Başlıklar
KELİMELER TÜKENDİ
Yaşadığımız şu gündem, Allah’a, ahiret gününe, resullere, kitaba, meleklere iman ettiğini iddia edenlerin bireysel ve toplumsal bir değişimi gerçekleştirmelerinin ne kadar zaruri olduğunu bir kez daha ve çok acı bir şekilde göstermiştir, göstermektedir. Gazze’yi bize yaşatan şey tüm Müslümanların, altyapısı “müktesebat dini” olan bir akılla meseleye yaklaşıyor olmalarıdır. Üzerine ‘akıl’ inşa edilen bu müktesebat dininin, Müslümanları birleştirmeyip parça parça ettiği, her bir parçayı kendi payına düşenle oyalayıp razı ettiği, bunlar yetmezmiş gibi bir de her bir parçayı diğerine hem de bir daha barışmaları imkânsız bir şekilde düşman ettiği ispat gerektirmeyecek kadar ortadadır. Aklın alt yapısının bu müktesebat dini, bilgi edinme yöntemlerinin de o dinin yöntemleri kaldığı müddetçe daha çok Gazzeler yaşayacağımız ve hatta zamanı geldiğinde Müslümanların birbirlerine Gazzeler yaşatacağı da ispata gerek olmayacak kadar açıktır.
Her şeyden önce Müslümanlar sanıyorlar ki kendi aralarında didişmeleri, her Müslüman ülkenin kendi sınırları içinde adaletsiz yaşam biçimlerine yaslanmaları, az biraz hassasiyeti olanların klik, mezhep, parti veya başka tartışmalarla zaman geçirmeleri, mezhep tartışmalarını günlük hayatın sorunlarına çözüm arama arayışlarından daha evlâ görmeleri Yüce Allah tarafından sadece seyredilecektir yani Müslümanların algısında sanki (hâşâ) Yüce Allah bu olayları tribünden seyretmektedir.
Oysa ortada buz gibi bir gerçek vardır. Yahudi ve Hıristiyan -hangi saikle olursa olsun- birleşebilmişler ve dünyayı bu birliktelikten doğan güç ile parmaklarında oynatabilmektedirler. Onları birleştiren saiklerin “bâtıl, küfür, zulüm, adaletsizlik” temelinde olan şeyler olduğu izaha muhtaç değildir fakat Yahudi ve Hıristiyan, geçmişte yaşanan tüm olumsuzluklara ve birbirlerinin soyunu kurutacak katliamlara rağmen hem de batıl dayanaklarla bir araya gelebiliyor. Ama temeli “TEVHİD” olan bir dine inananlar hem de hak dayanaklarla asla bir araya gelemiyor. Müslümanları parça parça eden bu müktesebat dininin kısmi restorasyonlarla elinin-yüzünün düzgün bir hâle getirilmesi imkânsızdır. Genel halk kitlesinin müktesebat dini ile ilişkisi propaganda veya slogan düzeyindedir bu yüzden onlar müktesebat dininin mutfağında pişip önlerine konulan yemeğin içinde neler olduğunu ve o yemeğin hazırlanma sürecinde ne gibi iğrençlikler işlendiğini bilmemektedir. Doğrusu müktesebat dini de enerjisinin tamamını halkın onun ne dümenler çevirdiğini bilmemesinden, haberdar olmamasından almıştır ve hâlâ da almaktadır. Zerre kadar saygıyı hak etmeyen bu itibarsız müktesebat dini, gereğinden fazla itibar görmüş ve hâlâ da görmektedir.
Müktesebat dininin parçalanma etkileri
Bu itibarsız dinden kotarılmış, Allah’ın indinde hiçbir meşruiyeti olmayan değerlerle Yüce Allah’ın teveccühüne mazhar olamayacağımız kesindir. Bu yüzden “Ben müminim.” diyenler bireysel ve toplumsal olarak değişmeliler. İnançlarını, değerlerini ve davranış kalıplarını bir an önce zannilikten kurtarmalılar.
Yüce Allah bize gerçekleştirilmesi imkânsız bir din göndermemiştir. Her kim ki Yüce Allah’ın tertemiz dini olan İslam’ı gerçekleştirilmesi imkânsız bir hedef olarak görüyor ve kendi aklını buna göre inşa ediyorsa o kişi ne İslam’ı ne de İslam’ı gönderen Yüce Allah’ı tanıyor demektir.
Biz müminiz: Gazze’de yaşananlara karşıyız ama bu karşı oluşumuzun temelinde orada öldürülenlerin bizim çocuklar olması değil, zulüm olması yatmaktadır çünkü biz, zulüm kimden gelirse gelsin ona karşıyız ve mazlum kim olursa olsun ondan yanayız. Ne zalime “Sen bu zulmü ne adına yapıyorsun?” diye sorarız ne de mazluma “Senin inancın, dilin, dinin, ırkın, rengin, cinsin, cismin ne?” diye sorarız. Zalime de mazlumu da soracağımız tüm soruları zulmü durdurduktan sonra sorarız.
Zalimin belini kırıp hareket edemez hâle getirdikten ve mazlumun yaralarını sarıp yüzündeki tozları silip Allah’tan başka hiç kimseden korkmayacağı bir ortama kavuşturduktan sonra sorarız soracağımızı.
Zalimin “daha”sı yoktur. Zalimin adı ‘Yahudi’ de olsa zalimdir, ‘Müslüman’ da olsa zalimdir, ‘Hristiyan’ da olsa zalimdir. Zalimin “biz”den olanı yoktur, zalim olan da “biz”den değildir. İbrahim bile “zürriyetimden de” dediğinde aldığı cevap “Zalimler hariç.” şeklinde olmuştur. Yani zulmeden ‘İbrahim çocuğu’ da olsa zalimdir ve bizden değildir.
Bu bizim imanımızdır.
Fakat tam burada akıllarımızı iyi ayarlamamız gerekmektedir. Çünkü zalimliğin en sinsi yüzü, Yüce Allah’ın dinini olduğundan başka göstermektir. Yahudi, Musa’nın getirdiği kitabı bambaşka hallere sokunca “kafir-pislik” ama Muhammed’in getirdiği kitabı Müslüman bambaşka hâle sokunca buna “ilim” denilirse işte bu da zulümdür.
İmanın zulme bakışı
Yahudi, “Musa’nın getirdiği kitap sözlü Tora olmadan anlaşılmaz.” deyince o “kafir-pislik” ama “Kur’an, rivayetler olmadan anlaşılamaz.” diyen “müçtehid, muhaddis, müfessir” olursa işte bu da zulümdür.
Yahudi, “’Yetmişler konseyi’ olmadan din olmaz.” deyince “kafir-pislik” ama “Mezhepler olmadan İslam olmaz.” diyen Müslüman olunca “İmam” oluyorsa işte bu da zulümdür.
Yahudi’nin dini tahrif edenine “kafir-pislik”, Müslümanın dini tahrif edenine “bizim ulema” deniliyorsa işte bu da zulümdür.
İslam, insanlığın tek kurtuluşu, tek rehberi ve tek dinidir. Muhammed bu dinin tek resulü değil, son resulüdür. Yüce Allah resullerin hepsini “sadece İslam’ı tebliğ etsinler” diye göndermiştir. Yahudilik, İslam’ın tahrifi sonucunda ortaya çıkmış uyduruk bir dindir. Hıristiyanlık, İslam’ın tahrif edilmesiyle elde edilmiş uyduruk bir dindir. Müslümanlık da onların izinden gidenlerin İslam’ı tahrif ederek oluşturdukları uyduruk bir dindir. “Ben müminim.” diyenler bu uyduruk dinlerle aralarındaki çizgiyi artık netleştirmeliler. Böyle iki arada bir derede olmaz, olunmaz.
İnne-lleżîne teveffâhumu-lmelâ-iketu zâlimî enfusihim kâlû fîme kuntum kâlû kunnâ mustad’afîne fî-l-ard(i) kâlû elem tekun ardu(A)llâhi vâsi’aten fetuhâcirû fîhâ feulâ-ike me/vâhum cehennem(u) vesâet masîrâ(n)
İllâ-lmustad’afîne mine-rricâli ve-nnisâ-i velvildâni lâ yestatî’ûne hîleten velâ yehtedûne sebîlâ(n)
Feulâ-ike ‘asa(A)llâhu en ya’fuve ‘anhum vekâna(A)llâhu ‘afuvven ġafûrâ(n)
Leyse bi-emâniyyikum velâ emâniyyi ehli-lkitâb(i) men ya’mel sû-en yucze bihi velâ yecid lehu min dûni(A)llâhi veliyyen velâ nasîrâ(n)
Vemen ya’mel mine-ssâlihâti min żekerin ev unśâ vehuve mu/minun feulâ-ike yedḣulûne-lcennete velâ yuzlemûne nakîrâ(n)
Vemen ahsenu dînen mimmen esleme vechehu li(A)llâhi vehuve muhsinun vettebe’a millete ibrâhîme hanîfâ(en)(k) vetteḣaża(A)llâhu ibrâhîme ḣalîlâ(n)
Mużebżebîne beyne żâlike lâ ilâ hâulâ-i velâ ilâ hâulâ-/(i) vemen yudlili(A)llâhu felen tecide lehu sebîlâ(n)
Nisâ 4/143: BUNUN İKİSİ ARASINDA GİDİP GELİRLER NE ONLARLADIRLAR NE DE BUNLARLA… HER KİM ALLAH’I YOK SAYARSA ARTIK ONUN İÇİN ASLA BİR YOL BULAMAYACAKSIN.
Ey her bir şeyi en ince ayrıntısına kadar kuşatan Allah’ım! Biz nerede olduğumuzu biliyoruz.
Ne Musa’nın kitabını ne İsa’nın kitabını ne de Muhammed’in kitabını tahrif ederek senin göndermediğin dinler oluşturanla birlikteyiz. Ne onlar bizdendir ne de biz onlardan.
Allah’ım! Ne videolarını izlediğimiz zavallı çocukları ve daha nicesini bu hâle getirenlerle ne de bu zulme engel olma kudretinde oldukları halde dünyalık kaygılarla sadece seyredenlerle birlikteyiz. Ne onlar bizdendir ne de biz onlardan.
Allah’ım! Senin imkânlarına sığındık çünkü bundan başka yapacak bir şeyimiz yok, varsa da biz bilmiyoruz.
Dualarımıza teveccüh buyur. Şu zavallıları kurtar, onlara bir çıkış yolu yarat.
Ve-iżâ-lmev-ûdetu su-ilet
Bi-eyyi żenbin kutilet
Allah’ım! Biz verdiğin bu habere ve ahirette “Bu çocuklar neden öldürüldü?” sorusunu mutlaka bize de soracağına kesin iman ediyoruz.
Sana verecek cevabımız yok.
Bizi affet!
Nisâ suresi 98. ayette, Yüce Allah’ın, çıkış yolu bulamayan erkekleri, kadınları ve çocukları bağışlayacağı bildirilmekte. Bana “savaş çığırtkanı, provokatör” veya başka bir yakıştırmada bulunabilirsiniz. Fakat videolarda izlediğimiz şu zavallı çocukların titreyen ellerini görüp de aklı başında kalan biri olabilir mi?
Zulme müdahale ve sorumluluk
Yüce Allah müminlere tek bir hususta savaşma izni vermiştir: ZULME ENGEL OLMAK:
“Müslümanım!” diyenler ise hem geçmişte hem de günümüzde zulme engel olma dışında bulabildikleri her bahane ile savaşmışlar ve hâlâ da savaşıyorlar. Yahu, Allah aşkına, eğer bu zulüm savaş sebebi değilse daha hangi değer uğruna savaşılır ki?
Eğer bu Kur’an bu zulme seyirci kalabilmeyi becerecek bir akıl inşa ediyorsa BURADA BİR SORUN VAR ARKADAŞ!
Eğer bu İslam bu zulme dayanmayı becerecek bir kalp inşa ediyorsa BURADA BİR SORUN VAR ARKADAŞ!
Yahu bu İslam zulme tahammülsüz bir akıl ve kalb inşa etmek için gönderilmedi mi?
Śumme kaset kulûbukum min ba’di żâlike fehiye kelhicârati ev eşeddu kasve(ten) ve-inne mine-lhicârati lemâ yetefecceru minhu-l-anhâr(u) ve-inne minhâ lemâ yeşşekkaku feyeḣrucu minhu-lmâ(u) ve-inne minhâ lemâ yehbitu min ḣaşyeti(A)llâh(i) vema(A)llâhu biġâfilin ‘ammâ ta’melûn(e)
Kelimelerden bile utanıyorum artık… Ne yazmanın ne de konuşmanın bir anlamı kaldı…