Başlıklar
İNSANIN BİLGİYE KARŞI TUTUMU
Hayvanlar içgüdüleriyle yaşarlar, bu yüzden ne bilgi biriktirirler ne de bilgi üretirler çünkü içgüdü böylesi bir düşünsel arka plan gerektirmez ve hayvanlar yaptıkları hareketler hususunda bilgi sahibi olsalar bile yine şu an davrandıkları gibi davranacaklar, yine şu an yaşadıkları gibi yaşayacaklardır. Bilginin onların hayatları üzerinde hiçbir olumlu tesiri olmaz hatta bilgi sahibi olsalardı bu onların hayatını olumlu yönde değil olumsuz yönde etkilerdi. Akıllı, iradeli ve bilgi sahibi olan bir köpeği, atı, eşeği, koyunu, deveyi, maymunu, aslanı, fili zürafayı, yılanı, böceği, kuşları, balıkları hayvan olduklarına hiçbir zaman razı edemezsiniz. Onları artık hayvan olmanın kalıplarına sığdıramaz, kendi sınırları içinde tutamazsınız. Bu yüzden onların hayatlarının anlamı aklın ve iradenin elde ettiği bilgi üzerinden değil, içgüdülerine uygun davranmaları üzerinden anlam kazanır. Mesela, inek gibi davranan bir köpeğin, maymun gibi davranan bir aslanın, kuş gibi davranan bir yılanın, serçe gibi davranan bir arının, kedi gibi davranan bir hamamböceğinin anlamı yoktur. Hayvanlar için anlamlı olmak kendi yaratılış kalıplarının dışına çıkarak sıra dışı davranışlar göstermek değil, içgüdülerine uygun davranmalarıdır.
İnsanlar akıllarıyla yaşarlar, bu yüzden bilgi biriktirirler ve bilgi üretirler çünkü insanlarda içgüdülerden daha fazlası vardır ve insanlar yaptıkları hareketler hususunda bilgi sahibi oldukları oranda kendi varoluşlarına uymayan davranış kalıplarından uzaklaşır ve o oranda insanlaşırlar. Bilginin insan hayatı üzerinde daima “olumlu” yönde etkisi olması şarttır. Fakat hayvanlardan farklı olarak insanlarda “fıtrat” denen bir olgu vardır. “Fıtrat” denen şey insan olmanın ve insan kalmanın yaratılıştan gelen hazır bilgisidir. Yani bu da tıpkı Kur’an gibi bağışlanmış bir bilgidir.
Bilgi ile fıtrat arasındaki ilişki
İşte bu noktada bilgi denen şey ile insan arasındaki temel ilişkinin şu şekilde olması gerekmektedir. İnsan bilgiyi fıtratının önüne dikilen engelleri aşmak, kendisini fıtratından uzaklaştıran olumsuz durumlarla mücadele etmek, insan olarak yaratılmanın değerini düşüren her türlü sahte değeri aşmak ve yaratıldığı gibi kalmak için biriktirir ve geliştirir.
İnsan için bilgi, insanı yaratıldığı kalitede tuttuğu oranda değerli, yaratılışına uygun yaşamasını sağladığı oranda vazgeçilmezdir.
Günümüz dünyası bilginin her türünü her saniye akıl almaz boyutlarda biriktirmekte ve akıl almaz boyutlarda üretmektedir. Fakat üretilen her bilgi olması gerekenin tam tersi yönde insanı fıtratından uzaklaştırmakta, kalitesizleşmenin diplerine itmekte ve insanı içgüdüsü bile olmayan hayvanlardan daha aşağı seviyelere düşürmektedir. İnsan bilgiyi sadece hazlarına ve tutkularına alan açmak için kullanmakta ve o bilgi ile etrafındaki varlığa buna göre şekil vermek için var gücü ile çabalamaktadır.
Ne kadar küçük parçalara ayrıştırılırsa ayrıştırılsın, insanın bilgiye karşı davranışı ölçü alındığında aslında iki temel gruplaşma vardır: Bilgiyi insan kalmak ve insani değerleri yükseltmek için kullananlar ve bilgiyi hazlara, tutkulara alan açmak için kullananlar.
İnsan türünün günümüzdeki haline baktığımızda baskın olan tarafın ikinci kesim olduğunu anlamaktayız. Bunun en ulaşılabilir ve kolay anlaşılabilir delilleri; kurulan medeniyetler, ülkeler, şehirler, sanayi devrimleri, teknolojik gelişmeler ve en nihayetinde bu gelişmişliğin(!) dayattığı insan fıtratına aykırı yaşam biçimleridir. Her ne kadar insanlık geldiği bu son durumu baskın bir şekilde “ilerleme” olarak adlandırıyor olsa da bunun tam bir gerileme ve hatta geri dönüşü olmayan bir yok oluşun yoluna döşenen taşlar olduğu gayet kolay bir şekilde anlaşılmaktadır.
İnsanın etrafını saran diğer varlıklara ve bizzat insanın kendi karakteristik özelliklerine baktığımızda varlıkların da insanların da hazlara ve tutkulara uygun dizayn edilmemiş olduğunu rahatlıkla görürüz. Fakat böyle olmasına rağmen insanlık tarihinin akışı hazlara ve tutkulara alan açmak isteyenler eliyle bugünkü gelinen ve yarın gelinecek olan mecraya yönlendirilmiştir.
Bilgi bir kere hazzın ve tutkuların nesnesi haline getirilince bu önüne geleni yiyip yutan bir canavara dönüşmüş, sadece edinilmiş bilgiler değil aynı zamanda bağışlanmış bilgiler de bu canavarın pençesine düşmüştür. Bağışlanmış ilahi bilgileri zaten açıkça göz ardı eden ve zaten o bilgileri görmezden gelmeyi yaşam biçimi haline getirmiş olanları bir kenara bırakacak olursak bizzat o bağışlanmış bilgilere inananlar bile bu canavarın pençesinde can çekişmektedir.
Bilginin hazzileşmesi ve yozlaşma süreçleri
Çünkü o canavar, ilahi bilgilere bir yaşam alanı ve o bilgilerden beslenen bir değere nefes alacak bir hava bırakmamıştır. Daha basit bir tabirle ifade edecek olursak günümüzde bağışlanmış bilgiden kaynaklanan bir yaşam biçiminin uygulama alanı hiç yoktur. O bilgiye göre bir bilgi üretemez, üretilen bu bilgiye göre belirlenmiş bir davranış kalıbını hayata geçiremezsiniz.
İlahi bilginin kendisine yaşam alanı bulamaması bizzat bu bilgiye iman ettiğini söyleyenleri bu bilgiye “haz alınacak bilgi” muamelesi yapmaya sürüklemiştir. İlahi bilgi günümüzde konferansların, tefsir derslerinin, bireysel çalışmaların nesnesi haline gelmiştir ki aslında bunların hiçbirinin yaşamsal karşılığı yoktur. Yani kalıcı bir davranış kalıbı oluşturmazlar. Gizli bir sado-mazoşizmin tesiri hemen herkeste görülmektedir. İstenilen oranda mümin olamamanın acısını çekmek günümüz Müslümanına haz vermektedir, yaşam alanı olmasa bile bir değere inanmanın ve buna yaşam alanı verilmemesinin ıstırabı Müslümana haz vermektedir. Örnek alınan kişilerin bastığı toprak bile olamamak acayip bir haz vermektedir. Ulaşılması mümkün olmayan hedefler sahibi olmak günümüz Müslümanına tarifi imkânsız bir tatmin duygusu vermektedir. Mazlum olmak Müslümana haz vermektedir. İşkence görmek, ölmek Müslümana haz vermektedir.
Bu hazlarla kendisini avutan Müslüman, yaşamsal karşılığı olmayan sonu gelmez tartışmalara dalarak içinde bulunduğu hayatı görmezden geldiğinin farkına bile varmamaktadır. O çılgın bir hızla akan bir nehrin üstünde bir saman çöpü gibi savrulurken bu savrulmanın hazzıyla avunup suyun akışına bigâne kaldığının bile farkına varamamaktadır. Yani “Nasıl yaşayacağım, nasıl inanacağım?” sorularının cevapları için zamanını harcarken yaşamak istemediği bir hayatı yaşadığının farkında bile değildir. Omuzunda Firavun tahtı varken “Kahrolsun Firavun!” diye bağırmak gibi bir şeydir günümüz Müslümanın durumu.
Tuhaf olan şudur ki bu durumda olanlar tam da bilgi sahibi olanlardır. Tağut’tan maaş aldığı halde ‘femen yekfur bi’t tağuti’ kuralını prensip edinmiş İslam’ı anlatan din görevlileri tağut’un verdiği rütbelerle kendisine toplumda yer bulduğu halde “Benim ücretim Allah’a aittir.” sünnetini vazgeçilmez düstur olarak dayatan İslam’ı anlatan ilahiyatçılar, prof’lar, doç’lar, dr’ler Allah’ı görmezden gelen sistemler içinden yaşam biçimleri devşirmeye canla başla çalıştıkları halde “Ben sadece bana vahyedilene uyarım.” diyen ayeti anlatan akademisyenler işte hep bu devrin ürünüdür.
İns ve Cin şeytanlarının tuzaklarından kurtulmayı imkânsız, cennete girmeyi hayal, mümin olmayı şansa bırakan bu anlayış ne yazık ki günümüz Müslümanının en bariz özelliğidir. Günümüz Müslümanı geçmişten gelen bilgiler ve günümüzdeki hayat biçimlerine bakarak hayat tuvaline imkânsız bir resim çizmiş ve mümin olmayı da bu resmin karşısına geçerek bilgiç bilgiç yorumlar yapmak mesabesine indirgemiştir. Ona göre İlahi bilginin tek kaynağı olan Kur’an işte o tuvaldeki resmi kendisiyle çizdiği renk kartelasıdır. Fakat bu resmi çizerken ta bilinç altında daha baştan şunu kabul etmiştir. O tuvalin üstüne çizdiği resim ne kadar muhteşem olursa olsun bu resim hiçbir zaman hayatın duvarına asılmayacak. O resim, meraklısının gelip göreceği galerilerden hiç çıkmayacak ve o resim hiçbir zaman gerçekleşmeyecek.
İşte bu yüzden günümüzde çok kolay yalan söyleyen, gerektiğinde iftira atan, bilse bile yanlışı meşrulaştırmak için uğraşan, “Kur’an’da namaz yok, oruç yok, örtü yok, vs.” gibi ‘bir şeyin olmaması yönünde’ çaba harcayan, ateistlere gülücük dağıttığı halde sıradan insana kaskatı kesilen, her biri bir moda olan çeşitli fırkaların biçtiği elbiseleri kuşanmayı marifet sayan, şekillerle uğraşıp şekle göre davranan Müslüman anlayışlar hakimdir.
Bu yüzden;
İlahi bilginin hayattan soyutlanmasının sonuçları
Merhametsizliği ilke edinmişler merhamet,
Korkaklar cesaret,
Ahlaksızlar ahlak,
Namussuzlar namus,
Şerefsizler şeref,
Akılsızlar akıl,
Onursuzlar onur,
Cahiller bilgelik,
Kıymetsizler kıymet,
İmansızlar iman
dersleri vermektedir ve daha da acı olanı bu dersler epey öğrenci devşirmektedir.
Kime ne anlatırım ve ne kadar anlatırım bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki mümin olduğundan emin olmayan mümin değildir, Yüce Allah’ı razı edemeyeceğine inanan Yüce Allah’ın kulu değildir, cenneti hayal gören Müslim değildir, Yüce Allah’ın vaatlerini dikkate almayan asla insan değildir.
Kur’an “tekfir” olgusunu çok sık kullanır ama buna rağmen kullandığı bu tekfir ölçüsü “nalıncı keseri” değildir. Kur’an, “tekfir” olgusunu insanların mahvından yana değil, kurtuluşundan yana kullanır.
Bu hakikati hiç gözden kaçırmadan yaşadığımız hayata baktığımızda kimi çember dışında, kimi çember içinde göreceğimiz daha da netleşecek, aklımızın dumanları dağılacak, baktığımızı daha net göreceğiz.
Sıradan insanla yaklaşım, empati ve rehberlik
Çünkü “tekfir” denen olgu en nihayetinde kişinin kendisini merkeze alarak etrafına bir çember çizmesidir.
Şu kadar yıllık Kur’an çalışmalarını temel alarak meseleye yaklaştığımda şu toprakların sıradan insanları benim çizdiğim tekfir çemberinin dışında kalmamaktadır. Ama bu insanlara öyle ya da böyle din anlatan, sanat öğreten, siyaset üreten, bir şekilde onları yönlendiren kim varsa çemberin içine girememektedirler.
Sıradan insanların eksiklerini, yanlışlarını, hatalarını görmüyor veya aklıyor değilim. Ama sıradan insana kendi kendisini bu hatalardan, yanlışlardan, eksiklerden kurtaracak bir sorumluluk vermeyi ve bu sorumluluk üzerinden onlara karşı tekfir olgusunu çalıştırmayı ne ahlaki ne insani ne İslami ne de Kur’an’i görürüm.
Biraz empati yaparak kendimi ahirette ve bu insanları cehenneme atılırken görür olarak hayal ediyorum. Ahirette olsam bile bu benim “Oh olsun size.” diyebileceğim bir görüntü değildir.