Başlıklar
KÖLE FİYATLARI ÜZERİNDEN KÖLECİ ZİHNİYET ELEŞTİRİSİ
Müslüman ulemanın tamamı İslam’da (Kur’an’da) köleliğin ve cariyeliğin bir müessese olarak var olduğunu kabul etmiş, kabul etmekle kalmamış buna dair devasa fıkıhlar üretmiştir. Öncekiler ve sonrakiler arasında en makul olanlar bile bunu kabul etmiştir. “Kölelik” ve “İslam”ı yan yana getirmeye gönlü el vermeyen bazı insaflı(!) ulema, İslam’ın, ‘kölelik’ müessesesini tasvip etmediğini ama toplumsal bir olgu olarak bunu kabul ettiğini, ‘her fırsatta köle azat etmeyi’ emrederek köleliğin kaynağını kurutmayı hedeflediğini söylemiştir. Söylemelerine söylemişlerdir ama bu söylem hem “kölelik” denen şeyin İslam’da hukuki bir zemini olduğu hem de Yüce Allah’ın bunu meşru gördüğü anlamına gelmektedir. “Köleliğin kaynağını köle azat ederek kurutma” açıklaması ise hepten absürt bir iddiadır çünkü “köle azat etme”yi bir cezai müeyyide olarak hukukun içine dahil etmek köleyi yüksek talebi olan bir mal hâline getirmeye yani talebi artırmaya yol açacaktır, nitekim öyle de olmuştur.
Kur’an’ın “köleliği” bir olgu olarak kabul ettiği yani meşru gördüğü söylemini dillendiren ulema elbette ki bu söylemlerine Kur’an’ı temel olarak almışlardır. Kur’an’da geçen ‘abd’, ‘rakabe’, ‘feta’, ‘meleket eyman’ gibi kelimelere yerine göre “köle” veya “cariye” anlamı veren ulema böylelikle köle ticaretine meşru zemin olarak ayetleri almışlardır.
Ulema Perspektifinden Meselenin Analizi
Bilindiği üzere, biz, Kur’an’da geçen bu kavramların asla “köle” veya “cariye” anlamına gelmediğini, en temel referans değeri ‘la ilahe illallah’ olan bir dinin “kulların kullara kulluğu” anlamına gelen köleliğe asla cevaz veremeyeceğini, vermesi durumunda ise telafisi imkânsız bir çelişkinin doğacağını ve İslam’a ait tüm temel değerlerin yok olacağını sık sık dile getirmiştik. Anlaşılacağı üzere bu söylemimiz kategorik bir karşı duruş anlamına gelmektedir fakat bu sefer kategorik bir karşı duruş yerine tıpkı ulema gibi “İslam’da köleliğin olduğu”nu kabul ederek meseleye yaklaşalım. Bakalım köleliğin İslami bir zemini olduğunu söyleyip fıkıh üreten ulema gerçekten kölelik meselesine Kur’an ayetlerini temel almışlar mıdır yoksa kabul etsek bile her yerde olduğu gibi bunda da mı ilkesiz davranmışlardır?
Bilindiği üzere, İslam, farklı temel dinamikleri olan bir toplumu baştan sona değiştirerek hem toplumsal hayatın hem bireysel ahlakın hem her türlü hukukun temellerine başka değerler koymuştur. Ulemaya göre, İslam, eskiden var olan toplumsal ve bireysel uygulamaların bir kısmını tamamen ılga etmiş, bir kısmının içeriğini değiştirmiş, bir kısmını da olduğu gibi devam ettirmiştir. Mesela, o günkü ticaretin vazgeçilmez enstrümanlarından biri olan faizi ve en geçerli ticari meta olan içkiyi haram etmiştir. Mesela, alışverişi serbest bırakmış ama alışverişteki “değer” sistemini, “kar-zarar” sistemini yeniden düzenlemiş, bunlara tamamen kendisine ait değer anlayışı getirmiştir.
Ulema, “kölelik” denen olgunun İslam’dan önce de var olduğunu, İslam’ın köleliğe dair bir haram getirmediğini söyleyerek eskiye ait bir uygulamayı devam ettirdiğini belirtmiştir. Bu söylem, kölelerin bir mal olarak ticari hayatın bir parçası oldukları anlamına gelmektedir. Eninde sonunda köleler bir değer (para) karşılığında alınıp satıldığı için insan olarak toplum içinde farklı işlevleri olsa bile “MAL” olarak ticari bir emtiadırlar. Bu durumda meseleye insani açıdan değil de ticari açıdan yaklaşmak zorunlu hâle gelmektedir. Meseleye Kur’an’da geçen ‘abd’, ‘rakabe’, ‘feta’, ‘meleket eyman’ gibi kelimelere “köle” anlamı vererek yaklaştığımızda bu kavramlar insanı tanımlayan kelimeler olmak yerine “ticari bir malı” tanımlayan kelimelere dönüşmektedir, kuracağımız cümle belki okuyucuya itici gelebilir ama bu canlı hayvan ticareti gibi bir duruma dönüşmektedir. Meseleye karşı cepheden değil de ulema açısından yaklaşacağımızı söylediğimiz için insanı canlı bir hayvan gibi alınıp satılan mal hâline getirmenin eleştirisini yapmayarak devam ediyoruz.
Köleyi ticari bir meta gibi alınıp satılan bir mal hâline getirmek, beraberinde köle piyasasını belirleyen ticari ilkelerin olması gerektiğini zorunlu hâle getirmektedir çünkü eğer “köle” para ile alınıp satılan bir malsa bu malın değerinin (fiyatının) neye göre belirleneceği bir sorun olacaktır. Nihayetinde atların, eşeklerin, develerin fiyatı bile özelliklerine göre belirlenmektedir. Köle ise tek bir çeşidi olan mal değil tam tersi çok fazla çeşidi ve her bir çeşidinin kendine göre özellikleri olan bir mal olmaktadır. O halde çok fazla seçeneği olan bu malın fiyatı neye göre belirlenecektir?
Ulemaya göre İslam, köle fiyatlarında serbest pazarı benimsemiş ve bu malın fiyatını belirlemede her köle sahibinin kendi değerinin geçerli olduğunu söylemiştir. Nitekim Abdülhalik Bakır’a ait “Ortaçağ İslam Dünyasında Köle Fiyatları” başlıklı bir tezde kölelerin fiyatları ile alâkalı olarak şunlar söylenmiştir:
“İslam Ortaçağı’nda köle de satışa sunulan diğer mal ve ürünler gibi kalitesine göre işlem görür ve ona göre fiyatlandırılırdı. Köle satışlarından, bu kalitenin, daha çok kölenin icra ettiği işlerle veya ortaya koyduğu yetenekle ve marifetleriyle alâkalı olduğu görülmektedir. Örneğin, on parmağında on marifeti olan bir kölenin değeri bu özelliğe sahip olmayan köleden çok yüksekti. Kaynakların sunmuş̧ olduğu bilgilerden, Emevi döneminin başlarında iyi bir kölenin 1400 dirheme (140 dinar) satıldığı anlaşılmaktadır. Ancak anılan dönemin ortalarında, bir kölenin değeri, edinmiş̧ olduğu sanatına göre değişkenlik gösterirdi. Buna göre herhangi bir sanatı olmayan bir köle 100 dinara (1.000 dirhem) satılırdı. Eğer bir köle çobanlık deneyimine sahip bulunuyorsa onun fiyatı 200 dinara (2.000 dirhem) yükselirdi. Aynı köle ok ve yay yapma becerisine sahipse o zaman da 400 dinara (4.000 dirhem) satılırdı. Anılan dönemde güzel şiir söyleme yeteneğine sahip bir köle için 600 dinar (6.000 dirhem) ödendiği de bildirilmektedir. Bu arada Emevi dönemi Mısır valilerinden Abdülaziz b. Mervan b. el-Hakem’in huzurunda satışı yapılan Nubeli siyah bir köle ve aynı zamanda iyi bir şair olan Nusayb için 1000 dinar (10.000 dirhem) fiyat biçilmiştir. Yine bu dönemde İbn Abbas’ın (Hz. Peygamberin amcasının oğlu Abdullah b. el-Abbas) azatlı kölesi İkrime 4000 dinara (40.000 dirhem), Abdullah b. Ca’fer b. Ebî Talib’in bir kölesi ise 10.000 dirheme (yani 1000 dinara) satılmıştır.”
(Abdülhalik Bakır, Ortaçağ İslam Dünyasında Köle Fiyatları, İSAM)
Köle fiyatlarındaki bu oynaklık ister istemez akla şu soruyu getirmektedir: Ulemaya göre köleliğin ticaret hukukunun zemini Kur’an’dır. Bu durumda canlı hayvandan sebze-meyveye, kuru bakliyattan et ürünlerine, süt ürünlerinden giysiye, mobilyadan silahlara kadar hiçbir ticari metayı anmayan Kur’an’da ACABA köle fiyatlarını belirleyecek bir değer yok mudur?
Mesela, şu ayete bakalım:
Lâ yu-âḣiżukumu(A)llâhu billaġvi fî eymânikum velâkin yu-âḣiżukum bimâ ‘akkadtumu-l-eymân(e) fekeffâratuhu it’âmu ‘aşerati mesâkîne min evsati mâ tut’imûne ehlîkum ev kisvetuhum ev tahrîru rakabe(tin) femen lem yecid fesiyâmu śelâśeti eyyâm(in) żâlike keffâratu eymânikum iżâ haleftum vahfezû eymânekum keżâlike yubeyyinu(A)llâhu lekum âyâtihi le’allekum teşkurûn(e)
TDV meali – Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da kefareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin kefareti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah size ayetlerini açıklıyor; umulur ki şükredersiniz!
Bu ayete verilen meale göre bu ayette “kasıtlı yeminler”in kefareti sayılmaktadır. Buna göre kefaretlerden biri “ON FAKİRE YEDİRMEK” şeklindedir fakat bu ifade o kadar geniş bir açıya sahiptir ki eğer tam bir tanım olmaz ise bir kaos çıkacağı ortadadır çünkü peynir, ekmek vermek de yedirmektir, kuş sütünün eksik olmadığı sofralar da yedirmektir.
Buna dair bir daraltma gelmiş ve şu ibare ile “on fakiri yedirmek”ten nelerin kastedildiğine açıklık getirilmiştir: مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ (min evsati mâ tut’imûne ehlîkum) “ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden.”
Bu ifade aynı şekilde bir diğer kefaret olan وْ كِسْوَتُهُمْ (kisvetuhum) cümlesi için de geçerlidir yani burada da “ehlinize giydirdiğinizin orta hallisinden.”
Bir diğer kefaret ise “köle azat etmek” anlamı verilen تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ (tahrîru rakabe(tin)) ifadesidir.
Bunların bulunmaması durumunda ise مَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ (femen lem yecid fesiyâmu śelâśeti eyyâm(in)) “üç gün oruç tutmak” kefaret olarak bildirilmektedir.
“Üç gün oruç” ile diğerlerini karşılaştırdığımızda üç gün oruç tutulması hâlinde üç öğün yemek üzerinden gidildiğinde 9 öğün yemeğe denk gelmektedir. İşte bu durumda yedirilecek yemek ile elbise fiyatları birbirine endekslenmiş olmaktadır yani (1 öğün yemek = bir elbise)
Bu ayette yeminlere kefaret olan 3 şey birbirine denktir:
(10 elbise = 10 öğün yemek = 3 gün (9 öğün) oruç)
O halde eğer ki bu ayetlerde “veya, veya, veya” denilerek kefaretler hususunda 4 farklı seçenek sunuluyorsa bu seçeneklerden 3’ü birbirine denkse ve bu denklik kolayca anlaşılıyorsa 4. seçeneğin de bunlara denk olması gerekmektedir.
Kefaret Türleri ve Fiyat Karşılaştırmaları
Yine aynı kaynaktan Allah resulü zamanında canlı hayvan ve yiyecek fiyatları şöyledir:
1 koyun … 4-6 dirhem
1 deve … 40-60 dirhem
1 sığır … 40-50 dirhem
1 vesk (130 kg) hurma … 20 dirhem
Hz. Peygamber zamanında orta halli bir elbisenin fiyatı 4-5 dirhemdir.
Tarihsel Fiyat Verilerinin Analitik İncelemesi
Bu verilere göre 10 elbise veya 10 fakiri yedirmek aşağı yukarı 40-50 dirheme mal olmaktadır yani değerler birbirine çok yakındır ama iş köleye gelince durum tepetaklak bir hal almaktadır çünkü hem ayette hangi tür köle olduğu belirtilmemiştir hem de alt-üst sınır koyulmamıştır; hemen belirtelim ki ayetteki diğer kefaretler alt sınırdır, üst sınır değildir.
Bu durumda en ucuzu 400 dirhem olan bir köle ile 10 fakiri doyurmak ve giydirmek aynı fiyatta olması gerektir ki ayetteki kefaretlerin bir anlamı olsun, değilse ve eğer burada kişiye seçme hakkı veriliyorsa köle azat etmek herkesin seve seve yaptığı bir şey değil, kimsenin paraya kıymak istemediği bir şey olacaktır yani burada köle azat etmek kolaylaştırılmamakta tam tersi zorlaştırılmaktadır çünkü bir yanda 40-50 dirhem ile sıyrılacağınız bir kefaret varsa diğer yanda da 400 dirhem değerinde bir kefaret varsa ve kefaret açısından hangisini yaparsan yap aynı değerdeyse 400 dirhemlik kefareti yapmak ahmaklıktan başka bir şey olmayacaktır.
Köleliği bu ayetlere dayandıran ulema ayette “veya, veya, veya” diye sayılan şeylerin birbirine eşit olması gerektiğini herkesten daha iyi bilmektedir. Onlara göre madem ki bu ayetteki ‘rakabe’ “köle”dir o halde köle fiyatlarının da diğerlerine eşit olması gerekmektedir, o halde bu ayet özellikle “köle” fiyatları hususunda “serbest pazar değeri”ni değil, tam tersi “fiyatı endekslenmiş bir pazar fiyatı”nı benimsemiştir.
Bu ayetlerden sırf köleliği almak fakat ayetlerin özellikle fiyatlar hususundaki belirleyiciliğini almamak “Kur’an’da kölelik vardır.” diyenlerin aslında Kur’an’dan buldukları gerekçeleri hiç umursamadıkları anlamına gelmektedir yani bu ulema “Kur’an’da kölelik var.” derken bile bunun namusuna uymamış, köleliği kabul etsek bile bunu bir ilkeye göre değil tamamen keyiflerine göre yapmışlardır. KÖLE ÜRETİM ÇİFTLİKLERİ kurarak eğittikleri köleleri 1.000.000 (bir milyon) dirheme kadar satan ulema, ahlaksız köle tacirlerinin önünü açmış, zina ve yasal fuhuştan başka bir şey olmayan cariye ticaretine İslami kılıf giydirmişlerdir -ki bu kılıfı bile hakkını vererek yapmamışlardır.
Hangi dinden olursa olsun, hangi renkten olursa olsun Yüce Allah’ın yarattığı insanı pazarda satılabilen bir mal konumunda gören ulema, insana bu kafayla bakarken artık bundan sonrasında hangi adaleti, hangi kıstı getirebilecektir?
Temelinde ‘la ilahe illallah’ olan bir dinden “kölelik” gibi bir rezilliği çıkaran ulema Yüce Allah’ın tertemiz kitabından her tarafından pislik akan paralel bir din oluşturmuş ve bu dine de “İSLAM” demiştir. Günümüzde “İSLAM” diye bilinen din işte o dindir.
Ulemanın Çelişkili Uygulama Örnekleri
Bu paralel dinin “Allah”ı ile Kur’an’ı gönderen, şu varlığı var eden Allah aynı “Allah” değildir.
Bu paralel dinin “ahiret” dediği şey ile Kur’an’ın “ahiret” dediği şey aynı şey değildir.
Bu paralel dinin “resul” dediği şey ile Kur’an’ın “resul” dediği şey aynı şey değildir.
Bu paralel dinin “melekler” dediği şey ile Kur’an’ın “melekler” dediği şey aynı şey değildir.
Bu paralel dinin “kitap” dediği şey ile Kur’an’ın “kitap” dediği şey aynı şey değildir.
Bu “din” ile “Yüce Allah’ın dini” taban tabana birbirine zıttır.
Bu paralel dinin İLAHLARI, temelinde ‘LA İLAHE İLLALLAH’ olan tertemiz dinden kulların kullara kulluğundan başka bir şey olmayan köleliği çıkaran, bu da yetmezmiş gibi ona fıkıh dizayn eden ulemadır.
Her kim ki Yüce Allah’a ortaksız ve gerçekten iman etmek istiyorsa bilsin ki Kur’an’ın anlattığının dışında bir Allah yoktur.
Her kim ki Yüce Allah’ı seviyor ve sadece O’na içinden gele gele kul olmak istiyorsa bilsin ki bunun tek yolu Kur’an’dır.
Her kim ki kendisini Allah’a götürecek diye Kur’an’dan başka bir yolda yürüyorsa bilsin ki o yol ins veya cin şeytanlarının yoludur.