Kalb Akil Etme

KALB – AKIL ETME

اَلَمْ يَأْنِ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللّٰهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّۙ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْاَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
Hadîd 57 / 16

Elem ye/ni lilleżîne âmenû en taḣşe’a kulûbuhum liżikri(A)llâhi vemâ nezele mine-lhakki velâ yekûnû kelleżîne ûtû-lkitâbe min kablu fetâle ‘aleyhimu-l-emedu fekaset kulûbuhum ve keśîrun minhum fâsikûn(e)

Ulemanın akıl kavramı ve kalbin anlamı

Müktesebat ulemasının, insanın tanımına ve insanda bulunan ‘akletme’ kuvvesine dair Kur’an’dan bağımsız ve Kur’an’a rağmen kavram üretmeleri ve ürettikleri kavramların genel kabul görmesi Kur’an’daki pek çok ayetin ya hiç anlaşılmamasına ya da yanlış anlaşılmasına neden olmuştur. Mesela, müktesebat uleması insanın düşünce merkezi hakkında ‘AKIL’ diye bir kavram oluşturmuştur. Kendi ürettikleri bu ‘AKIL’ kavramına yükledikleri ISTILAHİ mânâ aslında Kur’an’da geçen ‘KALB’ kelimesinin mânâsıdır. Müktesebat uleması Kur’an’da geçen ‘KALB’ kelimesinin mânâsını alıp ‘AKIL’ kavramını oluşturunca ‘KALB’ kelimesinin mânâsı “insanın düşünce merkezi, bilgi işlem merkezi” olmaktan çıkıp “HİS MERKEZİ”ne dönüşmüştür.

Evet kesinlikle ‘HİS’ de bir bilgi edinme yöntemidir fakat hislerin “görmeye, duymaya, tezekkür, tedebbür, tefakkuh vs.” gibi şeylere ihtiyacı yoktur. Hisler bunlarsız da hatta bazen bunlara rağmen de oluşabilir.

Öte yandan mânâsı alınıp ‘AKIL’ kavramına yüklenen ‘KALB’ kesinlikle hisler de dahil tüm bilgi edinme yollarına ihtiyaç duyar hatta bunlar olmadan çalışamaz.

Bu şekilde ‘KALB’ kelimesi “HİS MERKEZİ”ne dönüşünce ayetlerde geçen ‘KALB’ kelimesine de buna göre mânâ verilmekte ve tefsirler de buna göre yapılmaktadır.

Mesela, bu ayette geçen لَمْ يَأْنِ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللّٰهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّۙ (Elem ye/ni lilleżîne âmenû en taḣşe’a kulûbuhum liżikri(A)llâhi vemâ nezele mine-lhakki) cümlesi hemen hemen meallerin ve tefsirlerin hepsinde şuna yakın ya da benzer şekilde çevrilmiştir:

Mehmet Okuyan Meali – İman edenlerin kalplerinin Allah’ı anmaya ve (O’nun katından) inen gerçeğe (Kur’an’a) boyun eğme zamanı gelmedi mi? Onlar (müminler), daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar! Zira üzerinden uzun zaman geçmişti de kalpleri katılaşmıştı. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmıştı.

‘Kalb’, bir kere “his merkezi” olunca ayette geçen diğer kelimeler de buna göre mânâ kazanmaktadır.

* Düşünme merkezini ifade eden ve donuklaşmaması gereken ‘kalb’ kelimesi “his merkezi”ne dönüşünce;

لِذِكْرِ اللّٰهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّۙ (liżikri(A)llâhi vemâ nezele mine-lhakki) cümlesi “KALPLERİN BOYUN EĞMESİ”ne;

لِذِكْرِ اللّٰهِ (liżikri(A)llâhi) ifadesi “ALLAH’IN ADINI ANMA”ya;

وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّۙ (vemâ nezele mine-lhakki) ifadesi “O’nun katından inen gerçek”e dönüşmüştür.

Kalp, irade ve ahlaki sorumluluklar

Bu durumda ayetin düşünme ve düşünmeye dair fiillerden hiçbirine ihtiyacı kalmamıştır. İş, güneşte ısınan kertenkele veya okaliptüs dalında esneyen koala gibi hissetmeye dönüşmüştür. Yapılacak iş, Allah’ı zikrederek yani onun adlarından birini anarak ağlamak, hislenmektir artık. Düşünmek gereksizdir…

Oysa ayet, müktesebat ulemasının mânâsını ‘kalb’ kelimesinden çalıp kavram haline getirdikleri “AKIL” denen şeyin çalışma prensibinden bahsetmekte, ‘MÜMİN’ ile ‘DÜŞÜNMEK’ denilen şey arasında kopması imkânsız bir bağ kurmaktadır. Burada hisler anlatılmamakta, (mecburen kullanacağım o kavramı) “AKLIN YASALARI” anlatılmaktadır.

Kavramlar: