Başlıklar
İHTİLAFLARI TEMEL ALAN AKIL
(Razi, Mefatihul Gayb, c.6.s.182-183)
Razi’nin bu paragraflarda kısacık belirttiği düşüncelere varmak için bu sözlerin arkasına sistematik bir dil anlayışı koymak gereklidir yani Razi’nin bu sözleri sarf etmesinin arkasında “dil felsefesi” veya “anlambilim” olmasaydı Razi bu düşünceleri belirtemezdi.
Razi Kur’an’a tefsir yazarken dillere, Kur’an’a, Kur’an’daki kelimelere, dillerin oluşumuna, anlambilime bu bakış açısıyla bakan bir aklı ve bu aklın oluşturduğu ilmi kullandı.
İhtilafı üreten aklın kökeni
İnsanlar, sorun oluşturan şeylerin ihtilaflar olduğunu zannetmektedirler oysa sorun ihtilaflarda değil ihtilafları üreten aklın temel dayanaklarındadır.
İhtilaflar çözülür, en girift meselelerde bir çıkış yolu bulunur fakat ihtilaf üreten akıl durduğu müddetçe ne ihtilafların ne de sorunların sonu gelir.
Bir aklın ihtilaf üretmesi ise aklın zorunlu bilgilerine karşı çarpık bakış açısından ve çarpık değerlerin aklın temeline konulmasından kaynaklanır.
İhtilafları çözmek, göz bozukluğu sürekli değişen birinin gözüne son durumu baz alınarak gözlük takmak gibidir. Göz bozulmaya devam ettiği müddetçe takılan gözlük her zaman göz bozukluğunun gerisinde kalacak ve o kişi asla net görmeyecek ama gördüğünü net görüyor zannedecektir.
Buna göre Razi’yi ele alıp onun ihtilaf çıkardığı meselelerdeki sorunları çözmeye kalkışmak, aynı şekilde hep sürekli kendisini geliştiren sorunun gerisinde kalan bir çözüm olacaktır.
Sadece Razi değil, geçmişimizde yaşanmış ama bizi de yakından etkileyen sorunların çözümüne “gözlük” misalinde olduğu gibi yaklaşmak, bizi kendisini asla yakalayamayacağımız sorunlar yumağının peşinde heder edecektir. Onlardan çok sonraları yaşayan bizlerin tek derdi kendimizi Yüce Allah’ın bizden razı olacağı şekilde gerçekleştirmek olmalıdır.
Bu bizi geçmişe karşı kendi orijinal duruşumuzu tespit etmeye mecbur bırakan bir yöntemdir. Bir kere durduğumuz yerin yukarısı aşağıya, aşağısı yukarıya, önce olan arkaya, arkada olan öne geçecektir. Geçmiş peşine takıldığımız, kendisine eklemlendiğimiz bir bütün olmayacak, geçmiş bizim peşimize takılan bir tecrübe olacaktır. Geçmiş önde biz arkada değil, biz önde geçmiş arkamızda olacaktır.
Bireyin varoluşu ve kitabın zamanı
Her insan bir şeyi anlamaya önce kendi varlığını anlamlandırmayla başlar. Kendi varlığını anlamlandırmayan hiçbir şeyi anlamlandıramaz. İster geçmiş ister gelecek olsun hiçbiri insanın kendi VAR oluşunun önüne geçmez, geçemez.
Eğer hem geçmişin hem geleceğin hem de şimdiki zamanın anlamlı olması ilk başta kişinin kendi VAR oluşunun anlamına dayanıyorsa işte bu en önde olmak ve her şey bunun peşine takılmak zorundadır.
Elimizde geçmişte inen ama geçmişte kalmayan ve zamanı kendi peşinde sürükleyen bir kitap vardır. Bu kitap, ulaştığı insanın, ulaştığı zamanda kendisini gerçekleştirmesini istemektedir.
Bir kitabın geçmiş zamanda inmesi ama zamanı peşine takması ancak zamanın kendisine galip gelemeyeceği ilkelere sahip olmasıyla mümkündür.
Böylesi bir kitap geçmişin ihtilaflarını zamanlar üstüne getirmez ve insanı o ihtilafları çözmeye mahkûm etmez, tam tersi bu kitap geçmişin ihtilaflarından bahsederken bile insanı İHTİLAF ÜRETMEYEN bir akıl inşa etmeye yönlendirir.
İhtilaf üretmeyen akıl, ihtilaf üretmeyi BECEREMEYEN akıl değildir, tam tersi ihtilaf üretebiliyor olmasına rağmen ihtilaf üretmeden de çelişkisiz olmayı becerebilen akıldır.
Geçmiştekiler “tüm ihtilaflar kendisiyle çözülsün” diye gönderilen bir kitabı biri diğerine muhalefet eden yirmi kıraatli kitaba çevirdiler.
Bu yirmi kıraat “İSLAM” denilen müktesebatın temelini oluşturmaktadır. Tüm tarih anlayışı, siyer, kelam, fıkıh, tasavvuf, hadis, pozitif ilimler, felsefe; işte biri diğeriyle ihtilaf halindeki yirmi kıraatli bu kitabın üzerine inşa edilmiştir. Geleneksel dini anlayışın, dini üzerine inşa ettiği “Kur’an, Sünnet, İcma, Kıyas” formülünün en tepesinde duran “Kur’an” her ne kadar tekil bir kelime olsa da içeriğinde biri diğerine muhalefet etmiş yirmi kıraat bulunmaktadır yani bu formüldeki Kur’an … “KUR’AN = 20 KIRAAT” şeklindedir.
İşte akıllar bu temel üzerine inşa edilmiştir. Akılların bu temel değeri aklın ana esası olarak alması, İHTİLAFI temel değer alması anlamına gelmektedir.
En dibinde ihtilaflı kıraatler olan bir aklın ihtilaf üretmekten başka bir seçeneği yoktur.
En dibine ihtilaf konulmuş bir aklın ihtilafları çözerken getirdiği çözümler bile ihtilaflı olacaktır.
Razi, ihtilafı temel almış bir aklı kullanarak kendince ‘TEVRAT’ ve ‘İNCİL’ kelimelerini çözmüş ve hatta kendi çözümünün dışındaki çözümleri şaşılacak akıl kullanma yöntemleri olarak görmüştür. Şu cümleler ona aittir:
“Şunu da söyleyeyim ki ‘Tevrat’ ve ‘İncil’ kelimeleri Arapça olmayan iki isimdir. Bunlardan birisi İbranice, diğeri ise Süryanicedir. O halde daha nasıl aklı olan kimsenin bunları Arapça kalıplara uydurmakla meşgul olması yakışır? Binaenaleyh, aklı olan kimseye yakışan en uygun yolun bu gibi konulara iltifat etmemesi olduğu ortaya çıkmıştır: ALLAH EN İYİSİNİ BİLENDİR.”
Razi’nin bu satırlarını okuyan meseleden habersiz kişiler elbette Razi’nin belirttiği “en akıllı” yolu tutacaktır. Tutmasına tutsunlar da yeryüzündeki hiçbir İBRANİ elindeki kitaba “TEVRAT” dememektedir ve İbranicede ‘Tevrat’ diye bir kelime yoktur, bunu ne yapacağız?
Razi için onun da kolayı vardır. İbranicede ‘TORAH’ olarak telaffuz edilen kelime Arapların diline telaffuz edilmesi zor geldiği için ‘TEVRAT’ diye geçmiştir. Böylelikle ortada ihtilaf kalmamış, yol dümdüz hâle gelmiştir.
Razi’nin yorumları ve sonuçları
Peki, bu kelimeleri İbraniceye uydurmak ne ile sonuçlanacaktır? Şununla sonuçlanacaktır: “Yahudilerin ‘Torah’ dediği kitap ile Kur’an’ın ‘Tevrat’ dediği kitap aynı kitaptır.”
“Peki, madem aynı kitaptır bizim de ona iman etmemiz gerekmiyor mu?” diye bir soru aklınıza gelirse merak etmeyin Razi onun da cevabını vermiştir: “DAHA ÖNCEKİ KİTAPLARIN HÜKMÜ, KUR’AN MUHAMMED’E İNDİRİLİNCEYE KADAR GEÇERLİDİR. KUR’AN İNİNCE HÜKÜMLERİ MENSUH OLMUŞTUR.”
Tam burada Raziye “Madem o kitaplar nesh edilmiştir, o halde ‘İsrail’ kelimesinin Yakub’a lakap olarak verildiği hükmünü neden NESH edilmiş o kitaplardan alıyorsun?” diye bir soru sormayı çok isterdim. (Ölünce sorarım artık.)
Sadece ‘İsrail’ isminin lakap olarak Yakub’a verildiğini almış olsaydı iyiydi ama Razi ve onun gibiler tüm risalet tarihini Yahudi’nin anlattığına göre kurgulamışlardır yani nesh edildiğini söyledikleri kitaplara göre.
Şimdi bu aklın ihtilafları çözmek için getireceği her bir çözüm bir ihtilafı ona, yüze, bine çıkaran bir çözümsüzlük olmayacak mıdır?
Razi’nin ihtilafları temel alan aklı tefsirinin içinde kalsaydı sorun olmazdı ama bu akıl zehirli bir virüs gibi bileni de bilmeyeni de ele geçirmiş ve tüm akıllar bu modele göre şekillenmiştir.