Başlıklar
KUR’AN’DAKİ LİSAN vs. LUGAT
Kur’an’daki lisan ile Arapçayı karşılaştırdığımızda arada benzerlik olmasına rağmen iki lisânın her yönüyle birbirlerinden farklı lisanlar olduğu anlaşılır… Kaldı ki Arapça şu anda lisan değil LUGAT’tır… Buna Türkçe ve Arapça üzerinden örnek verelim:
Türkçede şu kelimeler vardır… ACABA, KAYIP, KİTAP, MAKAS, KAYIT, ŞEY, MİRAS, CESUR, SİLAH, FARE, AŞK, NEFRET, TARİH, MİDE, AHŞAP, MİKTAR, SÜLALE, ZULÜM, NABIZ, ÖMÜR, ŞİDDET, ZAYIF, AKIL, KALP, İNTİHAR, ZAFER, ZULÜM, TEŞEKKÜR, AMA, FİKİR, FAKAT vs.
Bu kelimeleri daha önce sahip olduğunuz dilden alıp adına TÜRKÇE dediğiniz bir dilin kelimeleri yapmışsınız… Türkçe bir sözlükte bu kelimelerin anlamlarına baktığınızda aslında TÜRKÇE anlamlarına değil Arapça anlamlarına bakıyorsunuz… Şimdi soru şu: Siz o sözlükte anlamlara baktığınızda TÜRKÇEnin anlamlarına mı Arapçanın anlamlarına mı bakmış oluyorsunuz?
Dahası bu kelimelerle ilgili ETİMOLOJİK bir çalışma yaptığınızda siz Türkçe olan kelimelerin mi Arapça olan kelimelerin mi etimolojisine bakmış oluyorsunuz?
Şu cümlenin kelimelerinin hakîki anlamlarını etimolojik kökeniyle bana yazar mısınız desem nereye bakarsınız?
Türkçe örnekler ve etimoloji sorunları
ACABA KAYIP KİTAPLARIN MİKTARI KADAR ZULÜM MEVCUT MUDUR?
FİKRİMİ MAKASLAYARAK KAYITLI KISIMLARA AKILLICA CEVAP VERME.
Bu cümleler Türkçe ama kelimelerin hiçbiri Türkçe değil… Bu kelimelerin etimolojik kökenine nereden bakacaksınız?
Diyelim ki TÜRKÇE SÖZLÜKLERE BAKTINIZ… O sözlükte kelimenin Türkçe anlamları değil Arapça anlamları yazıyor… Şimdi bu durumda Türkçe kelimenin anlamını Türkçe sözlükten bulmuş mu oldunuz?
Yoksa ARAPÇA KELİMELERİN TÜRKÇE SÖZLÜKLERDEKİ ARAPÇA ANLAMLARINA MI BAKMIŞ OLDUNUZ?
Dikkatinizi çekerim; bu kelimelerin hiçbiri Türkçe değil ama sanki bu kelimeler Türkçe sözlüklerde Türkçe kelimelermiş gibi yazıyor fakat sözlüklerde dahî Arapça karşılıkları verilmiş.
İŞTE Kur’an’ın lisânı ile Arapça arasındaki ilişki de tıpkı böyledir.
ARAP; müptedânın merfû, haberin nekira ve merfû olacağını KUR’AN’DAN öğrendi… Kur’an Arap’tan öğrenmedi.
ARAP; mazi fiilin mebni olduğunu Kur’an’dan öğrendi, Kur’an ondan öğrenmedi.
Kur’an dilinin Arapça ile ilişkileri
Bugün Arapların elinde saçma sapan gramer kuralları ile aslından koparılmış bir dil var… Bu dilin saçma sapan kuralları ile Kur’an anlaşılmaz… Tam tersi Kur’an’daki ilkeli gramer yapısı ile Arapçadaki saçmalıklar ayıklanır.
Çalıştığımız sarf-nahiv kitaplarının durumu da aslında sarf-nahiv kurallarına uyulsa kötü değil hatta çok iyi durumda.
Bilmeyen kardeşlerimiz meâl ve tefsir yazarlarının Kur’an’ın sarfına ve nahvine uyduklarını zannediyorlar… Hayır; eskiler de yeniler de Kur’an’ın gramer yapısına asla sâdık değiller.
Meselâ; nahivde kuraldır… MA akılsızlar için MEN akıllılar için kullanılan müşterek ism-i mevsûllerdir… Ama nahiv yazarı bu kuralı belirttikten sonra altına dipnot düşüyor: “BUNUN İSTİSNÂLARI VARDIR, ÖRNEK FALANCA ÂYET.”
Bu adam Kur’an için belirlediği bu istisnâ ile ilgili dünyadaki hiçbir kitaptan örnek cümle getiremiyor, getirmez… Çünkü yok böyle bir şey… Peki adam iş Kur’an’a gelince neden böyle bir istisnâ koyuyor?… Çünkü adamın kafasında bir anlam var… O anlamı âyete giydirmek istiyor… O ism-i mevsûl ona bunu yapmasına müsâade etmiyor… Fakat adam “Ya, ben bir yerde yanlış yapıyorum.” diyerek kafasını değiştireceğine Kur’an için böyle istisnâlar üreterek Kur’an’ı değiştiriyor.
Bir başka örnek… Meselâ, Arapçada şart edatları; geçmiş zamanın şartı, gelecek zamanın şartı diye ikiye ayrılır…
Gelecek zaman şart edatlarıyla ilgili kural şudur: Eğer gelecek zaman şart edatları ile bir şart-cevap cümlesi kurulursa fiiller geçmiş zaman fiilleri olsa bile gelecek zaman anlamı verilir…
Şimdi bu kural tıkır tıkır işliyor… Ama Kur’an’da bir âyete denk geliyor… Adam âyetin bahsettiği şeyin ahirette olduğunu söylüyor… Oysa o şeyin ahirette olmadığına, dünyada olduğuna dâir bir sürü delil var… Ama adam kafaya takmış bir kere; olayı ahirete taşıyacak… Âyete bakıyor uymuyor, kurala bakıyor, orada da uymuyor… Adam hemen bir istisnâ çıkarıyor…
Adama diyorsun ki “Tamam, madem böyle bir istisnâ var, o hâlde elinizde 12 milyon beyit Arap Câhiliye dönemi şiiri var ki siz Kur’an’ı anlamak için Arap Câhiliye şiirini şevahid sayıyorsunuz, o şiirlerden bir tane örnek getirin.” -Yok getiremiyorlar…
Sarf ve nahiv üzerine eleştiriler
“Tamam Arap şiirinden vazgeçtik, bugüne kadar Arapça yazılmış milyonlarca Arapça kitap var, onlardan bir tane getirin.” -Yok getiremiyorlar…
“Tamam, kitaplardan da vazgeçtik, günümüzde Arapça konuşulan ülkelerde binlerce günlük gazete, dergi, kitap basılıyor; onlardan bir tek cümle örnek getirin.” -Yok, oradan da getiremiyorlar…
Adama dönüp diyorsun ki “Böyle olur mu arkadaş?”
O sana şunu söylüyor: “ALLAH NAHİV KURALLARININ MAHKÛMU DEĞİLDİR!”
Düzgün söz söylemenin neresi mahkûmiyet?
Bilmeyenler “ALLAH NAHİV KURALLARININ MAHKÛMU DEĞİLDİR.” sözünü Allah’ı savunan bir söz zannedebilir ama bu söz hâşâ Allah’ı hatalarla dolu bir İlâh’a çeviriyor!
SARF-NAHİV dilin kendisidir. O olmadan söz söylemenin de söylenen sözü anlamanın da imkânı yoktur!
İşte bunun gibi… Siz sarf nahiv kurallarına uyduğunuz zaman Arapçanın kurallarına değil Kur’an’daki sözün kurallarına uymuş olursunuz… Çünkü Araplar o kuralları KUR’AN’DAN ALDILAR.
Bırakalım Âsım’ın kıraatini gramer hatalarından arındırıp kelime mânâlarını Kur’an’dan bularak Kur’an’ı anlamayı, ÂSIM KIRAATİNE BİREBİR SÂDIK KALINMASI DURUMUNDA BİLE ÇOK BÜYÜK MESÂFE KATEDİLİR… HİÇBİRİ HİÇBİR KIRAATE SÂDIK DEĞİL!
Noktalama ve iştikak tartışmaları
Şunu unutmayınız ki Kur’an okuduğunuz müddetçe sarf-nahiv sürekli başvuracağınız kaynaklar olmak zorundadır.
Noktasız ve harekesiz metni temel alacaksınız bunu da kuralsız ve isteğe bağlı olarak değil bir ilkeye göre yapmalısınız.
Meselâ, Asr sûresindeki خُسْرٍۙ (ḣusr(in)) kelimesini ele alalım…
Bu kelime noktasız ve harekesiz metinde şöyle yazılmış… حسر … Noktasız ve harekesiz metinde bu şekilde geçen bu kelime جسر – جشر – جسز – جشز – حسر – حشر – حسز – حشز – خسر – خشر – خسز- خشز şekillerinde okunabilir.
Bu durumda sizin bu okuyuşlardan hangisini tercih ettiğinizin gerekçelerini ortaya koymanız gerekir. Eğer bu gerekçeleri ortaya koyma imkânınız yoksa sadece sizin tercihinize bağlı olarak böyle bir şey yapmanız asla doğru olmaz. Hatta yaptığınız şeyde isabet etseniz bile bu doğru olmaz. Bu tercihinizin “iştikak, gramer, sarf, nahiv” gerekçelerini ve hepsinden önemlisi Kur’an’dan delillerinizi ortaya koymak zorundasınız. Bunu yapmadan yapacağınız tercih keyfî bir tercih olacaktır. Bu keyfî tercihinizde isabet etmiş olsanız bile bu yanlıştır.
Eğer Kur’an’ın aslının noktasız ve harekesiz olduğunu kabul ediyorsanız ve yaptığınız tercihin Kur’an’dan değil de sizin özel tercihiniz olduğunu söylüyorsanız Kur’an’ı değiştirmiş olmazsınız… Ama “Bu kelime Kur’an’da benim dediğim gibi geçiyor.” derseniz bu çok büyük bir söz olur.
Bunun yanında noktasız ve harekesiz metne nokta ve hareke tercihinde bulunmak kesinlikle İŞTİKAK ilmini bilmeyi gerekli kılar. Noktasız ve harekesiz metnin noktalanıp harekelenmesi, Arap yazısının da günümüzde olduğu gibi noktalanması ne yazık ki tüm dillerin ana yapısını oluşturan İŞTİKAK ilminin neredeyse ortadan kalkmasına, gereksiz bir ilim hâline dönüşmesine sebep olmuştur. Oysa İŞTİKAK sadece Kur’an’daki dilin değil yeryüzündeki tüm dillerin TEMİNÂTIDIR… Aslına bakılırsa bir lisânın olmazsa olmazı iştikaktır ve bu, dünyadaki tüm dillerde kullanılmaktadır. Meselâ; İngilizceyi ele alalım… CUT yazıyorsunuz ama KAT okuyorsunuz… SHE yazıyorsunuz ama Şİ okuyorsunuz… NATIONAL yazıyorsunuz ama NEŞINIL okuyorsunuz, CHE yazıyorsunuz ama ÇE okuyorsunuz… CREED yazıyorsunuz ama KRİİD okuyorsunuz… işte bu okuyuşların hepsi İŞTİKAK sebebiyledir…
İştikak; insana işaretleri okumanın kuralını öğretir… Tek başına S yazdığınızda İngilizcede S sesini çıkarırsınız ama S işaretinin yanına H işaretini koyduğunuzda o S hemen Ş’ye dönüşüyor… İşte bu iştikaktır.
Bu durum sadece Arapça ve İngilizce için geçerli değildir… Çinceden Farsçaya, Rusçadan Fransızcaya, TAİCEden Malaycaya kadar tüm diller için geçerlidir. Dillerin İŞTİKAK denilen şeyi kaybetmesi insanlığa çok şey kaybettirmiştir… Binlerce yıldır aynı işaretleri kullanan Çinliler, yüzlerce yıldır Latin harflerini kullanan İngilizler, yüzlerce yıldır Kiril alfabesi kullanan Ruslar kendilerinden yüzyıl önce yazılmış metinleri anlayamıyorlar!
Araplar da bunlardan farklı değildir… Herhangi bir Arap, işaretler aynı olmasına rağmen bırakın noktasız ve harekesiz metinleri, yüzyıl önce yazılmış noktalı ve harekeli metinleri bile anlayamıyorlar… Günümüzde Araplar Kur’an’ı hiç anlamıyorlar. Bunun sebebi harflere nokta koyarak iştikak ilmini yok etmektir… Eğer Kur’an noktalanıp harekelenmeseydi ve Kur’an’dan elde edilmiş dil olan Arapça da noktalanmasaydı 5000 yıl önce yazılanı bile herkes anlardı…
Çünkü İŞTİKAK asla değişmez!
İştikak; ÂYET olan LİSANLARI âyet temelli anlamanın olmazsa olmaz şartıdır… Bu tıpkı SU’ya benzer… Bundan bir milyon yıl önce de su H2O idi, şimdi de H2O… Bundan bin yıl önce de su denilince insanın aklına aynı şey gelirdi, günümüzde de su denilince insanın aklına aynı şey geliyor. Çünkü âyettir ve âyetlerde asıl olan şey SÜBUTTUR.
Her gün başka bir şey yazan tabelaya İŞARET denmez…
Hep aynı şekilde, her zaman aynı şeyi gösteren şeye ÂYET denir.
Yüce Allah lisanları âyet olarak tanımlamıştır… Zaman içinde farklılaşan ve farklı istikâmetler gösteren şeye âyet denmez, denemez.
Yüce Allah lisanlara âyet demişse (ki demiş-Rûm 22) ve bu âyetleri de öğretmişse (ki öğretmiş-Rahmân 4) bu durumda Yüce Allah’ın öğrettiği âyet değişmez, değişemez… İnsan o âyet hakkında bilgisini çoğaltır ama bu asla onun ana yapısını bozacak bilgiler olamaz… Yani Yüce Allah en başta GÜNEŞE iştikak üzerinden ŞEMS dedi, aradan yıllar geçti İnsan ŞEMS kelimesinin ÇAYDANLIK anlamına geldiğini keşfetti gibi bir durum asla ortaya çıkmaz.
İnsanlar binlerce yıldır su içerler ve insanlar binlerce yıldır su olmadan hayatın olmayacağını o âyete bakarak anladılar… Aradan zaman geçti, insanlar su âyetinden suyun aslında hiç de gerekli olmayan bir sıvı olduğunu anladılar gibi bir durum asla olmaz… Ama insanlar bundan bin yıl önce suyun aslında birçok element barındırdığını bilmiyorlardı. Sonradan suyun içinde birçok element olduğunu keşfettiler… Fakat dikkat edin, bu keşif, suyun hayat için gerekli en değerli sıvı olduğu gerçeğini hiç değiştirmedi…
Bundan bin yıl önceki insanlar suyun içindeki elementleri bilmeden de suyun hayat için en gerekli sıvı olduğunu biliyorlardı şimdi de aynısını biliyorlar… İnsanlar sadece suyun hayat için gerekli en vazgeçilmez sıvı olduğunu bildiler ama suyun içinde 21 tane element olduğunu bilemediler diyelim… Bu o suyun hayat için gerekli bir sıvı olma temelini hiç değiştirmez…
Yine aynı şekilde insanlar suyun içinde 21 element olduğunu bildiler diyelim, ne oldu, suyun hayat için gerekli sıvı olma katsayısı mı arttı, insanlar suya önceki insanların verdiği değerden daha fazla mı değer verdi?
Hayır hep aynı… Burada âyetin işlevinde ve aslında hiçbir değişiklik olmadı… Değişen tek şey insanın bilgisi… AMA dikkat edin bu bilgi, SU sâbit kurallara bağlı olunca elde edilebildi… Eğer su bir gün H2O, diğer gün HO2, bir başka gün H5O olsaydı ve sürekli değişseydi insan asla SU hakkında bu bilgileri elde edemezdi…
Metodolojik sonuçlar ve öneriler
İşte tıpkı bunun gibi; ÂYETLER SÜBUT OLUNCA ÂYETTİRLER… Sürekli değişen bir şeye âyet demek zaten doğru değildir. Lisanlar da âyettir, o hâlde lisanların da bir SÜBUTU olmak zorundadır. Yüce Allah bu sübutu her lisan için ayrı ayrı belirtmemiş, RESÛLLER aracılığıyla gönderdiği kitabı HER LİSÂNIN SÜBUTU HÂLİNE GETİRMİŞTİR.
Nasıl ki Türk, Kürt, Arap, Fransız, İtalyan, Çinli, Japon vs. Kur’an’a bakarak kendisine çeki düzen verecekse, Kur’an’a bakarak İNSAN KALACAKSA Türkçe, Arapça, Japonca, İtalyanca, Fransızca vs. de Kur’an’daki lisâna bakarak LİSAN KALACAKTIR… Çünkü Yüce Allah LUGATI değil LİSANLARI ÂYET KILMIŞTIR.
LİSAN demek basitçe anlamları seslendirmek değildir… Her lisan bir dünyadır… İnsanlar onun üzerinden düşünürler, onunla anlarlar, onunla anlatırlar… İşte Kur’an’daki lisan bu dünyaların VAZGEÇİLMEZ TEMİNÂTIDIR.
Çünkü değişmezdir, çünkü sâbittir, çünkü hep var olan âyettir.
KUR’AN; anlamla ses arasındaki değişmez bağları sahtekâr ulemânın “hurufu mukatta” diyerek anlamsızlığa mahkûm ettiği her biri MUHTEŞEM ÂYETLER olan 29 sûrenin başındaki ses dizilimleri ile başlatır… Yani sıfırdan başlatır.
Önce onları tanıtır, daha sonra onlarla oluşan yazıyı tanıtır, daha sonra o yazının kurallarını tanıtır, daha sonra da der ki “İŞTE KONUŞTUĞUN LUGATI BUNA GÖRE LİSAN HALİNE GETİR!”
Çünkü nasıl ki müsemmâsı olmayan bir söz boş söz ise MÜSEMMÂYI YANLIŞ TANIMLAMAK DA BOŞ SÖZDÜR!
Lugatlar MÜSEMMÂ ile İSİM arasındaki bağları yok ederek ilkesizliğe sürükleyen, insan îcatlarıdır. Ama lisanlar ALLAH’IN ÂYETLERİDİR… Nasıl ki hayvan ve bitki türlerini yok ederek onları olmaları gerektiğinden başka şekillerde kullanıyorsak LİSANLARA da aynısını yaptık.
Şimdi anlamla söz arasında adam gibi hakîki bağlar kurmak istiyorsak Kur’an’ın öğrettiği lisânı anlamaktan başka yolumuz yok… Çünkü her konuda HÂDÎ (kılavuz) olan Kur’an bu konuda da KILAVUZDUR! Vesselâm.