanda neden tek kelime etmedi de SECDE ÂNI gelince itiraz etti?
Bu emrin kaçınılmaz bir emir olduğunu bilmiyor muydu, bundan kurtulabileceğini mi zannetti?
Aynı şekilde BAKARA 30. âyette meleklerin söylemine bakalım:
Eğer meleklerin taaccübü veya itirazı veya sorusu ‘HALİFE’ kavramının Âdem’e yakıştırılmasına ise… Neden aynı itirazı ‘İNNİ HALİKUN BEŞERAN’ ve devamında söylenen şeyler söylendiğinde itiraz etmediler?
BEŞERİN VEYA ÂDEM’İN YARATILMASINDAN BAHSEDEN ÂYETLERİN TAMAMINDA “Ben bir beşer yaratacağım, onu eşitleyeceğim, ruhumdan üfleyeceğim ve SİZİN YERDEKİ GÖREVLERİNİZİ ALIP ONA VEREREK ONU HALİFE YAPACAĞIM.” diye bir söylem var mı?
Hayır, yok.
BU DURUMDA İKİ ŞEY SÖZ KONUSU OLMAKTADIR:
- Evet, HİCR SÛRESİNDE “Ben bir beşer yaratacağım, onu eşitleyeceğim ve ona ruhumdan üfleyeceğim.” denmektedir. Bunlar olduktan sonra “Ona secde edin.” de denmektedir. AMA “Sizin yeryüzündeki / o yerdeki görevlerinize son vereceğim.” denmemektedir.
‘HALİFE’ kelimesi bir yandan “birini bir göreve atama” anlamını içerirken DİĞER yandan “mevcut görevlinin görevine son verme” anlamını da beraberinde taşımaktadır.
Çünkü “halife atamak” mevcut görevlinin GÖREVİNİ YAPAMAZ halde olmasını ya da görevden alınmasını zorunlu kılar.
Bu durumda eğer Bakara sûresindeki ‘HALİFE’ kavramını “ÂDEM” diye algılarsak melekler onun yaratılmasına, eşitlenmesine veya ruh üflenmesine karşı değiller, buna bir itirazları da olmadı. Ama ne zaman ki “ONU HALİFE ATAYACAĞIM.” dendi, bu onların açısından “YERDEKİ GÖREVLERİNİZE SON VERİYORUM.” anlamına gelmektedir. Melekler de buna itiraz veya taaccüp ettiler… Sözlerine ‘NAHNU’ ile başlamaları da bundandır, diyebiliriz.
FAKAT… Bu açılım bu sefer de ‘MEN YUFSİDU FİHA VE YESFİKUDDİMA’ya takılacaktır… Çünkü eğer ‘Halife’ kelimesini Âdem’e dönderirsek bu sefer Âdem meleklerin söylediği fiilleri yapan biri olur ki HAKİKATEN HALİFE OLMASI MÜMKÜN OLMAZ.
Olsa olsa ‘HALF’ olur.
Âdem’in daha melekler ona secde etmeden BOZGUNCULUK YAPTIĞINA, KAN/LAR DÖKTÜĞÜNE dair bir âyet de yoktur. O halde bu açılım DOĞRU değildir.
- Meleklerin BEŞERİN yaratılmasına, eşitlenmesine, ruh üflenmesine ve bunlar olduktan sonra ona secde edilmesine itirazı yoktur… Fakat bu beşerin görevini yapmasını sağlayacak BİLGİYİ ona götürecek GÖREVLİNİN kendi türlerinden olan ve yeryüzünden dışarı çıkamayan biri olmasına itiraz etmişlerdir. Çünkü bu nitelikte olabilecek tek kişi/ler şeytanlardır.
İblisin itirazı ve secde meselesi
Bunun dışında bir başka VARYANT daha vardır:
- Bakara sûresinde meleklerin itirâzî veya taaccübî olarak söyledikleri (etec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ veyesfiku-ddimâe) اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ cümlesinde İŞTİKAK YANLIŞLIĞI YAPILMIŞTIR.
Peki burada bir iştikak yanlışlığı yapıldığının DELİLİ var mıdır?
**********
Şeytanların böyle bir bilgiye erişimleri var mı?
Bu bilgi şeytanlarda yok ve şeytanların olaya dahil olması SECDE olayından sonradır.
Bu bilgi şeytanların aklına gelmiyor, meleklerin aklına geliyor.
Bakara 30. âyette hitap melekleredir ve meleklerin içinde şeytan yoktur. Aralarında İblis vardır ve bu söz söylendiği sırada İBLİS de ‘sema’ya ve ‘ard’a çıkabilmektedir.
Meleklerin aklına da bundan başkasının gelmesi söz konusu bile değildir.
Meleklerin aklına bunun gelebilmesi için şeytanların bilgiye erişiminin olabileceğini sanmaları gerekmez çünkü “BEN BİR HALİFE ATADIM.” değil, “…ATAYACAĞIM.” deniliyor.
Bakınız MUSA kıssalarına; HARUN gıyâben resûl oluyor ama bu bilgi henüz ona ulaşmamış.
İşte bu soruda bakınız nahivin küçük bir kuralı ne kadar önem kazanıyor…
BAŞINDA ‘EL-’ TAKISI OLMAYAN İSM-İ FÂİLİN MUZARİ FİİL GİBİ AMEL ETMESİ.
Şeytanların bilgi kaynağı ve niteliği
EĞER o ‘CAİLUN’ kelimesinin başında bir ‘EL-’ takısı olsaydı tüm kurgu yerle bir olurdu.
Şeytanların halife pozisyonuna uygun olabilmesi için vahye erişimleri olabilecek varlıklar olmaları lazım. Öyle değil mi?
Ama değiller. Çünkü şeytanlar.
Meleklerin ‘TAACCÜB’ etmeleri de şeytanların halife pozisyonuna uygun olabilmesi için vahye erişimleri olabilecek varlıklar olması gerekliliğinden.
“BEN ORADA BİR HALİFE ATAYACAĞIM.” sözü ister istemez meleklerin sorduğu soruyu sormayı zorunlu hâle getiriyor.
Meleklerin söyleminin ‘TAACCÜB’ cümlesi olduğunu kabul ettiğimizde verilen cevabın “Tabi ki olamam, bu da laf mı!” şeklinde değil, “Taaccübünüzü anlıyorum ama iş sizin sandığınız gibi değil.” şeklinde olması gerekmektedir.
‘İNNİ EA’LEMU ME LA TEA’LEMUN’ cümlesi de bunu ifade etmektedir.
**********
‘ŞEYTAN’ kelimesine camid bir isim değil de SIFÂTİ bir tanımlama anlamını versek yani TÜRKÇEYE çevirsek ne derdik?
Şu ilettiğiniz detay çok önemli… “Sen o şeytanın yasağını kaldırarak ona tekrar görev verip halife yapar mısın?” Bu “TEKRAR” detayı çok yerinde bir detay. Çünkü ŞEYTANLAR da bir zamanlar MELEKTİ.
Şu soruyu sorabilirsiniz… ŞEYTANLARIN BİR ZAMANLAR MELEK OLDUĞUNUN DELİLİ NEDİR?
“Gayba ait bir bilgiyi orada yani gayb aleminde bulunmadan bilemez.” diyebilirsiniz ama bu, sorunun cevabı değildir çünkü şeytanların HIRSIZLIK yaptığı zaten söyleniyor. Bunun yanında o bilgileri İBLİS ile iş birliği yaparak elde etmiş olması da mümkündür.
‘Şecaratil huld ve mulkin ya yebla’yı da biliyor olması onu BİR ZAMANLAR MELEK yapmaz, bilgiyi gayrı meşrû yollardan da elde etmiş olabilir.
‘Racim’ sıfatı dolaylı yoldan şeytanın bir zamanlar melek olduğuna delil olabilir diyebilirsiniz; bu durumda ‘RACİM’ kelimesinin anlamı önem kazanır… “TAŞLANMIŞ.” Bu anlam ‘RACİM’ kelimesinin anlamı olmuyor çünkü verilen mânâ İSM-İ MEFUL mânâsı.
“KOVULMAK” gibi bir mânâsı da yok kaldı ki bu mânâ bile sıfat-ı müşebbehe mânâsı değil İSM-İ MEF’ÛL mânâsı.
‘RACEME’ fiil olarak “TAŞ ATARAK ÖLDÜRDÜ, TERK ETTİ KOVDU” mânâlarına sahip… Bu kökten türeyen ism-i fâil veya sıfat-ı müşebbehe… “KOVULAN” değil, “KOVAN” mânâsına gelir. Kelimenin “KOVULAN” mânâsı MERCUM’dur.
A’râf 7/175’te ‘ğavin’lerden olması onun daha önce meleklerden olduğuna da delil olmaz çünkü ÂDEM de ‘ğavin’ oluyor.
DAHA SOMUT deliller lazım… Aslında şu ayette çok somut bir delil var:
Yâ eyyuhâ-l-insânu inneke kâdihun ilâ rabbike kedhan femulâkîh(i)
Beşer kelimesinin dilbilimsel inceliği
Süleymaniye Vakfı Meali – Şeytan hemen vesveseye girişti de dedi ki “Bak Âdem! Sana ölümsüzlük ağacını ve bozulmayacak bir saltanatı göstereyim mi?”
Şeytanın bir zamanlar melek olduğunun ve hatta ‘MUNZARİN’lerden biri olduğunun en somut delili ÂDEM’E GELİP GÖRÜNMESİ, KONUŞMASI, İŞARET ETMESİDİR.
- ÂDEM’E GÖRÜNMESİ, ONA KONUŞMASI.
- VAHYEDEBİLİYOR OLMASI.
- VESVESE VEREBİLİYOR OLMA KABİLİYETİNDE OLMASI.
BU ÖZELLİKLER CİN TÜRÜ VARLIKLARIN SAHİP OLDUĞU ÖZELLİKLER DEĞİL, MELEKLERİN sahip olduğu özelliklerdir.
- CİN OLDUĞU HALDE İNSANA VEYA BEŞERE GÖRÜNMEK… Cin türü varlıkların böyle bir izni yoktur. Bu izin meleklere verilmiştir ve o da insan görünümünde olmak kaydıyladır. Bu izin meleklerin dışında bir zamanlar meleklerin içinde olup kovulan ama ‘MUNZARİN’ olanlarda vardır.
- Vahyetmek, bir haberi bilinmeyen bir yöntemle muhâtaba ulaştırmaktır… Bu özellik de sadece meleklerde ve yetkili kişilerde vardır ve bir de ‘MUNZARİN’ olanlarda vardır.
- VESVESE ile VAHİY arasındaki tek fark İLETİLEN HABERİN İÇERİĞİ ile alâkalıdır.
İşte bu özelliklerinden dolayı anlıyoruz ki ŞEYTAN/LAR bir zamanlar MELEKMİŞ.
BİRAZ ÖNCE ‘racim’ kelimesine verilen mânâlar aslında ‘racim’ kelimesinin değil ŞEYTAN kelimesinin mânâlarıdır. “UZAKLAŞMIŞ, OLMASI GEREKEN YERDEN HİÇ GİTMEMESİ GEREKEN YERE GİTMİŞ.”
UZAKLAŞMASI için her şeyden önce bir yeri olması gerekmektedir.
Şeytanların vahyedebilme kabiliyetlerini göz önüne aldığımızda BU KABİLİYETLERLE OLMALARI GEREKEN TEK YER MELEKLERİN İÇİDİR… Ama onlar bu yerde değil bambaşka bir yerdedir.
Ve bu sıfat TAMAMEN ONLARIN KENDİ KAZANANIMLARIDIR.
Yani kimse onları şeytan hâline getirmemiş tam tersi bizzat onların kendileri bu sıfatı KESBETMİŞLERDİR.
Tıpkı günümüzde Kur’an’ı çok iyi bildikleri, Sarf ve Nahiv’i çok iyi bildikleri halde olmaları gereken yerde olmayıp KUR’AN’A ROTA ÇİZEN ULEMÂ GİBİ.
SARF ve NAHİV bilmeleri onları GÖNÜLDEN KUR’AN’A BAĞLI BİR KUL HALİNE GETİRMESİ GEREKİRKEN ONLAR BU KABİLİYETLERİNİ “KUR’AN TARİHSELDİR, RİVÂYETSİZ ANLAŞILMAZ” YOLUNDA KULLANMAKTADIRLAR.
Tıpkı şeytanın VAHYEDEBİLME özelliğini İYİLİK İÇİN KULLANMAMASI gibi.
Madem vahyedebiliyorsun ve madem çok bilgilisin o halde neden bunu insanları Allah’a itaatten uzaklaştırmak için kullanıyorsun? İyiye kullansana be adam!
UNUTMAYIN… TARİHİN İLK TEFSİRCİSİ ŞEYTANDIR.
Şeytanın vesvese verebilecek yeteneğe sahip olması bir zamanlar insanın yetişmesinde görevli bir melek olduğunu gösterir.
Kur’an’a bakarsanız VESVESE kelimesi 5 kere geçmektedir. Bunun ikisi direkt şeytanla alâkalıdır.
********
Bu arada konudan bağımsız olarak sizin dikkatinizi bir şeye çekmek istiyorum:
Kaç gündür sadece ‘HALİFE’ kelimesini anlamaya çalışıyoruz ve anlamaya çalışırken ne kadar çok zengin ve farklı konulara temas ettik… Bunun tek sebebi KELİMELERE TUTUNMAKTIR. İnsan Kur’an’ın kelimelerine tutununca o kelimeler bizi öyle yerlere götürüyor ki daha önce hiç kimsenin ayak basmadığı yerler.
********
“Beşer yaratacağım…” denilince Melekler bu kelimeden İns türünden olan ve Rabb ile bir aracı (halife) sayesinde iletişim kurabilen bir varlık mı anladılar? “Beşer nedir?” diye sormadıklarına göre bu kelimeyi daha önce ne zaman, hangi olayda öğrendiler?
Hemen iki önceki âyette geçen ‘İNSAN’ kelimesine bakınız, o kelimenin başında bir ‘EL-’ takısı var, değil mi?
‘BEŞER’ kelimesinin başında ‘EL-’ takısı yok… Bu ne anlama gelir… TAM NEKRE mi? NEKRE-İ MAKSUDE mi?
NAHİV açısından şöyle bakalım:
BİR ADAM GELDİ…
ERZURUM’DAN YOLA ÇIKMIŞ, ANKARA’DA PARASIZ KALMIŞ BİR ADAM GELDİ.
Bu iki cümlede de “BİR ADAM” kelimesi NEKRE’dir.
Fakat birisi tanıtılmış ve üzerinden tam nekrelik kalkmış bir adamdır, diğeri hiç bilinmeyen bir adamdır.
Şimdi âyette ‘BEŞER’ kelimesi NEKRE olarak geçiyor ama devamındaki tanıtımlara baktığımızda melekler açısından bilinmeyen tek şey artık onun cismini görmektir, değil mi?
- BİR BEŞER… ama ‘min salsalin min hamain mesnun’dan yaratılacak bir beşer.
- BİR BEŞER… ama ‘SEVVEYTUHU’ yapılacak bir beşer.
- BİR BEŞER… Ama ‘NEFAHTU FİHİ MİN RUHİ’ yapılacak bir beşer.
Şuna da dikkat edelim… HİCR 15/26’da FİİL mazidir… ‘LEKAD HALAKNA’
Hicr 28 ve 29’da fiiller mazidir ama mazi fiili muzari yapan edatlar vardır.
‘HALİKUN’ zaten başında bir ‘EL-’ takısı olmayan ism-i fâil olduğu için MUZARİDİR.
‘SEVVEYTUHU’ mazidir ama başında ‘İZA’ vardır.
‘Nefahtu’ kelimesi de mazidir ama ‘VAV’ edatıyla ‘İZA’ya atıf vardır.
Yani mevzu, OLMAYAN henüz bulunmayan bir VARLIKLA ilgilidir.
“Bir beşer yaratacağım.” ‘Beşer’ diye bir şey yok, “yaratacağım” deniliyor.
Bu kullanımlar zaten ‘BEŞER’ kelimesinin NEKRE gelmesini zorunlu kılar.
Bir başka incelik daha vardır ki bu incelik hepsinden önemlidir.
Eğer ‘İNNİ HALİKUN EL BEŞER’ denseydi ne anlaşılırdı?
Bu durumda eğer henüz yaratılmadan bir varlık için TEKİL olduğu halde ‘EL-’ takısı kullanılıyorsa bu o ismin TÜR ismi olduğunu gösterecekti. Bu durumda o türün ortaya çıkması BİR TEK ASILDAN DEĞİL, BİRÇOK ASILDAN olduğu anlaşılacaktı…
Meselâ, ‘İNNİ HALİKUN EL TAYRU’ denseydi “Kuş türünü yaratacağım.” olurdu… İyi ama KUŞ TÜRÜNÜ CİNS YAPAN UÇMASIDIR AMA BU CİNSLİK TEK BİR ASILDAN DEĞİLDİR.
‘Beşer’ dendiğinde onlara tek bir ASIL atfedilmektedir, o da ÂDEM’dir.
İşte ‘beşer’ kelimesinin TEKİL ve NEKİRA gelmesinde incelik kanaatimce budur. Kesinlikle TAM nekra değildir, devamındaki cümleler onu TAM nekra olmaktan çıkarmaktadır, cümlenin devamı olmasaydı TAM NEKRE OLURDU.
Bu aynı zamanda İNSAN türünün TEK BİR ATASI (annesi) olmadığına da delildir.
BİR CÜMLEDE NEKİRA BİR İSİMDEN SONRA GELEN KELİMELER VE CÜMLELER NEKİRA KELİMENİN SIFATI OLURLAR.
O halde ‘MİN SALSALİN’ ve devamında gelen kelimeler ve cümleler ‘BEŞER’ kelimesini tanıtan sıfattırlar… İşte bu durum da o kelimeyi tam nekre olmaktan çıkarmaya yeter… BİR KALEM, MAVİ BİR KALEM, BİR AĞAÇ, BODUR BİR AĞAÇ kelimelerinde olduğu gibi…