İki Üç Dört Kadın Alma Meselesi 2

İKİ, ÜÇ, DÖRT KADIN ALMA MESELESİ (2)

Kendimi ne kadar zorlasam da toplumun tüm katmanlarını kapsayan ve anlaşılması başka birçok konunun anlaşılmasına bağlı ‘teaddüdü zevcat’ meselesini her yönüyle bu platformda ortaya koymam mümkün değil. Ayrıca konu sadece eşi ikinci, üçüncü veya dördüncü defa evlenmiş veya evlenecek kadınları ilgilendiren bir konu değildir. Genel olarak mümin kadınlar çok evlilik meselesini kendileri için bir tehdit, bir hak mahrumiyeti veya aşağılanma duygusu içinde değerlendirmekte, mümin erkekler ise bunu bir imkân olarak değerlendirmektedirler. Oysa bir önceki yazıda değindiğim gibi konunun merkezinde ne kadın vardır ne de erkek. Hele konunun şehevi duygularla hiç mi hiç alâkası yoktur. Konun merkezinde YETİMLER vardır. Bu merkez dikkate alınmadan meselenin anlaşılması mümkün olmadığı gibi hem kadın hem de erkek açısından konu bir SUİİSTİMAL kapısı olacaktır, nitekim zaten öyle olmuştur.

Şimdi burada “Eşi ikinci defa evlenmiş kaç kadın var?” diye bir soru sorsam gelecek olan cevap (yüzde yüz emin olmasam bile yüzde 99.9) “hiç kimse” olacaktır. “Daha önce 2, 3, 4 evliliği aynı anda yapmış kaç erkek var?” diye sorsam (yüzde 99.9) cevap yine “hiç” olacaktır.

Ne kadar tuhaftır ki bu meseleyi gündem edenlerin aslında böyle dertleri yoktur. Yani ‘teaddüdü zevcat’ı eşi 2, 3, 4 eşli olan kadınlar veya dört eşi olan erkekler gündem yapmamaktadır. Zaten hepsi bir eşli olan ya da hiç evlenmemiş olanlar bunu gündem yapmaktadırlar. Gündem yapanlar da ayetin etrafında dolanmalarına rağmen ayete hiç bakmamakta, tam tersi zaten ayete bakmadıkları için ortaya çıkan saçma uygulamalara bakmaktadırlar.

Olaya taraf olanlar da olaya karşı olanlar da NİSÂ 3. ayete baktıklarında gözlerinde canlanan şey sadece “yatak odasıdır”.

Neredeyse başından sonuna merkezinde YETİMLER olan Nisâ 3.ayette anlatılan onca mesele hiç görülmemekte hatta hiç merak edilmemektedir.

Hayatlarındaki en önemli şey “yatak odalarının dizaynı” olan insanların Nisâ 3. ayeti yatak odalarının AKSESUARI gibi algıladıkları yadsınamaz bir olgu olarak önümüzde durmaktadır.

‘Teaddüdü zevcat’ meselesini şu an Müslümanların yaşadığı kapitalist tabanlı hayatın herhangi bir yerine olumlu veya olumsuz olarak monte etmeye kalkışmak saçma ötesi bir şeydir.

Yetimleri merkeze koymak

Bunları geçerek meselenin bir önceki yazıda yarım bıraktığım hukuki boyutuna gelince, yetimlere sahip çıkmanın kişilerin vicdanlarına bırakıldığı bu toplumun o hukuku anlayabilmeleri için gerekli olan TAKAT’ın olmadığı ortadadır.

Yüce Allah’ın kitabındaki hukukların tamamının temelinde sadece GÖNÜLLÜLÜK vardır. Metazori bir şekilde hukuka uyanların İslam’daki karşılığı “mümin” değil “münafık”tır.

“YETİMLERİ hayatın neresinde ve ne kadar yakın ve ne kadar uzak tutacağız?” şeklinde bir soru sorulduğunda günümüz EN MUTTAKİ Müslümanın vereceği en ileri cevap “Ona evladımız gibi davranacağız.” şeklinde olacaktır. Bu noktada bu en muttaki akıl yetimhaneden bir yetimi alıp evine getirmeyi, onu büyütüp beslemeyi, ona güzel bir gelecek hazırlamayı en uç davranış olarak alacaktır.

Ama hem bu cevabı veren hem de olayı bu şekilde betimleyen bu en muttaki akıl bunu söylerken ve hatta bu davranışı yaparken asla olayın HUKUKİ boyutunu değil sadece KENDİ DUYGULARINI temel alacaktır. Söylediği bu şeyin her yönüyle düşünülmediği de ortadadır. Çünkü bir yetimi alıp evin içine sokmak sadece onun duygusal tatmini olmaz, olamaz.

Diyelim ki bu en muttaki akıl, bir veya birkaç tane yetimi alıp evinin içine soktu, onları büyüttü, güzel bir gelecek verdi… Bu en muttaki aklın KENDİ ÇOCUKLARI olmasa bu güzel bir şeydir ama YA KENDİ ÇOCUKLARI?

Haydi biraz daha uç düşünelim, bu en muttaki akıl zengindir, hâli vakti yerindedir ve o yetim/ler daha rüştüne ermeden kendisi ölüverdi, o zaman bu yetime ne olacak? 

İslam’da “EVLATLIK” denen bir müessese de yoktur ki o yetim bu zengin muttakinin geride bıraktıklarından hak sahibi olsun.

Yetimhaneden bir yetimi alıp evine sokan kişi bir gün sonra öldüğünde ne olacaktır? Yetim tekrar yetimhanenin yolunu mu tutacaktır?

Ölümsüzlük üzerine kurulu “yetimlere sahip çıkma duygusallığı” Kur’an’ın hedef olarak gösterdiği bir davranış kalıbı değildir.

Bu boyutsuzluğun üzerine bir de “YETİM” kavramına getirilen dar kalıplı tarifler eklenince olay büsbütün çığırından çıkmakta ve yetimlere sahip çıkma ile sokak kedilerine sahip çıkmak aynı davranış kalıbında birleşmektedir.

Kaldı ki günümüzde yetimlere sahip çıkmanın sadece bu minvalde anlaşılması yetimlerin sayısını azaltmamış tam tersi çoğaltmıştır.

“Yetim kimdir?” diye bir soru sorulduğunda kafalarda canlanan şey annesi-babası olmayan, birinin saçını okşamasına muhtaç, güzel şeylere uzaktan bakan, bir köşeye sinmiş zavallı zavallı bakan çocuklar anlaşılmaktadır. Yani tam bir sokak kedisi portresi…

İslam’ın önerdiği tüm düzenlemeler Müslim bir toplumun SÜR-DÜ-RÜ-LE-Bİ-LİR-Lİ-Ğİ içindir. Yoksa duyguları tatmin için veya duygusal anaforlar yaşanması için değildir. Konu “evliliklerin devamlılığı” kadar basit ve sıradan değildir. 

Merkeze “kadın-erkek ve çocuklardan” oluşmuş bir aile alın ve yetimi bu aileye ne şekilde sokacağınıza dair bir sistem geliştirin, sonuç ne olacaktır?

Eğer bu aile, kadın-erkek ilişkisini yatak odasının mahrem duvarlarını ölçü alarak kurmuşsa zaten iş baştan yanlış demektir. Eğer bu aile sahip oldukları çocuklarını HUKUKİ BİR BİREY olarak kabul edip içselleştirmemişse zaten mesele baştan yanlış demektir. Hayata bu gözle bakanların her konuda yanlış yapacağı bellidir.

Bu noktada bu aile ile hiçbir kan ve nesep bağı olmayan YETİM o ailede HUKUKİ bir birey değil, daima bir SIĞINMACI olacaktır. İslam şuna da izin vermemektedir. Bu ailedeki kadın ve erkeğin o yetimi kendi varlıklarından hak sahibi kılmalarına İslam (eğer çocukları, anne, baba, kardeşleri varsa) izin vermemektedir.

İslam’ın önerdiği aile müessesinde çocuk olduktan sonra her şey baştan sona değişmektedir. Çocukları olana kadar “evlilik” denen müessesenin %50’si kadın %50’si erkektir ama çocuk olduktan sonra bu müessesenin %98’i çocuktur, diğerlerine düşen sadece %1’dir.

“İşte bu durumda olan bir aileye yetim çocuk ne şekilde monte edilecektir? Monte edildikten sonra bunun sürdürülebilirliği nasıl sağlanacaktır?” sorusu yatak odalarından ta toplumların meydanlarına kadar uzanan tüm müesseseleri yeniden düzenleyen bir sorudur.

Nisâ metni dilsel çözümlemesi

İslam “YETİMHANE” denen olguyu KESİNLİKLE TANIMAMAKTADIR. İslam, yetimhanesi olan bir toplumu dağları yerinden oynatsalar, yetimlerin önüne dünyaları serseler bile MÜSLİM bir toplum olarak görmemektedir.

Yetimhaneler, yetimleri gözümüzün önünden çekip vicdanen bizi rahatsız etmesinler diye vardır.

Yaşadığımız bu toplumda yetimhanelerin, sokak köpeklerini daha iyi bakım görsünler diye topladıkları merkezlerden işlevsel açıdan hiçbir farkı yoktur.

Kaldı ki biraz önce de dediğim gibi İslam’ın YETİME getirdiği tanım “annesi babası olmayan çocuk” değildir.

Mesela yine Nisâ suresinin 127. ayetinde يَتَامَى النِّسَٓاءِ (yetâmâ-nnisâ-i) böylesi bir ifade geçmektedir. “KADINLARIN YETİMİ”

‘Yetim’ kelimesine yüklediğimiz dar çerçeveli anlam hem Kur’an’daki “yetim”le ilgili ayetlerin hem de Nisâ 3. ayetin hiç ama hiç anlaşılmamasına neden olmaktadır.

‘Yetim’ kelimesinin tanımını biraz erteleyerek Nisâ 3. ayetin İRABINA baktığımızda aslında konunun genel çerçevesi zaten belli olmaktadır.

Dün dediğim gibi Nisâ 3. ayete bakanlar cümlenin sadece CEVAP kısmına bakmaktadırlar. Biz de o kervana katılıp meseleye ilk önce CEVAP cümlesinden başlayalım. İrablarda cevap cümlesi için şunlar denmiştir:

194_Iki_Uc_Dort_Kadin_Alma_Meselesi_2

Bu iraba göre;

Şartın cevabı … فَانْكِحُوا

Mefulü bih (ismi mevsul) … مَا

Sıla cümlesi (irabtan mahalli yok) … طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ

Hal/ler veya bedel/ler … مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ

Türkçe çekimli, Arapça bükümlü bir dildir. Bu iki dildeki cümle dizilimi birbirinin tam tersidir.

Bu yüzden cümleler Türkçeye aktarılırken önce en sondan başlanır. Bize öyle yapıp cümlede HAL veya BEDEL olan kelimelerin cümledeki konumlarına bakalım.

Bir kelime veya cümle, cümle içinde HAL ögesi olursa hemen şu sorulmalıdır: KİMİN HÂLİ?

Bu noktada hâli tespit edilen kelimeye ‘ZİL HAL’ denir.

Cümledeki مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ bu ifadeler ister hal olurlarsa zil hal olan kelime النِّسَٓاءِ kelimesi olmaktadır. Bu durumda bu ifadeler Türkçeye şöyle aktarılmalıdır: İKİŞER, ÜÇER, DÖRDER HALDE/DURUMDA OLAN KADINLAR.

Eh, elbette ki bu cümle “İkişer, üçer, dörder haldeki kadınlar da ne demek?” gibi bir soru çıkaracaktır. Bir kadın nasıl olacak da “ikişer halde” olacak?

Yukarıdaki Arapça irabta ‘EV BEDELÜN MİN (MA)’ diyerek bu ifadelerin ism-i mevsul’den yani ‘MA’dan bedel olabilecekleri söylenmişti. Bu durumda ortalık daha da bir karışık hale gelmektedir.

‘Mübdelün minh’ olan kelimeyi kaldırıp yerine bedellerini koyduğumuzda şöyle bir mana çıkmaktadır: “NİKAHLAYIN İKİŞERİ, ÜÇERİ, DÖRDERİ.”

Bir de şöyle bir durum vardır: “NİKAHLAYIN” ve “NİKAHLANIN”, bu ikisi aynı anlamı vermemektedir. “Nikahlayın” denirse bu “kendiniz nikahlanın” değil, “onları nikahlayın”. YANİ “ONLARI BİRBİRLERİYLE nikahlayın” gibi bir anlam çıkmaktadır.

Yani “Kadınları ikişerli, üçerli, dörderli halde (birbirleriyle) nikahlayın.”

Mesela daha iyi anlaşılsın diye içinde ‘Nikah’ kelimesinin geçtiği başka yerlere bakalım: 

وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى مِنْكُمْ وَالصَّالِح۪ينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَاِمَٓائِكُمْۜ اِنْ يَكُونُوا فُقَرَٓاءَ يُغْنِهِمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
Nûr 24 / 32

Veenkihû-l-eyâmâ minkum ve-ssâlihîne min ‘ibâdikum ve-imâ-ikum in yekûnû fukarâe yuġnihimu(A)llâhu min fadlih(i) va(A)llâhu vâsi’un ‘alîm(un)

Nikah ve cariye kavram analizi

TDV meali – Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir. 

Aynı emir burada “NİKAHLANIN” değil “NİKAHLAYIN” olarak anlaşılmış ve bu nikahlama işinin emredilenler kişilerle değil de başkası ile olduğu anlaşılmıştır.

Oysa madem Nisâ 3. ayette ‘FENKİHU’ kelimesine “KENDİNİZ NİKAHLANIN” anlamı verilmiş aynı ifadenin burada da geçerli olması gerekmektedir.

 Bu ayetteki ‘VAV’ irablar açısından ‘vav-ı maiye’ olarak alınmış. Oysa bu tür İLSAKLARDA ‘vav-ıı maiye’den daha çok ‘İLE’ harf-i cer’i veya ‘Bİ’ harf-i cer’inin kullanılması gerekirdi, kaldı ki madem Nisâ 3. ayette kelime mefulünü direkt almıştır burada da iki tane meful almıştır bu durumda ‘VAV’ yerine ‘Bİ’ ve ‘İLE’ olması daha anlaşılır olurdu. Ben “olmaz” demiyorum, keyfiliğe dikkat çekmek istiyorum.

Ayetteki ‘TABE’ fiilinin faili ‘EN NİSA’ kelimesidir, fiilin müzekker gelme sebebi şudur: EĞER MÜENNES BİR FAİL İLE FİİL ARASINA YABANCI BİR KELİME GİRERSE FİİL MÜZEKKER DE GELEBİLİR MÜENNES DE GELEBİLİR.

Nûr 32. ayete verilen meallere göre ortaya şöyle bir anlam çıkmaktadır: “CARİYELERİ KÖLELER İLE EVLENDİRİN.”

Ayetteki ‘MİNKUM’ ifadesini ne yapacağız? “SİZDEN OLAN CARİYELERİ…” Meal yazarlarının ve tefsir yazarlarının yaptığı gibi “İÇİNİZDEN” anlamı mı vereceğiz?

Tamam, “İÇİNDEN” anlamı verelim… “İÇİNİZDEN” derken nasıl içlerinden olacak? Cariye ya pazardan satın alınmıştır ya da savaşta ele geçirilmiştir, “İÇİNİZDEN” nasıl olacak?

“BİRBİRİYLE” anlamı da verilemez çünkü ‘vav-ı maiye’lerde ATFETME imkânı olmayacak iki kelime arasında ‘vav-ı maiye’ durur. 

Bunun yanında ‘MİNKUM’ ifadesi açığa çıkmadan devamına da anlam verilemez çünkü ‘MİNKUM’ ifadesi ‘EYAME’ ifadesinin SIFATIDIR.

“Bana mavi kitabı ver.” dediğimde her kitaptan değil MAVİ kitaptan bahsediyorum demektir. Eğer siz bana herhangi bir kitap verirseniz benim istediğimi bana vermemiş olursunuz. Bu durumda her ‘EYAME’ değil, ‘MİNKUM’ olan ‘EYAME’.

Dahası ‘İBADİKUM’ ifadesinden de “HER ‘İBAD’” değil, “SİZİN OLAN ‘İBAD’” anlamı çıkar.

(Ben de tam asılacak adamım ha… Adamların cariyelerini, kölelerini ellerinden almakla kalmıyor bir de adamları 2, 3, 4. eşten edecek sözler söylüyorum… Ölümüme susadım galiba… Çünkü bu adamların ellerinden Kur’an’ı alın sesleri çıkmaz, Allah’ı alın yine sesleri çıkmaz ama cariye ve kölelerine dokunursanız savaş çıkarırlar.)

Bir de ayete verilen meallerden şöyle bir şey çıkmıyor mu?

“Kadınlardan 2, 3, 4 nikahlayın eğer adaleti sağlayamamaktan korkarsanız bir tanesi veya ‘meleket eyman’ nikahlayın.” Şu üsluba bakar mısınız, sanki “tezgâhtan domates seç” deniliyor.

Orada “ADALETLİ olmaktan korkarsanız…” değil, “ADALETSİZ OLMAKTAN…” deniliyor… Tabi arada boşluklar oluşuyor onları da müfessirler dolduruyor…اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ bu cümlede ‘FİHİNNE’ diye bir kelime olması lazım, o yok…

“EĞER ADALETSİZ OLMAKTAN KORKARSANIZ…”

Ne konuda adaletsiz olunmaktan korkulacak, o belli değil… Hah, bu durumda sevgili müfessirlerimiz “ONLARIN ARASINDA “ifadesini bulup çıkarıyorlar.

‘FE VAHİDETEN’ … Peki bundan ne anlaşılacak?

Bu sayılar [daki eşler] ya da daha fazlası arasında “adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman tek bir eş…” Yani tek eşlilikten ayrılmayın ya da tek eşliliği tercih edin ve prensip olarak çok eşlilikten kaçının. Çünkü bütün iş, adaletin etrafında dönüp durmaktadır. Dolayısıyla adaleti nerede bulursanız ondan ayrılmayın. İfade ‘fe-vâhidetun’ şeklinde merfû’da okunmuştur ki ‘fe’l-mukni’u vâhidetun’ (Yetinilmesi gereken, tek eştir) ya da ‘fekefet vâhidetun’ veya ‘fe hasbukum vâhidetun’ (Size tek eş yeter) takdirindedir.

“Veya elinizin altındaki [cariye]ler…” Kolaylık konusunda hür tek bir kadın ile herhangi bir istisna ya da sayı kaydı getirmeksizin cariyeler bir tutulmuştur. Bu durum cariyelerin evlilik yaşamıyla ilgili olarak hür kadınlara nazaran daha az sorumluluk gerektirmeleri, daha az sorun çıkarmaları ve daha az masraflı olmaları sebebiyledir. Çünkü onlara az ya da çok vermekte, [yatma günlerini] ayarlamada adaletli olup olmamakta ya da onlara doğum kontrolü yapıp yapmamakta özgürsündür. (İbn Ebî Able [v. 151/768]) ‘men meleket’ şeklinde okumuştur.

“Bu” yani tek eşlilik ya da cariye seçimi, “haksızlık yapmamanıza”, yani meyletmemenize “daha yakındır.” Terazi şaştığı zaman kullanılan âle’l-mîzânu ‘avlen ya da kişi / hâkim haksızlık yaptığında kullanılan mîzânu’l-fulâniâ’ilun ve âle’l-hâkimu fî hukmihî ifadeleri de bu [meyil anlamı]ndandır. Rivayete göre kendisi aleyhinde hüküm veren hâkime bir bedevi, “Bana cevrediyorsun öyle mi!?” anlamında e-te’ûlu ‘aleyye demiş̧. Hazret-i Âişe’den [v. 58/678] gelen bir rivayete göre …. ifadesini Peygamber (s.a.) ellâ tecûrû (zulmetmemeniz) şeklinde açıklamıştır. Şâfi’î Rahimehu’llāh’dan [v. 204/820] nakledilen “evlâd u ‘iyâlinizi (çoluk çocuğunuzu) çoğaltmamanız için…” şeklindeki tefsir şöyle açıklanabilir: Burada fiil, âle’r-raculu ‘iyâlehû ye’ûluhum (adam evlâd u iyâlini zar zor geçindiriyor) ifadesinden alınmış̧ olmaktadır. Tıpkı -biri, ailesi için harcama yaptığında kullanılan- mânehum yemûnuhum ifadesi gibidir. Çünkü çoluk çocuğu çok olan kişinin onlara bakması gerekir ve bu durumda, helal kazanç ve temiz rızık temin ederken takva sınırlarına riayette zorlanacaktır. Önde gelen âlimlerden, Fıkıh imamlarından ve müçtehitlerin reislerinden biri olan Şâfi’î Rahimehu’llāh gibi bir zatın sözü, doğru ve sahih bir anlamla yorumlanmasını ve kendisi hakkında “[Onun söylediği manayı aslında if’âlden] fiili [ifade etmektedir, ama o bu] nu -şeklinde tahrif etmiştir” şeklinde bir su-i zan beslenmemesini hak etmektedir. Ömer (r.a.)’dan rivayet edilen bir söz vardır: “Hayra yorma imkânı bulduğun sürece kardeşinin ağzından çıkan sözler hakkında su-i zan etme.” Bu konuda Şâfi’l-’ayyi min kelâmi’ş-Şâfi’iyyi (Şâfi’î’nin Sözlerinden Dilsize Şifa) isimli kitabımız Şâfi’î Rahimehu’llāh’ın Arap dilinde, böyle bir manayı gözden kaçırmayacak kadar yetkin, çaplı bir kişi olduğuna delil olarak yeter. Fakat âlimlerin farklı yol ve yöntemleri vardır, Şâfi’î de bu kelimenin tefsirinde kinaye üslubunu kullanmıştır.

Şayet “Mehri verilen kadınlarla ilgili şeyler cariyeler için de söz konusudur [Yani hür kadınlar çocuk sahibi olduğu gibi cariyeler de çocuk doğurdukları halde, cariyeye ayrı ev açıp onunla cinsel ilişki yaşadıktan sonra] aile yükü nasıl azalmış̧ olur?” dersen şöyle derim: Öyle değil çünkü hür kadınlarla evlenmekteki amaç, çocuk sahibi olmak ve neslin devamını sağlamaktır, cariye ilişkisinde ise böyle değildir. Bu yüzden, cariyenin izni olmaksızın azil [yani doğum kontrolü için orgazm esnasında geri çekilme] yapılabilir. Dolayısıyla, hür kadınlarla evlenmenin aksine cariye ilişkisi, genelde az çocuk olması beklenen bir durumdur. Tıpkı dört kadın yerine bir kadınla evlenmekte olduğu gibi.

Yetimhaneler ve toplumsal algı

Bu, VAHİDETEN, nisâ ise, ‘Mesna ve sulase…’den önce bu ihtimal neden söylenmemiş?

Biraz önce buna dikkat çekmek istedim, cümlenin başı ile sonu farklı tellerden çalıyor.

Cümlenin başında “İKİ” dedi. Bu ne demektir? “Bir eşi var.” demektir ama cümlenin sonunda ‘FE VAHİDETEN’ deniyor… Bu durumda 2, 3 ve 4. eşi almak isteyen tek eşli olanlara “OTUR EVİNDE BE YA!” mı deniliyor?

O zaman bu ayet 2, 3, 4. eş almanın önünü açan değil, önünü kesen bir ayet olmuyor mu? (Yetimleri hiç saymasak bile)

Şimdi şöyle yapılıyor… ‘FENKİHU’ diyerek emir verdi ama devamında ise bir emir yok sadece ‘FE VAHİDETEN’ dendi. Bu yüzden bir alma emri yok ama 2, 3, 4 alma emri var… (ne güzel)

Oysa اِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً bu cümle de şart cevap cümlesi ve cevap fiili HAZFEDİLMİŞ…

Peki, cevap fiilini nasıl bulacağız? Ee, öncesinde hangi emir fiil varsa o fiildir. Öncesinde ise ‘FENKİHU’ ifadesinden başka emir fiil yok yani bu durumda ‘EN LA TADİLU (FENKİHU) VAHİDETEN’ oluyor, yani basbayağı “2, 3, 4 almaya kalkışmayın, oturun oturduğunuz yerde, adam olun!” deniyor…

Bu sayılarda öyle ince bir ayrıntı var ki o ayrıntı görülmez ise hiçbir şey açığa çıkmıyor.

Bu dediklerimizin hepsi “EĞER MERKEZDE YETİMLER OLDUĞU GÖZ ARDI EDİLİRSE BÖYLE OLUR.” anlamındadır.

Yani meseleye müktesebatın ölçüleri ile yaklaşsak bile yine de 2, 3, 4. eş almanın önü açılmıyor TAM TERSİ KAPATILIYOR ama HARAM da kılınmıyor. NEDEN? İşte cevaplanması gereken asıl soru bu… Yani ayette 2, 3, 4. eş almanın önü açılmıyor, kapatılıyor. Peki madem öyledir neden bu açıktan açığa yasaklanmadı da şart-cevap cümlesine bağlandı? 

“NEDEN AÇIKTAN AÇIĞA YASAKLANMADI?” sorusunun cevaplanması içinse meseleye yatak odasını merkeze alarak değil, YETİMLERİ merkeze alarak yaklaşılması gerekmektedir. 

Meseleye yetimleri merkeze alıp yaklaşmak içinse ÖNCE “insan”, SONRA “kadın-erkek”, SONRA “evlilik”, SONRA “aile”, SONRA “hukuk”, SONRA “yaşama gayesi”, SONRA “ahiret inancı”, SONRA “maddiyat”, SONRA “kolektif mümin akıl”, SONRA “toplum”, SONRA “yetim” tanımlamalarının KUR’AN’A göre yapılması gerekmektedir.

Başlangıç noktası ‘Fİ’L YETAMA’… 

Kavramlar: