Kuranin Goturdugu Yere Amasiz Fakatsiz Git

KUR’AN’IN GÖTÜRDÜĞÜ YERE ‘AMASIZ, FAKATSIZ’ GİT!

Her insan bir işe niyetlenirken ve niyetlendiği o işe başlarken bir semereye (faydaya/karşılığa) ulaşmayı umar. Zaten insanın yaptığı veya yapacağı işten bir beklentisi yoksa o işi hem yapmaz hem de yapsa bile anlamsız olur. Aslına bakılırsa ‘fiil’ ve ‘amel’ ayrımı da burada kendisini gösterir. Yapılacak bir işten bir karşılık umarak bir gayeye ulaşmak için yapılan işe ‘amel’, ister istemli isterse de istemsizce yapılan işe de ‘fiil’ denir. İnsandan sâdır olan her türlü soyut ve somut hareket ‘fiil’dir ama her fiil ‘amel’ değildir. Merdivenden inerken istenmediği halde düşmek, su kenarında giderken istemeden suya düşmek, Nasrettin Hoca gibi “Nasıl olsa inecektim.” veya “Nasıl olsa yıkanacaktım.” diyerek fiiller ‘amel’lere dönüşmezler.

Fiil ve amel arasındaki ayrım

İstemsizce yapılan fiilleri bir kenara bırakıp isteyerek ve bir gayeye ulaşmak için yapılan fiilleri yani amelleri söz konusu edecek olursak ameli ‘amel’ yapan şeyin “yapılmadan önce bir tasarının ve mutlaka bir gayesinin olması gerekir” diyebiliriz fakat şu da var ki amellerin bir tasarı ve bir gayeye göre olması o amelin tasarlandığı gibi gerçekleşeceği, umulan gayeye ulaşacağı hiçbir zaman kesin değildir. 

Her insan kendi hayatına baktığında, hayattaki birçok olayın tasarlanandan başka şekilde gerçekleştiğini ve umulan gayeden başka şekilde sonuçlandığını görecektir.

Her insanın içinde bulunduğu ‘hâl’ yani şimdiki zamandaki hâli önceden tasarlanmış bir hâl değildir; hayattaki birçok olayın sonucu “beklenmedik, umulmadık” sonuçlardır. Hayat pek çok insanı istemediği, planlamadığı bir yere getirmiştir.

Meseleye hayat üzerinden baktığımızda, bu beklenmeyen ve umulmayan durumlar kimi olaylarda “İyi ki tasarladığım gibi gerçekleşmedi.” dedirtirken, kimi olaylarda ise bir hayal kırıklığı oluşturur yani hayatın beklenmedik ve umulmadık sonuçlarının kimi zaman iyi kimi zaman kötü olması mümkündür ve hayat bu tür olaylarla doludur.

İnsan, hayatın kendisine hep tasarladığından ve umduğundan başka sonuçlar verdiğini bilmesine rağmen neden sürekli tasarlar ve sürekli umar? Madem hayat tasarlandığı gibi gerçekleşmiyor ve madem çoğunlukla umulandan başka şeylerle karşılaşılıyor o halde tasarı ve beklentilerin terk mi edilmesi lazım? Şu hayatta tasarlamadan ve ummadan bir ameli gerçekleştirmek ve böyle yaşamak mümkün mü?

İnsan, akıl sahibi olduğu müddetçe tasarlamadan ve ummadan hiçbir fiilini ‘amel’e dönüştüremez bu yüzden tasarlamak ve ummak insanın kaderi (ölçüsü)’dir, insanın bundan kaçması mümkün değildir.

İnsanın tasarlama ve umma mecburiyetinin tek sebebi bu değildir. Tasarlanmadan ve ummadan yapılan işlerin sonucu hep iyi olsaydı veya hep kötü olsaydı o zaman tasarlamak ve ummak ahmakça bir şey olurdu fakat hiç kimse tasarladığının ve umduğunun tasarladığı ve umduğu şekilde gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilmemektedir. İşte hem tasarının gerçekleşmesinin hem de umulan şeyin tahakkuk edeceğinin bilinmemesi tasarıyı ve ummayı mecburi hâle getirmektedir.

Ayrıca bir tasarının gerçekleşmesi ve umulan sonuçların tahakkuk etmesi sadece tasarlayan ve uman kişiye bağlı değildir hatta büyük çoğunlukla ona bağlı değildir. 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depreminin olduğu gece on bir şehirdeki milyonlarca insan o sabah gerçekleştirecekleri tasarılarla ve ulaşmayı umdukları sonuçlarla uykuya daldılar ama hiçbirinin ne tasarısı gerçekleşti ne de umdukları tahakkuk etti. Şu da var ki tüm tasarıları bir deprem ile yerle bir olan insanlar gözlerini depremle de açsalar bir gece önceki tasarılarını, ulaşmak istediklerini unutup yeni bir tasarı ve yeni bir umut edindiler: Depremden kurtulmak ve bir an önce normal hayata kavuşmak çünkü her bir sonuç ister istenilen şekilde olsun isterse olmasın insanda hemen bir tasarı ve hemen bir umut oluşturur fakat bunun işlemediği ve işlemeyeceği bir şey var ki bu açıdan o nev’i şahsına münhasırdır. Orada ne insan tasarısı işler ne de insan umduğuna ulaşır. 

Tasarlama ve ummanın gerekliliği

Gazzâlî: “Biz ilimden ne umduk o bizi nereye getirdi.” diyerek ilim yolculuğunun tasarladığı ve umduğu gibi gerçekleşmediğini ifade eder.

Gazzâlî “ilim” derken neyi kastetti ne umdu da ne buldu, onu bilemeyiz ama şunu biliriz, Kur’an, kendisine kendi tasarılarıyla ve kendi ulaşmak istediği sonuçlarla geleni hiçbir zaman kabul etmemektedir.

Kur’an’ın, insan kendi tasarılarına ve umduklarına ulaşsın diye indirilmediği kesindir. 

Az önce, “İnsanın tasarladıkları ve umdukları, istediği gibi gerçekleşmese bile yine de hep tasarlar ve hep umar.” dedik ve bunun sebebini de “tasarlanmayan ve umulmayan sonuçların insanın tasarladığından daha iyi veya daha kötü olma ihtimali olduğu için insan tasarlar.” demiştik yani “Eğer tasarlamamak ve ummamak her zaman ‘iyi’ veya her zaman ‘kötü’ sonuç verseydi tasarlamak ahmaklık olurdu.” dedik. Evet, eğer sonuç kesin belli olsaydı tasarlamak ve ummak ahmaklık olurdu. Hayattaki hiçbir şey kesin olmadığı için mecburen tasarlayacağız, mecburen umacağız fakat bu ‘Kur’an’ için geçerli değildir. ‘Kur’an’ için, “Tasarlamak ve ummak ahmaklıktır.” çünkü Kur’an kendisine inananı daima iyi sonuçlara götürür yani sonucu kesindir hatta tersi de kesindir. Kur’an’a iman ettiği için değil, bir tasarıya ve ulaşmak istediği şeylere ulaşmak isteyenler için de sonuç kesin olarak ‘kötü’dür.

Bir rehber düşünün, o rehber size “Tasarlama ve bir şeyi önceden umma, ben seni tasarlayabileceklerinden daha iyisine -ki sen onu asla tasarlayamazsın- ve umabileceklerin en iyisine -ki sen onu asla umamazsın- götüreceğim, ayrı yolda bırakmayacağım, hayal kırıklığına uğratmayacağım.” demişse burada artık insanın tasarlaması ve umması gerçek manada ahmaklıktır ve gerçek manada akılsızlıktır.

İnsan Kur’an’ın hacmine bakarak Kur’an’ın bu iddiasını küçük görebilir ama bu durumda unuttuğu bir şey olur, o da bu kitabı Yüce Allah’ın zaten tasarlamış olması ve zaten insanı karanlıklardan aydınlığa çıkarması hedefini çoktan koymuş olmasıdır.

Kur’an’ın bu büyük iddiası harflerinden ve kelimelerinden gelmemektedir, Yüce Allah’ın tasarısı olmasından gelmektedir. Bu açıdan Kur’an’ın iddiası ile Allah’ın tasarısı birleştirilince “olmaz” diye bir şeyin olması mümkün değildir çünkü Allah sonsuz kere bunu yapma kudretinde olduğunu göstermiştir. Minicik bir yumurtanın içine ‘insan’ gibi komplike varlığı sığdırmamış mıdır mesela? İnsanı gözle görülemeyecek kadar küçük bir yumurtanın içine sığdıran Allah, “insanı karanlıklardan aydınlığa çıkarma” iddiasını kelimelerin ve cümlelerin içine sığdıramaz mı? İnsanı hiçbir zaman düşünemeyeceği güzellikteki bir tasarının, hiçbir zaman umamayacağı bir sonucu surelerin içine sığdıramaz mı?

Şöyle bir misal verelim; insan yaratılmadan önce Allah insana “Kendini tasarla ve bu tasarını da gerçekleştir.” deseydi acaba insan kendisini şu an var olduğu gibi tasarlayabilir ve şu an yaratıldığı gibi yaratabilir miydi? İnsan tasarlamadığı ve ummadığı bir şekilde yaratılmıştır iyi ki insan tasarlamamış ve ummamıştır yoksa hâlimiz harap olurdu.

Kur’an’a teslimiyet ve güven

Farz-ı misal; Allah insanı yarattıktan sonra “Haydi yaşayacağın evreni tasarla ve tasarını gerçekleştir.” deseydi acaba insan, içinde yaşadığı şu evreni tasarlayabilir ve gerçekleştirebilir miydi? İnsana “Sen tasarla, ben yapayım.” deseydi insan yediği bir lokma ekmeği tasarlayabilir miydi? İyi ki varlık, insanın tasarladığı ve umduğu gibi değil.

İşte, varlık ne ise Kur’an da odur bu misallerde. İyi ki Kur’an insanın tasarladığı gibi değil, iyi ki Kur’an insanı umduğuna götürmüyor.

Susanna Tamaro kendi dünyasına uygun olarak “Yüreğinin götürdüğü yere git.” demiş yani “Neyi tasarladıysan onun peşinden git.” Heyhat hayatın hep tasarlananın dışında gerçekleştiği gerçeğine rağmen söylenmiş bir sözdür bu.

Biz ise kendi dünyamıza uygun olarak “HİÇ TASARI YAPMADAN, HİÇ UMMADAN KUR’AN’IN GÖTÜRDÜĞÜ YERE GİT.” diyoruz çünkü o, seni, tasarladığından çok daha güzel bir tasarıyla senin ulaşmak istediğin sonuçlardan hayal bile edemeyeceğin daha güzel sonuçlara götürür. En önemlisi; sen ona tasarın olmadan ve ummadan tâbi olursan SENİ HİÇBİR ZAMAN HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRATMAZ.

İşte bu yüzden “Kur’an öğrenmek” sonuçlara ulaşmak değil süreçlere yapışmaktır; plansız, tasarı olmadan, hayalsiz. Kur’an, kendisine tasarı dayatılacak bir rehber değildir.

مَا لَكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَۚ
Kalem 68 / 36

Mâ lekum keyfe tahkumûn(e)

اَمْ لَكُمْ كِتَابٌ ف۪يهِ تَدْرُسُونَۙ
Kalem 68 / 37

Em lekum kitâbun fîhi tedrusûn(e)

اِنَّ لَكُمْ ف۪يهِ لَمَا تَخَيَّرُونَۚ
Kalem 68 / 38

İnne lekum fîhi lemâ teḣayyerûn(e)

Bu kitap ne Ehl-i Sünnet’çilik oyununun ne de Şia düzenbazlığının bir nesnesi olabilir, asla olamaz. Bu Kur’an, Yüce Allah’ın bir tasarısıdır ve o, insanı insanın istediği yere değil, Yüce Allah’ın razı olduğu yere götürmek için gelmiştir ve hiçbir insan tasarısı ve hiçbir insan umudu Yüce Allah’ın razı olduğundan daha güzel ve daha iyi olmaz, olamaz. Zaten Yüce Allah’ın razı olduklarının, insan için insanın razı olduklarından kıyas yapması bile ahmaklık olacağı bir seviyede güzel olduğuna inanmayan, güvenmeyen birisi Kur’an okumasın.

Kavramlar: