Başlıklar
ZÜMER 57, HÂKKA 44, 45, 46. AYETLERİ İLE ‘LEV’ EDATI KULLANIMI
Ev tekûle lev enna(A)llâhe hedânî lekuntu mine-lmuttekîn(e)
TDV meali – Veya: Allah bana hidayet verseydi, elbette sakınanlardan olurdum, diyeceği,
Bu ayete verilen yukarıdaki meal sorunludur. Çünkü hem ‘LEV’ edatının kullanımı hususuna dikkat edilmemiş hem de ‘ENNE’den dolayı olması gereken mastar anlamı verilmemiştir.
- Bu ayette ‘LEV’ edatının cezmetmeyen şart edatı olduğu açıktır çünkü cevap fiilinin başında ‘LAM’ vardır. Fakat böyle olmasına rağmen ayette “şart fiili” yoktur. Bu tür kullanımlarda şart edatı ile ‘ENNE’ arasında hazf edilmiş ‘SEBETE’ fiilinin olması gerekmektedir. ‘ENNE’ ile başlayan cümle ise hem bu fiilin fâilidir hem de kendi içinde müpteda-haberdir.
- Hazf edilmiş ‘SEBETE’ fiili açığa çıkınca ‘ENNE’den dolayı ‘ENNE’nin isminin haberine muzafun ileyh yapılması ve anlamın mastara çevrilmesi gerekmektedir.
‘SEBETE’ fiiline verilen “SABİT” manası bir şeyin sürekli ve devamlı olarak aynı hâl üzerinde kalmasıdır. Bu durumda sanki şöyle denmiş oluyor: YAHUT “ALLAH’IN BANA KILAVUZLUK YAPMASI SÜREKLİ OLSAYDI ELBETTE Kİ BEN DE O MUTTAKİLERDEN BİRİ OLURDUM.” DİYECEKLER/DERLER.
Bu söylem ile BAKARA 2. ayetteki ‘HUDEN LİL MUTTAKİN’ ifadesini karşılaştırınca çok ilginç bir şey ortaya çıkmaktadır. Zümer suresinin bu ayetinde ‘MUTTAKİ’ olmak için kılavuzluktan bahsedilirken BAKARA suresinin ikinci ayetinde ise ‘MUTTAKİ’ olunması durumunda kılavuzluktan bahsedilmektedir.
‘MUTTAKİ’ OLMAK İÇİN KILAVUZLUK…
‘MUTTAKİ’ OLUNDUĞU İÇİN KILAVUZLUK…
Bu ayetteki ‘ALLAHU HEDENİYE’ ifadesine “ALLAH BENİ DOĞRU YOLA İLETSEYDİ” şeklinde bir anlam verilmesi durumunda yine ‘fahval hitap’ “AMA İLETMEDİ” gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Oysa Yüce Allah’ın resul göndermesi, resullerle birlikte kılavuz olan kitaplar göndermesi KILAVUZLUK YAPMANIN TA KENDİSİDİR. Kur’an’ın dışında adına “HİDAYET” denilen bir şey yoktur. “HİDAYET” dediğimiz şeyin ta kendisi Kur’an’dır.
Ev tekûle lev enna(A)llâhe hedânî lekuntu mine-lmuttekîn(e)
SV meali – Kalkıp şunu diyebilir: “Beni Allah yola getirseydi ben de çekinerek korunanlardan olurdum.”
Bu ve benzeri meallerde ‘LEV’ edatı ile ‘ENNE’ edatı arasında olması gereken fiilin hazf edildiği dikkate alınmayınca yukarıdaki gibi bir durum ortaya çıkmaktadır… Şart edatı olarak kullanılan tüm ‘LEV’ edatlarında daima ‘FAHVAL HİTAP’ vardır ve bu ‘fahval hitap’ şart olumlu ise olumsuz, olumsuz ise olumludur.
Aslında bu Zümer 57. ayette söz konusu edilen şey Yüce Allah’ın kılavuzluğunun HER ZAMANDA, HER KONUDA VE HER MEKÂNDA olmadığıdır.
Lev edatının Zümer bağlamındaki kullanımı
“EĞER ALLAH BANA DOĞRU YOLU GÖSTERSEYDİ”… (‘FAHVAL HİTAP’ … göstermedi)
“O bana doğru yolu göstermediği için ben de ‘muttaki’lerden olmadım ama eğer gösterseydi ben de kesinlikle o muttaki’lerden biri olurdum.”
Böyle denmiş olmaktadır. Bu söz ister dünyada ister ahirette söylenen bir söz olsun kesinlikle yalan ve yanlış bir sözdür. Ahirette kimse yalan konuşamayacağına göre bu söz dünyada söylenmiş bir söz olmaktadır.
Bu sözü söyleyenler ‘MUTTAKİ’ olmanın gerektiğini bilmekte ama ‘muttaki’ olmamalarının sebebini Yüce Allah’ın doğru istikameti göstermemesine bağlamaktadırlar.
Zümer suresindeki ayetin öncesine ve sonrasına bakıldığında sözün dünya bağlamında değil ahiret bağlamında söylenmiş bir söz olduğu anlaşılmaktadır.
Zaten ZÜMER 59. ayetin başında gelen ‘BELA’ ifadesi bu sözleri söyleyenlerin yanlış veya yalancı olduğuna yeterli kanıttır.
Peki burada Allah’ın doğru istikameti göstermediği mi yoksa doğru istikameti her konuda, her durumda ve her zaman yapmadığı mı söylenmek istenmektedir?
İşte ‘LEV’ edatının cezmetmeyen şart edatlarından olmasından dolayı HAZF edilmiş ‘SEBETE’ fiilinin dikkate alınmaması durumunda söylenmek istenen şey “Allah’ın hiç doğru istikameti göstermemesi” şeklinde anlaşılmaktadır. Oysa konuşan kişiler ‘EL MUTTAKİN’ kelimesini marife olarak kullanmış ve onlardan biri olunması gerektiğini bilmektedirler. Eğer Allah onlara hiç doğru istikamet göstermemiş olsaydı bunlar ‘MUTTAKİ’ olunması gerektiğini nereden bilmektedirler?
Bu noktada hazf edilmiş ‘SEBETE’ fiili açığa çıkınca ve kelimeye de sözlük anlamları içinde bulunan “DAİM OLDU, SAĞLAM OLDU” anlamları verilince hiçbir sorun kalmamaktadır.
ALLAH’IN BANA KILAVUZLUĞU DAİM/SÜREKLİ OLSAYDI ELBETTE Kİ BEN DE ‘MUTTAKİ’LERDEN BİRİ OLURDUM.
ALLAH’IN BANA KILAVUZLUĞU SAĞLAM OLSAYDI ELBETTE Kİ BEN DE ‘MUTTAKİ’LERDEN BİRİ OLURDUM.
Bu söylem tam da günümüz TARİHSELCİLERİNİN söyleminin birebir aynısıdır. Çünkü onlara göre Yüce Allah 610-632 yılları arasında KILAVUZLUK yapmış ama ondan sonra gönderdiği kitabın kılavuzluk yapma kapasitesini zamana, zemine göre UYARLAMADIĞI için kılavuzluk devam edememiştir.
Bu tarihselcilere göre EĞER YÜCE ALLAH’IN KUR’AN’I GÜNÜMÜZ MODERN DÜNYASINDA DA KILAVUZLUK YAPSAYDI ELBETTE Kİ ONLAR DA ‘MUTTAKİ’ OLURLARDI.
AMA Kılavuzluğu sabit olmayınca yani sürekli olmayınca yani sağlam olmayınca ne yapsınlar garipler, ‘MUTTAKİ’LERDEN biri olamamaktadırlar. Ama yanlış anlaşılmasın, çok istemektedirler fakat Allah’ın kitabı kılavuzluk yapmayı sürdüremediği için LİBERAL, DEMOKRAT, LAİK, KAPİTALİST olmuşlardır.
Katılımcı: Ra’d 31’de de benzer bir kullanım var mı?
Velev enne kur-ânen suyyirat bihi-lcibâlu ev kutti’at bihi-l-ardu ev kullime bihi-lmevtâ bel li(A)llâhi-l-emru cemî’â(an)…
Mehmet Okuyan meali – Okunan bir (kitapla) dağlar yürütülseydi veya onunla yer parçalansaydı veya onunla ölüler konuşturulsaydı (o kitap yine bu Kur’an olurdu). Fakat bütün işler, Allah’a aittir…
Ra’d suresindeki ayette ‘LEV’ edatı şart edatı değil. Ne şart var ne de cevap.
Bu ayette ‘LEV’ “olsa bile, olsa dahî” anlamında olması lazım… Meallerde kelimelere verilen anlamları doğru varsaysak bile anlamın şu şekilde olması lazımdı:
KENDİSİYLE DAĞ/LAR YÜRÜTÜLEN VEYA KENDİSİYLE YER YARILAN VEYA KENDİSİYLE ÖLÜLER KONUŞTURULAN BİR KUR’AN (BİR OKUNTU – BİR ÖĞRETİ) OLSAYDI BİLE BİLAKİS EMİR, ALLAH İÇİN OLURDU.
Bu, üzerinde çalışılmamış bir mealdir…
…DİYELİM Kİ KENDİSİYLE DAĞLARIN YÜRÜTÜLDÜĞÜ VEYA KENDİSİYLE YERİN YARILDIĞI VEYA KENDİSİYLE ÖLÜLERİN KONUŞTURULDUĞU HERHANGİ BİR ÖĞRETİ BULUNMAKTADIR BİLAKİS YİNE DE EMİR ALLAH İÇİN OLURDU… şeklinde bir mana var.
Dediğim gibi bu, üzerinde çalışılmamış bir mealdir ama her halükarda M.Okuyan veya diğerlerinin meallerindeki anlam asla değil.
Mehmet Okuyan meali – Okunan bir (kitapla) dağlar yürütülseydi veya onunla yer parçalansaydı veya onunla ölüler konuşturulsaydı (o kitap yine bu Kur’an olurdu).* Fakat bütün işler, Allah’a aittir…
Ayette, “OKUNAN BİR KİTAP—O KİTAP YİNE BU KUR’AN OLURDU.” şeklinde anlam verebileceğimiz hiçbir cümle yok… Parantez içinde veya dışında ayete olmayan cümleler eklemek tahriften başka bir anlama gelmemektedir.
Yukarıya yazdığım, üzerinde çalışılmamış meallere dikkat ederseniz fiiller mastara dönüşüp muzafun ileyh yapılmış durumda… Bunun gerekçesi ‘ENNE’dir.
Ayetteki ‘BİHİ’ ifadeleri de çok önemli… “ONUNLA, KENDİSİYLE, KENDİSİNE GÖRE, ONA GÖRE, ONUN YÜZÜNDEN, ONUN İÇİN, ONA KARŞILIK” gibi anlamlar verilebilir.
Evet, ayete iyice çalışmak lazım ama dediğim gibi her halükârda meallerin verdiği anlamların hepsi sallama…
Ayetteki fiiller meçhul fiiller olunca mastara dönüşmesi de ona göre olmalı
malum…yürütmek
meçhul…yürütülmek
malum…parçalamak
meçhul…parçalanmak
malum…konuşturmak
meçhul…Konuşturulmak
Tabi ki bu kelimelere verilen anlamların da iyi tespit edilmesi lazım… Yukarıdaki manalar meallerdeki manalara göredir.
Lev edatının Ra’d bağlamındaki değerlendirmesi
Ne kadar lânet edilse azdır. Allah aşkına, şu yapılana bakar mısınız?
SV meali önce aşağıdaki ayete şu şekilde mana veriyor:
Vemin kablihi kitâbu mûsâ imâmen ve rahme(ten) ve hâżâ kitâbun musaddikun lisânen ‘arabiyyen liyunżira-lleżîne zalemû ve buşrâ lilmuhsinîn(e)
SV meali – Ondan önce hem bir rehber hem de Allah’ın ikramı olarak Musa’nın kitabı var. Bu Kur’an da yanlış yapanları uyarması ve güzel davrananlar için bir müjde olması için (kendinden öncekileri) Arap dili ile tasdik eden kitaptır[*].
Bu mealde “KENDİSİNDEN ÖNCEKİLERİ ARAP DİLİ İLE TASDİK EDEN” şeklinde mana verilen cümlenin ayetten nasıl çıktığını bir kenara bırakalım… Bir de utanmadan şu dipnotu düşüyorlar:
[*] Kur’an’ın önceki kitapları Arap dili ile tasdik ediyor olması bir zorunluluktur (Ahkâf 46/12). Çünkü o kitaplar son nebinin İsmail aleyhisselamın soyundan olacağını (Tevrat/Tesniye 18:18-19, İncil/Elçilerin İşleri 3:21-23) ve Mekke’den çıkacağını bildirir (A’râf 7/157-158, Tevrat/Tesniye 18:18-19, Mezmurlar 84:5-6, 118:22-26; İncil/Matta 21:42-44).
Şimdi bilmeyen zavallı insanlar bu adamların ne kadar derya deniz olduğunu zannedecekler… Baksanıza Tevrat-İncil-Kur’an, maşallah yemiş yutmuş beyefendiler… Peki, verdikleri dipnotlara bakalım, acaba hakikaten o dedikleri yerlerde onların dedikleri yazıyor mu?
Birinci dipnotları… “Çünkü o kitaplar son nebinin İsmail aleyhisselamın soyundan olacağını (Tevrat/Tesniye 18:18-19, İncil/Elçilerin İşleri 3:21-23”…
Üşenmeden bakıyoruz, acaba hakikaten orada son nebinin İsmail soyundan olacağı yazıyor mu?
TEVRAT-İbrahim Sodom için Yalvarıyor:
16-Adamlar oradan ayrılırken Sodom’a doğru baktılar. İbrahim onları yolcu etmek için yanlarında yürüyordu.
17-RAB, “Yapacağım şeyi İbrahim’den mi gizleyeceğim?” dedi,
18-”Kuşkusuz İbrahim’den büyük ve güçlü bir ulus türeyecek, yeryüzündeki bütün uluslar onun aracılığıyla kutsanacak.
19-Doğru ve adil olanı yaparak yolumda yürümeyi oğullarına ve soyuna buyursun diye İbrahim’i seçtim. Öyle ki, ona verdiğim sözü yerine getireyim.”
20-Sonra İbrahim’e, “Sodom ve Gomora büyük suçlama altında” dedi, “Günahları çok ağır.
21-Onun için inip bakacağım. Duyduğum suçlamalar doğru mu, değil mi göreceğim. Bunları yapıp yapmadıklarını anlayacağım.”
Arkadaş bu metnin neresinden son nebinin İsmail soyundan olacağını çıkardın… Aynı metnin biraz gerisinde bakın ne diyor:
15-Tanrı, “Karın Saray’a gelince, ona artık Saray demeyeceksin” dedi, “Bundan böyle onun adı Sara olacak.
16-Onu kutsayacak, ondan sana bir oğul vereceğim. Onu kutsayacağım, ulusların anası olacak. Halkların kralları onun soyundan çıkacak.”
17-İbrahim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, “Yüz yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?” dedi, “Doksan yaşındaki Sara doğurabilir mi?”
18-Sonra Tanrı’ya, “Keşke İsmail’i mirasçım kabul etseydin!” dedi.
19-Tanrı, “Hayır. Ama karın Sara sana bir oğul doğuracak, adını İshak koyacaksın” dedi, “Onunla ve soyuyla antlaşmamı sonsuza dek sürdüreceğim.
20-İsmail’e gelince, seni işittim. Onu kutsayacak, verimli kılacak, soyunu alabildiğine çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak. Soyunu büyük bir ulus yapacağım.
21-Ancak antlaşmamı gelecek yıl bu zaman Sara’nın doğuracağı oğlun İshak’la sürdüreceğim.”
22-Tanrı İbrahim’le konuşmasını bitirince ondan ayrılıp yukarıya çekildi.
Bu adamlar nasıl böyle bir sahtekarlığı yapabiliyorlar, akıl alır gibi değil!
Nasıl böyle ahmakça bir yalana sarılıp Yahudilerin elindekini meşru hale getirmek için çırpınırlar, anlamıyorum.
Peki İNCİL’de öyle yazıyor mu? … Dipnotta verdikleri pasaj şu şekilde:
21-Tanrı’nın eski çağlardan beri kutsal peygamberlerinin ağzından bildirdiği gibi, her şeyin yeniden düzenleneceği zamana dek İsa’nın gökte kalması gerekiyor.
22-Musa şöyle demişti: ‘Tanrınız Rab size, kendi kardeşlerinizin arasından benim gibi bir peygamber çıkaracak. O’nun size söyleyeceği her sözü dinleyin.
23-O peygamberi dinlemeyen herkes Tanrı’nın halkından koparılıp yok edilecektir.’
24-”Samuel ve ondan sonra konuşan peygamberlerin hepsi bu günleri duyurdu.
25-Sizler peygamberlerin mirasçıları, Tanrı’nın atalarınızla yaptığı antlaşmanın mirasçılarısınız. Nitekim Tanrı İbrahim’e şöyle demişti: ‘Senin soyunun aracılığıyla yeryüzündeki bütün halklar kutsanacak.
Arkadaş, bunun neresinden son resulün İsmail soyundan çıkacağını yazdığını çıkardın?
BUNUN NERESİNDEN SON NEBİNİN İSMAİL SOYUNDAN VE MEKKE’DEN ÇIKACAĞINI ÇIKARDIN?
42-İsa onlara şunu sordu: “Kutsal Yazılar’da şu sözleri hiç okumadınız mı?
‘Yapıcıların reddettiği taş,
İşte köşenin baş taşı oldu.
Rab’bin işidir bu,
Gözümüzde harika bir iş!’
43-”Bu nedenle size şunu söyleyeyim, Tanrı’nın Egemenliği sizden alınacak ve bunun ürünlerini yetiştiren bir ulusa verilecek.
44-”Bu taşın üzerine düşen, paramparça olacak; taş da kimin üzerine düşerse, onu ezip toz edecek.”
45-Başkâhinler ve Ferisiler, İsa’nın anlattığı benzetmeleri duyunca bunları kendileri için söylediğini anladılar.
BUNUN NERESİNDEN ÇIKARDIN BE YALANCI SAHTEKÂR, YAHUDİ KILIKLI MENDEBUR!
ALLAH’IN LÂNETİ, ONUN TERTEMİZ AYETLERİNİ YAHUDİLİK HATIRINA TAHRİF EDENLERİN ÜZERİNE OLSUN!
O pasajın neresinde son nebinin İsmail soyundan ve oradan çıkacağı yazıyor veya bu nasıl çıkıyor? İnanın Yahudiler bile bu adamların yaptıklarına gıpta ile bakıyordur.
Em hasibe-lleżîne fî kulûbihim meradun en len yuḣrica(A)llâhu adġânehum
Yahudi ve Hristiyan metinlerinin atıflarına itirazlar
SV meali – Yoksa kalplerinde hastalık olanlar, içlerindeki kini Allah’ın ortaya çıkarmayacağını mı sanıyorlar?
Velev neşâu le-eraynâkehum fele’araftehum bisîmâhum(c) veleta’rifennehum fî lahni-lkavl(i)(c) va(A)llâhu ya’lemu a’mâlekum
SV meali – Tercihimiz farklı olsaydı onları sana gösterirdik, sen de yüzlerinden tanırdın. Ama onları, sözlerinin içeriğinden tanıyabilirsin. Allah bütün işlerinizi bilir.
Bu iki ayete verilen meal yine SV’ye ait… Bu tam tamına onları tarif ediyor… İşte bu ayetlerin altına yazdıkları meallerin hepsi ‘Fİ LAHNİ’ L KAVLİ’ yani “BU KAVLİN LAHNI HAKKINDADIR.”…
Evet, kalplerinde hastalık olanların tanınması onların göğüslerini açıp kalplerine bakmak değil… BU KAVLE EKLEDİKLERİ LAHN’LAR ÜZERİNDEN OLACAKTIR.
Alçak herifler tahrif etmeye, eklemeye ve çıkarmaya o kadar alışmışlar ki hiçbir eklemenin gerekmediği yerlerde bile ekleme yapmadan duramıyorlar… 30. ayette geçen ‘Fİ LAHNİL KAVL’ ifadesini meallerine “SÖZLERİNİN İÇERİĞİ” şeklinde çevirmişler, oysa ayette “SÖZLERİNİN” şeklinde bir isim tamlaması yok ve ‘LAHN’ kelimesinin anlamı da “İÇERİK” değil.
Kalbinde hastalık olanları, Yahudi olduğu halde mümin gözükenleri, münafıkları, fasıkları anlamanın tek yolu onların mübarek Kur’an’a nasıl yaklaştıklarıdır!
Kur’an’ın ifadelerini ‘EL KAVLU’L LAHNU’ yani hatalarla dolu ‘kavl’ hâline getirenlerin ALLAH İLE TÜM BAĞLARI KOPMUŞTUR.
İSTERSE ALINLARI SECDEDEN KALKMASIN.
Velev tekavvele ‘aleynâ ba’da-l-ekâvîl(i)
(Resulümüz Muhammed) Bize karşı birtakım sözler uydursaydı,
Le-eḣażnâ minhu bilyemîn(i)
elbette onu kıskıvrak yakalardık.
Śumme lekata’nâ minhu-lvetîn(e)
Sonra kesinlikle onun şah damarını koparırdık.
Bu ayetleri bu şekilde bölmek ‘LAHNİ’L KAVL’ değil mi? Bu ayetlere bu şekilde mana vermek ‘LAHNİ’L KAVL’ değil mi?
EĞER O SÖYLENTİLERİN (rivayetlerin) BİR KISMINI BİZE ATFETMEYE KALKIŞSAYDI ELBETTE Kİ ONDAN YETKİLERİNİ ALIRDIK, SONRA ELBETTE Kİ ONUNLA TÜM İLİŞKİLERİ KESER KOPARIRDIK.
Evet, bu meal de çalışılmamış bir mealdir ama üstünkörü bir çalışma bile ayetlerin onların dediklerini demediğini anlamaya yeterlidir.
Yukarıdaki ayetlerin 3 ayet şeklinde olmasının mümkün olmadığını şart cevap cümlesinin şartının bir cümle, birinci cevabın ikinci cümle, ikinci cevabın üçüncü cümle olmayacağını bu Yahudi kafalı mahlukat görmüyor mu? Kesinlikle görüyor ama onlar Allah’ın dosdoğru ayetlerini ‘LAHNİ’L KAVL’ hâline çevirmede bir beis görmüyorlar.
Böyle meallere hiç dikkat etmeyen sürü kılıklı mahlukat ise hâlâ duruma şaşırarak “YAHU, BİR SİZ Mİ ANLADINIZ, BİR SİZ Mİ DOĞRUSUNUZ, HERKES YANILDI DA DOĞRU OLAN BİR TEK SİZ Mİ KALDINIZ?” diyecek.
Bu ayet bölünmelerine dikkat etmeyen başka bir güruh ise bu şekilde bölünmüş ayet sayıları üzerinden MUCİZE devşirecek.
AHMAKLIK PAZARDA SATILAN MAL OLSAYDI BU GÜRUH ONDAN BAŞKASININ SATILMASINI YASAKLARDI. AHMAKLIK YEMEK OLSAYDI BU GÜRUH ONDAN BAŞKA YİYECEĞİ HARAM SAYARDI.
Son birkaç gündür Kur’an’daki ‘LEV’ edatlarına çalışıyorum… Kur’an’da 185 defa geçen bu edatın 5 kullanım biçiminin hepsi de kullanılmış… Birçok yerde şart edatı olarak kullanıldığı halde şart fiili hazf edilmiş ve edattan sonra ‘ENNE’ gelmiş… 38 yerde ‘VE LEV ŞAELLAH’ veya ‘VE LEV NEŞAE’ şeklinde geçmiş.
‘VE LEV ŞAELLAH’ şeklinde geçen yerlerin hiçbirinde Yüce Allah’ın istemediği bir işe zorlandığına ya da mecbur bırakıldığına dair tek bir işaret dahî yok. Tam tersi hepsinde Yüce Allah’ın ezeli iradesine delâlet edilmiş.
Bu kullanımların hiçbirinde “İNSAN iradesine sınır getirildiğine” dair de tek bir iz yok. Yine tam tersi hep “insan” kastedilen anlamın “insan iradesinin sonucu” olduğu belirtilmiş.
Bunun yanında edat öyle anlamların kapısını açıyor ki felsefenin ve kelamın binlerce yıldır üzerinde konuşa konuşa çözülemez düğüm haline getirdiği meseleleri birkaç kelime ile yerle bir etmekte.
Meal ve tefsir ulemasının ÜSTÜN ÇABALARI ile bu edatın da canına okunduğunu da yine kahrolarak gördüm.
Sadece bu edat üzerinden ortaya çıkan hakikatler bile Yüce Allah’ın kitabını kendisine kılavuz edinmiş her mümin için gökten yağan yağmur gibi ELHAMDÜLİLLAH… Ben tüm iliklerime kadar 185 kez daha bu kitabın eşsiz bir kitap olduğuna imân ettim.
Allah’a yemin ederim ki içinde sadece ‘LEV’ edatının geçtiği ayetler bile insan türünün binlerce yıldır çözemediği problemlerin üstesinden gelmeye yeterlidir.
ALLAH HEPİMİZİ KUR’AN’INDAN MİLİM ŞAŞMAYAN KULLAR HÂLİNE GETİRSİN.