İlla İstisna Edatı Örnekleri

‘İLLA’ İSTİSNA EDATLARI ÖRNEKLERİ

TİN suresinin 6. ayetinde geçen ‘İLLA’ edatı ile ilgili bazı detay bilgiler vermiştim. Konuyla alâkalı olmasa da ‘İLLA’ edatının mutlaka bilinmesi gereken bazı işlevleri deha vardır. Bu söyleyeceklerim konumuz ile alâkalı değildir ama bilmenizde fayda vardır diye yazıyorum.

‘İLLA’ edatı Kur’an’da 650 defa geçer. Bunların büyük çoğunluğu MÜFERRAĞ İSTİSNA’dır… Yani müstesna minh’i yoktur.

Fakat bazı ayetler vardır ki İSTİSNA edatının konuşlandırılış biçimi bahsedilen şeyi anlamayı bir kenara bırakın daha çok soru oluşturmaktadır.

Meselâ;

قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اِنْ عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَاۜ وَمَا يَكُونُ لَنَٓا اَنْ نَعُودَ ف۪يهَٓا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًاۜ عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِح۪ينَ
A’râf 7 / 89

Kadi-fteraynâ ‘ala(A)llâhi keżiben in ‘udnâ fî milletikum ba’de iż neccâna(A)llâhu minhâ vemâ yekûnu lenâ en ne’ûde fîhâ illâ en yeşâa(A)llâhu rabbunâ vesi’a rabbunâ kulle şey-in ‘ilmâ(en) ‘ala(A)llâhi tevekkelnâ rabbenâ-fteh beynenâ vebeyne kavminâ bilhakki veente ḣayru-lfâtihîn(e)

SV Meali – Allah bizi, sizin dini yaşama biçiminizden kurtardıktan sonra tekrar ona dönersek, Allah’a karşı tam bir yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah istemedikçe artık ona dönmemiz olacak şey değildir. Rabbimizin bilgisi her şeyi kuşatmıştır. Biz Allah’a güvenip dayandık. Rabbimiz! Bizimle halkımızın arasını hakka uygun bir biçimde aç. Ayırmayı en iyi yapan sensin!”

Bu ayette geçen َمَا يَكُونُ لَنَٓا اَنْ نَعُودَ ف۪يهَٓا اِلَّا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ (vemâ yekûnu lenâ en ne’ûde fîhâ illâ en yeşâa(A)llâhu) cümlesi çok tuhaf ve kafa karıştırıcıdır. Meal yazarları bu cümleye yukarıdaki mealde olduğu gibi hep “Rabbimiz Allah istemedikçe artık ona dönmemiz olacak şey değildir.” şeklinde mana vermişlerdir. Bu mana şu soruyu beraberinde getirmektedir:

PEKİ, ALLAH MÜMİNLERDEN KÂFİRLERİN DİNİNE DÖNMEYİ İSTER Mİ?

‘İlla’ edatının genel işlevi

‘İlla’ edatı istisna anlamında kullanıldığında bir şeyin imkânsızlığını değil tam tersi “olabilirliğini” belirtmektedir.

Meselâ, “Mehmet hariç öğrenciler gelmedi.” cümlesinden Mehmet’in hiçbir zaman gelmeyeceği gibi bir sonuç çıkmamaktadır. Tam tersi Mehmet’in de gelebileceği sonucu çıkmaktadır.

Aynı şekilde A’râf 89. ayetteki cümleyi ele alırsak sanki Yüce Allah’ın herhangi bir zamanda kendisine inananlardan gönderdiği kitabı ve resulleri bırakıp küfür olduğunu söylediği bir dine dönmelerini İS-TE-YE-Bİ-LE-CE-Ğİ gibi bir durum çıkmaktadır.

Bunun yanında, “ALLAH kullarının küfrüne razı olmaz.” şeklinde hem ayet vardır hem de Kur’an’ın genelinden zaten bu çıkmaktadır.

Sanki Yüce Allah bir gün kendisine inananlardan şirk dinine dönmelerini isteyebilirmiş gibi bir cümlenin ortaya çıkması Kur’an’ın tamamına göre imkânsızdır.

O halde A’râf 89. ayette konuşan kişiler sanki bunu bilmiyormuş gibi nasıl olur da böyle bir cümle kurabilirler?

“Rabbimiz Allah istemedikçe artık ona dönmemiz olacak şey değildir.”

İşte bu durum ‘İLLA’ edatının başka şekillerde de kullanıldığının bilinmemesinden kaynaklanmaktadır.

‘İLLA’ edatının kullanım şekillerinden biri de İSTİB’AD anlamındadır.

İSTİB’AD … BİR ŞEYİN İMKÂNSIZLIĞINI VURGULAMAK İÇİNDİR.

Aslında Türkçede bile bu manada istisna cümleleri vardır… Meselâ, “Denizlerin suyu kurumadıkça ben sözümden dönmeyeceğim.”

Bu cümlede şu anlatılmamaktadır… Bir gün denizlerin suyu kuruyacak, ben o zaman sözümden dönerim.

Ya da “Şu güneş orada durduğu müddetçe sana sadık kalacağım.” cümlesinde anlatılmak istenen şey OLABİLİRLİK değil İMKÂNSIZLIKTIR.

A’RÂF 89. ayette anlatılmak istenen de budur… A’râf 89. ayette sözün FAHVAL hitabı vardır.

“Rabbimiz Allah istemedikçe artık ona dönmemiz olacak şey değildir.” (fahval hitap)

Allah da böyle bir şeyi dilemeyeceğine göre bizim o dine dönmemiz imkânsızdır.

Yine aynı şekilde ‘İLLA’ edatının İSTİB’AD anlamında kullanıldığı şu ayete bakalım:

سَنُقْرِئُكَ فَلَا تَنْسٰىۙ
A’lâ 87 / 6

Senukri-uke felâ tensâ

‘İlla’ ve istib’ad kavramı

SV Meali – Kur’an’ı içine yerleştireceğiz, unutmayacaksın;

اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ وَمَا يَخْفٰىۜ
A’lâ 87 / 7

İllâ mâ şâa(A)llâh(u) innehu ya’lemu-lcehra vemâ yaḣfâ

SV Meali – Allah unutturursa başka! O açıkta olanı da bilir, gizli olanı da!

Şimdi bu ayette de sanki “Allah’ın, gönderdiği kitabı zaman zaman unutturabileceği” gibi bir sonuç çıkmaktadır.

Bunun arkasına NASİH olgusunu da eklediğinizde bu anlayış sanki perçinlenmiş gibi durmaktadır.

Oysa Yüce Allah kullarından herhangi birine bir şeyi unutturursa o kişi UNUTTUĞUNU DA UNUTUR.

Zaten “Allah bana şöyle şöyle vahyetmişti, ben de onu unuttum.” demek unutmamaktır.

Kişinin unuttuğunu ve neyi unuttuğunu söylemesi unutmak değil hatırlamaktır.

Bu iki ayette de anlatılmak istenen şey, ‘Nahnu’ denenlerin bazı şeyleri resule öğreteceği, Yüce Allah’ın ise aynı resule bazı şeyleri unutturabileceğinin OLABİLİRLİĞİ değil İMKÂNSIZLIĞIDIR.

Yani “Bunları Allah’tan başkası sana unutturmaz.” (fahval hitap)

“Allah böyle bir şey yapmayacağına göre UNUTMAN İMKÂNSIZ.” demektir.

Bunun yanında böylesi bir istisna YÜCE ALLAH’IN DİNİNİN ASLA UNUTULAMAYACAĞI, UNUTTURULAMAYACAĞI anlamına da gelmektedir. Yani kimsenin buna gücü yetmeyecek anlamına gelmektedir.

Biraz önce de dediğim gibi aslında bu tür istisnalar dillerin tamamında bulunan istisnalardır. (En azından benim bildiğim dillerin hepsinde vardır.)

Meselâ biri kalkıp “Ancak firavun cennete girerse sen de girersin.” şeklinde bir cümle kursa bu cümle bir gün bunun gerçekleşeceği beklentisi oluşturmaktan ziyade hiçbir zaman bunun gerçekleşmeyeceği beklentisi oluşturmaktadır. Çünkü Yüce Allah onun ebediyen cennet görmeyeceğini bildirmiştir. Bunun üstüne Allah sözünden dönmeyeceğini, hükmünü bozmayacağını da bildirmiştir. O halde böylesi bir istisna olabilirlik değil İMKÂNSIZLIK bildirmektedir.

İşte böylesi istisnaların kullanım şekline İSTİB’AD denir… Bu kelime ‘BAADE’ (uzaklaştı) kelimesinin istifal babı’dır ve bu kelime “yakınlığı, bir şeyin olabilir olduğunu” değil, “uzaklaştıkça uzaklaşan bir şey olduğunu” belirtmek içindir.

وَحَٓاجَّهُ قَوْمُهُۜ قَالَ اَتُحَٓاجُّٓونّ۪ي فِي اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينِۜ وَلَٓا اَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ رَبّ۪ي شَيْـًٔاۜ وَسِعَ رَبّ۪ي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًاۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
En’âm 6 / 80

Vehâccehu kavmuh(u) kâle etuhâccûnnî fi(A)llâhi vekad hedân(i) velâ eḣâfu mâ tuşrikûne bihi illâ en yeşâe rabbî şey-â(en) vesi’a rabbî kulle şey-in ‘ilmâ(en) efelâ teteżekkerûn(e)

SV Meali – Halkı onunla tartışmaya girdi. İbrahim dedi ki “Benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz? O bana doğru olanı gösterdi! Rabbimin onayı olmadan, ortak saydıklarınızın bana bir şey yapabileceğinden korkmam. Rabbimin bilgisi her şeyi kuşatmıştır. Bilgilerinizi kullanmayacak mısınız?

Yine bu ayetteki َلَٓا اَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِه۪ٓ اِلَّا اَنْ يَشَٓاءَ رَبّ۪ي شَيْـًٔا (velâ eḣâfu mâ tuşrikûne bihi illâ en yeşâe rabbî şey-â(en)) cümlesinde de istisna edatı İSTİB’AD anlamında kullanılmıştır… Bu meal SV’na ait bir mealdir ve içinde istisna edatının geçtiği bu cümlede “bana bir şey yapabileceğinden” şeklinde bir cümle yoktur.

“ALLAH’IN DİLEMESİ HARİÇ BEN O’NA ORTAK KOŞTUKLARINIZDAN KORKMAM.” Cümle bu şekildedir.

İşte burada da anlatılmak istenen şey “Ben sizin Allah’a ortak koştuklarınızdan Allah dilemedikçe korkmam.” (fahval hitap)

“Allah da böyle bir şey dilemeyeceğine göre onlardan korkmam imkânsız.”

وَمَا تَشَٓاؤُ۫نَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يمًا حَك۪يمًاۗ
İnsan 76 / 30

Vemâ teşâûne illâ en yeşâa(A)llâh(u)(c) inna(A)llâhe kâne ‘alîmen hakîmâ(n)

İbrahim örneğinde istib’ad kullanımı

SV Meali – Allah gerekli desteği vermezse yapabileceğiniz bir şey yoktur. Her şeyi bilen ve her kararı doğru olan O’dur.

Bu ayette ise İSTİB’AD, tam tersi bir anlamı ifade etmek içindir. Yani bir şeyin OLAMAZLIĞI değil OLABİLİRLİĞİ belirtilmiştir.

Bir önceki ayette şu söylenmiştir:

اِنَّ هٰذِه۪ تَذْكِرَةٌۚ فَمَنْ شَٓاءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ سَب۪يلًا
İnsan 76 / 29

İnne hâżihi teżkira(tun)(s) femen şâe-tteḣaże ilâ rabbihi sebîlâ(n)

SV Meali – Bunlar, aklınızdan çıkarmamanız gereken (zikirler) doğru bilgilerdir. Yapması gerekeni yapan Rabbinin gösterdiği yola girer.

İşte bu iki ayeti birlikte okuduğumuzda “SİZİ ALLAH’IN YOLUNDAN ENGELLEYECEK TEK KİŞİ ALLAH’TIR, O DA SİZİ ENGELLEMEYİ DİLEMEDİĞİNE GÖRE SİZİN O’NA GİDEN BİR YOL TUT-MA-MA-NIZ İMKÂNSIZDIR.” denmek istenmiştir.

Bunun gibi ayetler çoktur ama sanırım ‘İLLA’ edatının İSTİB’AD anlamına kullanıldığı da anlaşılmıştır.

Bu arada belirteyim ki ‘İLLA’ edatı geçtiği her bağlamda “HARİÇ, -DEN BAŞKASI” anlamı vermemektedir. ‘İLLA’nın kullanım alanı geniştir. ‘BA’DE, SİVA, LAKİN’ vs. gibi. Bunların hepsi kuralsız ve isteğe bağlı değildir. Hepsinin kendisine ait kuralları vardır.

وَلَا تَنْكِحُوا مَا نَكَحَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتًاۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلًا۟
Nisâ 4 / 22

Velâ tenkihû mâ nekeha âbâukum mine-nnisâ-i illâ mâ kad selef(e) innehu kâne fâhişeten vemakten vesâe sebîlâ(n)

SV Meali – Babalarınızın nikâhladığı kadınları nikâhlamayın. Geçmişte olan oldu. O çok çirkin, nefret uyandıran bir iş ve çok kötü bir yol idi!

“GEÇMİŞTE OLANLAR HARİÇ BABALARINIZIN NİKAHLANDIĞI KADINLARLA NİKAHLANMAYIN.”

لَا تَنْكِحُوا مَا نَكَحَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ (Velâ tenkihû mâ nekeha âbâukum mine-nnisâ-i illâ mâ kad selef(e))

Şimdi bu ayette, “bu ayet inmeden önce babalarının nikahlandığı kadınlarla geçmişte yapılmış nikahların devam edebileceği” gibi bir sonuç çıkmaktadır.

Yani olaya sadece akıl yönünden bile baksak bu olacak şey değildir.

Kurguya göre buradan çıkan anlam şöyledir:

Muhammed resul olmuş, Mekke döneminde 13 sene boyunca Kur’an inmeye devam etmiştir… Bu arada Nisâ suresi henüz inmemiş olduğuna göre “müminler babalarının nikahlandığı kadınlarla yani üvey anneleri ile evlenmiştir.” Bu konuyla ilgili henüz bir düzenleme olmadığı için bu onlara normal gelmiştir… Sonra Mekke dönemi bitmiştir ve Medine’ye gelinmiştir… Medine’dekiler de aynı şekilde henüz Nisâ suresi inmediği için “üvey anne” ile evlenmeyi normal karşılamış ve evlenmişlerdir.

ESBABI NUZUL rivayetlerine göre Nisâ suresi MEDİNE döneminin 4. yılında Zâtürrikā’ gazvesinden sonra inmiştir yani Allah resulü Muhammed’in Risalet’inin 17.yılında…

Bu sureden önce de yaklaşık 100 tane sure inmiştir ama Müminler (ayet olmadığı için) üvey anne ile evlenmenin kötülüğünden bihaberdirler ve üvey anneler ile nikahlanmışlardır.

Peki sonra ne oluyor?

Sonra NİSÂ 22. ayet iniyor ve BUNDAN sonra üvey anne ile evlenmeyi yasaklıyor ve buna da “FUHUŞ” diyor.

Tamam bundan sonrası için KANUN KOYULDU. Sonrası için kanun koyulmasına koyuldu da ya şimdiye kadar olanlar ne olacak? İşte tam burada PAT! diye istisna cümlesi İMDADA yetişiyor.

اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَۜ (illâ mâ kad selef(e)) – “Geçmişte olanlar hariç.”

Nisâ sûresindeki istisna düzenlemesi

Yani geçmişte üvey annesi ile evlilik yapmış olanlarda bir sorun yok… Onlara devam.

Peki… BUNDAN SONRA (yani ayetten sonra) üvey anne ile evlilik yapmak nasıl niteleniyor?

نَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتًاۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلًا۟ (innehu kâne fâhişeten vemakten vesâe sebîlâ(n)) “O çok çirkin, nefret uyandıran bir iş ve çok kötü bir yol idi!”

Allah Allah, ayetten önce yapılan madem “çirkin, nefret uyandıran ve çok kötü bir yoldur”, neden böyle bir yol kesilmiyor da GEÇMİŞTE OLANLAR HARİÇ deniliyor?

Yani eğer Muhammed’e inananlar AYET olmadan ÜVEY ANNE ile evlenmenin ne kadar pis bir şey olduğunu anlamayacak kadar akılsızlarsa VAY HALİMİZE!

Üvey anne ile evlenmek ayetten sonra yasak ama öncekiler hariç!

Bu iş ÇİRKİN, PİS, İĞRENÇ BİR FUHUŞ VE ÇOK KÖTÜ BİR YOL AMA ÖNCEKİLER HARİÇ!

Ya arkadaş, sanırsın ki yeryüzündeki insanlar NİSÂ 22. ayet inene kadar üvey anne ile evlenmenin kötü bir şey olduğunu HİÇ BİLMİYORLARDI.

Şimdi düşünebiliyor musunuz? Bir kişinin babası başka bir kadınla evleniyor, ondan bu kişinin kardeşi olan çocuklar doğuyor… Sonra baba ölüyor, oğul aynı kadını alıyor ve evleniyor, kadın üvey oğlunun çocuklarını doğuruyor… Ve bunun iğrenç bir şey olduğu AYET GELMEYENE KADAR BİLİNMİYOR… Kur’an’dan 100 tane sure inmiş, bu sureler müminlerin bu işin ne kadar pis bir iş olduğunu anlamalarına YETERLİ GELMİYOR.

Müfessir geçinen (………………………..) (Parantezi herkes kendisine göre iltifatla doldurabilir) ulemâ da yüzlerce yıldır bunu böyle tefsir ediyor… Sanki gayet normal bir şeymiş gibi!

Ayetle ilgili daha beterini söyleyeyim mi?

مَا نَكَحَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ (nekeha âbâukum mine-nnisâ-i)

Burada kadınlara kullanılan ism-i mevsul normalde akılsız varlıklar için kullanılan ismi mevsul.

Ya sabır!

Bile bile özellikle hüküm bildiren ayetlere girmiyorum, onlarla ilgili kimseyle konuşmuyorum… Çünkü müfessir ve meal yazarlarının bu yaptıklarını sakin kalıp tane tane anlatacak gücü kendimde bulamıyorum.

İstisna edatları sadece “hariç, -den başka” anlamlarında kullanılmamaktadır.

Dolayısıyla bundan sonraki Kur’an okumalarınızda bunu göz önüne alarak okuyunuz.

Kavramlar: