Kiraatler Ilkel Bir Aklin Urunudur

KIRAATLER İLKEL BİR AKLIN ÜRÜNÜDÜR

“Kıraat ilmi” denilen olgunun içeriği hakkında ne kadar çok okursak okuyalım sonuç şundan başkasına çıkmamaktadır: Aslı noktasız ve harekesiz olan Kur’an farklı okuyuşlara müsaittir. Nitekim kıraatlerin İbn Mücahid (ö. 936) tarafından yedi ile sınırlandırılmasından önce kayda geçmiş ve İbn Mücahid’in “sahih” dediğinden daha sahih olduğu söylenen pek çok kıraatten bahsedilmektedir. Bunun yanında İbn Mücahid’in “güvenilir kıraat imamı” dediklerinden çok daha güvenilir ve ilmi açıdan onun güvendiklerinden çok daha âlim pek çok kıraat imamından da bahsedilmektedir; dahası İbn Mücahid’in senedini sahih bulduğu kıraatlerin senedlerinden çok daha sahih kıraatlerin olduğu da kayda geçmiştir.

Kıraat geleneği ve temel kavramlar

İşte “kıraat ilmi” denilen şey, tüm bu saydıklarımı yok sayarak İbn Mücahid’in tespit ettiği kıraatleri AKLAMA ilmidir.

Hiçbir kaynak eleştirisi yapmadan ve herhangi bir usul gözetmeden kabul edilmiş resmi kıraatlerin farklı okuyuşlarını “Neden?” sorusunu sormadan hıfz etmektir “kıraat ilmi” denilen şey.

Aslı noktasız ve harekesiz olan Kur’an’ın istismara açık olduğu kesindir fakat istismarı önlemek için istismar edicileri değil de Kur’an’ı şekilden şekle sokmak sonra bu şekillere de “Bunlar da sahih senedle Allah resulüne bağlandığı için Allah tarafından indirilmiştir.” demek tam tamına İslam’ı yok etme çabasıdır.

Bilerek veya bilmeyerek (artık önemi yoktur bunun) yapılan şey tam da budur; daha doğrusu bununla sonuçlanmıştır. Şimdi 21.yy.’da yaşayan bizler bu sonuca MARUZ kalmaktayız.

Bu sonucu ortaya çıkaran suçluları tespit etmeye çalışmak bile abesle iştigaldir çünkü suçlu kim olursa olsun, sebep ne olursa olsun artık bu sonuçlanmıştır ve biz bu sonuca istemesek bile maruz kalmaktayız.

“Kur’an’ın aslının noktasız ve harekesiz olduğu” söylemi korkutucu bir söylemdir. Bu söylemi en çok dillendiren biri olmama rağmen bunu ben de kabul ediyorum fakat korkutucu olmasının yanında UMUT VERİCİDİR de çünkü kıraatlerin ortaya çıkardığı saçma sapan şeylerin Kur’an’dan kaynaklanmadığı da noktasız ve harekesiz Kur’an ile mümkün hâle gelmektedir.

Bir düşünün: Ya ‘MEN YUDLİLİLLAHU’ şeklindeki kıraat Kur’an’ın ta kendisi olsaydı? O zaman bu, değişmez bir sabite olurdu. Bu durumda önümüzde sadece iki seçenek kalırdı: Ya münafık olunacak ya da kafir ama asla mümin olamazdık çünkü şu gök kubbe insan türünün üzerine düşse bile SAPTIRAN BİR İLÂH’A İMAN ETMEK İMKÂNSIZDIR.

İşte bu yüzden şimdilerde yapıldığı gibi ‘men yudlilillahu’ ifadesini okuyacak sonra da “Orada öyle yazıyor ama Allah kimseyi saptırmaz ama Allah sapmayı hak edenin sapmasını onaylar.” diyerek tam bir NİFAK ortaya koyacaktık ya da tamamen inkâr edip Kur’an’dan başka rehberlere tâbi olacaktık. 

Çünkü:

  • Allah’ın kalpleri mühürlemesi
  • Allah’ın dilediğine hidayet etmesi
  • Allah’ın dilediğini saptırması
  • Allah’ın şeytanları görevlendirmesi
  • Kölelik ve cariyeliği tanıması
  • Kadının ikinci sınıf yaratık yerine konulması

Okunuşların bireysel iman deneyimine etkisi

ve buna benzer daha birçok şey inanmanın önünde devasa engellerdir. Bunlar inanmanın değil İNANMAMANIN gerekçesi olabilecek şeylerdir.

Evet kabul ediyorum, her ne yaparsa yapsın insan türünü hiç cezalandırmayan bir “Tanrı” fikri de inanmamaya gerekçedir fakat salt manada kullara tuzak kuran, yarattıkları arasında ayrım yapan, yarattığı akıllı varlıklara EŞİT İMKÂN VERMEYEN, daha başta onlara değiştiremeyecekleri bir kader tayin eden, kötülüğü de yöneten bir “Tanrı” fikri de inanmanın önünde engeldir.

Hiçbir inanışta KÖTÜLÜĞÜ yöneten bir Tanrı’ya inanılmaz, inanılamaz. İstense bile bunu yapmak imkânsızdır çünkü “kötülük” ve “GÜVEN” yan yana durmaz, duramaz. 

İnandığınıza kötülüğü, kötüyü yönettiğine inandığınıza da güveni yakıştıramazsınız.

Tanrı kötüyü YÖNETMEZ… Tanrı KÖTÜLÜĞE ve KÖTÜLERE ÖNLEM ALIR. 

Tanrı kavramı, kötülük sorunu ve teoloji

Tanrı “kötülüğün” müşahhas bir varlık tarafından temsil edilmesine RAZI olmaz, olamaz.

Meseleyi bilmeyenler çala kalem kıraatleri savunacaklardır ama istedikleri kadar savunsunlar, elimizdeki kıraatler inanılması güç ve hatta imkânsız bir ALLAH tasavvuru oluşturmaktadır: Bu kıraatleri sabit değer olarak alıp kıraatlerdeki “Allah” tasavvuruna tevil üstüne tevil yapanların, ortaya koyduklarına ne “tefsir” ne “tevil” ne de “ilim” denir, denilemez. Onlara dense dense “NİFAK” veya ‘ZUHRUFU’L QAVL’ denir.

En ağır sözü söyleyeyim: “KIRAATLER TAMAMEN İLKEL BİR AKLIN ÜRÜNÜDÜR.”

İlkel akıldır çünkü köleliği ve cariyeliği kabul eden bir akıl ilkel bir akıldır; hele bir de kalkıp “O zaman kölelik ve cariyelik normal bir olgu olarak vardı …bla bla bla” şeklinde açıklamaya kalkıp meşru göstermek ilkel aklın düştüğü en dip seviyedir. İnsan “insan” olduğu müddetçe KÖLELİK VE CARİYELİK ASLA MEŞRU BİR OLGU OLARAK KABUL EDİLEMEZ. Zamanın ve mekânın, olayların ve olguların değişik olması hiçbir şekilde bu İLKELLİĞİ meşru hâle getirmez, getiremez.

Bu ilkel akıl kıraatler, tefsirler, teviller, fıkıhlar, mealler yoluyla insan türünün en ilkel halini temsil eden “kölelik” ve “cariyeliği” getirip Kur’an’ın içine sokmuş, adeta buna kutsallık kazandırmıştır. 

En büyük, en üst, en vazgeçilmez temel referans değeri “Allah’tan başkasına kulluğu inkâr etmek” üzerine kurulu bir dinin içine Allah’tan başkasına kul olmanın dik alası olan “kölelik” ve “cariyeliği” getirip yerleştiren akıl ‘ESFELE SEFİLİN’ olan yani ilkelliğin dibi olan bir akıldır.

Bunun kıraati yapılsa, kelam açısından tasavvurlarda yer verilse, bu da yetmezmiş gibi buna dair hukuki düzenlemeler yapılsa bile bu İLKELLİĞİN dibidir. “Kölelik ve cariyelik fıkhı”nın olması asla ama asla onu ilkel olmaktan kurtarmaz.

İşte Kur’an’ı noktalayan ve harekeleyen, sonra da kalkıp “Kıraatler de Allah tarafından inzal edildi.” diyen akıl bu ilkel akıldır. 

İLKEL AKILDIR ÇÜNKÜ en sıradan aklın bile hürmet ettiği analık kurumunun temsilcileri olan, analığı ontolojilerinde gerçekleştiren, insan türünün devamlılığı kendilerine bağlı olan kadınları erkeklerin altında gören, onları akılsız olarak niteleyen, sosyal hayatta da erkeğe kul olmanın dışında bir statü vermeyen akıl İLKEL bir akıldır. Zamanın ve mekânın değişmesi HATTA bizzat kadınların erkeklerden aşağı olduklarını içselleştirmesi bile BU İLKELLİĞİ DEĞİŞTİRMEZ, DEĞİŞTİREMEZ.

Kavramlar: