Başlıklar
KİTAP ve NEBÎ NEDEN RESÛL ANLAMINA GELMEZ?
Bir şeyin ‘ne olduğunu’ söylemek çok kolaydır da bir şeyin ‘ne olmadığını’ söylemek çok zordur.
Çünkü biri çıkmış ve demiştir ki… 2X2=13 tür. Bu sözün karşısına çıkıp 2X2=4’tür demek artık insanı tatmin etmez.
Bir de 2X2=5 değildir, 2+2=6 değildir, 2X2=7 değildir ve ne kadar değildir varsa hepsine “değildir” demek zorunda kalırsınız.
Daha biz KİTAB kelimesinin HİTAP olamayacağını anlatamadan bu sefer KİTAP kelimesinin RESÛL olduğu iddia edildi. Bu sefer de KİTABın ‘ne olmadığını’ bir daha anlatmalıyız.
Çünkü KİTAP=RESÛL denklemini kurmak aynı her sayıya kafamıza göre matematiksel değer vermek gibidir.
KİTAP asla Hitap değildir, Kitap asla Resûl değildir.
Kitap=Resûl’dür demek ve arka arkaya âyetler sıralamak ama bunu yaparken arkasından gelen âyetlere bakmamak nasıl bir şeydir ben anlamıyorum.
Çıkarım yapmak, akıl ve zekâ sahibi insanın mutlaka yapması gereken bir şeydir. Fakat yapılan çıkarımların, kendisinden çıkarım yapılana uygun olması gerekmektedir.
Eğer ‘söylenen-yazılan söz’ ile ‘yapılan çıkarım’ arasında bir uygunluk yoksa buna çıkarım yapmak değil, “sen ne dersen de ben istediğimi anlarım” demektir.
DURUMA UYGUN BİR FIKRA:
Kadın kocasının karşısına geçmiş, bir yandan ağılıyor ve bir yandan da “sen bana seni sevmiyorum dedin” diyerek söyleniyormuş. Adam ise çaresiz bir şekilde “hanım, ben sana seni sevmiyorum demedim” diyerek hanımını sakinleştirmeye çalışıyormuş. Hanımı ise ağlamasını daha da arttırarak “hayır, sen bana seni sevmiyorum dedin” demeye devam ediyormuş. Adam “yahu hanım, ben sana seni sevmiyorum demedim, sadece sana Mercedes araba almayacağım dedim” demiş. Kadın biraz daha sesini yükselterek “NE FARK EDER, HA SENİ SEVMİYORUM DEDİN HA SANA MERCEDES ALMIYORUM DEDİN, İKİSİ DE AYNI” demiş.
KİTAP=RESÛL demek, meseleye bu fıkradaki kadın gibi yaklaşmak demektir.
Bir kere, رَسُولٌ (resûle) kelimesi kelime olarak كِتَابٍ (kitabe) kelimesinden farklıdır, bu iki kelimenin aynı anlamı vermesi mümkün değildir. Hatta رِسَالَة (risâlet) kelimesi ile رَسُولٌ (resûl) kelimesi aynı kökten türemiş kelimeler olmasına rağmen bile farklı anlamlara sahip.
Bırakın iki farklı kelimenin farklı anlamlara sahip olduğunu, aynı kök harflerine sahip iki kelimedeki en ufak bir hareke değişikliği bile ANLAMIN FARKLILIĞINA DELÂLETTİR.
RESÛL kelimesi tekil bir ismin CEM-İ MÜKESSERi iken, RİSÂLET kelimesi MASTARDIR.
Bırakın Kitap=Resûl olmasını, nasıl olur da RESÛL=RİSÂLET olur?
Resûl=kitap demek, aynı zamanda RESÛL=RİSÂLE, RİSÂLET, ZİKİR, KUR’AN, KİTAP demekle aynı anlama gelmiş demektir. Çünkü, bu kelimelerin hepsi de KİTAP kelimesinin ya HÂL cümlesidir ya da SIFATIDIR.
Meselâ, Resûl=Kitap ya da KİTAP=RESÛL dendiğinde;
- Kitap, sadece yazılı olan şeye denir, RESÛL de yazılıdır demektir.
- Kitap, Kur’an haline getirilmiştir, dolayısıyla RESÛL=KUR’AN demektir.
- Kur’an hâline getirilen kitap aynı zamanda zikirdir, bu durumda RESÛL=ZİKİR demektir.
Resûl SADECE AKILLI VE İRADELİ BİR VARLIĞIN İSMİYKEN; Kitap, akılsız ve iradesiz bir varlığın ismidir. Nasıl olur da kitap=resûl olur!
Eğer RESÛL ve KİTAP kelimelerinin Kur’an’ın kavramları olduğu üzerinden konuşuyorsak bu iki kelimenin ne anlama geldiğini veya GELMEDİĞİNİ söyleyecek tek merci Kur’an’dır.
Kur’an’ın birçok yerinde KİTAP=KUR’AN veya KİTAP=ZİKİR veya KUR’AN=ZİKİR denklemi vardır. Fakat Kur’an’ın hiçbir yerinde KİTAP=RESÛL veya RESÛL=KİTAP şeklinde bir denklem yoktur.
Peki bunun böyle olduğu nereden çıkmaktadır?
Kitap ve resûl ayrımının gerekliliği
SADECE ÂYETLERDEN ‘ÇIKARIM’ YAPILARAK ÇIKARILMAKTADIR.
Buraya kadar toparlayalım:
- Kitap ve resûl kelimeleri iki farklı kelimedir.
- Resûl, akıllı ve iradeli bir varlığın ismidir.
- Kitap, akılsız ve iradesiz bir varlığın ismidir.
Bunların yanında Kur’an’ın birçok yerinde BEŞİR, NEZİR gibi sıfatlar verilmiştir. Ve resûllere hep “KİTAPLA UYAR, KİTAPLA MÜJDELE, KİTAPLA YOL GÖSTER” denmiştir.
Yani birçok âyette KİTAP, resûllerin kendisiyle uyaracağı bir şeydir.
Şimdi nasıl oluyor da bu ikisi aynı anlama geliyor?
Peki bu mesele nerden çıkıyor?
HETEMUN NEBÎ kelimesinden ve dolayısıyla NEBÎ RESÛL kelimelerinin ne anlama geldiği sorusundan çıkıyor.
Oysa zaten her iki kelime farklıdır. Bırakın Arapçayı, dünyanın herhangi bir dilinde eğer kelimeler farklıysa anlamlar da farklıdır demektir.
Türkçe üzerinden konuşuyorum… KİTAP=YAZI gibi bir denklem doğru mudur?
Elbette ki doğru değildir.
Çünkü her kitap, yazı iken her yazılan şey KİTAP değildir.
TÜRKÇEde her yazılan şeye “kitap” denseydi, reklam tabelalarına da mezar taşlarındaki yazılara da KİTAP denmesi gerekirdi. (DİKKAT; kelimelerin Türkçe anlamları üzerinden konuşuyorum, Arapça anlamı üzerinden değil.)
KUR’AN; biz bir şey söylemeden önce BİLDİĞİMİZ ŞEYLERİN DOĞRU OLUP OLMADIĞINI ANLAYACAĞIMIZ MİHENK’tir.
Hele ‘bilmek’ dediğimiz işi onun kelimeleri hakkında yapıyorsak bu MİHENK, her kelimeyi bırakın her noktada hep yanı başımızda olmalı ve İLKELER asla çiğnenmemeli.
Çünkü baştan sona İLKE olan bir MİHENK’i ilkesiz bir davranış ile söylemimize konu edinirsek bilmek değil, bilmemek fiilini yapmış oluruz.
Kur’an’ın tamamında 77.485 kelime vardır. Elimizdeki Âsım.b.Behdele kıraatine göre Kur’an’da 77.485 kelimeden 6236 cümle kurulmuştur. Peki şöyle bir soru sorsak: Bu 77.485 kelimeyi kullanarak kaç CÜMLE kurabiliriz?
Ben matematikçi değilim ama 77.485 üzeri 77.485 cümle kurabiliriz gibi bir durumla karşıya kalırız ki bunu sadece rakam olarak yazmak bile imkânsız.
Şimdi şöyle düşünelim, 77.485 kelimeden insana göre sonsuz denebilecek sayıda cümle kurulması mümkün iken, bu sonsuzun içinden sadece 6236 cümle kurulması ne ifade eder?
Dahası eğer bu 6236 cümlenin toplamı olan KİTAP için SÖZLERİN EN GÜZELİ deniyorsa bu ne ifade eder?
Bu şunu ifade eder… Evet 77.485 kelimeden sonsuz sayıda cümle elde edebilirsin ama şu Kur’an’ın içindeki 6236 cümle sonsuz sayıda kurabileceğin cümleler içinde EN GÜZEL OLANLARIDIR!
77.485 kelimeyi kullanarak bu cümlelerden daha güzel cümle kuramazsın demektir.
Şimdi, Kur’an bu sonsuz sayıdaki cümleler içindeki EN GÜZEL cümlelerden oluşmuş bir kitapsa bundan daha güzelini cinler ve insanlar bir araya gelip yapamazlarsa, gök yarılsa yer çatlasa bu cümleleri kurmaya kimsenin gücü yetmiyorsa ve dahası ASLA YETMEYECEKSE, bu durumda bu cümlelerin içindeki HER BİR KELİME sizce varlığın en değerlisi olmaz mı?
Şimdi, varlığın en değerlisi olan bu kitapta KELİMELER hiç israf edilmiş olur mu?
Üstelik bu kitap kendisini “BEN ALLAHIN İNDİNDEN GELDİM” diye tanıtıyorsa, KELİMELER ÖZENSİZCE, BİRÇOK KELİME AYNI ANLAMA GELECEK ŞEKİLDE yapılandırılmış olur mu?
Eğer bu kitabın içerisinde KİTAP (akılsız ve iradesiz varlık) = RESÛL (akıllı ve iradeli varlık) gibi bir denklem varsa bu aynı zamanda tersi de denklem var demektir, üstelik olmaz ise bu denklemi kuran kendi denklemine inanmıyor demek olur.
Meselâ; 3+5=? de yazsak 5+3=? de yazsak sonuç aynıdır değil mi?
O hâlde eğer RESÛL=KİTAP oluyorsa aynı zamanda KİTAP=RESÛL olması lazım demektir.
Şimdi, KİTAP=RESÛL denkleminin olabileceğini iddia ediyorsak o halde RESÛL=KİTAP denkleminin de geçerli olduğunu MECBÛREN kabul etmek zorundasınız demektir. Eğer “Hayır, ben RESÛL=KİTAP denklemini kabul ederim ama KİTAP=RESÛL denklemini kabul etmem” derseniz o zaman kendi iddianıza kendiniz inanmıyorsunuz demektir.
Şimdi bu gözle Kur’an’daki KİTAP ve RESÛL kelimelerinin geçtiği âyetlere bir daha bakın. Unutmayın, eğer siz RESÛL (akıllı ve iradeli varlık) = KİTAP (akılsız ve iradesiz varlık) olduğuna hakîkaten inanıyorsanız, onun hakîkaten öyle olacağına iknâ olmuşsanız tersi de mümkündür’e iknâ olmak zorundasınız. “Zorunda değilim” derseniz bu sadece İLKESİZLİK olur.
Meselâ; 2+2 denkleminde iki tane 2 rakamı var, hangisinin yerini değiştirirseniz değiştirin her ikisi de aynı olduğu için SİZİ ASLA YANILTMAZ. Sonu her zaman ‘=4’ olacaktır. Ama siz bir yerde “2+2=4 eder”, diğer yerde “2+2=5 eder” derseniz, bu keyfîlikten başka bir şey değildir.
Şimdi kesinlikle akıllı ve iradeli varlık olması gereken RESÛL kelimesine hiçbir zaman akıllı ve iradeli varlık olmayan KİTAP derseniz, buna “bildiğini aktarmak” değil, “bilmediğini iddia etmek” denir.
Kur’an’ın hiçbir yerinde akılsız ve iradesiz olan herhangi bir varlığa RESÛL denmemiştir.
Yine Kur’an’ın hiçbir yerinde KİTAP kelimesine akıllı ve iradeli varlık fiili veya sıfatı verilmemiştir. Şimdi bu ikisi nasıl biri diğerinin yerine geçecek?
Bu durumda şunu yapmalısınız. Ya RESÛL kelimesini akılsız ve iradesiz bir varlık yapacaksınız ya da KİTAP kelimesini “akıllı ve iradeli” yapacaksınız.
‘Resûl=kitap’ safsatasını ortaya atan Süleymaniye Vakfı’nın âyete verdiği meâl şudur:
Ey inanıp güvenenler! Allah’a gönüllü olarak boyun eğin, Resûlüne[1*] gönüllü olarak boyun eğin[2*] ve sizden olan yetkililere de. Yetkililerle bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve resûlüne/elçisinin getirdiği âyetlere[3*] götürün. Allah’a ve ahiret gününe inanıp güveniyorsanız böyle yaparsınız. Böylesi hayırlı olur ve en güzel sonucu verir.
Bu meâlin yazarı meâlin metninde [1*] şeklinde bir dipnot işareti koymuş, o dipnot da şudur:
[1*] Resûl (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi o sözü iletmek için gönderilen elçi anlamına da gelir (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, onun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da geçen resûlullah = رسول اللّه ve er-Resûl = الرسول sözlerinde asıl vurgu âyetleredir. Uhud savaşında nebîmizin öldüğüne dair haberlerin yayılması üzerine şu âyet inmişti: “Muhammed sadece elçidir. Ondan önce de elçiler geldi. O ölse veya öldürülse, gerisin geri mi döneceksiniz?” (Al-i İmrân 3/144) Allah’ın son resûlü öldüğü için bizim muhatabımız olan resûl, sadece Kur’an’dır. Resûl kelimesine “resûlün /elçinin getirdiği” meâli bunun için verilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Resûllere apaçık tebliğden başka ne düşer?” (Nahl 16/35) “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, bunu yapmazsan onun resûllüğünü yapmamış olursun” (Maide 5/67)
Şimdi meâl yazarı “Resûl (رسول), ‘birine gönderilen söz’ anlamına geldiği gibi o sözü iletmek için gönderilen elçi anlamına da gelir” demiş ve bu anlamı da MÜFREDÂT’TAN aldığını beyan etmiş.
İsim-i mevsûl tartışmalarının değerlendirilmesi
Önce bu meâl yazarının EL-MÜFREDÂT’TAN aldığı kısma bakalım:
BAZEN KİŞİNİN ÜSTÜNE ALDIĞI SÖZ İÇİN KULLANILIR.
Meâl yazarının RESÛL=KİTAP denkleminin temelinde işte bu söz vardır, fakat meâl yazarı cümlenin KİŞİNİN ÜSTÜNE ALDIĞI kısmını kestirip atmış cümlenin sadece BAZEN…SÖZ İÇİN KULLANILIR kısmını almıştır.
Bu cümle BİR RESÛLÜN SÖYLECEK SÖZ, BİR RESÛLÜN GETİRDİĞİ SÖZ, GETİRİLEN HER SÖZÜN BİR RESÛLÜ VAR anlamında söylenmiş bir sözdür.
ÜSTÜNE ALAN yoksa o söz ne risâledir ne mektuptur ne de haberdir.
Kaldı ki ER-RESÛL kelimesinin ‘birinin üstüne alınan söz’ anlamı RESÛL kelimesinin lûgat anlamlarından kaynaklanmaktadır ve o anlam sözün içeriği ile alâkalı değil, geliş şekliyle alâkalı bir sözdür.
Bu kelimenin lûgat anlamı “serbestçe gitmek” şeklindedir. Serbestçe giden şeye Resûl denir. Fakat bu kelimenin akıllı ve iradeli bir varlık için mi yoksa akılsız ve iradesiz bir varlık için mi kullanıldığı mutlaka belirtilmek zorundadır.
Dahası eğer tek başına bu kelime akılsız ve iradesiz bir varlık olursa BU, O ŞEYİN KENDİ BAŞINA GELDİĞİ ANLAMINI DA BERABERİNDE GETİRİR.
Yani eğer SİZE BİR RESÛL GELDİ cümlesi kuruluyorsa GETİRİLEN VE GETİREN KİŞİ İKİSİ BİRLİKTEYKEN RESÛL KAVRAMINI İSTER GETİRİLENE İSTERSE GETİRENE ATFEDİN, SONUÇ AYNIDIR. Aynıdır ama bu sadece O AN ORADA BULUNANLAR İÇİNDİR.
Gelelim âyete… Nisâ 59. âyet nasıl anlaşılmaktadır?
Bu âyeti okuyan herkes şu sahneyi gözünde canlandırmaktadır… Bu söz adresi olmayan, kim üstlenirse onun olan bir sözdür. Âyetin başında gelen Hitap, Muhammed zamanındaki müminleri ve ondan sonraki tüm müminleri kapsamaktadır. Böyle anlaşılmaktadır.
Müfredat’ta bu sözün arkasına hiçbir âyet konulmamıştır.
Burada söylenen; sözün kendisinin RESÛL olduğu değil, BİR KİŞİNİN O SÖZLE BİRLİKTE RESÛL OLMASI anlamındadır. Mektupla mektubu getiren bir arada olduğu müddetçe her ikisi de aynı anlamı taşır, ama birlikte olduğu müddetçe…
Mektup taşıyan birini engellemek, aynı zamanda mektubu engellemektir. ÇÜNKÜ O MEKTUBU MEKTUP yapan şey GETİRENİ olmasıdır. O GETİRENİ DE RESÛL YAPAN ŞEY GETİRECEK MEKTUBU OLMASIDIR.
Diyelim ki bu Arap câhiliye şiirinden SV meâlinin yazarının vardığı sonuç çıkabilmektedir ve Nisâ 59. âyetteki RESÛL kelimesi elçinin getirdiği sözdür.
Bu âyetteki seslenişin de tüm müminleri kapsadığını kabul edelim. Şimdi bugün bizim açımızdan bu âyete değil de O GÜN BU ÂYETE MUHATAP OLANLAR AÇISINDAN BAKALIM…
Kurguya göre âyette geçen RESÛL kelimesi =KİTAP anlamındadır. Şimdi bu anlama göre âyetin ilk cümlesini yazalım:
“Ey inanıp güvenenler, Allah’a gönüllü olarak boyun eğin, KİTABINA gönüllü olarak boyun eğin ve sizden olan yetkililere de. Yetkililerle bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve KİTABINA götürün…”
Âyette geçen RESÛL kelimesi KİTAPTIR tamam; ULUL EMR kimdir?
2. Âyete verilen meâle göre “Yetkililerle bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz…”
Yani kendi aramızdaki anlaşmazlıklarda değil, sadece yetkililerle olan anlaşmazlıklarda mı?
3. Âyette “Allah’a ve resûlüne/elçisinin getirdiği âyetlere götürün…”
Tamam, resûl veya kitap, ona götürebiliriz de ALLAH’A NASIL GÖTÜRECEĞİZ ve neden GÖTÜRECEĞİZ?
ŞÖYLE Mİ?… Yetkilerle aramızda bir anlaşmazlık olacak, önce onu KİTABA götüreceğiz, eğer kitapla halledemezsek Allah’a mı götüreceğiz?
Kitaba götürme sorununu kolayca hâllederiz de Allah’a götürmeyi nasıl yapacağız?
Şimdi bu âyeti o an orada bulunan kişiler olarak okuyalım.
“…ululemr ile anlaşmazlığa düştüğümüz hususta RESÛLE (yani elçi olan resûle) gitme emri yok, o hâlde ‘KİTAP olan resûlü’ getiren ‘RESÛLE’ gitmemiz emredilmiyor?”
Bu durum, elinde sadece kitap (resûl) olan bizler açısından uygundur da o gün bu âyetlere muhâtap olanlar ne yapacak? ‘Kitabı gelen resûle’ gitmemiz emredilmiyor mu diyecekler?
Sonra eğer ‘o kitabı getiren resûle gitme’ye dâir bir emir yoksa ve o resûl o an orada hazır bulunuyorsa o resûle rağmen ULUL EMR olanlar kim? -ki bunlara itaat edilmesi söyleniyor da elçi olan resûl nasıl es geçiliyor?
Âyette geçen RESÛL kelimesini bir güzel KİTAP yaptık buna tamam, ULUL EMR kelimesini ne yapacağız? O kelimenin karşısına kimleri koyacağız?
Tekrar ediyorum, elinde kitap olan ama ‘o kitabı getiren resûlün olmadığı’ bizler için âyette geçen RESÛL kelimesini KİTAP yapmamızla bizim için -ULUL EMR hariç -diğer mesele çözüldü… -Sorun halledildi de O GÜN BU ÂYETE MUHATAP OLANLAR NE YAPACAK?… Binlerce yıl sonrasından âyette geçen İSM-İ MEVSÛL’E rağmen bu sözü biz üstümüze alıyoruz da onlar bu sözü üstlenmeyecek mi?
BİR BAŞKA VE BELKİ DE HEPSİNDEN DAHA ÖNEMLİ BİR SORU:
Âyetin başında يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا (ya eyyuhellezzine amenu) ifadesi geçiyor…
Meâl ve kelime oyunlarına eleştiri
Azıcık gramer bilenler ve bizi takip edenler, İSM-İ MEVSÛL denen edatların ne anlama geldiğini bilirler. Bu ism-i mevsûl hem zamansal olarak hem de gramer olarak ÖNCESİNİ SONRASINA BAĞLAYAN KELİMELERDİR. O hâlde nasıl oluyor da zaman açısından anlamı kendisinden öncesinde aranması gereken bu ifade zaman olarak sonraki zamandan anlamını alıyor?
Ve dahası, MÂRİFE ÜSTÜNE MÂRİFE olan bu kelime (ye eyyuhellezine amenu) nasıl oluyor da KİM ÜSTLENİRSE ONA SESLENİYOR şeklinde bir söze dönüşür?
Soracağımız daha birçok soru varken nasıl olur da bu âyet zamansal olarak X bir zamana taşınır!
Eğer âyetlerde geçen ve kesinlikle bir adresi ve bir zamanı olan cümleleri adresinden koparıp havada bir söze dönüştürmek, zamanından koparıp zamansız bir hale dönüştürmek Kur’an’ı anlamaksa hemen belirteyim ki ben henüz SV’nin ulaştığı seviyeye ulaşamadım.
Çok çok özür dileyerek söylüyorum. Ben eşeklik yaparak, cümlenin zamanını, kime söylendiğini, cümlede geçen ism-i mevsûller, sıfatlar, sıla cümleleri, fiiller, zamirler yardımıyla tanıyor ve Kur’an’ın tamamında o kelimelerin izini sürüyorum.
Yan gelip RESÛL=KİTAP demek varken, Kur’an’da geçen tüm resûl ve kitap kavramlarına bakıyor tek tek inceliyor, gücüm nispetinde elimden gelen ne varsa tüm soruları soruyor, ondan sonra bir ÇIKARIMDA bulunuyorum ve bu çıkarımlarıma göre şu delillere yaslanarak diyorum ki KİTAP=RESÛL demek, kesinlikle doğru değildir.
Çünkü “resûl” kelimesi Kur’an’ın hiçbir yerinde “akılsız ve iradesiz” birine isim olarak gelmemiştir.
Çünkü Kur’an’ın hiçbir yerinde KİTAP kelimesi “akıllı ve iradeli” bir varlık olarak tanıtılmamıştır.
Çünkü, Nisa 59. âyet MÜNÂDÂ ve bir ism-i mevsûlle başlamıştır, adresi ve zamanı vardır.
Çünkü âyet bize “yanında ulul emr” olan bir resûl olduğundan heber vermektedir.
Çünkü âyet bize “iki akıllı ve iradeli varlığın (Allah ve ulul emr) arasına akılsız ve iradesiz bir varlığın girmesi durumunda cümlenin hiçbir anlamı olmayacağını söylemektedir.
Çünkü bu âyet MUHAMMED ve SAHABESİ hakkında değildir.
Çünkü bu âyet bize, ULUL EMR kelimesini oraya koyarak, “bakın öyle kafanıza göre anlam yükleyeceğiniz bir olaydan bahsetmiyorum, bakın bu sözümün adresi var, bakın eğer bu âyetten bir anlam elde etmek istiyorsanız önce o adresi bulun çünkü size acayip şeyler anlatıyorum” demektedir.
“Sizi tüm Kur’an’a bağlayan bir sözü TÜM KUR’AN’DAN KOPARAK anlam yüklemeyin” diyor âyet bize.
Sadece kendisinden sonraki insanlar için anlamlı olacak bir söz değilim, ben tüm zamanlarda ve tüm mekânlarda geçerli bir sözüm diyor âyet bize.
HATEMUN NEBÎ ifadesine gelince…Bu ifadeden; Nebîlik bitmiştir ama risâlet devam ediyor ve dolayısıyla elimizdeki kitap RESÛL’dür gibi bir sonuca çıkmak ne nebîliği ne risâleti ne resûllüğü ne beşerliği ne insanlığı ne de nâsı anlamak demektir.
Bir de şunu anlamıyorum… ELİMİZDE, KESİNLİKLE İMAN ETMEMİZ GEREKEN BİR KİTAP OLDUĞUNA İMAN EDİYORSAK O KİTABIN İÇİNDE “BU KİTABA İMAN EDİN VE ONA UYUN” DEMESE, BİZ, bu kitabın içinde direkt olarak bize, “bu kitaba uyun” demiyor diyerek uymayacak mıyız?
Kitaba uyup uymamanın kararı KİTAP OKUNARAK DEĞİL, KİTAP DAHA OKUNMADAN VERİLİR.
Âyetin başında gelen YA EYYHÜLEZZİNE AMENU ifadesi her imân edene seslenmiyor… ADRESİ VAR.
BU ÂYETTE yapılması gereken; hemen sözü üstlenmek değil önce bağlamını yani İSNÂDINI TESPİT ETMEKTİR.
Âyetteki YA EYYUHELLEZİNE AMENU ifadesinden yola çıkarak bu âyeti hayatımıza geçirmek iddiasıyla âyeti üstlenmek, âyeti hayata geçirmek değil HAYATTAN KOPARMAK oluyor.
Hemen belirtelim, eğer âyetler böyle anlaşılacaksa hiçbir âyet hayata geçmez.
Şimdi diyelim ki NİSÂ 59. âyetteki “ELLEZİNE AMENU ifadesini “ben de iman edenlerdenim, demek ki bana sesleniyor” diyerek üzerinize aldınız. Bu durumda TERSİ söylemleri üstlenmemeniz gerekir.
Tersi söylemler olduğunda “bana demiyor” demeniz gerekir.
BU DEDİĞİMİZDEN ÂYETLERİ GÜNÜMÜZE TAŞIMAYALIM ÇIKMASIN SAKIN.
Şunu diyorum… “Bir âyeti gününe taşımak istiyorsan ÖNCE O ÂYETİN KİM HAKKINDA, HANGİ ZAMANDA, HANGİ BAĞLAMDA, HANGİ İSNATLA VS. SÖYLENDİĞİNİ TESPİT ET” DİYORUM.
“BİR SÖZÜ KUR’AN’DAN KOPARARAK, BAĞLAMINDAN, ADRESİNDEN, ZAMANINDAN KOPARARAK GÜNÜNE TAŞIYAMAZSIN” DİYORUM.
Bir örnek, Mü’minûn sûresi girişi. Bağlamından koparılıp geniş zamana taşınarak oradan köle hukuku üretiliyor. (Aşağıdaki tüm meâller: Süleymaniye vakfı meâli.)
Müminler (inanıp güvenenler) kesinlikle umduklarına kavuşacaklardır.
Nebî ve resûl kavramlarının ayrımı
Onlar namazda derin bir saygı içinde olurlar.
Boş şeylerden[*] kaçınırlar.
[*] “Boş şeyler” diye anlam verdiğimiz lağv = اللغو, dikkate alınacak tarafı olmayan her şeydir (Mekâyîs). Bakara 2/225, Mâide 5/89, Furkan 25/72, Kasas 28/55.
Zekât için[*] çalışırlar.
[*] Bazıları zekat vermek için çalışır, bazıları da zekatın yerine ulaşması için gayret gösterirler.
Edep yerlerini ve çevresini özenle korurlar.
Sadece hür eşlerine veya hâkimiyetleri altında olan[1*] esir eşlerine karşı[2*] ayıplanmazlar.
Şimdi bu âyetler EL MÜMİNUN kelimesi ile başlıyor ve ard arda ism-i mevsûller geliyor.
Biz ne yapıyoruz, İLK 5 ÂYETİ üzerimize alıyoruz, ama 6.âyete gelince “ARTIK CARİYELİK YOK, KÖLELİK YOK DOLAYISIYLA BU ÂYETİ ÜSTLENMEMİZE DE GEREK YOK, muhatabı BİZ DEĞİLİZ” diyoruz, öyle değil mi?
“Ne olacak canım, basit bir ism-i mevsûl, ha bana seslenmiş ha ona seslenmiş, ben Kur’an’ı hayatıma taşıyorum, önemli olan da bu” demek Kur’an’a imân etmek sanılıyorsa bilinsin ki bu, Kur’an’a imân etmek değil KUR’AN’I YOK SAYMAKTIR.
KUR’AN’A İMÂN ETMEK DEMEK, ONUN CÜMLELERİNE GÜVENMEK DEMEKTİR.
Onun cümlelerine güvenmek demek, cümleye sonuna kadar sâdık kalmak demektir.
Âyette İSM-İ MEVSÛL MÜ VAR?… Dur, orda dur, gitme, ilerleme, kendi anlayışına uygun hâle getirmek için ism-i mevsûlü atlama, onu yok sayma ya da İSM-İ MEVSÛL’Ü zamir yapma.
İSM-İ MEVSÛLLER NOKTA ATIŞI YAPAN VE KESİNLİKLE ADRESİ EN BELLİ KELİMELERDİR.
Şimdi âyetin başındaki ism-i mevsûlü kaldırıp âyete bir daha mânâ verelim:
Tarihselcilik eleştirisi ve çarpıtmalar
………(münâdâ ve ism-i mevsûl)……… Allah’a gönüllü olarak boyun eğin, Resûlüne gönüllü olarak boyun eğin ve sizden olan yetkililere de. Yetkililerle bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve resûlüne /elçisinin getirdiği âyetlere götürün. Allah’a ve ahiret gününe inanıp güveniyorsanız böyle yaparsınız. Böylesi hayırlı olur ve en güzel sonucu verir.
Bakın, o ism-i mevsûl olmayınca âyet kime sesleniyor bilemiyoruz.
Bu emirler kime veriliyor bilemiyoruz.
Şimdi o ism-i mevsûlün yerine hepimiz … EY SEN (ramazan, erkan, mehmet, selim, fatma, ayşe, cumali vs.) ifadesini koyuyoruz.
İyi ama âyet ÖYLE DEMİYOR… Olsun, ben hayatıma taşımak istiyorum… Bu mudur?
Ya, bir sözü hayata taşımak için önce kime, ne zaman, neden, kim tarafından, nerede söylendiği öğrenilse daha iyi hayata taşınmaz mı? “I ıhh ben öyle uzun boylu uğraşamam, çok acelem var, bir an önce Kur’an’ı hayata taşımak istiyorum, çünkü ben Kur’an’ı çok seviyorum…” mu diyeceğiz?
Yahu, madem seviyorsun ne dediğini iyice anlasana… “O kadar da değil sevgimiz”…mi diyeceğiz?
İyi de bu sözün bir bağlamı var, isnâdı var, öyle “ben sözümü söylerim, kim üstlenirse onundur” diyen başka bir söz biliyor musun? Allah nasıl olur da boşluğa söz söyler? Ne boşluğu, tüm insanlığı muhâtap almış, tüm zamanları muhâtap almış. İyi ya, ben de onu diyorum, nasıl muhâtap almış, ne şekil muhâtap almış, ne diye muhâtap almış, bunları bilsen daha iyi hayata taşıyabilirsin diyorum.
Sadedim şudur… İLKELİ OLALIM!
Yapılan şudur… Önce âyetteki ism-i mevsûl ve münâdâ üslûbu yok sayılıyor, daha sonra anlam zamanından ve bağlamından koparılıyor, daha sonra yapılan bu işlemden “resûle itaat” deniyor, “ama resûl yok, ne yapacağız?” sorusu üretiliyor, daha sonra resûl=kitap sonucuna çıkılıyor.
Fakat resûl=kitap denkleminin Kur’an’daki tüm resûl ve kitap kelimelerinin canına okuyacağı hiç ama hiç hesaba katılmıyor, üstelik ne ‘kitap’ kelimesinin ‘resûl’ mânâsı var ne de ‘resûl’ kelimesinin ‘kitap’ manası var!
Meselâ; şu sorulmuyor: Bir kitabı parça parça getirene nasıl resûl denir? Resûllük her mektupta yeniden ve yeniden belirlenmesi gereken bir şeydir. Resûl dendiğinde SÜREKLİ DİPLOMAT mânâsı mı kast ediliyor? İyi ama resûl kelimesinin SÜREKLİ DİPLOMAT mânâsı yok ne yapacağız? “Olsa da olur olmasa da olur, biz verdik oldu” mu diyeceğiz?
Resûl sadece bir sözü getirene denmez… BİR GÖREVİ ÖNCEKİNİN KALDIĞI YERDEN ALIP DEVAM ETTİRENE de resûl denir.
Kitap mânâsını resûl olarak düşünenler yarın öbür gün “BU KİTABI RESÛLLER YAZMIŞTIR” diyecekler, nitekim diyorlar da.
RESÛL:
1- BİR SÖZÜ HİÇBİR ENGEL OLMADAN SÖYLEYECEK.
2- NE KENDİSİ NE BAŞKASI SANSÜRLEMEDEN SÖYLEYECEK.
3-ÖNCEKİ RESÛLLERİN SÖYLEDİĞİ GİBİ SÖYLEYECEK.
4-ÖNCEKİ RESÛLLERİN GÖREV TANIMI NEYSE AYNISI OLACAK.
5-YETKİLENDİRİLMİŞ OLACAK.

Resûl, BAYRAĞI SONRASINA DEVREDEN KİŞİ.
KENDİSİNDEN SONRA BAYRAĞI TESLİM EDECEĞİ KİMSE OLMAYAN RESÛLE “HATEMUN NEBÎYYİN” DENİR.
Bir yarışçıyı bayrak yarışına sokan şey koşucu olarak tanınması, bilinmesi, koşucu olma süreçlerinden geçmiş olması, diploma almış olmasıdır. Bu süreçlerden geçmeyen biri dünyanın en hızlı koşucusu da olsa o yarışa giremez, bayrak yarışı takımında bir fert olamaz.
Bayrak yarışındaki birine RESÛL dendiğinde, bayrağı bir sonrakine teslim edecek demektir.
Dolayısıyla ‘SON RESÛL demek, bayrağı bir sonrakine teslim edecek son kişi demek olur ki bu da ondan sonra bir yarışçı daha var anlamına gelir.
Ama HATEMUN NEBÎ denmesi durumunda BAYRAK YARIŞINDA BAYRAĞI ALAN SON KİŞİ DEMEKTİR.
SON RESÛL… BAYRAK YARIŞINDA SONDAN BİR ÖNCEKİ KOŞUCU.
HATEMUN NEBÎYYİN……BAYRAK YARIŞINA GİREN YARIŞMACILARDAN BAYRAĞI ALIP FİNAL ÇİZGİSİNİ GEÇECEK KİŞİSİ.
Yani eğer Kur’an, “son resûl” demiş olsaydı bu final değil, finalden bir önceki kişi olurdu.
NEBÎLİK, yarışmacı olacak adayların geçmesi gereken bir süreçtir. Bu sürece katılmak için kişilerde aranan özellik; ÖNCEKİ RESÛLÜN SOYU OLMAK.
MUHAMMED, BAYRAĞI ÖNCESİNDEN ALDIĞI İÇİN BAYRAK YARIŞINDADIR, AMA HATEMUN NEBÎ OLDUĞU İÇİN BAYRAK YARIŞININ SON YARIŞMACISIDIR.
SADECE BEŞER OLMAK NEBÎ OLMANIN ÖLÇÜSÜ DEĞİLDİR… YANİ HER BEŞER NEBÎ OLACAK DİYE BİR KURAL YOKTUR… FAKAT BEŞER-NEBÎ-RESÛL OLANDAN DOĞANLAR NEBÎDİR, KİMİN RESÛL OLACAĞI NEBÎLİK SÜRECİNİ KİMİN NASIL GEÇTİĞİYLE ALÂKALIDIR.
MESELÂ; Yakup’un tüm evlatları nebîdir. ÂL-İ İMRÂN 81. âyet bunun delîlidir.
BAKARA 133 BUNUN İKİNCİ DELÎLİDİR.
Risâlet süreci ve hatemun nebi yorumu
Mustafa İslamoğlu Meâli – Allah nebîler (aracılığıyla kitap ehlin)den; “Eğer vahiyden ve hikmetten size bir pay verdikten sonra size elinizdekini tasdik eden bir elçi gelirse, kesinlikle ona inanmalı ve yardım etmelisiniz” taahhüdünü aldığı zaman sordu: “İşte bu şarta dayalı ahdimi alıp kabul ettiniz mi?” “Kabul ve tasdik ettik!” diye cevap verdiler. Allah buyurdu: “O hâlde şahid olun! Ben de sizinle birlikte, bu sözünüze şahit olanlardanım!”
Meselâ; bunun gibi meâl yazarlarının kalkıp âyete “Allah nebîler (aracılığıyla kitap ehlin)den…” şeklinde mânâ vermeleri, o çok savundukları, Kur’an’ın GENETİĞİNİ HORMONLAMAKTIR.
Süleymaniye Vakfı meâli – Allah, nebîlerden[1*] kesin söz aldığında şöyle dedi: “Size kitap ve hikmet veririm de daha sonra yanınızda olanı tasdik eden bir elçi /bir kitap[2*] gelirse kesinlikle ona inanacaksınız ve destek olacaksınız. Bunu kabul ettiniz mi? Bu ısrı /ağır yükü[3*] yüklendiniz mi[4*]?”. Onlar: “Kabul ettik!” dediler. Allah: “Siz buna şahit olun, sizinle beraber ben de şahidim[5*].” dedi.
ÂYETE DÜŞÜLEN SV DİPNOTU… [1*] Allah’ın nebîlerden söz alması, nebîlere indirdiği kitaplar vasıtası ile ümmetlerden söz alması anlamına gelir. Alınan bu söz gereği tüm ümmetler Kur’an’a imân etmekle yükümlüdürler.
ŞİMDİ âyete kelime sokuşturarak veya âyete saçma sapan bir dipnot düşerek âyeti bambaşka bir mânâya sokan bu kural tanımaz ULEMÂ üzerinden oluşan meâlleri doğru varsayarak NEBÎ-RESÛL ayrımına girişmek başka bir tahriftir.
Âyette NEBÎLER ARACILIĞIYLA ÜMMETLERDEN SÖZ ALDI denmiyor… Bu kuralsız ulemâ, Allah’ın ne dediğini değil ne demek istediğini anlamış, hâşâ Allah murâdını açıkça beyân edememiş de bunlar hâşâ utanıp sıkılan Allah’a tercüman oluyorlar.
Âyet gâyet açık bir şekilde ALLAH O NEBÎLERDEN MİSAK ALDIĞINDA diye başlıyor ve üstelik ayet bir İZ edatıyla başlıyor ki bu da o âyette söylenenlerin BİR ZAMANI ve BİR MEKÂNI olduğunu bildiriyor.
Yine aynı şey yapılıyor… Önce NEBÎ kelimesine uyduruk bir anlam veriliyor, içinde NEBÎ kelimesinin geçtiği bu âyet onları çıkmaza sokunca âyet bağlamından koparılıyor, zamansız ve mekânsız bir söze dönüştürülüyor ve sonuçta KİM ÜSTLENİRSE ONUNDUR tadında bir söz çıkıyor karşımıza.
Ne güzel, yeme de yanında yat.
Mâdem bu ayette ALLAH NEBÎLER ARACILIĞIYLA ÜMMETLERDEN SÖZ ALDI deniyor, demek ki bu söz verenler arasında siz de varsınız. Allah sizden, O’nun âyetlerine kafanıza göre mânâ verin diye mi söz aldı? Allah sizden, Kitabında isim olarak geçenleri fiil, fiil olarak geçenleri isim, mâzî olanları muzâri, muzâri olanları mâzî, müennes olanları müzekker, müzekker olanları müennes yapın, dahası istediğiniz yere istediğiniz kelimeleri ekleyin diye mi söz aldı?
Bunları yapan densizler kendi tercihlerini nimetten sayıp Allah’ın kelâmını değersiz mi zannediyorlar? Bir de çıkıp GENETİK dersi mi veriyorsunuz?
BUNLARIN TOPUNA SAVAŞ AÇTIM, YA ADAM GİBİ KUR’AN’A TESLİM OLACAKLAR, YA DA BURADA OLMASA BİLE ÂHİRETTE GÜNLERİNİ GÖRECEKLER. Ömrümüzü çaldı bu adamlar.
Hele öteki tarihselci takılan, nasıl da kuyruğuna basılmış kedi gibi ciyaklıyor… 40 yıldır sen o kurumların içinde bir memurdun, oralarda İslâm olmadığını yeni mi anladın!… Sen lince uğrayınca İNSAF, ÎZAN, MERHAMET, İSLÂM, ADÂLET diye ciyaklıyorsun da “KUR’AN TARİHSELDİR, BİRÇOK ÂYETİ TEDÂVÜLDEN KALKMIŞTIR” dediğinde sana da insaf, merhamet, adâlet, îzan lazım değil miydi? Bu ‘merhamet’ senin kuyruğuna basılınca mı aklına geldi? 40 yıl ordaydın, 40 yıldır oralarda İslâm olmadığını görmedin de seni emekli ettiklerinde mi anladın? Şimdi bir orada bir burada, zavallı mağduru oynuyorsun. Emeklilik dilekçesini kendisi vermiş, ne yiğitçe bir davranış… Mâdem onlarda İslâm yok, “yemişim sizin maaşınızı” desene.
40 yıl Mûsa kılığında firavuna uşaklık yapmışsın, Firavun’un Musa kılığındaki uşağı olduğun halde insanları Allah’ın Musa’sı olduğuna inandırmışsın, şimdi Firavun seni kızağa çekince ciyaklayıp “BURADA İSLÂM YOK, BUNLAR FİRAVUN” diyorsun. “Bunlar Kur’an’ın canına okuyor” diyerekten onların Firavun olduğunu ilân etmiyorsun, “BENİ EMEKLİ ETTİLER; BUNLAR FİRAVUN” DİYORSUN… Yani “hocam baş tâcısın sen” deyip seni o fakülteye dekan yapsalardı, “oo bunlar çok iyi” demeye devam edecektin, öyle mi?
Yani o adamların firavunluğunun ölçüsü sensin, öyle mi? Sana kıymet verip “hocam hocam” diyerek kuyruğunda gezselerdi onlar ilim aşığı büyük adamlar olacaktı öyle mi? O zaman da “Bunlar Firavun” diyecek miydin?
Bunların durumu ÇANAĞINDAKİ KEMİK İÇİN SAĞA SOLA HIRLAYAN KÖPEK MİSÂLİ…
Adam ömrünü KURAN’IN MODASI GEÇMİŞ BİR KİTAP OLDUĞUNU İSPATA HARCAMIŞ, BİR DE KALKIP “İSLÂM, İLİM, ALLAH” diyor.
Firavun dediğiniz bu adamlar kadar ilkeli olsaydınız keşke… O, firavun dediğiniz adamlar bile “KUR’AN, MODASI GEÇMİŞ BİR KİTAPTIR” demeye cesaret etmedi.
Biz de burada grup kuralım, bunun gibi adamların Kur’an kelimelerine verdiği mânâların NE OLMADIĞINı anlamak için saatlerce ve hatta günlerce didinip duralım.
Sonra da ‘Ramazan abi çok asabî ve ağzı bozuk biri’ olsun.
Adamlar NEBÎ-RESÛL kavramı üzerine kitap yazıyorlar, TV’lere çıkıp günlerce insanlara parmak sallıyorlar… Neymiş efendim, NEBÎ 7/24 NEBÎYMİŞ DE RESÛL SADECE BİR ŞEYİ İLETİRKEN RESÛLMÜŞ (!) … ee peki bir nebî ne zaman nebî oluyor?… Cevap: Risâlet verilince hem nebî hem resûl oluyor… Nebîliği 7/24’tür, resûllüğü sadece ilettiği zamandır.
Çocuk şöyle dedi: “Ben Allah’ın kuluyum. O, bana kitap verecek ve beni nebî yapacaktır.
Peki bu ayete ne diyeceksin? Bu ayette daha beşik bebesi olan İSA, “nebî kılındım” diyor.
Hayır efendim “nebî yapacak” diyor… İyi ama kelime muzâri değil ki mâzî, yani geçmiş zaman… “NE VAR Kİ BUNDA, GEÇMİŞ ZAMANI GELECEK ZAMAN YAPARIZ, olur biter (!)” diyorlar.
Ben şunu onların yüzüne karşı ŞAHSEN söyledim… “Ya siz âyette geçen mâzî kelimeye muzâri anlam veriyorsunuz, olur mu böyle!” dedim… Bana, “NE VAR BUNDA?” diye cevap verdiler.
Peki, niye bu âyetteki mâzî fiil muzâri oluyor?…
Çünkü bu âyet onların NEBÎ-RESÛL tezlerini yerle bir ediyor da ondan…
Onlar “NEBÎLİK ve RESÛLLÜK aynı anda başlıyor, soyla veya başka bir şeyle hiç alâkası yok” diyorlar…
Ee, İsa daha beşikteki bebek ve diyor ki “beni nebî yaptı”…
Hoppala, bu olmadı… İsa, resûl olduğunda nebî olması lazımdı!?!
“Haa burada biz değil (hâşâ) Allah mâzî bir kelime kullanmakla yanlış yaptı. O halde mâzî fiili hiçbir gerekçe olmadan muzâri yapalım da hâşâ Allah’ı düzeltelim” demiş oluyorlar.
- TÜM BEŞER SOYU NEBÎ ADAYI DEĞİLDİR.
- İÇLERİNDEN KİMSE SEÇİLMİYOR, NEBÎLİK SÜRECİNİ DOĞRU GEÇEN RESÛLLÜĞE SEÇİLİYOR.
- NEBÎLERİN VAHİY ALMALARI DİYE BİR DURUMLARI YOK.
- ZATEN NEBÎ OLANLAR RESÛL OLUYOR, RESÛL OLMALARI DAHA ÖNCE NEBÎ OLMUŞ OLMALARINDAN DOLAYIDIR.
- ÂDEM’İN TÜM ÇOCUKLARI BEŞERDİR.
- ÂDEMİN OĞLU OLUP RESÛL SEÇİLMİŞ OLANLARIN ÇOCUKLARI, İÇLERİNDEN BİR RESÛL ÇIKANA KADAR NEBÎDİRLER.
- İÇLERİNDEN BİRİ RESÛL OLUNCA DİĞERLERİNİN NEBÎLİKLERİ SONA ERER.
- RESÛL OLANIN ÇOCUKLARI NEBÎ OLUR.
İSRAİL, Yakup’un en büyük oğludur yani beşerdir. Firavunlar bunun soyundandır yani onlar da birer İSRAİLOĞLUDUR yani firavunlar da beşerdir.
Mûsa ve Harûn kardeş değiller, SÜT KARDEŞLERdir!
Onlar Yusuf’u hadım ederek Allah’ı köşeye sıkıştırmak, yani Allah’ın İbrâhim’e verdiği sözden dönmesi ya da kendilerinden birini resûl tayin etmesi için hâşâ Allah’ı köşeye sıkıştırmak istiyorlar… Fakat Yüce Allah risâleti Esbat’a yani kız çocuklarından gelme soya veriyor… Bu sefer onları öldürmek ve çocuklarını yok etmek istiyorlar… Esbat’ın var olan çocuklarını da öldürüyorlar ama başlarında Yusuf olduğu halde ESBAT bir MAĞARAYA SIĞINIYORLAR.
MÛSA işte bunlardan birinin OĞLU… Yani Esbat’ın OĞLU.
Soru: Meryem valide, Musa’nın annesi vahiyle muhatap oluyorlar nasıl adlandirmamiz gerekiyor?
“Vahiyle muhatap” oluyorlar demek ne demek? VAHİY bir haberin ulaştırılma şekli… Haberin nasıl geldiği ile alâkalı bir kavram… Anlamı; BİR HABERİ DİĞERLERİNDEN GİZLİ OLARAK ULAŞTIRMAK demektir. Yani Musa’nın annesine bir haber ulaştırılmış. Bu haber “birinin diğerlerinden habersiz şekilde ulaştırması” anlamındadır. Yoksa gökten KALBİNE (KAN POMPASINA) BİR ŞEY GİRMİYOR.
Bakın Lût’a, İbrâhim’e melekler insan kılığında geliyor ve onlar hiç anlamıyorlar… Musa’nın annesine de bu yolla haber ulaştırılmış olamaz mı? Bakın Meryem’e RUH geliyor, o da anlamıyor da insan sanıyor. Aynı yöntemle Musa’nın annesine de haber verilmiş olamaz mı?
VESSELAM.
NOT: Resûlden çocuklarına geçen şey NEBİLİK. Resûl çocuğu olsun ya da olmasın Âdem’in bütün soyu beşer. Beşer olmak için erkek ya da kadın olsun sadece Âdem soyuna dayanan birinden doğmak yeterlidir. Fakat nebî olmak için tek başına Âdem soyundan olmak yeterli değildir. Beşer olmanın yanında bir de RESÛL olan birinin soyundan olmak gereklidir. Resûlün çocukları, içlerinden bir resûl çıkana kadar doğal süreç içinde nebîdirler. Eğer Muhammed’e HATEMUN NEBİYYİNE denmeseydi, bu aynı zamanda RİSÂLET SÜRECİ bitmedi anlamına gelecekti. Yani Muhammed, türünün son örneğidir. Onun bin tane de erkek çocuğu olmuş olsaydı hiçbiri nebî olmazdı. Kaldı ki Muhammed’e “HATEMUN NEBİYYİNE denilen âyette erkek çocuğu olmadığının da altı çizilmiş durumda. Bu durumda Muhammed’in kız çocuğundan devam eden soyu SADECE ESBAT’TIR (kız çocuklarından devam eden soy). Hiçbir zaman bir ayrıcalıkları yoktur. Nebîliğin de herhangi bir ayrıcalığı yoktur. Çünkü nebîlik bir ayrıcalık değil, bir sorumluluktur. Çünkü, ta en başından beri risâletin Âdem soyunda olduğu ve bunun da bir resûlden diğer resûle, resûl soyu olmalarından dolayı nebî olan soy üzerinden yürüyeceği bildirilmiştir.
YARIŞ MUHAMMED İLE BİTTİ. O yarışın sonunda elde kalan ödül KUR’AN’DIR. İnsanlık ya bu ödülün kıymetini bilecek ve o ödüle razı olacak ya da kendi kafasından yepyeni bayrak yarışları düzenleyecek, yepyeni yarışmacılar bulacak ve yepyeni ödüller ihdas edecektir. Ne yazık ki insan türü İKİNCİ seçeneği seçmiş ve hâlâ da o yarışı devam ettirmektedir.