Kur’an’ı Kronolojik Okumada Yöntem 2

KUR’AN’I KRONOLOJİK OKUMADA METOT (2)

“Varlığın tamamının kronolojisinin, her şeyi başlatan Yüce Allah ile başladığına ‘imân etmek’ manevî olarak birçok şeyi yerli yerine oturtsa da başı, ortası ve sonu olmayan yazılı bir belgede kronoloji kuralı nasıl işleyecek ve kesinlikle bir kronolojiyi temel alan gramer kuralları bu Kitapta nasıl gerçekleştirilecektir?” sorusu hâlen geçerliliğini koruyan bir sorudur.

Elimizdeki Kur’an’ın sûrelerinin biri diğerinin devamı olacak şekilde düzgün bir sıraya sokulmasının imkânsız olduğunu Kur’an okuyan herkes görmüş olmalıdır.

Kur’an’daki hiçbir konu veya kıssa belirli bir sırayla anlatılmamış, konuların her bir parçası birbirinden farklı sûrelere serpiştirilmiştir. Bu şekilde anlatılan kıssaların çoğu zaman ya yanlış anlaşılmaya ya da hiç anlaşılmamaya yol açtığı görülmüştür. Şu bir gerçektir ki Kur’an’ı anlamak için hakîkaten çok ciddi çaba göstermek gerekmektedir.

Bir kere, Kur’an insanoğlunun bildiği hiçbir kitaba benzememektedir. Bu benzersizlik sadece seçilen kelimelerde, anlattığı konularda veya verdiği haberlerde değil, konuların belli bir plân dâhilinde dizayn edilmesi anlamında da geçerlidir, üstelik bu benzersiz dizayn hem Kitabın tamamı üzerinde hem de tek tek sûreler üzerinde uygulanmıştır.

Hemen belirtelim ki ulemânın, okunan Kur’an’ın ‘şiire’ benzemesi için âyetlerin sonlarını hiç olmayacak yerlerden kesmesini ve secâvend işaretlerini hiç olmayacak yerlere koymasını hiç hesâba bile katmıyorum. Bunlar çok kolaylıkla aşılacak sorunlardır.

Benim dediğim; sûrelerin bizzat kendi konularının dizaynıdır. Her sûrede kıssalar anlatılmakta, hükümler verilmekte, geçmişten veya gelecekten haberler verilmekte ve bunlar bir dizayna göre yapılmaktadır.

İşte ben bu dizayndan bahsediyorum.

Hangi dil kullanılırsa kullanılsın bir sözü anlamak, o sözün anlamla bağını kavramakla mümkündür. Sözün anlamla bağını kurduran şey ise o söze hâkim olan gramer kurallarıdır. Grameri olmayan bir sözün var olması mümkün değildir.

Gramer sözlü ya da yazılı ifade edilen bir kelimenin, bir cümlenin anlam ile bağını kurduran şeydir, anlamdan veya sözden ayrı bir şey değildir. Tam tersi, söze anlam veren ruhtur. Anlamlı cümle kurabilen herkes grameri kullanıyor demektir.

“Dün koyunların yünlerini tıraş ederken yavrular annelerini rahatsız etmesin diye onları ayırmıştım, kalabalıktan onları birleştirmeyi unutmuşum.”

Gramerin Kur’an Anlamındaki Rolü

Böylesi bir cümleyi oluşturan şey gramerdir. Gramer bu cümledeki kelimelerin ne işe yaradığını, kelimelerin birbirleriyle nasıl bir bağ kurması gerektiğini, hangi kelimenin önce, hangi kelimenin sonra geleceğini bildirir. Bunları bilmeyen birinin yukarıdaki cümleyi kurması mümkün değildir.

Meselâ, aynı kelimeleri kullanarak başka bir cümle kuralım:

“KOYUN, DÜNLERİN TRAŞLARINI YÜN EDERKEN RAHATSIZLAR YAVRULARI ANNE ETMESİN DİYE AYIRMIŞTIM, BİRLEŞTİRMEKTEN UNUTMUŞLARI KALABALIK ONLARMIŞIM.”

İşte, böyle bir cümle kurmak demek grameri bilmemek demektir. Bu cümlenin bozuk bir cümle olduğu, hiçbir şey anlatmayan saçma sapan bir söz olduğu aklı başında olan 4 yaşındaki çocuk tarafından bile bilinir.

Birinci cümleyi dilbilgisi açısından öğelerine ayırıp bu kelime nesnedir, bu kelime öznedir, bu kelime zarftır, bu kelime tümleçtir, bu kelime zamirdir, bu kelime sıfattır şeklinde deşifre etmek başka bir şeydir, cümledeki kelimelerin karşılığını bilmek bambaşka bir şeydir.

Gramer insana konuşmayı öğretmez. Tam tersi, konuşmayı bilen insana NE KONUŞTUĞUNU ÖĞRETİR.

Gramer insana, AĞZINDAN ÇIKANI KULAĞINA İŞİTTİRİR, söylediğinin farkına vardırarak söz söylettirir, kelimeleri çarçur etmesine engel olur, anlam ile kelime arasında doğru bağ kurdurur, SÖZÜN FARKINA VARDIRIR.

Gramer kulağa gelen sözün akla nasıl gitmesi gerektiğini söyler.

Söz söyleyenin söze ne kadar hâkim olduğunu gösterir ve ağzından çıkanın farkında olup olmadığını anlamasını sağlar.

Yani gramer; SÖZ, AĞIZ, KULAK VE AKIL arasında doğru bağların kurulmasını sağlar.

Tek bir gramer kuralı bile bilmeyen bir kişinin sadece kelimeler üzerinde düşünerek kelimelerin kastettiği anlamı anlaması sözün kıymetini bildiğini gösterir.

Nitekim, “Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece…” diyen kişi dilbilgisi üstâdı değildir ama söylediği bu kısacık söz bile dilbilgisi üstatlarını kendisine hayran bırakmaya yetmektedir.

Gramer; söze, kelimelere ve cümlelere bağımlı insan türü için bir imkândır. Çünkü her söz “Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece…” tadında değildir.

Mesela;

قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ اَسْتَكْبَرْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَال۪ينَ
Sâd 38 / 75

Kâle yâ iblîsu mâ mene’ake en tescude limâ ḣalektu biyedey(ye) estekberte em kunte mine-l’âlîn(e)

Süleymaniye Vakfı Meâli – Allah ona, “İblis, elimle yarattığıma secde etmeni engelleyen ne oldu? Büyüklendin mi, yoksa kendini yüce görenlerden mi oldun?”

Bu âyet, devamında meâli de olan bir sözdür. Grameri bilmeyen biri bu sözde bir sorun görmez. Hele bu kıssanın Âdem kıssaları bağlamında anlatıldığını bilen kimse hiçbir sorun görmez.

Yukarıdaki âyetin TÜRKÇE meâlini deşifre ettiğimizde Türkçedeki kelimelerle kurulan cümlenin ‘gramer açısından’ hiçbir sorunu yoktur. Gâyet güzel bir şekilde kelimeler yerli yerindedir ve cümlenin yapısı Türkçe gramere gâyet uygundur.

Türkçe dilbilgisi bilsin ya da bilmesin okuma-yazma bilen herkes TÜRKÇE cümlede gramer açısından bir gariplik görmez.

Fakat bu Türkçe meâli yazdıran şey Türkçedeki GRAMER yapısı değil ÂYETİN GEÇTİĞİ ORİJİNAL METNİN GRAMER YAPISI OLMALIDIR.

Burada, Türkçe meâlin orijinal metinle gramer açısından yüzde yüz uyumlu olması gerekmektedir. Değilse Türkçe gramer yapısı düzgün bir cümle kurulmuş olur ama kurulan o cümle orijinal metnin anlamını bozmuş olur.

İşte, bunun anlaşılması için Türkçe gramerin değil mutlaka ve mutlaka ÂYETİN GRAMERİNİN bilinmesi zorunludur.

Âyet ile Türkçe meâl arasında bir karşılaştırma yaptığımızda hemen bir tuhaflık olduğu anlaşılmakta ve bir tutarsızlık olduğu görülmektedir.

TÜRKÇE meâlde “Ey iblis, elimle yarattığıma…” şeklinde çevrilen âyet, kendi metninde

لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ (li ma halaktu yedeyye) şeklinde geçmektedir.

Türkçe metinde ‘ELİMLE YARATTI + ĞIMA’ şeklinde çevrilen ‘yaratma’ kelimesine ‘-ğıma’ ekini verdiren kelime, âyetin metnindeki مَا (MA) edatıdır.

Türkçe metinde “elimle yarattığıma” denildiğinde kastedilen ÂDEM’DİR.

Türkçe gramer yapısında kelimelere ‘-ĞIMA’ şeklinde ek verdiren bir edat yoktur. Bu ekler bir edatın varlığı üzerine eklenmemiş, söz söyleyenin tercihi olarak eklenmiştir. Üstelik Türkçede ‘yarattığıma’ kelimesinden kastedilenin ‘akıllı ve irâdeli bir varlık mı yoksa akılsız ve irâdesiz bir varlık mı’ olduğunu belli edecek bir edat veya bir kullanım yoktur. Türkçede bunun anlaşılması için cümleye ilâve kelimeler eklemek gerekmektedir.

Bu yüzden “elimle yarattığıma” cümlesini Türkçe okuyan biri kimin veya neyin kastedildiğini yine Türkçe meâlin diğer kelime veya cümlelerinden anlayacaktır.

FAKAT çok az Arapça gramer bilgisi olan biri bile cümlenin diğer kelimelerini değil de sadece “لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ (li ma halaktu yedeyye) kısmını görse hemen “BU KASTEDİLEN AKILLI VE İRÂDELİ VARLIK DEĞİLDİR.” sonucuna ulaşır.

Çünkü âyette geçen ‘MA’ edatı ism-i mevsûldür ve bu ism-i mevsûller akıllı ve irâdeli varlıklar için değil AKILSIZ ve İRÂDESİZ varlıklar için kullanılır. İşte, gramer bunu anlamayı sağlar.

Konu Dizaynı ve Tematik Örgü

Aynı cümle hem akıllı varlıklar hem de akılsız varlıklar için yazılsaydı şöyle olurdu:

1- Akılsız varlıklar için … لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ (li ma halaktu yedeyye) … ELİMLE YARATTIĞIMA

2- Akıllı varlıklar için … لِمَنْ خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ (li men halaktu yedeyye) … ELİMLE YARATTIĞIMA

Her iki cümleye verilen anlama dikkat edilirse, her ikisine de “elimle yarattığıma” mânâsı verilmiştir. Fakat âyetin gramerini bilen biri için ayrıca ‘akıllı ve iradeli varlık’ eklenmesine gerek yoktur. Çünkü o grameri çok az bilen biri dahî ‘MA’ ile ‘MEN’ arasındaki farkı çok iyi bilir.

Meâl yazarları bunu bilmiyor mu?

Bilmemelerine imkân yok. Fakat meâl ve tefsir yazarları, gramer açısından köşeye sıkıştıklarında hemen ‘İSTİSNÂ’ diyerek gramer kurallarını rafa kaldırmaktadırlar. Hiçbir zaman “Acaba bir yanlış mı yaptık?” şeklinde kendilerini sorgulayıcı bir yaklaşıma sahip değillerdir.

Meselâ, âyette geçen bu ‘MA’ için gramer kitaplarının tamamında “Bu ism-i mevsûl sadece akılsız varlıklar için kullanılır.” açıklaması bulunmaktadır. Ama tüm açıklamalar yapıldıktan sonra en sona “ANCAK, BU DURUMUN İSTİSNÂSI VARDIR.” diyerek kuralın ihlâl edilebileceğini söylemektedirler.

Peki, bunun için Arapça yazılmış milyonlarca kitaptan bir tek örnek getirmeleri mümkün müdür?

Elbette ki hayır. Onlara göre gramer kurallarını ihlâl eden kendileri değil (hâşâ) Kur’an’dır yani dolayısıyla Allah’tır.

Buna da kendilerince bir savunma getirmişlerdir:

KUR’AN, GRAMER KURALLARININ MAHKÛMU DEĞİLDİR.

Güya kendilerince Kur’an’ı savunmaktadırlar. Oysa gramer kurallarına uymak bir mahkûmiyet değil İLKELİLİKTİR. Yani ancak ilkeli olan, ilkelere uyar.

Lisanlar Allah’ın âyetidir (Rûm 22), ve o lisanlara hâkim olan gramer kurallarını insana öğreten Yüce Allah’tır (Rahmân 4).

Yüce Allah’ın bizzat kendisinin koyduğu ve sözün ruhu olan gramer ilkelerini bozması ilkesizliktir. O kurallara uyarak söz söylemek mahkûmiyet değil tam tersi, mahkumiyetten kurtulmaktır.

KONULMUŞ İLKELERE GÖNÜLLÜ OLARAK UYANLAR ÖZGÜR İNSANLARDIR.

O ilkeler kişinin mahkûmiyeti değil özgürlüğüdür. İlkeleri ancak ve ancak kötüler sevmez.

İşte, gramer bu özgürlüğü fark etmemizi sağlar.

Tekrar en baştaki “KUR’ANI KRONOLOJİK OKUMAK” başlığını koyduğumuz esas konumuza dönecek olursak…

Kronolojik bir dizilimi olmayan Kur’an’ı mutlak mânâda ‘kronoloji’ üzerinden işlerlik kazanan gramere göre nasıl okuyacağız?

Meselâ, bir örnek verelim:

صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ
Sâd 38 / 1

Sâd velkur-âni żî-żżikr(i)

Süleymaniye Vakfı Meâli – SAD! Doğru bilgiler içeren Kur’an’a yemin olsun.

بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ
Sâd 38 / 2

Beli-lleżîne keferû fî ‘izzetin veşikâk(in)

Süleymaniye Vakfı Meâli – Bu kitabı görmezlikten gelenler, aslında kendilerini güçlü görüp ayrı duranlardır.

Karşımızdaki bu âyetler; kelimeler ve cümlelerden oluşmuş yazılı bir sözdür. Bu sözün anlaşılması kesinlikle kelimelerin ruhu olan ‘gramer’ temelli olmak zorundadır.

Fakat söz tüm gramer ilkelerini yerle bir ederek بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا şeklinde başlamaktadır.

Geçen seferki oturumda da bahsettim, âyette geçen الَّذ۪ينَ (ellezine) ism-i mevsûlü kesinlikle öncesi ile sonrasını birbirine bağlayan kelimelerdir. Öncesi olmadan bu edatı kullanmak imkânsızdır.

Dahası, âyetin başında ‘hayır öyle değil, bilakis, oysa, halbuki’ anlamlarına gelen بَلِ (bel) edatı da vardır. Bu edat bile sözün öncesi ile sonrası arasında bağ kuran bir edattır.

Oysa önceki âyetlere bakıldığında hem ‘bel’ edatına gerekçe olacak bir söylem yoktur hem de ‘ellezine’ ism-i mevsûlünü kendisine döndüreceğimiz bir kelime yoktur.

Gramer kuralları, her iki kelimenin de kastettiği mânânın sözün öncesinde aranması gerektiğini söylemiştir.

İşte meâl ve tefsir yazarları hemen devreye rivâyetleri sokmuş, bu âyetlerin öncesi o rivâyetlerdeymiş gibi mânâ vermiş veya açıklama getirmişlerdir.

Peki ne olmalıydı? Nasıl yapılmalıydı? Doğru yaklaşım nedir? Kronolojik bir okuma nasıl sağlanacaktır?

Hem geçen oturumda hem başka zamanlarda hem de başka platformlarda hep şunu söyledik: Kur’an; başı, ortası, sonu olmayan bir kitaptır. Her okuma, bu temel üzerine olmalıdır.

Hemen burada şöyle bir itiraz gelebilir (gelmelidir de): Evet, Kur’an; başı, sonu olmayan bir kitaptır ama kullandığı kelimeler, kelimeleri birbirine bağlayan edatlar, bu kelimelerle ve edatlarla kurulan cümleler mutlaka bir başa, mutlaka bir ortaya, mutlaka bir sona göre anlam kazanmaktadır. Öncesi olmadan bir ism-i mevsûl kullanmak anlamayı kolaylaştırmayacağı gibi, kafa karışıklığına da sebep olacaktır ve hatta kötü niyetli kişiler “Kur’an’da anlatım bozukluğu, yanlış kelime seçimi ve kuralsızlık var.” diyeceklerdir, nitekim demişlerdir de. Rivâyeti dışlayacak ve Kur’an’ın indiği hayat ile bağlamını önemsemeyeceksek bu kelimelerin karşılığını nasıl tespit edeceğiz?

Bu soru haklı ve hatta gerekli bir sorudur. Ama eğer bu soru rivâyetleri meşrulaştırmak ve “Bak, rivâyet olmadan olmaz işte.” denmek için soruluyorsa hemen belirtelim ki rivâyetleri dikkate alsak bile durum açıklığa kavuşmamakta, tam tersi, o kelimelerin karşılığını rivâyetler üzerinden belirlemek çok daha berbat durumlar ortaya çıkarmaktadır. Yani rivâyetler olayı çözmemektedir.

Ama bu soru hakîkaten soruna çözüm bulmak için soruluyorsa bu takdirde soruya elimizden geldiği kadarıyla cevap aramak zorunluluktur.

Kur’an’ın birçok yerinde MERCÎSİ olmadan zamir kullanımını da öncesi olmadan ism-i mevsûl kullanımını da bulmak mümkündür. Fakat böyle olmasına rağmen hiçbir zamir kendisini tanıtan cümleler olmadan, hiçbir ism-i mevsûl de sıla cümlesi olmadan kullanılmamaktadır.

Meselâ, az önceki âyete bakalım:

بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ
Sâd 38 / 2

Beli-lleżîne keferû fî ‘izzetin veşikâk(in)

Biraz gramer bilenler bu âyetin yapısının الَّذ۪ينَ (ism-i mevsûl) كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ (sıla cümlesi) şeklinde olduğunu bilirler.

Dil Sorunları, Çeviri ve Okuma İlkeleri

Yine az biraz gramer bilgisine sahip olanlar bu âyetin bir sonraki cümlenin (âyetin) kesinlikle kopmaz bir parçası olduğunu da bilirler.

İşte, kesinlikle bir öncesi olmayı zorunlu kılan ism-i mevsûllerin ‘kime’ veya ‘neye’ döneceği de zaten kendisinden sonraki bu cümlelerden bilinir.

İsm-i mevsûlden sonra gelen cümleler zaten SIFATTIR, hem de cümle ne kadar uzun olursa olsun.

Bu yazının ilkinde bununla ilgili bir örnek vermiştim. Asr sûresinde de bir örnek vermiştim, tekrar vereyim:

اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ
Asr 103 / 2

İnne-l-insâne lefî ḣusr(in) İllâ-lleżîne âmenû ve ’amilû-ssâlihâti ve tevâsav bilhakki ve tevâsav bi-ssabr(i)

Bu âyetteki الَّذ۪ينَ (ellezine) ism-i mevsûlünden sonra gelen cümle ta sona kadar sıfattır. O ism-i mevsûlün öncesinde nasıl tanıtıldığını bildiren sıfattır.

Yani eğer âyette geçen, الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ (ellezine âmenû ve amilû-ssâlihâti) cümlesinden kimlerin kastedildiğini anlamak istiyorsan işte bu kelimeler üzerinden Kur’an’da takip yap denmektedir.

Tam burada, yine, “KUR’AN’IN BAŞI, ORTASI, SONU YOKTUR.” cümlemizi hatırlatalım. Çünkü bu cümle bir ‘slogan’ değil GRAMATİK BİR TESPİTTİR.

Elinizde imâmesi olmayan bir tespih veya tam bir çember halinde zincir tuttuğunuzu farzedin. O tespihin ve zincirin birincisi hangisidir, ortası hangisidir, sonu hangisidir bilinemez. Başlangıç, kim hangi taneyi aldıysa ona göredir. Yani kim, saymaya nereden başlarsa onun başlangıcı orasıdır. Orta da son da o kişiye göredir.

İşte, yine hep söylediğimiz “KİM NEREDEN KUR’AN OKUMAYA BAŞLIYORSA ORASI O KİŞİ İÇİN BAŞLANGIÇTIR.” cümlemizi hatırlatalım.

Bu cümle de bir slogan değil GRAMATİK BİR TESPİTTİR.

Tam burada yine haklı ve gerekli bir soru gelecektir: “Ne yani, şimdi, Kur’an’ın kronolojisi okuyana göre midir?”

Bu soruya yüksek sesle “EVET!” diyoruz. Çünkü nasıl ki kim, ne zaman Allah’a dönerse o kişi için başlangıç orasıysa Kur’an için de aynı durum söz konusudur.

Her insanın Kur’an’a ihtiyacı aynı değildir. Her insanın hayatı birbirinin tıpkısının aynısı değildir ki Kur’an herkese tek bir tane kronoloji sunsun.

Her başlangıç, o başlangıcı yapan kişiye göre farklı anlamlar taşır. Bin tane adam öldürmüş kişinin tevbesi de bir başlangıçtır, hayatında tavuk bile kesmemiş adamın tevbe edip Allah’a yönelmesi de bir başlangıçtır AMMA her iki başlangıç asla aynı değildir.

Bu yüzden kronolojisi olmayan ya da sahte bir kronolojiye göre yaşayan her insan hakîkate dönüp “BİR (1) … ALLAH’A DÖNDÜM, KRONOMETREM ÇALIŞMAYA BAŞLADI.” demişse hangi durum ve hangi hâlde olursa olsun o kişi için BİR (1) bu birdir. Fakat her kişi için 2, 3, 4, 5… vs. farklı olacaktır.

Çünkü BİR (1) ASLA DEĞİŞMEZ AMA 2, 3, 4, 5… vs. KİŞİNİN DURUMUNA GÖRE ÖNCELİK KAZANIR.

Zinâ eden birinin de adam öldüren birinin de sadece tembellik gösteren birinin de BİRİ (1’i) AYNIDIR VE DEĞİŞMEZ… Ama BİR ile kronometreyi başlatan bu kişilerin İKİ (2)’si farklı farklı olacaktır. BİRİ ZİNÂDAN VAZGEÇİP TÜM SORUMLULUĞU YİĞİTÇE KARŞILAYACAK, DİĞERİ ÖLDÜRDÜĞÜ ADAMIN TÜM SORUMLUĞUNU GÖZE ALACAK, DİĞERİ DERHÂL TEMBELLİĞİ BIRAKACAK.

İşte, hayatın getirdiği bu metot aynı zamanda Kur’an’ın gramatik yapısının metodudur.

İnsan sayısı, değil 8 milyar, 8 trilyon da olsa Kur’an her bir insana EN DOĞRU KRONOLOJİK ÇÖZÜMÜ MUTLAKA VERİR. Hatta ne kadar benzemez olsalar bile.

Her bir insanın hayat düzeni, anlayışı, olaylara bakışı TIPATIP aynı değildir.

Bu yüzden Allah’a döndükten sonra hangi şeyin öncel olacağı da farklı farklı olacaktır. Fakat asıl olan, her zaman için KRONOLOJİ ALLAH İLE BAŞLAYACAKTIR.

İşte, Kur’an’ın GRAMATİK yapısı tam tamına budur.

Sûrenin başında gördüğümüz ism-i mevsûle hemen bu şudur demeyecek, o ism-i mevsûlden sonra gelen tanıtıcı sıfatî kelimelerin izini süreceğiz.

Ve yer yarılsa gök üzerimize de yıkılsa asla ve asla KUR’AN’IN İÇİNE RİVÂYET VE YORUM GİBİ ŞEYLERİ HİÇ KARIŞTIRMAYACAĞIZ.

Bu durumda da haklı ve gerekli bir soru daha çıkacaktır: “NE YANİ, ŞİMDİ, BİR KELİMEYİ ÖĞRENMEK İÇİN GÜNLERİMİZİ Mİ HARCAYACAĞIZ?”

Bu soruya da yüksek sesle “EVET!” diyoruz. Çünkü Kur’an’dan daha anlamlı bir şey yoktur ki vaktimize acıyalım.

Çünkü Kur’an bir kelime öğretirken insanı öyle bir serüvene çıkarıyor ki akıl sır ermiyor.

Şöyle bir örnek verelim:

KUR’AN İLE KUTUPLARA YOLCULUK YAPMAK yazısını tam burada hatırlamak gerekli…

Diyelim ki Kur’an’dan kutuplara gitmeyi arıyorsunuz. ‘Kutup’ kelimesi ile ilgili kafanızda bilgiler var. Size göre kutup, sıcaklığı +30, +40 derecenin olduğu, her zaman tek mevsimin olduğu, aylak turistlerin şezlonglar üzerinde içkilerini yudumladığı bir yerdir. İnsanlar terlikle, şortla ve tişörtle gezmektedir… (Kutuplara dâir bilginiz varsa Kur’an’dan sizi kutuplara götürmesini zaten istemezsiniz.)

İşte siz bu hâldeyken Kur’an’a “Haydi beni kutuplara götür, seni kılavuz olarak tuttum.” dediniz. Kur’an şöyle size bakıyor ve “Hazırlığın var mı?” diye soruyor. Siz gerinerek “Ne hazırlığı, lâzım olan bir don. Bir de gömlek ama onu da orada alırım.” diyorsunuz. Kur’an size hiç itiraz etmiyor. “Tamam, takıl peşime.” diyor… Başlıyorsunuz Kur’an önde, siz arkada yürümeye. Biraz gittikten sonra hava yavaş yavaş serinlemeye başlıyor. Kur’an size göz ucuyla bakıp “Üşümeye mi başladın?” diye soruyor. Siz “Evet, biraz üşümeye başladım.” diyorsunuz. Kur’an size “Aaa bak şurada üstüne giyebileceğin bir şey var, üşümemek için istersen onu giy, galiba onu buraya biri koymuş.” diyor. Siz hemen onu giyiyorsunuz. Çok az gittikten sonra terlikle yola çıktığınız için ayaklarınız da üşümeye başlıyor. Kur’an yine, sanki durumu bilmiyormuş gibi “Hava iyice bozdu, aaa bak şurada ayakkabılar var, istersen onu giy.” diyor. Biraz daha gidiyorsunuz ve hava daha da soğumaya başlıyor. Sizin yola çıkmadan önceki kutuplarla ilgili bilgileriniz akla geliyor ve yavaş yavaş kendinizden şüphelenmeye başlıyorsunuz. Kendi kendinize “Acaba ben kutupları yanlış mı öğrendim?” diyorsunuz ama sonra kalkıp “Yoo, ben yanlış öğrenmiş olamam, burası dağlık olduğu için soğuk sadece, kutba gidince hava yanacak.” diyerek kendinizi teselli ediyorsunuz. Fakat gittikçe hava soğuyor ve her havanın soğuyuşunda Kur’an sanki bilmezmiş gibi “Aaa bak orada bir kazak var, bak orada bir palto var, bak orada bir eldiven var, bak orada şu var, bu var…” diyerek sizi varacağınız kutba yavaş yavaş hazırlıyor. En sonunda sizi buzdağlarının arasına getiriyor ve “İşte kutuplar!” diyor. Fakat siz oraya gelene kadar zaten kutupların nasıl olması gerektiğini anlamış, ona göre donanmış oluyorsunuz. Yani Kur’an sizi asla ayağınızda terlikle, donla, gömlekle KUTBA GETİRMİYOR.

İşte, her kişinin Kur’an ile yolculuğu böyledir. Kur’an, aradığınız şeyle ilgili sizi tam donatmadan, sizi oraya asla götürmüyor.

BEN BUNU BİNLERCE KEZ YAŞADIM VE HÂLÂ YAŞIYORUM.

Kronolojisini Allah ile başlatan kişi artık Kur’an’ın kılavuzluğuna râzı olmuş demektir. O kılavuz sizi ne kadar dolaştırırsa dolaştırsın kem küm etmeden, kılavuzu beğenmezlik etmeden ve sonsuz bir güvenle onu takip etmek, işte, kronolojisi Allah ile başlayanların üzerine düşen şeydir. Beğenmediğin anda bırakıp kendine başka kılavuz arama seçeneğin ise her zaman vardır.

Daha yeni sizinle bölüştüğüm Asr sûresi şöyle bitiyordu:

‘VE TEVASAV BİL HAKKİ VE TEVASAV BİS SABR’

O HAKK’A İKNÂ OLUNMUŞSA BAŞKASINI ARAMAMAK VE SONUNA KADAR TAHAMMÜL GÖSTEREREK ONA YAPIŞMAK, ONUN ARKASINDAN AYRILMAMAK.

İşte Kur’an’ın kronolojik okuması budur!

EY “BİR!” DİYEREK KRONOLOJİSİNİ ALLAH İLE BAŞLATAN KİŞİ!

İKİYİ (2) KILAVUZUNA BIRAK, SEN SADECE O’NU İZLE, O SANA 2, 3, 4, 5… vs.LERİN EN GÜZELİNİ GÖSTERECEK!

BUNA İNAN VE O’NA TESLİM OL!

ALLAH’TAN GÜZEL İLÂH, KUR’AN’DAN GÜZEL KILAVUZ YOKTUR!

ÇÜNKÜ KUR’AN EN GÜZELDEN GELEN EN GÜZELDİR!

Bizi Kur’an ile şereflendiren YÜCE ALLAH’A sonsuz şükürler olsun.

Kavramlar: