Başlıklar
“KUR’AN’IN İCAZI” DİYEREK ORTAK KOŞMAK
Daha önceki yazılarımızdan birinde ‘icaz’ kelimesinin sözlük anlamının “kesmek, kırkmak, kısaltmak” anlamına geldiğini, terim anlamının ise “sözü gereksiz fazlalıklardan arındırarak bir manayı en açık şekilde ifade etmek” olduğunu söylemiştik. Devamında Cahiz’in “Kur’an, icazı çok yüksek olan bir sözdür ve her icaz gibi onun da tefsir edilmesi, uzun uzun açıklanması gerekir.” şeklindeki tefsir tanımını getirmiş ve onun bu tanımı üzerine birkaç kelam etmiştik.
Cahiz’in Kur’an’ın icazı ve onun tefsiri hususundaki bu tanımlamasına katıldığımızı ama o ve onun gibi müktesebat ulemasının ‘tefsir’ kelimesinin içeriğine yükledikleri anlama katılmadığımızı belirtmiştik.
Tefsirin iki amaçla yapıldığına dair şu tasnifi yapmıştık:
- Metnin eksiğini gidermek için yapılan tefsir: Bu bakış açısına göre icaz değeri yüksek olan bir sözün eksik ve tamamlanması gereken bir söz olduğunun en başta kabul edilmesi gerekmektedir.
- Metnin muhteşemliğinin, insanı aciz bırakan icazının kaynağını anlamak için yapılan tefsir: Bu bakış açısına göre tefsir edilecek metnin bir eksiğinin, gediğinin olmadığının daha en başta kabul edilmesi gerekmektedir.
Aslına bakılırsa Akaid uleması akaid ilkelerini “tafsili iman” ve “taklidi iman” temeli üzerine oturturken ister tafsili ister taklidi olsun her müminin daha en baştan Yüce Allah’ın kitabının eksiği ve gediği olmayan bir kitap olduğuna iman etmeyi bir zorunluluk olarak göstermektedirler. Her müminin bu bilginin detayını bilmesine gerek yoktur. Çünkü her türlü kusur ve eksiklikten münezzeh olan Yüce Allah’tan gelen bir kitabın kusursuz olduğunu bilmek ve buna iman etmek için âlim olmaya gerek yoktur. Yani müktesebat uleması da Kur’an’ın icazından kaynaklanan boşluklar olmadığını söylemektedirler.
Evet, söylemesine söylemektedirler ama bu söylemleri ile tarih boyunca yaptıkları taban tabana birbirine zıttır. Yaptıkları tefsirlerin tamamı Kur’an’ın yüksek söz değerini ortaya çıkaran şeyler değil tam tersi Kur’an’ın icazının görülmesini engelleyen perdeler olmuştur. Çünkü tefsirlerin tamamı (abartmıyorum) hep eksik tamamlama mantığı ile yapılmış ve daima Kur’an, boşluğu olan kitap olarak görülmüştür. Esbab-ı nüzul rivayetlerinin taşınması, hadis adı altında alâkası olmayan şeylerin ayetlerin muradı olarak gösterilmesi, ayetleri günlük yaşama uyarlama adına ayetlere ayetlerde olmayan kelimeler ve anlamlar yüklenmesi, gramer kurallarının bir çırpıda yok sayılması, isnad, müsned ve müsnedün ileyh arasındaki ilişkinin farazi şeyler üzerine temellendirilmesi, var olan isnad-müsned ilişkisinin saptırılarak başka tarafa kaydırılması bu ön kabulün sonuçlarıdır.
ulemanın tefsire yaklaşımı ve yöntemleri
Ulema tarih boyunca “Kur’an’ın icazını nasıl gösteririm?!” endişesi yerine “Kur’an’ın eksiğini nasıl tamamlarım?!” endişesi ile hareket etmiş ve bu doğrultuda Kur’an’a yaklaşmıştır. İyi bir zan taşıyarak bu endişelerinin kaynağının “bilmeyen insanları Kur’an’a yöneltmek veya Kur’an’ın izzetini korumak” olduğunu söylemeyi çok isterdim ama bugüne kadar yaptığımız çalışmalarda bizi bu zanna sevk edecek hiçbir iz bulamadık ne yazık ki!
İşte bu yüzden kütüphanelere sığmayan milyonlarca tefsir bizi Kur’an’a daha çok yaklaştıran birikimler olmak yerine bizi Kur’an’ın yüksek değerinden uzaklaştırıp onu kitaplardan herhangi bir kitap seviyesine indirme tavrına sürükleyen aldatıcı bilgi kaynakları işlevi görmektedir. Çünkü bu yaklaşım biçimi Kur’an’ın kilit kavramlarının bile ya ters yüz edilmesine ya da bambaşka anlamlara gelmesine neden olmuştur. Hiç abartmadan söylüyorum ki buna “iman, küfür, şirk” gibi kavramlar da dahildir.
Mesela, hiç kimse Kur’an’ın yanına herhangi bir kaynağı koymanın şirk olabileceğini aklına bile getirmemektedir. Kur’an’ın gramer yapısını ve onun asıl halinin noktasız ve harekesi olduğunu görmezden gelmenin küfür olduğunu aklının ucundan bile geçirmemektedir. Kıraatleri Kur’an yerine koymanın NİFAK olduğunu hayal bile etmemektedir.
Şu bir hakikattir: Akıllı varlık türlerinin tamamı NESNEL manada Allah’a şirk koşamaz, nesnel manada Yüce Allah’ın sıfatlarından herhangi birini eksiltemez ve çoğaltamazlar, sadece bunu yaptıklarını ZANNEDEBİLİRLER.
Varlığın içinde bırakın Yüce Allah’ı herhangi bir otorite, herhangi bir felsefe, herhangi bir doktrin ve hatta herhangi bir devlet bile ŞİRK kabul etmez.
Yani akıllı varlık türleri istese bile Allah’ın otoritesine birini ATAYAMAZLAR.
Daha da açık bir ifade ile: Akıllı varlık türleri istese bile hakiki manada Allah’a ortak koşamazlar.
Tüm akıllı varlık türleri koro halinde “Biz falanı veya filanı Allah’a ortak tayin ettik.” deseler, bunu gerçekleştirmek için tüm imkanlarını harcasalar bile bunu gerçekleştiremezler.
İnsan türü sadece tek bir alanda, sadece bir tek şeyde Allah’a ortak koşabilir: KENDİ İRADESİ, KENDİ HAYATI, KENDİ İNANCI.
Onun ötesinde akıllı varlık türlerinin tamamı “Allah ile beraber bir yaratıcı, rızk verici, varlığın sahibi var.” dese NE YAZAR! Onların “var” demesiyle var olmuyor ve olmayacak işte!
Yüce Allah, insan iradesi ve aklı dışındaki hakimiyetinde ve otoritesinde kimseye seçme ve irade etme hakkı ve şansı tanımamıştır. Varlığın şekline de işleyişine de düzenine de sadece O karar vermiş ve sadece O gerçekleştirmiştir. Kimseye danışmamış, kimseden akıl sormamış, kimsenin onayını istememiştir. Ama insan iradesi ve aklı üzerindeki hakimiyeti hususunda insanı muhayyer bırakmış ve insandan bu yöndeki hakimiyetine onların bile-isteye boyun eğmelerini istemiştir. Bu hakimiyetini ise kelimeler ve cümlelerden ibaret olan Kur’an ile insanlara tanıtmıştır.
İnsan, Kur’an okuyacak, Yüce Allah’ın insanın iradesi ve aklı üzerinde nasıl bir hakimiyet kurduğunu Kur’an’dan öğrenecek ve kararını buna göre verecektir. İşte bu O’nun hakimiyetinin göstergesidir. Yüce Allah’ın akıl ve irade üzerindeki hakimiyetini gösteren biricik belge olan Kur’an’ın yanına başka bir kaynağı koymak ŞİRK değilse nedir? Bunu görmezden gelmek küfür değilse nedir? Bunu kaldırıp yerine kıraatleri koymak nifak değilse nedir?
Aklımızı ve irademizi Yüce Allah’ın rızası doğrultusunda nasıl kullanacağımızı söyleyen Kur’an’dan başka bir kaynak mı var ki O’nu ve Kur’an’ı iki ortak olarak görelim.
Aklımızı ve irademizi Yüce Allah’ın rızası doğrultusunda nasıl kullanacağımızı söyleyen Kur’an eksik mi kalmış ki O’nu Kur’an’ın tamamlayıcısı olarak ortak görelim.
insan iradesi, sorumluluk ve şirkin sınırı
Evet, insanın Allah’a ortak koşabileceği, O’nu görmezden gelebileceği, O’nu yerine başkasını koyabileceği sadece bir tek alan vardır, o da İNSAN AKLI VE İRADESİ.
Yüce Allah, varlık içinde sadece akıllı ve iradeli varlıkları yaratılan varlıklar üzerinde değişim yapabilecek kapasitede yaratmıştır. Onlar haricindeki hiçbir varlık varlığın düzenini bozamaz, onda bir değişiklik meydana getiremez.
Şu gezegen içinden insanı alsak gezegenin düzeninde zerre miktarı değişiklik olmaz.
İşte insanın bu düzene iyi ya da kötü yöndeki tesiri de sadece aklı ve iradesi olmasından kaynaklanmaktadır. İnsandan aklı ve iradeyi alsak geride sadece biyolojik kabiliyetleri kalır ki bu kabiliyetler hem gezegenin düzenini bozamaz hem de biyolojik kabiliyet açısından insan türü bir karıncadan bile daha zayıftır.
Yüce Allah biyolojik kabiliyetleri tüm varlık türlerinden daha zayıf olan insanı yaratmış, ona varlıkla uyumlu biyolojik özellikler vermiş, bunun yanında ona her şeyden daha güçlü olan akıl ve irade vermiş ve ona varlıkla uyumlu yaşamasını sağlayacak öğretiyi yani Kur’an’ı göndermiştir.
İnsan yemek yeme hususunda Allah’ın yarattığına ortak koşamaz, uyuma, nefes alma, iki ayağı üzerinde durma gibi biyolojik özelliklerinin herhangi biri hususunda Allah’a ortak koşamaz ama aklı ve iradesi hususunda koşabilir.
Bunu da ancak ve ancak KUR’AN’I EKSİK GÖREREK, KUR’AN’I BAŞKASI İLE TAMAMLANACAK BİR KİTAP OLARAK GÖREREK ya da ONU TAMAMEN VEYA KISMEN GÖRMEZDEN GELEREK YAPABİLİR.
İnsan kendi iradesi hususundaki bir ÖĞRETİYE varlıkları inceleyerek ulaşamaz, ulaşsa bile bu kesin ve şüphesiz bir şekilde inanılacak seviyede ve sahihlikte olmaz. Bu bilgi sadece ve sadece BAĞIŞ yoluyla olabilir.
Şöyle düşünelim: Bir an elimizdeki Kur’an’ı herhangi bir insanın tıpatıp aynı olacak şekilde yazdığını farz edelim. Bu kesin bir şekilde inanılacak seviyede olmaz. Çünkü sahih ve sağlam olması için Kur’an’daki sözleri insan türünün hayal etmemesi, Yüce Allah’ın söylemesi gerekmektedir. Yoksa hiçbir bağlayıcılığı olmaz, olamaz.
“ORUCU SİZE FARZ KILDIM…”
Bu sözü herkes söyleyebilir, herkes bu cümleyi kurabilir. Ama bu cümlenin bağlayıcılığı BU CÜMLEYİ KİMİN KURDUĞU İLE ALÂKALIDIR.
“ÖLÜMDEN SONRA BİR HAYAT DAHA VARDIR…”
Bu cümleyi herkes kurabilir, bu haberi herkes verebilir. Ama bu haberin inandırıcılığı bu haberi KİMİN HABER VERDİĞİ ile alâkalıdır.
“İNSANIN İNSANA YARDIM ETMESİ İYİ BİR ŞEYDİR…”
Kur’an’ın bağlayıcılığı ve temel kaynaklar
Bu cümleyi herkes kurabilir ama bu sözün bağlayıcılığı bu sözü kimin söylediği ile alâkalıdır.
“FALANLAR VE FİLANLAR ALLAH’IN ELÇİSİDİR…”
Bu cümleyi herkes kurabilir ve herkes falan, filan kelimelerinin yerine istediği isimleri koyabilir. Fakat bu cümlenin inandırıcılığı bu cümleyi kimin söylediği ile alâkalıdır.
“BU KİTAP AKILLI VARLIKLAR İÇİN KILAVUZDUR…”
Bu cümleyi herkes kurabilir ve “bu kitap” ifadesinin yerine herhangi bir kitabın ismini de koyabilir. Fakat hakikiliği kimin söylediği ile anlaşılır.
Kısaca Kur’an kendi değerini kelimelerden ve cümlelerden oluşmasından dolayı veya icazından dolayı veya şahane bir metin olmasından dolayı almaz. O, icazı yüksek bir kitap olduğu için değil YÜCE ALLAH’IN KATINDAN GELDİĞİ İÇİN BAĞLAYICIDIR, DEĞERLİDİR, SAHİHTİR, TEK HAKİKATTİR.
O icazından dolayı Allah’ın kitabı değildir; O Allah’ın kitabı olduğu için icaz sahibidir.
Kur’an söz değerini edebi sanatlardan, cümlelerindeki icazdan, kelime seçimindeki dakiklikten almaz. KUR’AN SÖZ DEĞERİNİ YÜCE ALLAH’IN KELÂMI OLMASINDAN ALIR.
Biz icaz değeri çok yüksek olduğu için Allah’ın kitabı olduğunu anladığımız bir kitaba değil, ALLAH’IN KİTABI OLDUĞU İÇİN İCAZ DEĞERİ YÜKSEK OLDUĞUNU DAHA KAPAĞINI BİLE AÇMADAN ANLADIĞIMIZ BİR KİTABA İMAN EDERİZ.
Eğer Yüce Allah bize icazı olmayan ve tamamı kısa ve basit cümlelerden oluşmuş bir kitap göndermiş olsaydı bile BİZ YİNE DE ONA İNANIR, YİNE DE ONA GÜVENİR, YİNE DE ONU KILAVUZ EDİNİR VE YİNE DE ONUN İÇİN CANIMIZI VERİRDİK. Çünkü biz Allah’ı severiz, çünkü biz Allah’a inanırız, çünkü biz O’ndan gelene (her ne gelecekse gelsin) peşinen RAZI OLURUZ.
Bu kitabın değerini kelimeler ve cümleler üzerinden anlamaya çalışanlar bir milyon defa da Yüce Allah’a iman ettiklerini söyleseler bile kesinlikle ve kesinlikle kafirlik ediyorlar demektir.
Bu kitap değerini kelimelerden, cümlelerden veya edebi söz sanatlarından almaz. Bu kitap değerini sadece ve sadece Allah’ın kelâmı olmasından alır.
İşte böylesi bir kitabın yanına bir başka kitap koyup akıl ve irade üzerinde onu da etkili kılmak kesinlikle şirktir.
Allah insan iradesine elini uzatarak müdahale etmez, Allah insan iradesine o iradeyi sıfıra indirecek şekilde melekler göndererek kılavuzluk etmez. Allah insan iradesine kelimeler ve cümleler göndererek müdahale eder, kılavuzluk yapar. Bu kelimeleri eksik görmek Allah’ı eksik görmektir, bu cümleleri bozuk görmek Allah’ı bozuk görmektir, bu kelimeleri yetersiz görmek Allah’ı yetersiz görmektir, bu kelimeleri kılavuzluk yapmakta aciz görmek Allah’ı aciz görmektir. BU KELİMELERE GÖNÜLDEN GELE GELE, BİLE İSTEYE, SEVE SEVE GÜVENMEMEK ALLAH’A GÜVENMEMEKTİR.
tefsir pratiğinin yol açtığı başlıca sorunlar
Yüce Allah Kur’an’daki kelimeleri ve cümleleri bizzat insana görünerek, onunla karşılıklı konuşarak, insanın gözünün içine bakarak söyleseydi ortada ne irade kalırdı ne de akıl.
Aklımıza hürmet eden Yüce Allah “irademiz ve aklımız yerinde dursun” diye bu kelimeleri bize resulleri aracılığıyla göndermiştir. Allah “bu kelimeleri bize bizzat kendisi gözükerek, gözlerimizin içine bakarak söylemedi” diye bu kelimeler karşısında ayak sürümek, O’na küçümser gözle bakmak, emirlerini yapmamak için çeşitli bahanelere sarılmak bir müminin yapacağı bir iş değildir.
Yüce Allah’ın emirleri karşısında “Anlamadım, öyle de anlaşılır böyle de anlaşılır, bu ayet tarihseldir hükmü kalmamıştır, şu nasihtir bu mensuhtur, bu bize değil Yahudi ve Hristiyanlaradır, isteyen yapar istemeyen yapmaz” demek, ya da bir şeyi yapmamak için “şu yok bu yok” diyerek güya ilmî analizlere kalkışmak bir müminin yapabileceği şeyler değildir.
“Covid-19’dan dolayı sokağa çıkma yasağı koyuyorum.” diyen otorite karşısında tıpış tıpış aylarca evinde oturan irade ve akıl şunu bilmeli ve şeksiz şüphesiz iman etmelidir:
Allah’ın kelâmı karşısında mezarlıkta ıslık çalar gibi davranmak KAFİRLİKTİR!
“Senden şu kadar vergi alıyorum.” diyen otorite karşısında tıpış tıpış vergi dairelerinin önünde kuyruk oluşturan irade ve akıl şunu bilmeli ve kesin bir şekilde iman etmelidir:
ALLAH BİR İŞE HÜKMEDİNCE TÜM SEÇİMLER, TÜM İRADELER YOK OLUR VE SADECE BİR TEK SES DUYULUR: “İŞİTTİK VE İTAAT EDİYORUZ.”
Böylesi bir kitabın karşısında olduklarını hiç dikkate almayan müktesebat uleması kelimeleri değiştirmeyi, olmayan kelimeler eklemeyi, fiillerin zamanlarını gerekçesiz bir şekilde değiştirmeyi, akıl almaz yorumlarla gramer kurallarını hiçe saymayı, olanı yok olmayanı da var göstermeyi, sırf sözün icazına takılarak -ki ona da uymamışlardır- Allah’ın kitabını dizayn etmeye ‘TEFSİR’ demişler ‘MEAL’ demişlerdir.
Bu yüzden İŞ BAŞA DÜŞMÜŞTÜR. Çünkü onlar öyle yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar diye Allah’ın kelâmının hükmü kalkmaz.