İki Üç Dört Kadın Alma Meselesi 1

İKİ, ÜÇ, DÖRT KADIN ALMA MESELESİ

“İki eş alma” konusu hiç girmek istemediğim bir konu olsa da bunu bir kenara bırakarak “eşin halasını/teyzesini nikahlama” konusuna dair bir iki kelam edelim… Bir kere bu konuyu SAYILANLAR ve SAYILMAYANLAR üzerine oturtacak olursak sayılmayanlarla alâkalı olarak da madem “Sayılmadı, helaldir.” demek de “A-ha bakın, hadis bildirdi bu yüzden Allah resulü de haram, helal koyabilir.” demek de kanaatimce meseleyi içinden çıkılması imkânsız noktalara götürecektir.

Her türlü hukukta kapı komşuyu bile dikkate alıp ona göre hukuk koyan İslam’ın bu konularda boşluk bırakması aklen muhaldir.

Bir ayete bakarak boşluk bulmak ve o boşluğu “Ben hadis-madis dinlemem, bu konuda ayet de yok, kafama göre takılırım.” diyerek kendi davranış kalıplarına malzeme olacak şekilde doldurmak ile “Ayette boşluk var, bu boşluğu hadisle kapatalım.” diyerek Kur’an’ı eksik görmek arasında sonuç olarak hiçbir fark yoktur.

Madem konu “akrabalık bağları” üzerinden “evlenilmesi yasak ve serbest olanların tespiti” konusudur, o halde bu konuyla ilgili tüm Kur’an dikkate alınmak zorundadır. (Aslında her konu böyledir.)

Kur’an’daki “akrabalık bağları” konusu İSLAM HUKUKUNUN üzerine bina edildiği ana zemindir. Bu sadece evlilik veya boşanma meselelerinde değil hemen hemen her meselede böyledir.

“Hukuk” dediğimiz şeyin üzerine oturduğu şey ise “kılıç, silah, asker, polis, güç, kuvvet” değil tamamen VİCDAN’dır (tasavvurdur)

Günümüzde bile hangi mahkeme olursa olsun hakimler kendilerinde oluşan kanaate göre hüküm verirler.

Hukukun üzerine oturduğu ana zemin olan “akrabalık bağları” öyle bir ayet üzerinden çıkarılacak kadar basit bir konu değildir. 

Şöyle bir düşünelim… Hiç tanımadığınız, aranızda ne kan ne süt olarak hiçbir bağ olmayan biriyle oturuyorsunuz ve insanların huzurunda diyorsunuz ki “Sen benim, ben de senin eşinim.” İşte hukukun üzerine oturduğu bu cümledir.

Bu kısa cümle birdenbire onun ve hatta onun annesi, babası, kardeşi ve diğer akrabalarıyla sizin aranızda aşılamaz bariyerler oluşturuyor.

Daha öncesinde sizin için sokaktaki herhangi birileri olan kişiler birdenbire sizinle HUKUKİ bir ilişki içine giriyor.

İşte daha öncesinde herhangi biri tarifi getirdiğiniz kişiler bu nikah bağından sonra bir tarife girerek “EŞİN KIZI, OĞLU — EŞİN ANNESİ, BABASI — EŞİN TEYZESİ, HALASI — EŞİN AMCASI, DAYISI — EŞİN YEĞENİ” tanımlamalarına bürünüyor.

Biraz empati yaparak bu olayın TOPLUMSAL anlamda nasıl bir değer taşıdığını anlamaya çalışalım:

Toplumu durgun bir suya benzetin… Siz de o su içinde damlalardan herhangi bir damlasınız, hiçbir ayırt edici özelliğiniz yok, diğer damlaların tamamı sizin için aynı, siz de onlar için aynısınız… Bir damla geliyor ve siz o damla ile birliktelik kuruyorsunuz… O birliktelik birdenbire iç içe geçmiş devasa halkalara dönüşüyor.

وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ
Nisâ 4 / 3

Ve-in ḣiftum ellâ tuksitû fî-lyetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum mine-nnisâ-i meśnâ veśulâśe verubâ’(a) fe-in ḣiftum ellâ ta’dilû fevâhideten ev mâ meleket eymânukum żâlike ednâ ellâ te’ûlû

Kur’an Yolu (Diyanet İşleri) – Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın veya mülkiyetinizde bulunan câriye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır. 

Mehmet Okuyan Meali – (Kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarını gözetememekten korkarsanız beğendiğiniz (size helal olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın! Adil olamamaktan korkarsanız bir tane ile veya sahip olduğunuzla (yetinin)! Bu (davranış), adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.

Konuyu çerçeveleme ve yaklaşım

Müktesebatın mantığıyla yaklaşılsa ve hatta kelimelere onların verdiği mana verilse bile Nisâ 3. ayet bir şart cümlesi ve bir de cevap cümlesinden oluşmaktadır. Bu şu demektir; ŞART FİİLİ YOKSA CEVAP FİİLİ DE YOK DEMEKTİR. Cümlenin sadece cevap kısmını alarak veya sadece o kısmı merkeze koyarak tartışma açmak havanda su dövmek olacaktır.

Bu meallere göre cümle şöyledir:  

ŞART CÜMLESİ … Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız,

CEVAP CÜMLESİ … beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın.

Bu çatıya göre ikinci, üçüncü veya dördüncü eş alacak kişilerin önce 1 (bir) evlenmiş olması lazım çünkü bir (1) demiyor.

Yani kişi önce bir eş sahibi olacak. Peki, bu yeterli mi? Hayır, sonra YETİMLER HAKKINDA HAKSIZLIK YAPACAĞINDAN KORKACAK…

Bu durumda eğer bir kişi ikinci bir eş almışsa bu ONUN YETİMLERE HAKSIZLIK YAPAN BİR KİŞİ OLDUĞU ANLAMINA GELECEKTİR.

Yani eş sayısı çoğaldıkça bu o kişinin NE KADAR DA ADALETSİZ OLDUĞU ANLAMINA GELECEKTİR çünkü şart cümlesi “EĞER YETİMLERE HAKSIZLIK YAPACAĞINIZDAN KORKARSANIZ”dır… Yani “Yetimlere haksızlık yapacağından korkmayan İKİNCİ EŞ alamaz.” demektir.

Ayetteki ‘HIFTÜM’ ifadesinin “kesin bilgiye dayalı bir korku/endişe” anlamında olduğunu göz önüne aldığımızda durum daha da karmaşık bir hal almaktadır. Çünkü şart cümlesinin anlamı şöyle olacaktır: “EĞER YETİMLERE HAKSIZLIK YA-PA-CA-ĞI-NIZ-DAN KESİN EMİNSENİZ BU DURUMDA KADINLARDAN HOŞUNUZA GİDENİ İKİŞER, ÜÇER, DÖRDER OLARAK ALABİLİRSİNİZ.”

Haydi gel de çık işin içinden…

İyi de arkadaş; ayette “iki, üç, dört” demiyor; “ikişer, üçer, dörder” diyor, üstelik “birini sonra, diğerini sonra, diğerini sonra, diğerini daha sonra” demiyor… “Nikahlarken ikişer tane veya üçer tane veya dörder tane birden alacaksın.” diyor.

“İkişer, üçer, dörder” olduğuna dair delil mi lazım?

Peki, delil Fâtır 1. ayet:

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ جَاعِلِ الْمَلٰٓئِكَةِ رُسُلًا اُو۬ل۪ٓي اَجْنِحَةٍ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۜ يَز۪يدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Fâtır 35 / 1

Elhamdu li(A)llâhi fâtiri-ssemâvâti vel-ardi câ’ili-lmelâ-iketi rusulen ulî ecnihatin meśnâ veśulâśe verubâ’(a) yezîdu fî-lḣalki mâ yeşâ(u) inna(A)llâhe ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)

Diyanet Vakfı Meali – Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a hamdolsun. O, yaratmada dilediği arttırmayı yapar. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir.

Mehmet Okuyan Meali – [Hamd] (övgü), gökleri ve yeri yoktan yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan, yaratmada dilediğini(n sayısını) artıran Allah’adır. Şüphesiz ki Allah her şeye gücü yetendir.

Hem Nisâ hem de Fâtır 1’de geçen rakamlar:

FÂTIR … İKİŞER مَثْنٰى

NİSÂ … İKİŞER مَثْنٰى

FÂTIR … ÜÇER وَثُلٰثَ

NİSÂ … ÜÇER وَثُلٰثَ

FÂTIR … DÖRDER وَرُبَاعَۚ

NİSÂ … DÖRDER وَرُبَاعَۚ

Fâtır’da geçen ‘üçer’ “sadece bir tarafında 3 kanat” mı yoksa “bir tarafında iki, diğer tarafında bir kanat” mı diyor, yoksa “iki tarafında üçer kanat” mı diyor?

Nisâ’da “İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ, DÖRDÜNCÜ EŞ” mi diyor?

Bu ne demektir? “EĞER ikinci eş almak istersen buna cevaz yok ama bir eşin var iki tane daha eşi birden almak kaydıyla olursa buna cevaz var.” demektir.

Ama şu asla unutulmamalıdır: Şart cümlesi gerçekleşmezse cevap da gerçekleşemez demektir.

Yani kişi önce YETİMLERE HAKSIZLIK YAPACAĞINDAN EMİN OLACAK, yoksa olmaz.

Lütfen şu örnek cümleye dikkat edelim: “EĞER BİR KADINA ADALETLİ DAVRANAMAMAKTAN KORKARSANIZ O HALDE İKİ TANE DAHA, O DA YETMEZSE ÜÇ TANE DAHA, BAKTINIZ HÂl ADALETİ SAĞLAYAMAMAKTAN KORKUYORSUNUZ O HALDE DÖRT TANE DAHA ALABİLİRSİNİZ.” Sizce bu cümle ne kadar anlamlı?

Ayete verilen meallerde geçen şart cümlesi ile cevap cümlesi arasında bir ilişki kurmaya çalışırsanız kırk takla atmanız gerekli…

Allah aşkına, cevap cümlesi ile şart cümlesi arasında nasıl bir ilişki var?

“Yetimlerin haklarını gözetememekten korkarsanız…” (Şart cümlesi bu)

“Beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın!” (Cevap cümlesi de bu)

Bu iki cümle arasında bir alâka kurabilen beri gelsin…

Yetimlerin haklarını gözetememe korkusuyla iki, üç, dört kadınla nikah kıymanın ne alâkası var, valla ben anlamadım… İki kadınla evlenince artık yetimlere haksızlık yapma korkusu mu kalmıyor?  Madem ikincisinde bu korku gidiyor; üç, dört niye?

Burada şart cümlesi “yetimlere haksızlık yapılmasının önüne geçmek, müminleri yetimler hususunda adaletli hâle getirmek” mi yoksa “yetim bahane; ikinci, üçüncü, dördüncü eş şahane” mi deniliyor?

Etrafında ikinci eş almış ve yetimler hususunda adaletsizlik yapma korkusu kalmamış, yetimlere şahane davranan biri olan var mı? Ya da tarihte hakikaten yetimlere haksızlık yapma korkusunu yenmek için iki, üç, dört nikah yapmış birini bilen var mı?

Mesela, müktesebatın anlattığı MUHAMMED 13 defa evlenmiş; siyer önümüzde, haydi didik didik edelim de Muhammed’in hangi evliliği hangi yetime haksızlık yapma korkusundan dolayıdır tespit edelim…

Muhammed’in evlendiği kadınlar arasında daha önceki evliliğinden çocukları olan eşleri (yanlışsam düzeltin) sadece SEVDE BİNTİ ZEMA ve ÜMMÜ SELEME, başkası yok.

Hani şart cümlesi nerede? Ha, o şart cümlesi gereksiz mi?

Tarihi uygulamalar ve sosyolojik etkiler

Herkesten önce Kur’an’a sadık kalması gereken bizzat Muhammed bu şart cümlesini yok mu saymış?

Eğer Nisâ suresi 2, 3, 4.ncü kadınla nikahlamaktan bahsediyorsa ÖNCE ŞARTIN GERÇEKLEŞMESİ LAZIM.

Şart gerçekleşmeden cevabı gerçekleştirmek Allah’ın ayetini YOK SAYMAKTIR. Ayetlerden istediğini alıp istemediğini GÖRMEZDEN GELMEKTİR. (Söz aramızda bu kafirliğin ta kendisi olmaktadır.)

Yüzlerce yıl sonra “Sünnet” diyerek Allah resulü Muhammed’i uyduruk dinlerinin koltuk değneği yapmaya kalkışanlara Aişe’den ibretlik bir söz…

Osman döneminde yaşanan bazı olaylardan dolayı Aişe annemiz, Allah resulüne ait gömleklerden birini havaya kaldırarak şöyle bağırır: “Hâlâ onun kokusu bile dururken siz onun sünnetini terk ettiniz.”

Aişe annemizin “siz” dediklerinin yarısından fazlası SAHABEDİR (rivayetse rivayet)

Müslümanların (İslam’ın değil) fıkhında ‘teaddüdü zevcat’ olarak bilinen çok evlilik meselesine gelince: Bu mesele Müslümanların oluşturduğu, kullanıp afiyetle yediği ama faturasını Yüce Allah’ın dininin ödediği bir meseledir. Bu mesele Müslümanların yumuşak karnı olmaktan çıkıp (hâşâ) İslam’ın yumuşak karnı olmuştur. Çünkü bu evlilikleri yapanlar kendilerini Kur’an’a yani Nisâ 3. ayete yaslamaktadır. Bu ayete yaslanarak zemin bulan ‘teaddüdü zevcat’ meselesinin pratik yansıması ayetin önüne geçmiş, ayet yerine Müslümanların uygulaması temel alınır olmuştur. Bu meselede savunmalar ve saldırılar ayeti koruma veya ayeti anlama adına değil ya pratiği mahkûm etme ya da pratiği savunma adına yapılmış ve hâlâ da yapılmaktadır. Ayetler karşısında “İşittik ve itaat ettik.” gibi bir davranış kalıbını doğal bir refleks haline getirmemiş ve hâlâ da getiremeyen Müslümanlar, konudan tarafsa başka, konuya karşıysa başka bir tavır sergilemektedir. Aslına bakılırsa bu ayeti gündemine alanlar çoktan o mesele hakkında kararını vermiş olarak ayete yaklaşmaktadırlar. Bu yüzden ayetten görülmesi gerekeni değil görmek istediklerini daha doğrusu beklentilerini bulmak istemektedirler. Özellikle kadınlar bu ayet karşısında kendilerini ezilmiş, horlanmış, dışlanmış ve biraz da hakarete uğramış hissetmektedirler. Yani bu ayet özellikle kadınların vicdanını yaralamaktadır.

Şunu hemen belirtelim ki, kadın olsun erkek olsun eğer Yüce Allah bir işe hükmetmişse o konuda mümin olanların göstereceği tek bir tavır vardır: “İşittik, itaat ediyoruz.”

Genel kanıya göre bu ayetin çizdiği portre şöyledir: Bir adam var, hâli vakti yerinde olduğu için dört tane kadınla evlenmiştir. Kadınlar ayaklarını yıkamaktan karşısında “Buyur efendim.” demeye kadar ona kesin itaat etmektedirler. Kadınların en önemli problemi ise “Sevgili kocaları içlerinden hangisini daha çok sevmektedir?” Çünkü herkes onun kendisini daha çok sevmesini istemektedir. Geceleri (çok özür dileyerek) kendi sıralarını bekleyerek ve kocalarının diğer eşlerinin koynundaki saatlerini düşünerek geçiren kadınların geçirdiği kıskançlık krizleri ise zaten olması gerekendir. Bir kadının koynundan diğer kadının koynuna giden hâli vakti yerinde olan koca ise kadınlar arasındaki bu paylaşılamamaktan son derece mutlu ve mesut olarak eşlerinin arasında dolaşmaktadır. Akşam yemeklerinde çoluk çocuk ve dört eşle birlikte sofraya oturan adam oluşturduğu güzel ailesine sevinçle bakmakta ve gözleri parlamaktadır.

İşte “Nisâ 3” deyince akla gelen portre budur.

Günümüzdeki ve tarih boyunca uygulanan pratiğe gelince: Bu pratiğin herhangi bir toplumsal kaygıdan oluşmadığı, tam tersi erkeğin beğenisi kadının ikinci, üçüncü, dördüncü eş olmayı kabullenmesi üzerinedir.

Meseleye rivayet açısından yaklaşacak olursak tarih boyunca ya da ilk dönemlerdeki uygulamalarda (tabi ki rivayetler doğruysa) ikinci, üçüncü veya dördüncü eş olmayı içselleştirmiş kadınların sanılanın aksine sadece sünepe ve mecburi zayıflıklar içinde olan kadınlar olmadığı tam tersi özgüveni oldukça yüksek kadınlar olduğu görülmektedir.

Günümüzdeki uygulamaları ise bunun tam tersidir.

Hukuki sonuçlar ve yetim hakkı

Birçok sahabenin dördüncü karısı olan ÜMMÜ ATİK öyle sünepe bir kadın değildir, muhtaç hiç değildir.

Ebu Sufyan’ın karısı olan HİND, kocasını değil tüm toplumu bile parmağında oynatan bir kadındır ama Ebu Sufyan’ın birçok karısı içindedir.

Rivayetler üzerinden meseleye yaklaştığımızda eşlerden bir eş olmaya razı olmuş kadınların böyle olmaktan da gocunmadığını görmekteyiz ki bu oldukça yaygındır. Hasan’ın karısı Naile, Muaviye ile pazarlık yapacak kadar özgüvenli bir kadındır.

Yezin b. Velid’in (isimde yanılabilirim) ölesiye âşık olduğu dönemin ASSOLİSTİ olan HABİBE eşlerden bir eştir ama hükümeti yönetecek kadar da özgüvenlidir.

Yani demek istiyorum ki rivayetleri baz alsak bile Müslümanların tarih boyunca yaptıkları uygulamalara baksak bile ‘teaddüdü zevcat’ hususundaki resim göründüğü gibi değildir.

Tüm bunların üstüne “’Müslümanların uygulamaları’ bir delil midir?” diye bir soru sorsak… 

“Sadece Kur’an.” diyenler için verilecek tek cevap vardır: ASLA.

Fakat ‘teaddüdü zevcat’ hususunda OLUMSUZ bir söz söylemek aynı zamanda tarih boyunca uygulanagelmiş bu ‘sünnete’ “YANLIŞ” demek olacaktır. İşte aslında kıyamet de burada kopmaktadır.

Çünkü oturduğumuz yerden 1400 küsur yıllık geçmişe bakarak “Bunların hepsi yüzyıllar boyunca yanlış yapmış.” demek hem kolaydır hem de kabul etmesi çok ama çok zordur.

Bu noktada “tarihteki tüm insanların yanılmış olduğu”nu söylemek hem çok kuvvetli delil istemekte hem de “İşittik ve itaat ettik.” diyecek bir duruş istemektedir.

Meseleye günümüzdeki Müslim kadın gözüyle bakacak olursak (tabi becerebilirsek), Allah’a ve O’nun kitabına boyun eğmeyi içselleştirmiş bir kadının, aynı yaşam biçimine iman etmiş kocasının kendisini geceleri sıra bekleyen bir meta konumuna düşürecek HAKLARA(!) sahip olabileceği çok da kabul edilebilir bir durum olarak gözükmemektedir. Bu durum sadece onun kıskançlığını gıdıklamamakta, aynı zamanda inandığı dinin kendisini geceleri sıra bekleyen bir konuma düşürmesinden dolayı Allah ile arasındaki bağı da zayıflatmaktadır.

Yani kadının İslam’ın önerdiği yaşam biçimine karşı bir güvensizliği oluşmaktadır.

Peki Kur’an’ın anlattığı, önerdiği hatta bazılarına göre ‘FENKİHU’ diyerek emir verdiği ‘teaddüdü zevcat’ meselesi hangi yaraya merhem olması içindir?

Günümüz ve geçmiş uygulamalarına baktığımızda uygulamalardan bize yansıyan sadece ERKEĞİN ŞEHVET DUYGUSUNU GİDERMEYE MERHEM OLDUĞU görülmektedir.

Yani mesele daima gözü dışarıda olan bir erkeğe “Gözünü dışarı dikip zina yapmana gerek yok; ikinci, üçüncü, dördüncü kadını al.” meselesine dönüşmüştür.

Kim ne derse desin ‘teaddüdü zevcat’ın uygulanma biçiminin yani tarih boyunca yapılanın başlangıç noktası ERKEĞİN ŞEHVETİ, bitiş noktası da ERKEĞİN ŞEHVETİDİR.

İşin tuhaf tarafı bunu kabul edenler de reddedenler de veya hoş görmeyenler de yine meseleye ŞEHVET temelli yaklaşmaktadırlar.

Yani konuya karşı olduğunu söyleyenler de açıklamalarına erkeğin şehvetini temel alarak başlamakta ve o konu üzerinde tepinmektedirler.

Bütün bunlar yapılırken ne yazık ki AYETE BAKMA GEREĞİ bile duyulmamış ve hâlâ da duyulmamaktadır.

Ne tuhaftır ki aynı ayette ‘TEADDÜDÜ ZEVCAT’ yetmemiş olacak ki bir de işin içine ‘EV MA MELEKET EYMANUKUM’ ifadesine “CARİYE” anlamı verilerek erkeğin şehveti adeta KUTSANMIŞTIR.

Bu anlayış eninde sonunda “Kadın da kimmiş? O insan bile değil, saçı uzun aklı kısa… Ne kısası be, akıl denen şeyin zerresi yok onda.” sonucuna çıkmıştır.

Geceleri sıra bekleyen eşler, sayısını EFENDİLERİNİN belirleyeceği cariyeler, gözleri kapıda “Ne zaman efendi kapıyı açacak da teşrif edecek?” beklentileriyle kendilerini avutmanın ötesine asla geçmemelidir.

Bu kadar peşrevden sonra ayete bakarak şöyle bir soru soralım: Yüce Allah Kur’an’ı insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarmak, ihtilafları çözmek, insanın insani değerlerini uygulanabilir, sürekli hâle getirilebilir kılmak için göndermiştir. Dolayısıyla getirdiği her önerinin, emrin, tavsiyenin veya yasaklamanın temelinde “karanlıklardan aydınlığa çıkarma” faydası olmalıdır.

O halde NİSâ 3. ayet insanlığı hangi karanlıktan hangi aydınlığa çıkarmakta, insanlığın hangi insani değerlerini uygulanabilir ve sürdürülebilir hâle getirmektedir veya daha basitçe NİSÂ 3. AYET İNSANLIĞIN HANGİ YARASINA MERHEM OLMAKTADIR?

Ayeti tersten okuyan kimi uyanıklar “Kur’an ‘teaddüdü zevcat’ ile bir (1) olan evliliği dörde (4) çıkarmamıştır, tam tersi sınırsız olan evliliği dörtle sınırlayarak KADINA DEĞER VERMİŞTİR.” demektedir.

Alkışlayalım beyefendileri ve olaya onların gözüyle bakalım… Eğer ‘teaddüdü zevcat’ bunların dediği gibiyse olan şey sadece kadının beklediği sıradaki kuyruğun azalmasıdır. Yani daha önce mesela, 20 eşli bir adamın eşi olan kadın sıranın kendisine gelmesi için diğer 19’unu beklemek zorundaydı ama İslam geldi, SIRAYI KISALTTI. Bu da İslam’ın kadına ne kadar değer verdiğinin göstergesidir.

Kadın odasında sıra bekleyen bir konumda olduktan sonra “HA SIRADA BİR KİŞİ VAR, HA SIRADA BİN KİŞİ VAR, NE FARK EDER?” gibi bir soru sormayı sakın aklınızdan geçirmeyin.

Bu kafayı temel aldığımızda Nisâ 3. ayet sıranın uzunluğundan mustarip olmuş kadının yarasına sırayı kısaltarak kısmen merhem olmuştur.

Peki, ‘teaddüdü zevcat’ı içselleştiremeyen geçmişteki ve günümüzdeki kadınların derdi hakikaten sıranın uzunluğu mudur, yani kadının YARASI sırada çok vakit kaybetmesi midir?

“EVET, odur.” diyecek bir kadın ve hatta bir erkek bir adım öne çıksın…

Haydi, şimdiki erkekler ve kadınlar bir acayip, onları geçtik… Tarihte “Evet bizim ‘teaddüdü zevcat’ hususunda tek derdimiz sıranın uzunluğuydu, elhamdülillah İslam geldi, sırayı kısalttı.” diyen bir kadın ve hatta bir erkek bilen var mı? Varsa bir adım öne çıksın…

Haydi tarihi geçtik, o kadar sahabe kadın var, bu sahabe kadınlardan herhangi bir tanesi “OH BE, NİHAYET SIRA KISALDI.” demiş mi?

Valla, ben diyene rastlamadım.

O halde zaten böyle bir yara yokken sanki sorun kuyruğun uzunluğuymuş gibi oraya buraya merhem sürmek de neyin nesidir?

Demek ki Nisâ 3. ayetin böyle bir yaraya merhem sürdüğü falan yokmuş, o halde “‘Teaddüdü zevcat’ çok evliliği dörde indirerek kadına ne kadar da yüksek değer vermiştir.” söylemini dillendirenler, sadece SALLAMAKTADIRLAR.

Şunu da belirteyim; siyerse siyerden gelelim, “CAHİLİYE kadını değersizdi, kimse onu adam yerine koymuyordu, mal gibi alınıp satılıyordu.” söylemi SİYERE GÖRE DE KOCA BİR YALAN.

İşte tarih kitapları elimizde, açsınlar okusunlar. Bakalım o okudukları siyere göre kadınlar cahiliyede mi daha değerliler yoksa İslam geldikten sonra mı daha değerliler?

Size hem İslami dönemden hem de cahiliye döneminden İKİ ANEKDOT:

Bilindiği gibi Kur’an, Allah resullerinin eşlerinin Allah resulünden sonra başkaları ile nikahlanmalarını yasaklamış ve onları “MÜMİNLERİN ANNELERİ” olarak tanımlamıştır. Resul ise “CENNET ANALARIN AYAKLARI ALTINDADIR.” demiştir. Şimdi, “Cahiliye döneminde kadın değersizdi, İslam geldi kadına değer verdi.” diyenlere soralım: CEMEL savaşı bir ANNE-OĞUL kavgası mıydı? Annesine karşı ordularla gelen ALİ, Aişe’ye “annesi” gözüyle mi bakıyordu?

İşte OSMAN… Aişe Osman’a “Sen adaletsiz davranıyorsun.” deyince “SENİ FİTNECİ, EĞER DİLİNİ KISMASSAN EBUZER AMMAR’A YAPTIĞIMI SANA DA YAPAR, SENİ BURADAN SÜRERİM.” cevabını vermiştir. Bu mudur İslam’ın kadınlara verdiği DEĞER?

Sadece bunlar mı? Yok valla daha çok var. Ömer, ‘Ali, Allah resulünün ehlibeytidir’ diye onunla akrabalık kurmak istemiş ve henüz çocuk olan ÜMMÜ GÜLSÜM ile evlenmek istemiş, hatta gidip onu babasından istemiş ve burada anlatmaktan haya edeceğim hayasız bir davranışta bile bulunmuştur… BU MUDUR KADINA DEĞER?

Alın size Mücadele suresinin arkasına konulan rivayet: Neymiş efendim; Ubade B. Samit’in kardeşinin karısı namaz kılıyormuş, kocası kadın secdeye varınca şehvete kapılmış ve kadına cima teklif etmiş, kadın reddedince o da kızıp “Sen bana anamın sırtı gibisin.” demiş. Zavallı kadıncağız resule koşmuş; resul ne demiş? “KOCAN HAKLI, SEN KOCANA HARAM OLDUN.” Bu mudur KADINA DEĞER?

“Sen bana anamın sırtı gibisin.” gibi ahmakça bir söze mahkûm edilen kadın mı değerli şimdi?

Güya neymiş de “Efendim, bu zıhar denen âdet cahiliye döneminde müşriklerin bir boşama şekliymiş de onunla ilgili bir düzenleme gelmediği için de resul öyle demiş” miş de, “Mücadele suresi bunu düzenliyormuş” da falan da filan da falan…

PEKİ, tamam “Peki” diyoruz… Madem “Bu, cahiliye döneminde çok sık uygulanan bir boşama yöntemidir.” diyorsunuz O HALDE BU BOŞAMA YÖNTEMİ İLE KARISINI BOŞAMIŞ BİR TANE, TEK BİR TANE İSİM SÖYLEYİN.” dedik kimsenin gıkı çıkmadı. Hani siz diyorsunuz ya “çok yaygındı” diye, örnek bulmakta zorlanmamanız lazım, hemen bulmanız lazım… A-ha maharetli tarihçilerinizin kitapları ellerinizde, bir tane, evet sadece bir tane örnek getirin… Yok tabi ki… Şimdi bu mudur İslami dönemde kadına verilen değer?

Ya arkadaş Cafer b. Ebi Talib’in karısını Ebu Bekir, onun karısını Ömer, Ömer’in karısını Ali alıyor, yahu bu mudur değer?

Alın size şimdide cahiliye döneminden bir örnek: Hani şu Türklerde de âdet olan bir uygulama var… Bir kavga sırasında hatırı sayılan bir kadın baş örtüsünü ortaya atar ve taraflar kavgayı bırakır… Bu âdetin başlangıcı İslami dönem değil CAHİLİYE dönemidir. Müşrikler; hürmet ettikleri bir kadın, baş örtüsünü çıkarıp atınca her tarafları kan içinde olsa bile kavgayı bırakırlardı. Hatta (yanılıyor olabilirim) bunlardan birini de ABDULMUTTALİB’in eşi olan ATİYE veya ÜMMÜ BEREKE yapıyor.

Cemel Savaşı’nda “Karşımızda annemiz var.” demeden 20.000 kişi öldü…

Bu mudur değer?

Cahiliye Araplarının tamamının önlerinde baş eğdikleri bir kadın var, adı da TARİFE (tam ismini hatırlamadım.) Bu kadın selam gönderse akan sular dururdu. 

Yani diyeceğim o ki, “Cahiliye döneminde kadın değersizdi, İslam döneminde kadına çok değer verildi.” koca bir yalan…

Allah’tan korkmaz adamlar, ALLAH RESULÜNÜN TORUNU ZEYNEB KAFESLERE KONULARAK SOKAK SOKAK YABANİ BİR HAYVAN GİBİ TEŞHİR EDİLMEDİ Mİ? Hepiniz bunu sadece seyretmediniz mi? Bu mudur değer?

Her şeyleri yalan bunların…

Neyse, konuya dönelim ve o soruyu bir daha soralım: NİSÂ 3. AYET HANGİ KARANLIĞI AYDINLATIYOR, HANGİ İHTİLAFI ÇÖZÜYOR VEYA HANGİ YARAYA MERHEM OLUYOR?

Allah’a yemin ederek söylüyorum, tarih boyunca bu ayete bu soruyu soran HİÇ KİMSE OLMAMIŞ… Olan olmuşsa da sesi bize ulaşmamış… Kimsenin yara-mara umurunda değil. Bu ayete sadece ve sadece ERKEĞİN ŞEHVETİNE ÇÖZÜM gözüyle bakılmış ve bütün tefsirler, fıkıhlar ona göre yapılmış. Ayet buna göre eğilip bükülmüş, kelimeler buna göre anlamlandırılmış, içtihatlar buna göre yapılmış.

Konu gayet açıktır ve merkezde kesinlikle ve kesinlikle YETİMLER vardır. Konu erkeğin şehvetine çözüm değil YETİMLERE BİR ÇÖZÜMDÜR.

Ne kadın ne erkek, meseleye asla ve asla şehvet açısından değil YETİM açısından bakacaktır. Ayetin bunu söylediği o kadar ortadır ki adeta kör göze parmak sokmaktadır.

Merkeze YETİM alınırsa bu meseleden “şehvet” gibi yan bir konu çıksa bile mümin erkekler ve mümin kadınlar o kapıyı sonuna kadar açmalı değil, zerre şehvet sızmasın diye sonuna kadar kapatmalıdır.

Kör mü bu insanlar da şart cümlesi وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى böyle olan bir cümlenin şartını bırakıp da sadece cevabına hem de tahrif ederek sarılıyorlar?

Politika önerileri ve modern uyarlamalar

Bu davranış kalıbı kesinlikle YAHUDİ’NİN davranışıdır, bunu göremiyorlar mı?

Şart fiilini hiç görmesek bile cümledeki kelimelere ne mana verilirse verilsin cümle “EĞER YETİMLER HAKKINDA…” diye başlamıyor mu? 

Ayetin öncesi YETİMLER demiyor mu?

Bir mümin bunları gördükten sonra YETİM-METİM DİNLEMEDEN İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ, DÖRDÜNCÜ evliliği nasıl sorar, nasıl bunu şehvete indirger? Aklım almıyor. 

NİSÂ 3. AYET ‘TEADDÜDÜ ZEVCAT’ AYETİ DEĞİLDİR, DEĞİLDİR, DEĞİLDİR, DEĞİLDİR, DEĞİLDİR… NİSÂ 3. AYET “YETİMLERE SAHİP ÇIKMA, ONLARI KORUMA, ONLARI SAHİPSİZ BIRAKMAMA, ONLARA KOL-KANAT GERME, ONLARI BAŞ TACI ETME” AYETİDİR.

İstediğin kadınla ve şehvet dışında hiçbir haklı sebebe dayanmadan dörde kadar evlenip kadınları şehvet sırasına sokma ayeti hiç değildir.

Konu YETİMDİR… Yetimlerle alâkası olmayanlar dağılabilirler çünkü onlarla alâkalı bir şey yoktur.

İyi ama resul 13 kez evlenmiş, aynı anda 9 tane karısı olmuş, büyük sahabeler de dörde kadar evlenmiş, bu tarih boyunca uygulanmış ve hâlâ da uygulanmakta, buna ne diyeceksin?

Şunu diyeceğim: EĞER HERHANGİ BİRİ (RESUL BİLE OLSA) İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ, DÖRDÜNCÜ EVLİLİĞİNİ YETİMLERİ MERKEZE ALARAK YAPMAMIŞSA, AHİRETTE ÇEKECEĞİ VAR.

Eğer ikinci, üçüncü, dördüncü evlilik yapmış tarihteki on yüz milyon kişi yetim hakkından dolayı bunu yapmamışlarsa AHİRETTE ÇEKECEKLERİ VAR. 

İki, üç, dört evlilik toplumdaki YETİM SAYISINI ÇOĞALMAK İÇİN DEĞİL, YOK ETMEK İÇİNDİR. 

Dört karısı olan bir adam; öldüğünde geride sahipsiz kalmış birçok yetim bıraksın diye değil, YETİMLER SAHİPSİZ KALMASIN DİYEDİR.

Konu “yetim” konusudur, ŞEHVET ile uzaktan ve yakından alâkası yoktur.

Buraya kadar olanlar meselenin psikolojik ve sosyolojik kısmı ile alâkalıdır. Buralarda duygusallık rol oynayabilir. Ama meselenin bundan sonrası HUKUKİ bir konudur ve bu konuda duygu yoktur. 

Bu hukuki tarafın anlaşılması için şöyle bir soru soralım: Her toplumda olduğu gibi, örgüsü Kur’an temeline göre olan Müslimlerin toplumlarında da yetimler oldu ve olacaktır… Hangi inanca sahip olursa olsun her toplum yetimlerine sahip çıkmayı daima erdemli bir davranış olarak görür. Yetime sahip çıkmak “Budist, Hristiyan, Yahudi ve hatta ateistler” için bile erdemli bir davranıştır. 

Fakat böyle olmasına ve yeryüzünde hiç kimse yetime sahip çıkılmasına karşı olmamasına rağmen İSLAM haricindeki dinlerin ve ideolojilerin tamamının temelinde bu sahip çıkma ya devletin yani meşru otoritenin sırtına ya da bireysel çabalarıyla erdemli davranış gösteren kişilerin kendi şahsi tercihlerine bırakılmıştır.

Bu davranış bir inanç ile TEMİNAT altına alınmamıştır.

Bu yüzden yeryüzündeki hemen herkes yetime sahip çıkılmasını erdemli bir davranış olarak görmesine rağmen yetimlerin sayısı da mağduriyetleri de her geçen gün artmakta ve bu durum toplumların bozulmasında temel etken olmaktadır. 

Devletlerin veya bazı özel teşebbüs sahiplerinin kurduğu yetimhanelerle bir yandan onlara sahip çıkar gibi gözükmektedirler ama diğer yandan bu sahip çıkmayı ya yetimi tecrit ederek ya da sahip çıktığı yetime yetimliğini unutturmayacak ortamlar hazırlayarak yapmaktadırlar.

Bu durum yetimhanelerin yetimlere sahip çıkmasına değil, onları toplumdan tecrit etmesine dönüşmektedir. Öte yandan “YETİM” denilen olgunun bir nevi FARZ-I KİFAYE davranış kalıplarında tanımlanmaya çalışılması toplumun tüm bireylerinin yetim hakkında KOLLEKTİF bir akla sahip olmamasına yol açmaktadır.

Bundan dolayı yetime sahip çıkmak herkesin değil bazılarının hatta sadece hâli vakti yerinde olanların bir davranış kalıbı olarak anlaşılmaktadır.

Bunun yanında ‘YETİM’ kelimesine getirilen tarifler hem toplumsal temeli bambaşka bir zemine taşımış hem de yetim hakları HUKUKUNUN hiçbir zaman esaslı bir temeli olmamasına yol açmıştır.

Hoşumuza gitsin veya gitmesin, görülsün veya görülmesin ne Müslümanların oluşturduğu hukuki düzlemlerde (mezheplerde) ne de Müslümanlar harici oluşturulan hukuki düzlemlerde “YETİM HAKKI HUKUKU” diye bir hukuk vardır. Yani bu durum yasal bir zemine sahip değildir. Yetime sahip çıkmak sadece ve sadece “ERDEMLİ BİR DAVRANIŞ”tır, o kadar…

Yasal bir zemine oturmayan her hak aslında daha baştan haksızlığa uğramış bir haktır.

Bu noktada Nisâ 3.ayetteki şu cümleye bakarak asıl sorulması gereken soruyu soralım (herhangi bir meale bakarak aktarıyorum):

Mehmet Okuyan Meali – (Kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarını gözetememekten korkarsanız…

Eğer ki M. Okuyan, parantez içinde “(kendileriyle evlendiğiniz takdirde)” şeklindeki EKLEME cümlesinin ahirette başına ne işler getireceğini bilse ellerini kırmayı tercih ederdi sanırım… Bu parantez içi cümle ayette yoktur.

Bre adam, şimdi açacağım ağzımı yumacağım gözümü…

“KENDİLERİYLE” sözü “yetimlere” gidiyor…

O zaman şöyle oluyor: YETİMLERLE EVLENDİĞİNİZ TAKDİRDE YETİMLERİN HAKLARINI GÖZETEMEMEKTEN KORKARSANIZ (onlarla değil) HOŞUNUZA GİDEN BAŞKA KADINLARLA (yani yetim olmayanlarla) İKİŞER, ÜÇER, DÖRDER NİKAHLANIN.

Bre Adam, bu ayet yetimlere sahip çıkmaktan bahsediyor sen ortaya “SAKIN YETİMLELERLE EVLENMEYİN.” diyorsun.

“Yetimlere karşı adaletsiz davranmaktan korkarsanız onlarla evlenmeyin, başka kadınlarla ikişer, üçer, dörder evlenin.” diye bir meal ortaya koyarken azıcık olsun Allah’ın sana verdiği aklı kullanmıyor musun? Yetime adaletsiz davranmaktan korkan; iki, üç, dört kadına nasıl adaletli olacak? Yani “yetime adaletsiz davranma ama yetim dışındakine adaletsiz olabilirsin” demek mi bu?

Yahu bre adam, ‘KIST’ Müslim’in KARAKTERİNİN ANA TEMELİDİR… Bu sadece yetim karşısında giyilen bir gömlek değildir.

(Nisâ 135) – Mehmet Okuyan Meali – Ey iman edenler! Adaleti (titizlikle) ayakta tutan, kendiniz, ana baba(nız) ve yakınlar(ınız) aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kişiler olun! (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin de fakir de olsalar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Adalet(ten sapma) konusunda arzular(ınız)a uymayın! (Şahitliği) eğip büker (doğru şahitlik etmez) veya şahitlik etmekten kaçınırsanız, (bilin ki) şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Bu meal sana ait değil mi?

‘KIST’, bırakın anne-babayı Mümin’in kendi aleyhine bile olsa ASLA VAZGEÇMEMESİ GEREKEN BİR ANA ESAS DEĞİL MİDİR?

Ne demek şimdi… “Eğer yetimler hakkında ‘KIST’ SAHİBİ OLAMAYACAĞINIZDAN KORKARSANIZ…” Bu cümle ne demek?

Arkadaşlar eğer bu cümle bu adamların dediğini diyorsa cümlenin cevap cümlesinin “İki, üç dört kadınla evlenin.” şeklinde değil şöyle gelmesi gerekirdi:

“EĞER YETİMLER HAKKINDA ADALETSİZLİK YAPMAKTAN KORKARSANIZ…” (Bu şart cümlesidir)

“TUU SİZİN YÜZÜNÜZE, YETİMLERİNE ADALETİ SAĞLAMAYANLAR YERİN DİBİNE BATSIN.” (Bu da cevap cümlesi)

İşte böyle olması lazım.

“Yetimlere haksızlık yapmaktan korkarsanız gidin iki, üç, dört kadın alın.” İyi tamam böyle yapınca yetimler adalete mi kavuşuyor?

Peki YETİM gibi çok hassas bir konuda adaletsiz olmaktan korkan adam en az onun kadar hassas olan KADIN konusunda adaletsizlik yapmaktan niye korkmasın da gidip 2, 3, 4 alsın?

Yoksa bu ‘KIST’ denilen şey sadece yetimlere adaletsiz olmak için mi var, başka yerde lazım değil mi?

(Bu günlük bu kadar olsun, mevzu çok uzun ve derin)

Kavramlar: