Kalblerin Hatemi Bakara 7

KALBLERİN HATEMİ (BAKARA 7. AYET)

خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ۟
Bakara 2 / 7

Ḣatema(A)llâhu ‘alâ kulûbihim ve’alâ sem’ihim, ve’alâ ebsârihim ġişâve(tun) velehum ‘ażâbun ‘azîm(un)

Abdulbaki Gölpınarlı Meali – Allah kalplerini, kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde var, pek büyük azab onlara.

Ali Bulaç Meali – Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Büyük azab onlar içindir.

Ali Fikri Yavuz Meali – Allah onların kalblerine, kulaklarına mühür vurmuştur. Gözlerinin üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azâp vardır. (Hem dünyada hem ahirette)

Bahaeddin Sağlam Meali – Allah kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. (İç ve dış duyguları körelmiştir.) Gözleri üzerinde de bir perde vardır. (Kâinattan gelen ayetleri göremiyorlar.) İşte onlara büyük bir azap vardır.

Bayraktar Bayraklı Meali – Bu nedenle Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir perde çekilmiştir. Onlar için büyük bir azap vardır.

Diyanet İşleri Meali (Eski) – Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde vardır ve büyük azab onlar içindir.

Diyanet İşleri Meali (Yeni) – Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.

Kur’an Yolu (Diyanet İşleri) – Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de kalın bir perde bulunmaktadır ve onlar için büyük bir azap vardır.

Diyanet Vakfı Meali – Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.

Tarihsel ve metinsel bağlam analizi

Edip Yüksel Meali – ALLAH kalplerini ve kulaklarını mühürler. Gözlerinde perde vardır ve büyük azap onlar içindir.

Elmalılı Hamdi Yazır Meali – Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır. Ve büyük azab onlaradır.

Erhan Aktaş Meali – Allah, onların kalplerini¹ ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerinde perde vardır. Onları büyük bir azap beklemektedir.

Mehmet Okuyan Meali – (Bu nedenle) Allah onların kalplerini ve işitme (duyu)larını mühürlemiştir. Gözlerinde de (manevi) perde vardır; onlar için büyük bir azap vardır.

Muhammed Esed Meali – Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir ve gözlerinin üzerinde de bir perde vardır; dehşet verici bir azap beklemektedir onları.

Mustafa İslamoğlu Meali – Allah onların kalpleri ve kulakları üzerine mühür vurmuştur, gözleri üzerinde de bir tür perde vardır; işte onlar muazzam bir azaba müstahaktırlar

Süleyman Ateş Meali – Allah, onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerine de perde inmiştir. Onlar için büyük bir azab vardır.

Süleymaniye Vakfı Meali – Sanki kalplerini ve kulaklarını Allah mühürlemiş, gözleri de perdelidir. Onların hak ettiği büyük bir azaptır.

Yaşar Nuri Öztürk Meali – Allah onların kalpleri, kulakları üzerine mühür basmıştır. Onların kafa gözleri üstünde de bir perde vardır. Onlar için korkunç bir azap öngörülmüştür.

Bu ayete tefsir tarihi boyunca bu şekilde veya bunlara benzer şekilde verilen mealler oldukça büyük tartışmalara ve kafa karışıklığına sebep olmuştur.

Dil ve çeviri seçeneklerinin incelenmesi

Ortaya çıkan mananın kabul edilemezliğini ve Kur’an’a uygunsuzluğunu gören müfessir ve meal yazarları ister istemez yorumlara başvurmuşlardır. Fakat yapılan her yorum kafa karışıklığını gidermek yerine daha başka sorunların çıkmasına sebep olmuş ve karışıklık içinden çıkılamaz hâle gelmiştir.


Ortaya çıkan mananın Kur’an’a uygunsuzluğunu bir yana bıraksak bile bu cümle ile ne söylenmek istediği tam olarak hiçbir zaman anlaşılamamıştır çünkü “kalplerin ve kulakların mühürlenmesi”nin insan tasavvurunda nasıl bir resme karşılık geldiği hiçbir zaman anlaşılamamıştır.

Meali anlaşılır hâle getirmek isteyen meal yazarları ayete verdikleri manaya şu şekilde dipnotlar düşmüşlerdir:

Suat Yıldırım Meali (Bakara Suresi 7. Ayet Açıklaması): Bu mühürleme, bâtılda ısrar etmelerinin sonucu olarak ilâhî bir cezadır. İnkâra saplananlardan burada maksat Ebû Cehil, Ebû Leheb gibi imana gelmeyeceklerini Allah’ın bildiği muayyen kâfirlerdir. Bütün kâfirler değildir. Aksi halde dini tebliğ emri, manasız olurdu. Bakara suresinin ilk beş ayeti müminlerin, müteakip iki ayeti kafirlerin, gelecek 8. ayetten itibaren on üç ayet ise münafıkların bariz sıfatlarını anlatmaktadır.

Muhammed Esed Meali (Bakara Suresi 7. Ayet Açıklaması): Bâtıl inançlara inatla sarılan ve hakikatin sesini dinlemeyi reddeden kişinin zamanla hakikati kavrama yeteneğini kaybedeceği ve “böylece, sonunda kalbinin mühürlenmiş olacağı” (Râğıb) şeklindeki ilahî kanuna bir atıf. Bütün tabiat kanunları Allah tarafından vaz’edildiğinden -ki bunlara bir bütün olarak sünnetullâh (“Allah’ın kanunu”) adı verilir- bu “mühürleme” Allah’a izafe edilmektedir; oysa bu, insanın hür tercihinin sonucudur, bir “önceden takdir edilme” değildir. Aynı şekilde, bu dünyadaki hayatları sırasında hakikate karşı bilerek kör ve sağır kalmış olanlar için öteki dünyada hazırlanmış olan azap da onların hür tercihlerinin tabii bir sonucudur; tıpkı öteki dünyadaki mutluluğun, insanın dürüst ve erdemlice davranarak iç aydınlığı ve huzuru elde etmeye yönelmesinin bir sonucu olması gibi… Kur’an’da Allah’ın “mükafat”ına ve “ceza”sına yapılan atıflar bu şekilde anlaşılmalıdır.

Mehmet Okuyan Meali (Bakara Suresi 7. Ayet Açıklaması): İnkârcıların kalplerinin ve kulaklarının mühürlenmesinin sebebi, inkârlarında ısrarcı olmalarıdır. Yani inkâr “sebep”, mühürlenme ise “sonuç”tur. Benzer mesajlar: Bakara 2:88; Nisâ 4:155; A’râf 7:100, 101; Tevbe 9:87, 93; Yûnus 10:74; Nahl 16:108; Rûm 30:59; Mü’min 40:35; Câsiye 45:23; Muhammed 47:16; Münâfikûn 63:3.

Aşağı yukarı aynı açıklamaları getiren meal yazarlarının bu açıklamalarında gözden kaçan çok büyük bir durum vardır.

Eğer “kalplerin mühürlenmesi” bildiğimiz manada bir kalbi kapatmaksa “mühürlemek” denilen olgu sadece bir şeyin içine bir şeyin girmesini engellemek değil aynı zamanda ondan bir şeyin çıkmasını da engellemek için yapılmaktadır.  Mesela, “bir sözleşmenin mühürlenmesi” demek sadece ona sonradan başka maddeler eklenmemesi için değil aynı zamanda var olan maddelerin çıkarılmaması içindir.

Müfessir ve meal yazarlarının tamamı ayetteki ‘kalb’ kelimesinin “kan pompalayan organ” manasında değil, “akıl” manası olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.

Bu noktada eğer “kalpler mühürlenmişse” bu onların akıllarının mühürlendiği anlamına gelecektir. Bu da sadece o akıllara bir şey girmeyecek manasında değil aynı zamanda çıkmayacak manasındadır. Yani aklı mühürlenen kişi artık ne inanabilir ne de inkar edebilir olacaktır.

Tefsir farklılıkları ve yaklaşımlar

Öte yandan ayette onların kalplerinin sadece gerçeğe karşı kapalı hâle getirildiği falan da söylenmemektedir. Bu genel bir mühürlemedir. O halde mühürlü olana sadece inanılmaması gerekenler değil, küfür, fısk, fücur, günah, şirk, nifak vs. yani hiçbir şey girmeyecek ve hiçbir şey çıkmayacak şeklindedir.

Bazı kurnaz meal yazarları hiçbir delil olmamasına rağmen meallerinin başına bu ayeti önceki ayetle sebep-sonuç ilişkisi kurduracak şekilde “BU YÜZDEN” ibaresini koymuşlardır. (Bkz. M. Okuyan meali)

2/6 – Şüphesiz ki kafir olanları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, iman etmezler.

2/7 – Bu nedenle Allah onların kalplerini ve işitme (duyu)larını mühürlemiştir. Gözlerinde de (manevi) perde vardır; onlar için büyük bir azap vardır.

(Mehmet Okuyan Meali)

Bu uyanık meal yazarına göre “uyarılsalar da uyarılmasalar da inanmayacak” olan bir kitle vardır. İnanmayacakları için de Allah ceza olarak “onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.”

Bu, şu demektir: Allah onları kafir olmaya mahkûm etti.

Oysa Yüce Allah insanları ne İMANA ne de KÜFRE mahkûm etmeyeceğini, imanın da küfrün de gönüllü bir seçim olması gerektiğini Kur’an boyunca yüzlerce kez tekrarlamıştır.

Sonra “Madem ki Allah insanları bir şeye mahkûm etmek için kalpleri mühürleyecektir o halde neden bunları küfürlerine mahkûm etmek yerine İMANA mahkûm etmemiştir?” gibi haklı bir soru da cevapsız kalacaktır.

“Madem Allah insan iradesine müdahale edecektir o halde neden bu müdahalesini onları mümin yapmak yönünde değil de kafir kalmalarını değişmez bir kader olarak sağlama yönünde kullanmaktadır?” sorusu da cevapsız kalacak ve sonuçta (sonsuz kere hâşâ) yarattığı varlığı küfre mahkûm eden acımasız bir Allah tasavvuru oluşmaktadır.

İşte Kur’an’da ismi en fazla geçen üçüncü kişi olan Firavun kıssaları ortadadır. Kur’an’da anlatılan en zalim, en kafir, en acımasız, en gaddar, en kalın kafalı, en vahşi, en kafir, en müfsid kişi odur. Fakat buna rağmen onun kalbi bile mühürlenmemiş, ölürken olsa bile gerçeği ikrar etmiş ve hatta ona “ŞİMDİ Mİ?” denmiştir.

Kafir bile olsa ve kafirlikten vazgeçmeyecek olsa bile “artık gerçeği görmesin” diye yarattıklarının kalbini mühürlemek asla ve kat’a ‘Erhamurrahimin’ olan Yüce Allah’a atfedilecek bir davranış kalıbı (sünnet) değildir.

“Kafirlik sebep, mühürlemek sonuç” gibi saçma sapan açıklamalar asla Kur’an öğretisine uygun olmayan bir açıklamadır.

Tekrar edelim ki “kalbleri mühürlemek” demek sadece iyi olanın akla girmesini engellemek değildir. “İyi olanın da kötü olanında akla girmesini ve akıldan çıkmasını engellemek” demektir.

Eğer bu kişiler kalpleri ve kulakları mühürlendiği halde -iyi ya da kötü hiç fark etmez- bir şeyleri aklediyor veya bir şeyleri duyup anlıyorlarsa kalplerin yani akılların mühürlenmesi diye bir şey yoktur demek ki…

Ayette “onların kalplerinin ve kulaklarının sadece hakikatler girmesin diye mühürlendiği”ne dair hiçbir emare yoktur.

Yine tekrar edelim ki “mühürlemek” denilen şey “sadece bir şeyin içine bir şey girmesin diye” değil, aynı zamanda “ondan bir şey çıkmasın diye” yapılır.

Mesela, ihraç amacıyla gümrüğe sokulan tırların kapıları mühürlenir. Bunun amacı sadece içine bir şey girmemesi için değil, aynı zamanda çıkmaması içindir. Hatta daha çok çıkmaması içindir.

Öte yandan ayetteki خَتَمَ (khateme) fiili “önüne gelen şeyin üstüne damga basmak” anlamında değildir. Bu kelimenin kastettiği anlam “İLGİLİ SÜREÇLERİN BİTTİĞİNİN ANLAŞILMASI İÇİN MÜHÜRLEMEK” şeklindedir.

Aslında kelimenin en doğru manası “SÜRECİ BİTİRDİ / SÜRECİ SONA ERDİRDİ” şeklindedir.

Nitekim Kur’an’da geçen ‘HATEMUN NEBİ’ ifadesinden Nebilerin en sonundaki kişi değil, “NEBİLİK SÜRECİNİ BİTİREN KİŞİ” anlaşılmış ve bütün meal ve tefsir yazarları sırf bu ibareden dolayı artık Muhammed’den sonra bir resul gelmeyeceği hükmüne varmışlardır ki bu doğru bir hükümdür çünkü ‘hatem’ kelimesi “bir şeyi, artık içine bir şey girmeyecek veya içinden bir şey çıkmayacak şekilde söz konusu edilen süreçlerin sonlandırılması” anlamındadır.

İşte bu noktada Bakara suresi 7. ayet bize söz konusu edilen ama bu pasajda bahsedilmeyen bir sürecin peşine düşmemizi söylemektedir. Kaldı ki Bakara suresi 7. ayetteki ‘HUM’ zamirlerinin mercisini kendisinden önce aradığımızda karşımıza bir önceki ayette geçen الَّذ۪ينَ (ellezine) ism-i mevsulü çıkmaktadır.

Daha önceki derslerimizde ve yazılarımızda her nerede ism-i mevsul ile kavrama dönüştürülmüş bir ibare varsa bu, bahse konu olan kişilerin bahsinin daha önce yapıldığı anlamına geldiğini defalarca yazmış ve söylemiştik.

Aslına bakılırsa bunu söyleyen tek kişi ben değilim. Zemahşerî’den Kurtubi’ye, Beydavî’den Nesefî’ye, Elmalılı’dan Ebu Suud Efendi’ye, Ömer Nasuhi Bilmen’den Mukatil b. Süleyman’a tüm müfessirler söylemektedirler.

Fakat müfessirlerin tamamı böyle söylemiş olmasına ve ism-i mevsulleri anlatan bütün gramer kitapları aynı tarifi getirmiş olmasına rağmen müktesebat uleması bu ism-i mevsulün karşılığını Kur’an’da aramak yerine rivayetlerde aramayı tercih ettikleri için ayetteki ism-i mevsulün hiçbir hükmü kalmadığı gibi konunun anlaşılmasının önüne de devasa perdeler gerilmiştir.

Sosyal ve kültürel etkilerin değerlendirilmesi

İsm-i mevsullerle anlatılan herhangi bir şey, ortaya söylenmiş avare kasnak anlatımlar değil, ADRESİ BELLİ OLAN ANLATIMLARDIR.

Bu noktada eğer ortada bir ‘HATEM’ varsa bu, ortada BİTİRİLEN BİR SÜREÇ VE DAHÎ BİTİRİLEN BİR ANLAŞMA YANİ MİSAL VAR DEMEKTİR. (Misak)

Ayette anlatılan şeylerin karşılığını rivayetlerde bulmaya çabalayan müfessirler elbette ki kelimelere mana tercih ederken, harf-i cer ve edatların kullanım şekillerini belirlerken tercihlerini müracaat ettikleri o rivayetlere göre yapacaklardır.

Mesela, kalkacak, ayetteki خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  (Ḣatema(A)llâhu ‘alâ kulûbihim) cümlesine “ALLAH KALPLERİNİN ÜZERİNE MÜHÜR BASTI.” diyeceklerdir. Eh, tabi ki bu mana fiziki olarak bildiğimiz bir mührün ve o mührün üzerine basılan bir organın varlığını gerekli kılacaktır. Bu da mümkün olmayacağına göre iş mecaza dönüşecek ve “Aslında bildiğimiz manada Allah’ın elinde bir mühür yoktur, aslında ‘kalp’ düşünme merkezidir, yani fiziki bir varlık değildir. O halde anlatılanlar da gerçek değil aslında…” -MIŞ gibidir, diyeceklerdir ve demişlerdir.

Daha sonra iş daha da büyüyecektir. Çünkü bu -MIŞ GİBİ yapmanın sonucunda şöyle bir anlam çıkacaktır: “ALLAH ONLARIN HAKİKATİ GÖRMELERİNİ VE HAKİKATİ DUYMALARINI VE ANLAMALARINI ENGELLEDİ.”

Kurda, kuşa hakikati ulaştırmak için resul üstüne resul gönderen Allah kendi sünnetine ters bir şekilde davranmış olacak ve bu tasavvur Kur’an’a inanmak isteyen zavallı insanların zihninde yer edecektir.

Kafirler ise “Hani irade, hani özgür seçim?” diyerek Kur’an’ın ne kadar tutarsız bir kitap olduğunu tepine tepine dile getireceklerdir.

Bu ahmakça tutumu bir kenara bırakarak Bakara suresi 7. ayet hakkında yaptığımız çalışmalarda geldiğimiz son durumu ifade edecek olursak, durum şöyledir:

Ayette mazi fiil olarak geçen خَتَمَ (hateme) kelimesi “sürecin bittiğini ve bir daha bir şeyin girmeyeceğini ve çıkmayacağını kesin bir şekilde belli etmek için mühürlemek” anlamına gelen bir ifadedir.

Bu noktada “eğer ortada ‘mühürlemek’ gibi bir durum varsa mutlaka bir ‘MİSAK’ olması gerekmektedir” gibi bir zorunluluk kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Fakat bu kelimenin kastettiği “süreci bitirme” anlamı ONAY VERİLMEMİŞ SÜREÇLER İÇİN DEĞİL, KESİNLİKLE ONAYLANMIŞ SÜREÇLER İÇİN GEÇERLİDİR yani kabul edilmeyen bir misaka, reddedilen veya kötü görülen bir misaka mühür vurulmaz.

Modern yorumlar ve akademik eleştiriler

Ayetin öncesine ve sonrasına baktığımızda dahası ism-i mevsulün Kur’an’daki karşılıklarını bulmak için izini sürdüğümüzde ortada iki tarafın kabul ettiği bir misaka mühür basmak gibi bir şeyin olmadığı anlaşılmaktadır, tam tersi ayetler bize ONAY görmüş süreçleri değil “ONAY görmemiş süreçleri” anlatmaktadır.

Bu noktada ayetteki ‘hateme’ fiiline “iki tarafın onayladığı bir sözleşmeye mühür basmak veya onay vermek” gibi bir anlamın verilemeyeceği ortadadır.

Kelimenin anlam tespitinde bize en çok yardımcı olacak ifade yine ‘HATEMUN NEBİ’ ifadesidir.

Biraz empati yaparak ‘HATEM’ kelimesini şu şekilde anlatmaya çalışalım: ‘HATEM’ kelimesi “hem bir sürecin başladığı artık resmi olarak kabul edildiği hem de bir sürecin bittiği” anlamına gelebilen bir kelimedir.

Mesela sözlüklerde şöyle bir cümle geçmektedir:

‘hateme’ş şurtiyyu ala babi’l khammerat’ … Polis meyhanenin kapısını mühürledi.

Bu ifade “bir sürecin bittiği” anlamına gelen bir cümledir. Yani artık o meyhanede içki satılma sürecinin sona erdirildiği anlamına gelmektedir.

‘hateme’s sakke’ … Çeki mühürledi.

Bu cümle ise “bir sürecin başladığını onaylamak için mühür basmak” anlamındadır.

Kelimenin ‘ALA’ harf-i ceri ile kullanımlarında daha çok “bir süreci bitirmek”, harf-i cersiz kullanımlarında yani nesnesini direkt alması durumunda “bir süreci başlatmak, bir sürecin başladığını belli etmek için onaylamak” manası vardır.

Fiil ayette ‘ALA’ harf-i ceri ile kullanılmıştır. İşte bu durum bize “bir sürecin başladığını değil BİTTİĞİNİ” bildirmektedir.

Hasan Akdağ’ın EDATLAR kitabına bakma imkânı olanlar ‘ALA’ harf-i cerinin şu şekillerde kullanıldığını oradan görebilirler:

  1. İLE anlamında
  2. AN anlamında
  3. Halde (rağmen) anlamında
  4. Fİ anlamında (devir, için, yüzünden)
  5. LAKİN anlamında
  6. ÜZRE şartıyla anlamında

Edatların hangi anlamda kullanıldığını rivayetlerden değil de ayetlerden anlamaya kalkıştığımızda bu kullanım şekilleri içinden tercih etmemiz gereken anlam kesinlikle ‘Fİ’ anlamıdır yani “yüzünden, sebebiyle” anlamıdır.

Buna göre ayetin ilk cümlesi (خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ ) (Ḣatema(A)llâhu ‘alâ kulûbihim ve’alâ sem’ihim) şu manaya gelecektir:

Özet, sonuçlar ve ileri araştırmalar

“ALLAH, ONLARIN KALPLERİ YÜZÜNDEN VE ONLARIN KULAKLARI YÜZÜNDEN (misak) SÜRECİNİ BİTİRDİ.”

Ya da; “ALLAH, ONLARIN KALPLERİ YÜZÜNDEN VE ONLARIN KULAKLARI YÜZÜNDEN (misakı) SONLANDIRDI.”

Elbette ki bu manada “kalpler” ve “kulaklar” ifadeleri kafa karıştıracaktır çünkü bu kelimelerin her ikisi de “kulaklar” ve “kalpler” manasında değildir.

‘KALB’ kelimesinin Kur’an’da geçtiği bağlamlarının tamamına bakıldığında ‘kalb’in “bir şeyi anlamaya hatta ince bir şekilde fıkh etmeye sebep olan şey” olduğu rahatlıkla görülecektir.

Mesela, A’râf suresi 179. ayette ‘LEHUM KULUBUN LA YAFQAHU BİHA’ denmektedir.

(Kalpler onlar içindir ama onunla fıkh etmezler), aynı anlam Tevbe 127, En’âm 25, Tevbe 87, İsrâ 46 ve daha birçok ayette vardır.

Kur’an’da geçen ‘kalp’ kelimelerinin hepsine bakıldığında ‘kalp’ denilen şeyle bilmenin, anlamanın, fıkh etmenin, zikr etmenin yapıldığı yani kalbin bu işe yaradığı görülecektir.

Bu yüzden Bakara suresi 7. ayette geçen ‘ALA KULUBİHİM’ ifadesi de “kalplerinin üzerine” manasında değildir. Çünkü ‘kalp’, üzerine damga vurulma imkânı olan SOMUT bir nesne değil, SOYUT BİR ANLAMdır.

Bu sebeple خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ (Ḣatema(A)llâhu ‘alâ kulûbihim ve’alâ sem’ihim) ifadesine verilecek en isabetli anlam; “ALLAH ONLARIN AKLETME BİÇİMLERİ VE ONLARIN ANLAMA YÖNTEMLERİ YÜZÜNDEN (misak sürecini) SON-LAN-DIR-DI.” şeklinde olmak zorundadır.

ve’alâ ebsârihim ġişâve(tun) velehum ‘ażâbun ‘azîm(un)

Ayetteki وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌۘ (ve’alâ ebsârihim ġişâve(tun)) cümlesine gelince… Az biraz Arapça bilenler cümlenin bu harekelemeye göre irabın şu şekilde olduğunu bilirler:

ÖNE GEÇMİŞ HABER ….وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ 

MUAHHAR MÜPTEDA …غِشَاوَةٌۘ

Fakat bu ayetin (ve tabi ki tüm Kur’an’ın) noktalanması ve harekelenmesinde sadece rivayetlerin temel alındığını tekrar tekrar hatırlatmak zorundayız. Bu noktada müfessir ve meal yazarları kıraat imamları tarafından bu şekilde harekelenen bu ayete “GÖZLERİNİN ÜZERİNDE PERDE VARDIR.” şeklinde mana vermişlerdir, daha önce söylediklerimiz gibi bu mana da sorunlu bir manadır. Çünkü gözleri perdeli olanlar sadece iyiyi değil, hiçbir şeyi göremezler.

Eğer ki bu adamların gözünde perde varsa bu, onların imanı da küfrü de iyiyi de kötüyü de güzeli de çirkini de görmedikleri veya anlamadıkları anlamına gelecektir.

Ramazan Demir olarak ben (bu benden başka kimseyi bağlamaz) bu cümledeki غِشَاوَةٌۘ (ğisavetun) kelimesinin harekesinin merfu değil MANSUB olması gerektiği kanaatine ulaşmış bulunmaktayım. Bu kelimenin mansub olması durumunda kelime, cümlenin HAL ögesi olacak ve Zil hal de ‘KULUBİHİM, SEM’İHİM ve EBSARİHİM’ kelimeleri olacaktır.

Tabi ki ‘EBSAR’ kelimesi de zaten “gözler” anlamında değil “ÖNGÖRÜ/FERASET” anlamındadır.

İşte tüm bunlara göre ayete şu meal verilmesi daha isabetli ve Kur’an’a daha uygun olacaktır:

خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ۟
Bakara 2 / 7

Ḣatema(A)llâhu ‘alâ kulûbihim ve’alâ sem’ihim, ve’alâ ebsârihim ġişâve(tun) velehum ‘ażâbun ‘azîm(un)

Allah onların perdeli haldeki akılları yüzünden ve onların (perdeli haldeki) anlama yöntemleri yüzünden ve onların (perdeli haldeki) öngörü yöntemleri yüzünden (misak’ı) sona erdirdi. Artık onlar için sadece azim bir mahrumiyet (azap) vardır.

Eğer ki ayetin başında geçen خَتَمَ (hateme) kelimesi hakkında İŞTİKAKA başvuracak olursak karşımıza heyet olarak birebir aynı olan حَتَمَ kelimesi çıkacaktır. Bu kelimenin sözlüklerdeki manası ise “GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN HÜKÜM VERMEK” şeklindedir.

Aslına bakılırsa hem خَتَم fiili hem de حَتَمَ fiili bu anlamı bünyesinde barındırmaktadır. “Kapatmak, bitirmek” anlamındaki خَتَمَ kelimesi de “o sürecin bir daha geri getirilemeyecek şekilde bitirilmesi” anlamındadır. Mesela, ‘Hatemun nebi’ demek “artık o sürecin geri dönüşsüz bir şekilde bitirildiği” anlamına gelmektedir.

“Bir sözleşmenin bitişine mühür basmak” da “artık geri dönüşün olmadığını ilan etmek” anlamına gelmektedir.

Sonuç olarak “Kur’an’ı sadece Kur’an ile anlama” yönteminden elimden geldiği, aklımın erdiği kadarıyla taviz vermeden bu sonuca ulaştım. Elimden geldiği kadar müktesebat ulemasının Kur’an’ın azizliğine HALEL getirecek manalar vermesinin karşısında durmaya ve bununla mücadele etmeye çalıştım. Bunun için Kur’an’dan başka hiçbir şeye elimden geldiği kadar bakmamaya, müracaat etmemeye çalıştım. Bilerek bir hataya ya da kasıtlı bir sonuca götürmemek için elimden geleni yaptım. Bilmeyerek yaptığım yanlış ve hataların tamamı benimdir ve bundan dolayı sadece Yüce Allah’ın sonsuz merhametine sığınarak ondan peşinen bağışlanma dileniyorum… Bu sonuç hiç sorgulanmadan iman edilmesi gereken bir sonuç değildir. Bu sonuç her müminin araştırması gereken bir sonuçtur. Varsa bir kıymeti, kıymet vermesini gözlediğim tek kişi Yüce ALLAH’tır. O’nun kendi kitabı için sarf edilen hiçbir çabayı karşılıksız bırakmayacağına tüm hücrelerimle iman ediyorum.

Kavramlar: