Başlıklar
İLMİN NİRENGİ NOKTASI
“Nirengi” kelimesinin TDK sözlüğündeki manası şu şekilde geçmektedir:
“Belli sayıda noktanın konumunu belirlemek için bu noktaların tepe kabul edilmesi ile birlikte bir alanı üçgene bölme işi.”
Bu tanımı daha anlaşılır hale getirmek için şöyle bir örnek verelim: Boş beyaz bir kâğıda herhangi bir şekil çizmek istediğinizde önce o kâğıdın üzerine bir nokta koyarsınız ve çizmek istediğiniz şeyi o noktayı referans alarak çizersiniz. İşte o noktaya “nirengi” noktası denmektedir. Yani bütün çizgilerin kendisinde başladığı ve bütün çizgilerin onun sayesinde kâğıda yansıtıldığı nokta.
Şunu hemen belirtelim ki bilebildiğiniz tüm işlerde muhakkak bir nirengi noktası vardır. Hatta çok rahat bir şekilde “Yeryüzünde nirengi noktası olmayan hiçbir şey yoktur.” şeklinde bir cümle bile kursak kesinlikle yanlış yapmış olmayız. Tüm yönler bir nirengi noktasına göre belirlenir ve o nokta olmadan yön belirlemek imkansızdır. Yeryüzündeki tüm şekiller bir nirengi noktası ile şekillenir ve anlaşılır.
Kimi meslek dallarında nirengi noktasının ismi farklılaşmıştır. Mesela, bina yapımında bu noktaya “repör” noktası denmektedir. Yeryüzündeki tüm inşaatlar, türü ne olursa olsun bir repör noktası ile başlar. Bu noktanın çok acayip bir şey olduğunu zannetmeyin lütfen çünkü bu nokta önünde sonunda araziye çakılan bir kazık, toprağa çizilen bir şekil hatta kimi zaman bir çividir.
Repör ve fiziki nirengi noktası
Repör noktasını belirleyen şey ise “soyut koordinatlar”dır yani varsayımlardır. Aslına bakılırsa bu varsayımlar kesin bir kabul ve hatta kesin bir inanca yaslanır. Mesela, dünyanın herhangi bir noktasında inşaata başlamanız için önce (görmeseniz bile) dünyanın yuvarlak olduğunu doğru varsaymalısınız. Daha sonra gezegen hakkında bildirilen ölçüleri doğru varsaymalısınız, daha sonra tamamen sanal olan enlem ve boylam çizgilerini var kabul etmelisiniz. Bunlar kesinlik derecesinde doğru kabul edilmez ise ne yaptığınız binanın gezegen üzerindeki konumunu tespit edebilirsiniz ne de binanın yönünü belirleyebilirsiniz.
(Not: Söylediklerim “dünya düzdür, yuvarlaktır” tartışmasına konu olacak şeyler değildir. Bunları bir örnek olsun ve birazdan anlatacağım mesele daha iyi anlaşılsın diye söylüyorum. Yoksa ben “dünya düzdür-yuvarlaktır” tartışmasının suni bir tartışma olduğu kanaatindeyim. Ayrıca ben bu tartışmanın ne düz diyenler ne de yuvarlak diyenler tarafında duran TARAFI değilim. Ben üzerinde yaşadığımız gezegenin Yüce Allah’ın bir ayeti olduğuna iman ediyorum ve bu “şimdilik” bana yetiyor. Allah izin ve imkân verir de çalışmalarımız bizi dünyanın şeklinin önemli olduğu bir noktaya getirdiğinde bu meseleyi gündemime alırım. Ama şimdilik bu mesele hiçbir şekilde benim gündemim olmaz, olamaz. Bunu kendisine gündem eden arkadaşlar da benim gibi gündem etmesinler demiyorum. Sadece benim gündemim olmaz diyorum.)
Nasıl ki fiziki şeylerin tamamında bir repör noktası işin olmazsa olmazı ise soyut şeylerin tamamı için de mutlaka bir nirengi yani repör noktası olmak zorundadır. Çünkü eğer soyut değerlerin kendisine göre belirlendiği bir nirengi noktası olmaz ise “iyi, kötü, güzel, çirkin, adalet, zulüm, sevgi, nefret, değerli, değersiz, ahlak, ahlaksızlık, akıllılık, akılsızlık vs.” gibi tüm soyut değerler anlamını yitirir.
Soyut değerlerdeki nirengi noktası tüm tasavvurun ve tasavvuru oluşturan değerlerin kendisine göre konumlandığı, kendisine göre tanım getirildiği ve kendisine göre şeklinin belirlendiği “öz” dür. Yani bütün tanımlar işte o öze göre şekillenir. Eğer o öz olmaz ise geriye kalan hiçbir şey anlamlı olmaz, olamaz. Mesela, Yüce Allah’ın tertemiz dini olan İslam’ın nirengi noktası “LA İLAHE İLLALLAH”tır. İslam’ın her şeyi işte bu prensibe göre şekil almış, bu prensibe göre konum kazanmıştır. Eğer İslam’dan bu küçük cümleciği alırsak İslam’dan geriye hiçbir şey kalmaz.
Günümüz Müslümanlarının hayatları bu nirengi noktasına göre belirlenmediği için sürekli savrulmalar yaşanmakta ve kendilerinde var olduğunu zannettikleri diğer İslami değerler en azından kimliklerinde şanına yakışır bir karşılık bulmamaktadır. Çünkü kurulan düzenler, hayatı tanzim eden değerler “LA İLAHE İLLALLAH” nirengi noktasını yok sayarak icat edilmiştir.
Bir benzetmeyle bunu biraz daha anlaşılır kılmaya çalışalım. Yine önünüzde bir beyaz kâğıt olduğunu düşünün. Bu beyaz kâğıdın üzerine bir üçgen çizeceğinizi hayal edin. Önce bir nokta koymalı ve üçgenin çizgilerini işte bu noktada birleştirmelisiniz. Kenar ölçülerini ve açılarını işte bu noktaya göre ölçmelisiniz. Koyacağınız nokta kâğıdın ortasında, sağında, solunda, üstünde, altında olabilir ve işte noktayı nereye koyarsanız o üçgen kâğıdın orasında duracaktır. İslam hayattır ve işte o kâğıt her kişinin hayatıdır. Elinize aldığınız kâğıtta hiç nokta olmadığını kabul ettiğinizde noktayı siz koyarsınız. Bundan sonrasında o koyduğunuz noktanın doğru olup olmadığına siz karar verirsiniz. Ama elinize aldığınız kâğıdın size verilmiş, bağışlanmış bir kâğıt olduğuna inandığınızda siz bu sefer o kâğıdı bağışlayanın koyduğu nirengi noktasını ararsınız. İşte günümüz insanları ve hayatı düzenleyen sistemler, “Allah size boş bir kâğıt verdi ve üzerine hiçbir nirengi noktası koymadı, haydi hep beraber nirengi noktası belirleyelim.” demektedirler.
Soyut değerlerin nirengi noktası
Hayat ve inanç açısından durum tam da böyleyken İLİM açısından durum biraz daha farklı bir cephede seyretmektedir. Bir mümin için şu bir iman prensibidir: Yüce Allah ‘EL-ALİM / EL- ALLEM’ olandır, bu durumda bilgi adına her ne varsa hepsinin kaynağı sadece O’dur.
Buna inanmayan birinin zaten “mümin” olması mümkün değildir çünkü varlıkların tamamını O yaratmıştır ve bu varlıkları yaratırken sadece ve sadece Kendi ilmini kullanmıştır.
Varlığın içinde O’nun ilminin eseri olmayan ve O’nun ilmine dayanmayan herhangi bir şey yoktur, olamaz da.
Gören gözlerle varlığa bakıldığında varlığın tamamının yaratılmışların aklının çok üzerinde bir planla yaratıldığı, müthiş bir ahengin olduğu, tüm varlığın tek bir merkezden yönetildiği, kusursuz bir döngünün tek bir elden çıktığı adeta tokat gibi insanın suratına çarpmaktadır.
İşte bu bizi varlığın yaratılmasında bir nirengi noktasına götürür ki o nirengi noktası da kesinlikle ‘LA İLAHE İLLALLAH’tır.
Fakat varlığı gözlemleyerek ulaştığımız bu nirengi noktası insan türünün tamamı için SAHİH bir bilgi olmaz, olamaz çünkü hem gözlem yapan insanın bilgi edinme yöntemleri değişkendir ve hem de bu “EDİNİLMİŞ” bir bilgidir.
Ne kadar doğru olursa olsun kişinin kendi kabiliyetlerini kılavuz edinerek elde ettiği bilgiler hatta üzerinde tam bir ittifak sağlansa bile asla ve kat’a sahih bilgiler değillerdir.
Bilgi kaynakları ve sağlam ölçütler
Bu durumu şöyle izah edelim: İçimizden birinin BURKİNO-FASO Cumhuriyeti’ne gidip geldiğini düşünelim. Bu kişi Burkino Faso hakkında ne kadar doğru bilgi verirse versin bizim için onun verdiği bilgilerin sahihlik derecesi onun aklı, ilmi, görme kabiliyeti, anlama kabiliyeti ile sınırlı kalacaktır. Her insanda olduğu gibi bu insanın da insani kabiliyetlerinin tamamı kusur ve hatadan münezzeh değil ve hiçbir kabiliyeti de “mutlak” değildir. Ne anlatırsa anlatsın “Ya öyle değilse ya yanılmışsa ya yanlış görmüşse ya bakarken duygularını karıştırmışsa vs.” gibi bilgilerin güvenilirliğini sarsacak sorular daima var olacaktır.
İnsan türü, içinde bulunduğu konumda her şeyi gören bir varlık değildir. Sadece algıların kendisine yönlendirdiği şeyleri gören ve duyan bir varlıktır. Mesela şu an bir şehirde yaşayanların kulaklarına binlerce ses değmektedir. Ama insan o seslerden sadece algıların kendisine yönelttiği sesleri algılamakta ve farkına varabilmektedir. Bu yüzden insanın varlığı inceleyen gözleri, sesleri duymaya çalışan kulakları, anlamaya çalışan aklı daima sınırlı olacaktır. İşte bu durum “ulaşılan bu bilgi ne kadar doğru olursa olsun sahih olmadığı ve olamayacağı” sonucuna çıkarır.
Sahih bilginin tarifi şudur: ÜZERİNE İNANÇ VE HAYAT SİSTEMİ BİNA EDİLECEK KESİN BİLGİ.
İnsan türünün, varlığı inceleyerek elde ettiği bilgilerin tamamı üzerine inanç bina edilecek sahihliğe asla ve asla ulaşamaz.
Bu noktada “İnanca ve doğru davranış kalıplarına sahip olmaz ise serseri mayına dönüşecek insan nasıl sağlam bir inanca ve sağlam davranış kalıplarına sahip olacaktır?” sorusu gündeme gelecektir.
Bu soruya başka konulara dalmadan ve sözü uzatmadan verebileceğimiz en kısa cevap; “ALLAH’TAN GELDİĞİNE ŞÜPHE OLMAYAN AYDINLATICI VE KILAVUZ OLAN BİR BELGE İLE” şeklindedir.
İşte o belge hem somut hem de soyut olarak NİRENGİ noktası olacak bir belgedir.
Yani tüm koordinatların kendisine göre belirlendiği, tüm değerlerin kendisine göre anlam ve tanım kazandığı temel ve asla değişmez REPÖR/NİRENGİ noktası.
Bu nokta olmadan doğru bir şekil çizmek de doğru bir soyut değer sahibi olmak da mümkün değildir.
Bu nokta, bir yandan daha önce başkaları tarafından edinilmiş ve tevarüs ettirilmiş soyut ve somut bilgilerin sağlamasını yapacak, diğer yandan bundan sonra edinilecek bilgilerde kılavuzluk edecektir.
Yani bu nokta sadece yeni bir üçgen çizdiren bir nokta değildir, aynı zamanda çizilmiş tüm üçgenlerin sağlamasını da yaptıran bir noktadır.
FAKAT ya bu noktanın kendisi değişirse?
İşte o zaman çizilmiş hiçbir üçgene ne doğru diyebiliriz ne de yanlış.
Yüce Allah ilmin NİRENGİ noktası olacak olan şu belgeyi göndermiştir:

İnsan türü ise her ne adına olursa olsun bu nirengi noktasını şuna çevirmiştir:

Yorum farklılıkları ve uygulama boşlukları
Evet, iskelet olarak nirengi noktası yerinde durmaktadır. Fakat o nirengi noktasının altına, üstüne, sağına ve soluna yeni noktalar konmuştur ve garip olan şey ise bu noktalar konduktan sonra tüm üçgenler, noktalar arasında duran asıl nirengi noktasından değil diğer noktalardan başlatılmıştır.
Kısa mesafelerde milimetre hatta nanometre miktarı sapmalar gözle görülemeyecek kadar küçük olacaktır ama mesafeler uzadıkça bu sapmalar hayal bile edilemeyecek boyutlara ulaşacaktır ve ulaşmıştır da.
Kim hangi zanna sahiptir onu bilememem ve buna da karışamam ama şunu da derim: Eğer ilmin nirengi noktası Yüce Allah’ın gönderdiği belge olmaz ise -ne soyut ne de somut- SAHİH BİR BİLGİ ASLA OLMAYACAKTIR!
Günümüz Müslümanları “KİTAP + SÜNNET + İCMA + KIYAS” formülünden oluşmuş dini şu şekilde görmektedirler:

Oysa “Kur’an + sünnet + icma + kıyas” pratikte bu şekilde değil, şu şekildedir:

Hangisi hangisidir, hangisi diğeri ile nerede kesişmektedir ve nerede ayrılmaktadır, kesişim kümeleri neye göre belirlenmiştir, hiç ama hiç belli değildir.
Bu keşmekeşlik içinde doğru bir üçgen çizmek ne kadar mümkünse, bu yolla sahih bilgi edinmek, ilmi sağlam temeller üzerine oturtmak işte o kadar mümkündür.