İmanın Cinsiyeti Yoktur 1

İMÂNIN CİNSİYETİ YOKTUR

Uzun süredir çalıştığım konu her dönemde popülerliğini koruyabilmiş olan İSLÂM’DA KADIN -hakları, görevleri, ödevleri- üzerineydi. Çalışmaya başladığımda, bu konunun bir yandan çok büyük bir konu olduğunu görmemden diğer yandan da konunun üzerine temellenen şeyler görülmeden, anlaşılmadan, bilinmeden ve nihâyetinde imân edilmeden hiçbir işlevi olmayacağını anlamamdan ötürü odak noktamı değiştirmiştim.

Fakat bu konu aynı zamanda insanların (kadın-erkek) Kur’an’daki birtakım âyetlere TARİHSEL değer yüklemelerini de içeriyordu.

İşte bu durum, bu konuyu iç içe geçmiş birkaç değişik şekilde çalışmamı zorunlu hâle getirdi.

Bir yandan Kur’an âyetlerinin oluşturduğu hukuksal zemini anlamak zorunda kalırken diğer yandan o hukuksal zemine tarihsel değer yükleyenlerin bakış açılarındaki doğruları ve yanlışları tespit etmek zorunda kaldım.

Tüm bunların yanında bir de içinde yaşadığımız toplumların ve hayat biçimlerinin önümüze değer olarak koyduğu, bizim de bilerek veya bilmeyerek onları değer olarak alışımız ve yaşamımızı o değerler üzerine binâ edişimiz eklenince konu daha da ağır bir hâle geldi.

Mânâ ve tarihsel yaklaşımlar

Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de meâllerde ve tefsirlerde âyetlere âyetlerle alâkası olmayan mânâların verilmiş olması ve meseleyi anlamaya çalışan erkek veya kadın kardeşlerimizin zihinlerinde de bu meâllerdeki ve tefsirlerdeki mânâların yer etmiş olmasına sorularını ve itirazlarını o meâl ve tefsirler üzerinden geliştirmiş olmaları eklenince iş daha da zorlaştı.

Meselâ, bir örnek vereyim; tarihselci bakışı benimsemiş bayan ya da erkek kardeşlerimiz, değer verdiklerinden dolayı kendisine en yakın buldukları şu kişinin şu âyete verdiği meâli okuyorlar:

اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلًاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِيًّا كَب۪يرًا
Nisâ 4 / 34

Erricâlu kavvâmûne ‘alâ annisâ-i bimâ faddala(A)llâhu ba’dahum ‘alâ ba’din vebimâ enfekû min emvâlihim(c) fe-ssâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lilġaybi bimâ hafiza(A)llâh(u)(c) vellâtî teḣâfûne nuşûzehunne fe’izûhunne vehcurûhunne fî-lmedâci’i vadribûhun(ne)(s) fe-in eta’nekum felâ tebġû ‘aleyhinne sebîlâ(en)(k) inna(A)llâhe kâne ‘aliyyen kebîrâ(n)

Mustafa Öztürk meâli – Kocalar, karılarının amiri / reisi konumundadır. Çünkü Allah erkeklere kadınlardan daha fazla hak ve yetki vermiş bulunmakta, ayrıca erkekler evlenirken eşlerine mehir vermekte, evlendikten sonra da hane halkının geçim masraflarını üstlenmekteler. İyi kadınlar kocalarına karşı itaatkardırlar. Ayrıca onlar Allah’ın korunmasına yönelik emri uyarınca iffet ve namuslarını korurlar. Dik başlılık ve hırçınlığından yıldığınız yuvayı yıkacağından kaygılandığınız karılarınıza gelince, onlara ilkin öğüt verin. Öğüt fayda etmezse onları yataklarında yalnız bırakabilirsiniz. Bununla da yola gelmezlerse onlara tokat atabilirsiniz. Ama eğer itaat ederlerse onları cezalandırmak için bahane aramayın. Şüphesiz Allah çok yücedir, büyüktür.

Hem erkekler hem de kadınlar bu meâli okuduktan sonra kalkıp şöyle bir itiraz geliştiriyor:

TOKAT ATMAK mı?

Böylesi bir meâlde gözüne sadece “tokat atabilirsiniz” kısmı takılan kardeşlerimiz bir yandan âyetin söylediğine imân edip diğer yandan inandıkları kitabın gayriinsânî bir davranışı önermiş olması arasında sıkışıp kaldıktan sonra kendilerine bir çıkış olarak gördükleri tarihsel bakış açısına sarılmaktadırlar.

Hatta Kur’an’ın bir kısmını tarihsel göstermek için tüm gayretiyle ömrünü harcayan yukarıdaki meâlin yazarının, “Madem tarihsel değil, haydi, bu âyeti günümüzde uygulayın.” gibi cesaretli söylemlerini de arkalarına alan kardeşlerimizle yaptığım görüşmelerde, NİSÂ 34. âyete yukarıdaki gibi bir meâl veren müellifin âyetteki kelimelere âyetin kendisiyle hiç alâkası olmayan mânâlar verdiğini söylediğimde bile bu kardeşlerimiz hiç umursamıyor ve sanki âyet hakîkaten yukarıdaki meâlde olanları söylüyormuş gibi davranarak soru sormaya devam ediyorlar.

Arapçayı da bilen bu kardeşlerimiz -ki bunların hepsi bayandır; âyetin tarihsellikle bir alâkasının olmadığını dahası yukarıdaki meâl yazarının âyete asla sâdık olmadığını söylememe rağmen ısrarla aynı soruları sormaya devam etmişlerdir. Yani âyetlerin tarihsel olmayışı bu bayan kardeşlerimizi hiç MEMNUN ETMEMEKTEDİR.

Özel yaşantılarında eşlerinden, erkek kardeşlerinden, babalarından sâdır olan birçok gayriinsânî davranışa mâruz kalan -ki buna dayak da dâhil- bu kardeşlerimiz, içinde yaşadıkları bu açmaza bir sorumlu aramaktadırlar.

Kendilerini kaderin önünde savrulan irâdesiz bir yaprak gibi zavallı bir konumda gören bu kardeşlerimiz, içinde bulundukları çaresizliğin faturasını Kur’an’ın TARİHSEL oluşuna kesmiş bulunmaktadırlar.

Oysa azıcık vicdânı olan birisinin “Kur’an tarihseldir.” diye diye ünlenen adamın âyetlere verdiği meâlin aslında bir fâcia olduğunu görüp irkilmesi gerekirken; bu kardeşlerimiz içinde bulundukları zavallı durumun suçlusunu tespit etmiş yaman bir hafiye edâsıyla “Kur’an tarihseldir.” demeye devam etmişlerdir.

اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ
Nisâ 4 / 34

Erricâlu kavvâmûne alâ annisâ-i bimâ faddala(A)llâhu ba’dahum alâ ba’din vebimâ enfekû min emvâlihim

Kocalar karılarının âmiri/reisi konumundadır. Çünkü Allah erkeklere kadınlardan daha fazla hak ve yetki vermiş bulunmakta, ayrıca erkekler evlenirken eşlerine mehir vermekte, evlendikten sonra da hane halkının geçim masraflarını üstlenmekteler.

Meâlde tokat tartışmasının analizi

Azıcık Arapça bilen kardeşlerimizden, âyet ile altında yazan meâlin karşılaştırmasını yapmalarını rica ediyorum. Meselâ; “Çünkü Allah erkeklere kadınlardan daha fazla hak ve yetki vermiş bulunmakta, ayrıca erkekler evlenirken eşlerine mehir vermekte, evlendikten sonra da hâne halkının geçim masraflarını üstlenmekteler.”

Bu cümle, âyetin hangi kelimelerinden çıkmıştır?

Bu upuzun Türkçe cümledeki ‘ALLAH’ kelimesi hâriç hiçbir kelimenin âyetin metninde karşılığı yoktur.

Hâl böyleyken özellikle bayan kardeşlerimiz bu meâl yazarının söylemini sakız gibi çiğneyerek tekrar tekrar dillendirmektedirler.

Çünkü Kur’an’ın tarihsel olması özellikle bayan kardeşlerimizin işine gelmektedir.

Hemen belirtmeliyim ki âyette “KADINLARA TOKAT ATABİLİRSİNİZ.” gibi bir şey asla söylenmemektedir. Ama sadece buna takıldıkları için önemsenen sadece bu olmaktadır.

OYSA âyette;

  1. “ERKEKLER KADINLARIN YÖNETİCİSİDİR” de denmemektedir.
  2. “ALLAH ERKEĞE KADINDAN DAHA FAZLA HAK VE YETKİ VERDİ.” de denmemektedir.
  3. “ERKEKLER MEHİR VERİR, EVİN GEÇİMİNİ SAĞLAR.” da denilmemektedir.
  4. “İYİ KADINLAR KOCALARINA İTÂATKÂRDIR.” da denilmemektedir.
  5. “KARILARININ ŞİRRET VE GEÇİMSİZLİĞİNDEN ‘KORKMAK’.” da denilmemektedir.
  6. “İLKİN ONLARA NASÎHAT VERİN.” de denmemektedir.
  7. “YATAKLARINDA ONLARI YALNIZ BIRAKIN.” da denmemektedir.
  8. “ONLARI DÖVÜN.” hiç denmemektedir.

Fakat bütün bunların hiçbiri önemli değildir, bunların hepsinden daha önemlisi BU ÂYETLERİN MÜMİNLER İÇİN OLDUĞUNUN UNUTULARAK meseleye yaklaşılmasıdır.

Bu âyette “Kadını dövün.” gibi bir şeyin olmaması da önemli değildir. Öyle de olsa böyle de olsa bu âyetlerin uygulama zemini yoktur.

Çünkü Kur’an tarihsel değildir ama “günümüz kadın ve erkeği hem de kendisini ‘ben müminim’ diye tanımlamasına rağmen tarihteki câhiliye anlayışına geri dönmüştür.”

Yani tarihsel olan Kur’an değil O KUR’AN’A İMÂN ETTİĞİNİ SÖYLEYEN MÜMİNLERDİR.

Çünkü âyetler karşısında gösterdikleri tavırlar TARİHSEL TAVIRLARDIR.

Kur’an’da anlatılan kadın-erkek veya karı-koca ilişkilerini geldiği son durum üzerinden tanımlayan kadın ve erkek, Kur’an’ı anlamak için değil içinde bulundukları çıkmaza bir sorumlu bulmak için okumaktadırlar.

Tarihsel söylemin kadınlara etkisi

Tarihselci olan kadın, kocasından kötü muamele görmüş, çocuğuyla bir kenara fırlatılıp atılmış, evliyken kocası tarafından dâima küçümsenmiş ve horlanmıştır.

Hatta boşanırken bile gayri İslâmî ve gayriinsânî durumlara mâruz kalmıştır.

Bütün bunları yaşayan kadın, sorumlu olarak, miras bölüşümünde erkeğe iki, kadına bir pay veren; nesebi babaya nispet eden; bir erkek şâhide karşılık iki kadın şâhit isteyen; cennette kadınları hediyelik eşya gibi erkeklere sunan vs. Kur’an’ı bulmaktadır.

Bir yandan peşine takıldıkları tarihselci hocaların söylediklerinin son derece doğru olduğunu kabul ederlerken diğer yandan o hocaların dayandıkları rivâyetleri Kur’an’ın kelimeleri üstünde belirleyici olarak kabul ettiklerini anlamamaktadırlar bile…

OYSA KUR’AN meseleyi evlendikten sonra kocasından dayak yiyen kadın temelinde değil, RÜŞDE sahip insan temelinde ele almaktadır.

Meselâ, kocasının dayağını Kur’an’ın tarihsel oluşuna bağlayan kadın veya erkek, EVLENMEDEN ÖNCE KİŞİNİN SÂHİP OLMASI GEREKEN RÜŞDÜN NE OLDUĞUNU MERAK BİLE ETMEZ.

Hollywood filmlerindeki veya Türk dizilerindeki aşkları yaşayarak evlenen kadın bir kaç ay sonra suratında acısını hissettiği koca tokadının acısıyla kendine gelse de “mağdur olmayı” pek sevdiğinden dolayı öncesinde hangi ölçülere, hangi değerlere göre evlendiğini sorgulamak yerine “Ben eziliyorum.” söylemlerini söylemeyi daha kolay bulmaktadır. Çünkü o tokattan öncesini sorgulamaya başlarsa evlenmesindeki etkinin veya değerin asla Kur’an OLMADIĞINI GÖRECEK!

Kur’an’ın tüm hükümleri, önermeleri, tehdit ve vaatleri mümin insan içindir.

Âyetlerin insanda hayata dönüşeceği zemin imân zeminidir.

Tâbiri câizse KUR’AN nâdîde bir tohumdur, onun ekileceği toprak ise İMÂN TOPRAĞIDIR.

Tüm değerlerini, içinde yaşadığı kapitalist hayatın ‘seçenek’ diye önüne koyduklarından alan ergen bir kız veya erkek, evlenmek için birbirlerine duydukları sevginin yeterli olduğunu sanmaktadır. Hoş yeterlidir de…

Fakat târifi, sadece hisseden kişi tarafından yapılan, ilkesi, kuralı, rüşdü ve hepsinden önemlisi imânı olmayan bir sevgi, sevgi değildir.

Kur’an, uzun ile kısayı, zayıf ile güçlüyü, kör ile göreni, sağır ile duyanı, yürüyen ile topalı aynı heybenin içine koyup buna göre tartan bir kitap değildir.

Kur’an hepsini kendi bağlamında değerlendirir ve ona göre emir, yasak, vaat ve tehditler belirler, ona göre sorumluluk yükler. Fakat her durumda hepsinden tek bir şey ister; RÜŞD.

Kur’an için rüşdü olmayan; topal ile yürüyen, kör ile gören, sağır ile duyan, zayıf ile güçlü aynı kefededir ve Kur’an açısından bunların tek bir târifi vardır: RÜŞDÜ OLMAYAN İNSANLAR.

Kişide rüşd olmadıktan sonra ne olduğunun hiçbir anlamı yoktur. Rüşdü olmayan bir güçlü, güçlülüğünü bir silah olarak kötüye kullanacağı gibi, rüşdü olmayan bir zayıf da bir silah olarak olarak güçsüzlüğünü kullanacaktır.

Kadınlık ve erkeklik de bunun gibidir. Rüşd olmadıktan sonra kadın kadınlığını, erkek erkekliğini bir silah olarak kullanacaktır.

Kur’an, öğretisini MÜMİN KADIN ve MÜMİN ERKEK üzerine temellendirmiştir. Yoksa Kur’an’da, temelinde sadece cinsiyet olan hiçbir önerme yoktur.

Müminlikten önce kadınlığını, müminlikten önce erkekliğini öne süren insanların Kur’an öğretisinden alacağı hiçbir şey yoktur.

Yaşadığımız hayatı cehenneme çeviren şey, kadın haklarına riâyet edilmemesi değil, erkeğiyle kadınıyla MÜMİN OLUNMAMASIDIR.

Günümüz insanlarının râzı olamadığı şey, Kur’an’ın kadın-erkek meselesini ele alış biçimi değil, KUR’AN’IN ÖNERDİĞİ MÜMİN KİŞİLİKTİR.

Evet, kadınıyla-erkeğiyle insanlık Kur’an’ın teklif ettiği kişi olmaya RÂZI DEĞİLDİR.

Yaslanacakları mümin kişilikleri olmayan insanların ellerinde kalan ‘kadınlık’ ve ‘erkeklik’ silahlarını birbirlerine doğrultup tüm şarjörü birbirlerine boşaltmaları, içinde debelendikleri câhîliye bataklığının doğal sonucudur.

İmânın cinsiyet ötesi boyutu

Sonsuz bir gücü olmasına rağmen gücünü ilkeyle kullanan bir Allah’ı olan bu dine imân eden güçlü bir erkek, bu dinin Allah’ı gibi gücünü ilkeyle kullanmıyorsa onun imânla bir alâkası yoktur. Sırf güçlü olmasına yaslanarak kendinde bir hak görüyorsa veya gücünü davranışlarının temeli yapıyorsa bu kişinin alnı secdeden kalkmasa bile imânla alâkası yoktur.

Aynı şekilde, Allah’a imân ettiğini söylediği hâlde herhangi bir kadın, kadın oluşunu veya güçsüzlüğünü silah olarak kullanıyorsa, kadınlığı veya güçsüzlüğü üzerinden hak sahibi olmak istiyorsa, bu kişinin de imânla bir alâkası yoktur.

Merhametin, saygının, sevginin, acının, kederin, sevincin, iyi olmanın cinsiyeti yoktur.

Hakkın da cinsiyeti yoktur.

Hiçbir hak, cinsiyet üzerinden oluşmaz, alınamaz, verilemez ve hepsinden önemlisi târif de edilemez.

İşte bunların hepsinin üstünde şu vardır. İMÂNIN CİNSİYETİ YOKTUR.

Cinsiyet üzerinden imân tanımı yapanın ise imânı yoktur.

Kavramlar: