Kuranin Gercegi Ve Hakikati

KUR’AN’IN GERÇEĞİ ve HAKİKATİ

Öğrenme İhtiyacı ve Temel İlkeler

Bir asıldan hareketle öğrenmeyi temel alan her insan öğrendiği her yeni bilgiyle beraber yeni bilinmezleri de görür ve “öğrenmek” denilen şey tam da budur. “Öğrenmek” denilen şeyin devamlılığı da buna bağlıdır. Öğrenmenin amacını “bilmek” olarak gören her akıl donmaya, katılaşmaya, peşin kabuller sahibi olmaya, şartlanmış olmaya mahkumdur.

Bir asıldan hareket etmeden veya bir aslı temel almadan girişilen her öğrenme faaliyeti kişiyi sadece gerçeğin bilgisine ulaştırır ve böylesi bilgiler kişinin kendi hevâsını ilah edinmesine sebep olur. Böylesi kişiler gerçeğin olmazsa olmazı olan hakikati kendisi belirlemeye çalışır çünkü.

Tüm gerçekler bir hakikatin eseridir ve hiçbir gerçek hakikat asıl alınmadan kavranamaz.

Elimizdeki Kur’an nesnesi ile, harfleri ile, kelimeleri ile, bağlı bulunduğu dilbilgisi kuralları ile bir GERÇEKTİR. Bu gerçeğin anlamlı olabilmesi için daima onun HAKİKATİNİN göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

Onun gerçeği, akıllı varlık türlerini tanımsızlıktan tanıma, ölçüsüzlükten ölçüye çıkaracak rehberliği yapmasıdır. Onun hakikati ise Yüce Allah’ın kitabı olmasıdır. 

İşte bu hakikat, Kur’an’daki kelimelerin ve kavramların tanımsal anlamlarının yanında kavramsal hafızlarının da Yüce Allah’a ait olduğu anlamına gelmektedir.

Bir dili konuşan her insan hayatında kullandığı kelimeleri, bilgisi üzerinden anlar -ki bu bilgi artar, değişir, farklılaşır ve hatta bazen tamamen yanlış çıkar. Tamamen doğru bile olsa kelimeler anlam ağırlıklarını (hafızalarını) zamana ve mekâna bağımlı olarak edinirler.

Oysa Allah’ın bilgisi (ilmi) artmaz, eksilmez ve yanlış çıkmaz. Mecaz veya kinaye ile olsa bile Yüce Allah kelimeler ve cümlelerden oluşmuş bir kitabı kendisine izafe etmişse, o kelimeleri üstlenmişse, arkasında durmuşsa, bu durumda kelimelerin hafızalarının ağırlık kazandığı alan mukayyet alan değil mutlak alandır. 

Dil, Anlam ve Bellek İlişkileri

Tam burada “Kelimelerin mutlak alanda hafıza sahibi olmasının insana ne faydası olur ki?” şeklinde bir soru gelmelidir akla.

Kur’an, mutlak olanın mukayyet alanda açtığı bir zemindir ve kelimeler işte bu zeminde anlam kazanırlar yani, mutlak olan Zat mukayyet alanda mutlak bir pencere açmıştır ve Kur’an’ın her kelimesi işte bu pencerede anlam ağırlığına sahip olmaktadır.

İnsanların kelimelere mukayyet alanda yeterli olacak anlamlar yüklemesi yani bir gerçeği tam olarak (mutabık – tıbâk) ifade edecek anlam karşılığı bulması için zamana, mekâna yani kelimelerin kullanılmasına ihtiyaçları vardır fakat Kur’an için bu asla böyle değildir ve olamaz da.

İşte bu yüzden Kur’an’daki kelimelerin ve kavramların anlam hafızları tıpatıp aynı seslerden oluşmuş kelimeler bile olsa asla Arapların kelimelere yükledikleri hafızalar olmazlar, olamazlar. Eğer böyle alınırsa Kur’an’ın kelime vaz ederken kullandığı akıl, kullandığı ilim Yüce Allah’ın (hâşâ) aklı ve ilmi olmaz, olamaz yani eğer “Allah Araplara Arapların dili ile seslendi.” gibi bir söyleme girişilirse bu söylem (sonsuz kere hâşâ) “Kur’an’ın aklı ve Kur’an’ın hafızası herhangi bir Arap’ın aklı, herhangi bir Arap’ın hafızası kadardır.” denmiş olur çünkü Kur’an’ın gerçeği, onun kelimelerden, cümlelerden, nesnel varlığı olan sayfalardan, yazı malzemelerinden oluşmuş olmasıdır ama Kur’an’ın hakikati onun Yüce Allah’ın kitabı olmasıdır.

İşte bu değer ASIL olarak alınarak Kur’an’daki kelimelere yaklaşılırsa her bir kelime sonsuza uzanan bir öğrenme olur, zamanın ve mekânın içinde eridiği bir öğrenme.

Mesela, şu cümleyi farklı zamanlarda ve farklı mekânlarda tekrar tekrar kendimize söyleyelim: “Kur’an Allah’ın kitabıdır.”

Bu cümle her Kur’an okuyuşundan sonra söylendiğinde her biri diğerinden daha fazla hafızaya sahip bir cümle olur. Eğer bu Kur’an’daki kelimeler ve cümleler Arapların kullandığı gibi kullanılmış olsalardı işte bu hafızayı vermez, veremezdi.

Bir şairin yüzlerce yıl öncesinde söylediği bir şiirde bile asıl olan şairin kapasitesi ve şairin sözlerinin anlamsal değeridir. Şair zamana ve mekâna bağımlı olduğu için söylediği her şey kendi zamanında ve kendi mekânında asıl anlamını kazanır fakat sözün sahibi zamanın ve mekânın yaratıcısı olursa, her bir şeyi tamamen kuşatmış biri olursa o zaman sözün kapasitesi işte bu kapasiteye göre anlam kazanır.

Velhasıl, Kur’an’ın gerçeği, onun elimize alıp okuyabildiğimiz kelimelerinin anlamları içinde öğrenme faaliyetinde bulunmamızdır ama Kur’an’ın hakikati, okuyarak öğrenmeye çalıştığımız kelimeleri Yüce Allah’ın kendisine izafe ettiği, üstlendiği hakikatidir.

Bu hakikat temel alınmadan Kur’an asla anlaşılamaz.

Kavramlar: