Başlıklar
İnsanları aldatmamak, sahip olduklarını olduğundan fazla övmemek, yalan söylememek, borca satış yaptığında bunu belgelendirmek, kazandığın malın infâkını yapmak gibi değerler dinli dinsiz, inançlı-inançsız herkesin üzerinde ittifak ettiği şeylerdir. Bunların insanda olması gereken şeyler olduğunu bilmek ve anlamak için Kur’an’a ihtiyaç yoktur. Yeryüzünde bunların aksini güzel görecek biri de yoktur.
Evrensel Ahlak ve Ortak Değerler
Dünyanın yarısını gezmiş ve nerdeyse her milletten insanla teşrik-i mesâisi olmuş biri olarak söylüyorum… Bugüne kadar; aldatmanın iyi bir şey olduğunu, malını övmenin güzel olduğunu, borca satış yapıldığında yazılmaması gerektiğini, kazandığını kimseyle bölüşmemenin iyi bir şey olduğunu söyleyen hiç kimseye de rastlamadım. Atesit olan Rus da Brehmen olan Hindu da Budist olan Taylandlı da toteme tapınan Afrikalı da kapitalist olan Amerikalı da bu değerlerin her insanda olması gereken değerler olduğunu biliyor ve kabul ediyor.
İnsanlığın sorunu bunları bilmemek değil SÜRDÜRÜLEBİLİR olduğuna inanmamaktır. Daha doğrusu; bu söylenenleri hiçbir şekilde değiştirmeden sürdürmeyi sağlayacak -sürdürülebilir kılacak- değerlerden yoksun olmaktır.
İşte, Kur’an insana tüm insanların bildiği bu değerlerin sürdürülebilir İLKELER olduğunu öğretiyor. Bu değerlerden çok daha yüksek değerler veriyor. Meselâ; âhiret gibi, hesâba çekilmek gibi, meleklerin her yapılanı veya yapılması gerekirken yapılmayanları yazması gibi. Bunlar üst değerlerdir. (Dikkat edin değerler dedim, korkular demedim.)
Fakat hepsinden daha da üst bir değer vardır… ALLAH’A İMÂN.
İşte, Kur’an insana zaten fıtratında var olan insanî değerlerin DEVAM ETTİRİLEBİLİR, DEĞİŞMEZ İLKELER OLMASININ YOLLARINI ÖĞRETİYOR… Yani Kur’an, insanı insan yapmanın yollarını değil İNSANA İNSAN KALMASINI ÖĞRETİYOR.
İnsan türü, yaratılışı itibariyle yani CEVHERİ itibariyle İYİdir. Her şeyden önce Allah kötü yaratmaz. Kötülük ârazdır, sonradan edinilendir ve kurtulması mümkün olan bir şeydir. Kur’an’ın birçok yerinde kötü insanların amelleri için BİMA KESEBU denir yani “kazandıkları şeyler yüzünden”. Evet, kötülük sonradan kazanılan bir şeydir. Yüce Allah insanı FITRATINA dönmeye çağırıyor. İşte bu fıtratın sürdürülebilir olması sadece Kur’an’ın verdiği değerlerle mümkündür.
İnsan, iyi olan fıtratını neden bozar? Tertemiz doğan biri doğduktan sonra annesinden, babasından, toplumundan, okulundan, öğretmeninden, TV’den, kitaplardan, arkadaşından, dostundan, hocasından, din adamından vs. birtakım değerler alır. O değerlerin hayat için gerekli ve vazgeçilmez değerler olduğuna inanır. İçinde bir yerlerde hırsızlığın kötü bir şey olduğu hep vardır ama bir şekilde, hırsızlık yapmaya kendini iknâ eder. Bir insan, bir kötülüğü yapmadan önce mutlaka KENDİSİNİ o kötülüğü yapmaya iknâ eder. “Ama” der, “fakat” der, “ne yapayım” der, “mecburdum” der, “fırsat” der, der de der.
İnsan Fıtratı ve Kötülüğün Kaynakları
İşte, iyi olarak yaratılan insan, kötü olmaya kendisini en akıllıca nasıl İKNÂ EDECEĞİNİN yollarını arar. Öyle bir iknâ etmelidir ki hem vicdânı rahat etmelidir hem de kendisini MÂZUR görmelidir. OYSA insan kötülük yapmak için bahâne aramamalıdır tam tersi Kötüyse İYİ OLMAK için, İYİYSE İYİ KALMAK için bahâne aramalıdır. Çünkü ne olursa olsun “kötü” kötüdür. İnsanın mâzereti olsa da kötü kötüdür. İnsanın mecburiyetleri, amaları, fakatları o kötüyü asla iyi yapmaz.
14 adam öldüren kiralık katil de tanıdım, eroinman da hırsız da arsız da zinâkâr da çocuk katili de ve bilumum en uç kötüleri de tanıdım. Bunların hiçbirinin yaptıkları şeylere ‘iyi’ dediğini görmedim, duymadım. Fakat hepsinin bir AMA’sı, hepsinin “Biliyorum ama mecburdum.” gibi cümleleri vardı.
İşte Kur’an insana “ALLAH’TAN BAŞKA HİÇ KİMSEYE ve HİÇBİR ŞEYE MECBUR DEĞİLSİN.” gibi çok yüksek bir değer veriyor. Bu değer, insanın iyilik yapmasını değil İYİ OLMASINI ve İYİ KALMASINI SAĞLAYAN BİR DEĞERDİR. İyi olmak da iyi kalmak da akıl işidir. İyi olmak ve iyi kalmaktan kastettiğim şey “salak” olmak, “kolayca kandırılabilir saf” olmak değildir. İYİ OLMAK VE İYİ KALMAK KUR’AN’IN DEĞERLERİNİ BİLE İSTEYE, SEVE SEVE, ANLAYA ANLAYA İÇSELLEŞTİRMEK, yani Fuadı ona sabitlemek, Sadrı onunla inşa etmektir.
GÜVEN; SADECE STABİL, DEĞİŞMEYEN, HER ZAMAN GEÇERLİ, BOZULMAYAN, ÖNGÖRÜLEBİLİR İLKELER VARSA VARDIR.
Yüce Allah’a güveniriz çünkü hiçbir zaman değişmeyen, her zaman geçerli, hiç bozulmayan, yerine ve adamına göre olmayan İLKELERİ vardır. Biz o ilkeler üzerinden O’nu ÖNGÖREBİLİRİZ. Neyi / neden / niçin yapmış olduğunu, yapıyor olduğunu ve yapacak olduğunu biliriz de ondan dolayı O’na güveniriz.
İşte, nasıl O ÖNGÖRÜLEBİLİR bir İlâhsa bizden de ÖNGÖRÜLEBİLİR kullar olmamızı istiyor. Çünkü sadece bu durumda GÜVEN olur. Öngörülebilir olmak ise hiç değişmeyen İLKELER sahibi olmakla mümkündür. İşte bu değerler, insanın insan KALMASINI sağlayan değerlerdir. Ölçülebilir bir dürüstlüğe sahip olmak dürüst olmak değildir. Ama öngörülebilir bir dürüstlüğe sahip olmak dürüstlüktür. Ölçülebilen iyilikler yapmak İYİ OLMAK DEĞİLDİR. Ama öngörülebilir iyi olmak iyi olmaktır.
Meselâ; Allah “Mümin olanı cennetle ödüllendireceğim, sıkıntılarını gidereceğim, sağına soluna elindeki kartta ‘hâmili yakînimdir’ şeklinde pusula bulunan bir kötüyü yerleştirmeyeceğim, dünyada kendisini sıkan kötülükleri ona yaklaştırmayacağım.” diye söz vermektedir. Siz bu sözün değişmeyeceğini, hâşâ yarın Allah’ın “Size ne ulan zibidiler, ben Allah’ım, her şeyin sahibi benim, dün canım öyle istediği için öyle söyledim, bugün fikrimden caydım.” demeyeceğini bilirsiniz. İşte, bugünden yarına bakarak “Allah sözünden caymaz.” diyoruz. Bu bir öngörüdür. Meselâ; Allah şöyle deseydi: “İYİ OLANLARI MÜKAFATLANDIRABİLİRİM DE CEZALANDIRABİLİRİM DE O, BENİM PAŞA GÖNLÜME KALMIŞ.” Nasıl bir tavır takınırdık? O’na nasıl güvenebilirdik? Hatta O’na nasıl inanabilirdik?
Allah TÜM FİİLERİNDE, SIFATLARINDA SONSUZ VE SINIRSIZ OLDUĞU İÇİN İLKE SAHİBİDİR. Sınırsız ve sonsuz olan ilkesiz olursa ONA İSTESENİZ BİLE GÜVENEMEZSİNİZ. Çünkü ne zaman ne yapacağı belli değildir. Sadece ve sadece her saniye bir milyon kere ölümü hatta cehennemi yaşayarak TIRSARSINIZ.
Öngörülebilir olmak demek târif edilmiş ve duyurulmuş, herkesin bildiği ilkelere sahip olmak ve ne olursa olsun ilkeleri değiştirmemek demektir. Dolayısıyla ilkeli bir ilâha imân etmenin temelinde ‘korku’ değil ‘güven’ esas olur. KORKULANA GÜVENMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR. KORKU VARSA GÜVEN YOKTUR, GÜVEN VARSA KORKU YOKTUR.
Geleceğe dair kaygı ve korkularımızın temelinde ise güvensizlik değil ‘GELECEK’ kelimesine yüklediğimiz anlam yükü vardır. Geçenlerde KRONOLOJİ konulu bir ders yapmış ve orada bir kimsenin KRONOLOJİSİ ALLAH İLE BAŞLAMIYORSA O KRONOLOJİ DEĞİL KAOSTUR demiştik. Şimdi ona şunu ekleyelim: KRONOLOJİSİ ALLAH İLE BAŞLAYANIN GELECEĞİ ‘ALLAH’ DEĞİLSE O, GELECEK DEĞİLDİR. BİR MÜMİNİN EN UZAK GELECEĞİ; RABBİNE VERECEĞİ HESAPTIR…
İşte, bu uzak gelecek, her mümine NEFES kadar yakındır. En uzak geleceği ‘ölüp dirilmek, hesap vermek’ olan biri, bu en uzak geleceğe aldığı nefes kadar yakınsa daha hangi gelecek kaygılandırabilir ki?