Başlıklar
“KUR’AN’LA ANLAMLI OLMA YÖNTEMİ”NİN ASILLARI
Her bir varlık türü gibi insan türü de kendi türünden olanlarla birliktelik oluşturabilen ve oluşturduğu birlikteliklerle hem kendi varlığını muhafaza edebilen hem de kendi türünü devam ettirebilen varlıktır. Bu durum insandaki bir ‘kuvve’dir ama kuvvelerin de bu kuvvenin de mahkûmu değildir. Dilerse bunun tersini seçebilir, dilerse bu kuvvesini işlevsizleştirebilir, dilerse hiç kullanmayabilir. Üstelik bunu sadece bu kuvve için değil, kendisine verilen her kuvve için yapabilir. Mesela, ‘akıl’ da bir kuvvedir ama dilerse onu da hiç kullanmayabilir, işlevsizleştirebilir veya tersine hareket edebilir.
Günümüz dünyasında insan türüne ait 8 milyardan fazla birey olduğuna göre insan kendi türünü devam ettirme kuvvesini pek cömert bir şekilde kullanmış demektir.
Yine günümüz dünyasındaki devletlerin sayısının çokluğunu göz önüne aldığımızda kendince oluşturduğu tür kümesini muhafaza etmeyi de pek cömert bir şekilde kullanmış demektir. Ayrıca sahih veya değil tarihte kurulan medeniyetleri, devletleri, küçük büyük her türlü toplulukları göz önüne aldığımızda ilk insandan günümüze kadar bunu hep yapmış yani muhafaza ve üreme kuvvesini hep kullanmış demektir.
İster akıllı ister akılsız olsunlar canlı varlık türlerinin tamamının bir araya gelme ve varlıklarını devam ettirme kuvveleri bilfiil olarak kendini “topluluk ve üreme” şeklinde açığa çıkarır. ‘Topluluklar’ mevcudu korumak, ‘üremek’ ise mevcudu devam ettirmek içindir. Aklı olmayan canlı varlık türleri bir araya gelip ürerlerken sadece biyolojik nedenlere tutunurlar çünkü onlardaki özellikler ve yaşam alanları bundan daha ötesine izin vermemektedir. Bir çam ağacı bir selvi ile bir araya gelip topluluk oluşturamaz ve bu birliktelikle ne çam ne de selvi kendi devamlılıklarını sağlayabilirler. Bitki türüne mensup canlılar bunu cinslerine göre değil, sadece nev’inin de nev’isi olan özelliklerine göre yaparlar. Hepsi de hisseden canlı olan hayvanlar, türü belirleyen bu özelliğe göre değil, daha alt kademelerde bulunan özelliklere göre bir araya gelir ve ürerler.
İnsanın topluluk ve üreme kuvvesi
Biyolojik özelliklerinin referansı ile topluluk oluşturmayan ve varlığını biyolojik referansların diktesiyle değil seçimle varlığını devam ettiren tek varlık insandır çünkü insan türünün NEV’İsinin altında başka biyolojik referanslar yoktur.
Bu yüzden insan türünün hem topluluk oluşturmasında hem de üremesinde biyolojik değerler değil, soyut değerler etkilidir.
İnsanlar da öyle yapmış ve tarih boyunca biyolojik referanslarla değil, soyut değerlerle bir araya gelmiş ve soyut değerleri önceleyerek üremiştir.
Fakat soyut değerler bir yandan bazı -ki o “bazılar” soyut değerde ittifak edenlerdir, insanları bir çemberin içinde bir araya getirirken, diğer yandan da diğerlerini çemberin dışında bırakmıştır. Mamafih, çemberin dışında kalanlar da çembersiz kalmamış, onlar da kendi çemberlerini oluşturmuşlardır.
Her bir çemberin içindekiler kendi soyut değerini referans almış ve buna göre toplumlar oluşturmuşlardır. Bu şekilde oluşturulan topluluklar için artık korunması gereken ve varlığı devam ettirilmesi gereken tür sadece çemberin içinde kalanlar olmuştur.
(Yazımızdan biraz uzaklaşacağız ama konuyla alâkalı olarak şunları da söyleyelim):
Evrim teorisyenleri ile tarihçilerin bakış açısı daima aynı olmuştur. Hep ileriden geriye bakmaktalar. Bu bakış açısının amacı en başı anlamak değil, en sonu anlamlandırmaktır.
Her evrim teorisyeni bir dünyada yaşamaktadır. Yaşadığı dünya ise çember çember insanları birbirinden ayıran bir dünyadır. Onların zihinlerinde bu çemberler zaten olağan hatta olması gerekendir. İşte onların amacı aslında insan türüne anlam kazandırmak veya başlangıcı anlamak değil, oluşan çemberlerin ne şekilde anlamlı olacağını tespit etmek, bu pratik durumla uyumlu, çelişkisiz bir kaynak bulmaktır.
Hiç kimse insanların kendilerini ırklar temeline yaslayarak bir çember oluşturmalarını sorgulamamaktadır. Biyolojik varlığa “Fransız, İtalyan, Alman” gibi veya “Slav, Aryan” gibi veya “siyah derili, beyaz derili” gibi veya “kısa boylu, uzun boylu” gibi tanımlamalar getirilmesi onlara göre son derece normaldir.
İşte onların evrim teorilerine yapışmaları, bu fiili durumu anlamlandırmak içindir, yoksa insan türünün başlangıcını anlamak için değil. Buna rağmen teorilerin hiçbiri baştan sona çelişkisiz bir şey ortaya koyamamışlardır. Hepsi teorilerinde karanlık noktalar oluşturmuş ve hepsi de ya o karanlık noktaları varsayımla kapamaya çalışmışlar ya da görmezden gelmişlerdir.
Onların bu durumları “komplo” değildir. Akıllarındaki değerlerin öyle olmasından dolayıdır.
Şu bir gerçektir; insan türü evrim teorilerini anlamamış ve hâlâ da anlamamaktadır ama buna rağmen en cahilin alt benliğinde bile bu yer etmiştir. Bu yer ediş bilgi temelli değildir. Evrim teorisyenleri ile diğerlerinin aynı soyut ölçüleri kullanmasından dolayıdır.
Soyut değerler ve çemberlerin oluşumu
Evrim teorisyenleri de ırk temelli ayrımları doğal karşılamakta, ırklara göre çemberler içine alınmış insanlar da bu yüzden “ırk” gibi aslı olmayan bir çemberin içine mahkûm olmuş, bunu temsil eden semboller uğruna ölmeyi şeref bilmektedirler.
Türklük, Kürtlük, Fransızlık, Almanlık, Rusluk ve Çinlilik bir değerdir ve bu değerlere göre çizilmiş çemberlerin içinde kalanlar da dışında olanlar da bu çemberleri DOĞAL saymaktadır. Bu yüzden evrim teorisini ortaya atan kişiler hangi çemberin içinde olurlarsa olsunlar tüm çemberler tarafından kabul görürler.
Mesela, kalkıp “Bu çemberlerin tamamı ve bu çemberleri oluşturan değerlerin kendileri uydurmadır, bunların aslı yoktur.” derseniz size karşı olacak olanlar sadece sizin içinde bulunduğunuz çember değil, çemberlerin tamamıdır.
Kur’an, insanları çemberler içine almamış, insan türünü sadece iki kesime ayırmıştır ve ayırdığı kesimleri de kendi içinde çemberlere almamıştır. Mesela, ‘innel insane lefi husr’ diyerek tüm insan türünü, ‘illa’ diyerek de çizgiyi çizmiştir ama hem istisna edatının sağındakilere hem de solundakilere başka çemberler çizmemiştir.
Mesela, “iman eden Türkler, iman eden Araplar, iman eden siyahlar, iman eden çekik gözlüler vs.” gibi çemberler çizmemiştir çünkü bir kere çember çizilmesi ve çemberin meşru görülmesi durumunda sonsuz sayıda çember kendisine meşruiyet temeli bulmuştur demektir.
Bu yüzden Kur’an ikiye böldüğü insanlara hiçbir çember çizmeden sadece soyut tanımlamalar getirmiştir.
Mesela, yine ASR suresindeki istisnanın solundakilere bakalım:
‘AMENU, AMİLUS SALİHATİ, TEVASAV BİL HAKKİ VE TEVASAV BİS SABR’ … Bunlar kavramlaşmış fiillerdir ve hepsi de SIFATTIR fakat istisna edatının sağında kalanlar için böyle tanımlamalar yoktur, sadece ‘İNNEL İNSANE LEFİ HUSR’ … Cümleye biraz dikkat edilirse aslında istisna edatının solundakiler için tayin edilen sıfatların istisna edatının sağında olanlar içinde sıfat olarak getirildiği anlaşılacaktır yani aslında cümle şöyledir:
“İMAN ETMEYEN, SALİH AMELLERİ DEVAM ETTİRMEYEN, SABRI VE HAKKI VASİYET ETMEYEN İNSANLIK ZİYANDADIR
AMA
İMAN EDEN, SALİH AMELLERİ DEVAM ETTİREN, SABRI VE HAKKI VASİYET EDEN İNSANLIK ZİYANDA DEĞİLDİR.”
(Cümledeki belagat seviyesi akıllara durgunluk verecek şekildedir.)
Evrim teorisi ve çemberlerin meşruiyeti
(Aklın yasaları için sadece Asr suresi yeterlidir hatta çok fazladır.)
(Cümledeki bu mantık örgüsünü küçümseyip Aristo gibi bir putpereste itibar edilmesi hakikaten çok büyük öfke sebebidir.)
(Konumuza dönüyorum.)
Sahte referans değerlerle bir çember çizip kimini içeride kimini dışarıda bırakanlar açısından artık “varlığı muhafaza ve devam ettirme” sadece çemberin içinde kalanları bağlayan ve hatta diğerlerine rağmen edinilen bir değere dönüşmektedir yani o değer sadece çemberin içinde kalanlar içindir.
İşte bu yüzden çemberin içinde kalanların referansı tüm insan türü için değildir.
Bununla beraber “evrim teorisi” gibi her bir çemberi kendi içinde anlamlı hâle getirecek şeyler de tüm çemberlerin ortak değeri hâline dönüşmektedir.
Ortak değerlere rağmen her bir çemberin içinde kalanların REFERANS değerlerinin tamamının üzerine oturduğu yegâne temel vardır:
Hiçbir referans kalıcı değildir, her bir referans farklı mekânlara uyarlanmalı ve farklı zamanlarda güncellenmelidir.
İnsanlık tarihindeki çemberlerin tamamının yapısı sadece bu temel üzerine oturmuştur. Bu yüzden düne kadar “Türklük” değerinin göstergesi ‘Osmanlı’, ondan öncesinde ‘Selçuklu’ ondan öncesinde ‘Gazneli’ iken şimdi başka olmuştur yani referans değer olan “Türklük” zamana ve mekâna göre uyarlanıp güncellenmiştir.
Bu sadece “Türklük” ile alâkalı değildir, çemberlerin tamamı böyledir. Düne kadar “Fransızlık” değeri başka iken günümüzde başkadır. “Çinlilik” düne kadar başka iken günümüzde başkadır yani insan türünün çember oluştururken edindiği veya uydurduğu referans değerlerin tamamı TARİHSELdir.
İşte tam da bu yüzden insanlığın en büyük TECRÜBESİ; değerleri zamana ve mekâna göre uyarlama ve güncelleme tecrübesidir yani insan türü ASLA EVRENSEL DÜŞÜNMEYİ BİLMEMEKTEDİR, evrensel değerleri ANLAMAMAKTADIR.
Aklı daima uyarlama ve güncelleme temelli çalışan insan türü Yüce Allah’ın dinine (Kur’an’a) da aynı gözle bakmakta ve onu da zamana ve mekâna uyarlanan ve güncellenen bir değer olarak görmektedir.
Kur’an’ın mutlaklık ve evrensellik anlayışı
Hal böyle olunca insan türü GÜNCELLENMESİ VE UYARLANMASI GEREKENİN BİZZAT KENDİSİ OLDUĞUNU UNUTUP KUR’AN’A KENDİ ESKİMİŞ VE PÖRSÜMÜŞ HAYATINDA NASIL YER VERECEĞİNİ TARTIŞMAKTADIR.
KUR’AN, İNSAN HAYATINDA YER BULUNMASI GEREKEN BİR DEĞER DEĞİL, TAM TERSİ İNSANIN ONUN ÇEMBERİNDE YER BULMASI GEREKEN BİR DEĞERDİR.
(Kural: Kur’an mekâna ve zamana bağımlı olmayan “mutlak” olanın ilmiyle gönderilmiştir. İnsan türünün şimdilerinin ve şimdilerini yaşamak için referans değer olarak aldığı şeyler zamana ve mekâna uyarlanabilir çünkü “insan” kaynaklı her referans değer zaten zaman ve mekâna mukayyettir yani zaman ve mekân o değerin ortaya çıkmasının dominant ögeleridir. Zaman ve mekân değişince o referans değerler de gelinen “yeni” şimdiye uyarlanmak ve güncellenmek zorundadır fakat mutlak olan sınırsız ve sonsuz olduğu için hiçbir şimdinin O’nun şimdisi üzerinde bir yaptırım gücü yoktur. Bu yüzden Kur’an her zaman ve her mekânda uyarlanıp güncellenen bir değer değil, tam tersi tüm sınırlı şimdilerin kendisine göre güncellenip uyarlanacağı sabit, değişmez ve evrensel değerdir.)
KUR’AN MUTLAK İLE MUKAYYETİN KESİŞİM ÇİZGİSİ, BULUŞMA ZEMİNİDİR.
(Not: Bu yazı, günlük ve anlık bir yazı değildir. Bu yazı “Kur’an ile Anlamlı
Olma Yöntemi”nin ASILLARINDAN birinin açıklamasıdır.)