Leyse Ke Mislihi Sey Un

‘LEYSE KE MİSLİHİ ŞEY-UN’

فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجًاۚ يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
Şûrâ 42 / 11

Fâtiru-ssemâvâti vel-ard(i) ce’ale lekum min enfusikum ezvâcen vemine-l-en’âmi ezvâc(en) yeżraukum fîh(i) leyse kemiślihi şey-un vehuve-ssemî’u-lbasîr(u)

TDV meali – O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.

İfadenin nahiv değeri ‘LEYSE ŞEYUN KE MİSLİHİ’ şeklindedir. Yani ‘leyse’nin ismi ‘ŞEYUN’dur. Biz ifadeyi “HİÇBİR ŞEY O’NUN MİSLİ GİBİ DEĞİLDİR.” şeklinde dile getiriyoruz ama siz de takdir edersiniz ki “misli gibi” ifadesi Arapça bir ifadedir ve Türkçedeki karşılığı bu değildir yani ‘ke mislihi’ ifadesini olduğu gibi Türkçeye aktarıp “misli gibi” şeklinde ifade etmek doğru değildir.

Aslına bakılırsa uzun bir cümlenin içinden sadece bu ifadeyi almak da doğru olmaz çünkü bu ifade, geçtiği cümle içinde anlam kazanır.

Bu cümle Şûrâ suresinde kendisinden en az 3 ayet önce başlayan ve kendisinden sonra da en az 6 ayet devam eden bir pasajın içinde geçen bir cümledir.

Bu ifadede bir benzetme yapılmıyor, tam tersi bırakın Allah’ı, Allah’ın mislinin dahî bir benzetmeye konu olamayacağından bahsediyor.

‘MİSL’ ifadesi bütün benzetme edatlarının içindeki en kapsamlı benzetme edatıdır (isim).

Bu ifadede kelimenin ‘MESEL’ değil de ‘MİSL’ şeklinde gelmesi de başka bir boyut açmaktadır. Bir yandan “Yüce Allah’ın bir benzetmeye konu olamayacağı” manasını verirken diğer yandan “var olanların yani ŞEY olanların (hâşâ) Allah’ın bir parçası olmadığı” anlamını da vermektedir.

Hani diyorlar ya “Ben bende değilem, bir ben var benden içeru” diye… Bu söyleme de “Hayır, bu doğru değil!” diyor.

‘Vahdet-i vücud’cuların “her bir cismin aslında (hâşâ) ‘Allah’ olduğu” söylemine de “Hayır, olmaz!” diyor.

Bu ifade her boyutta “Allah” ile “ŞEY” arasında en ufak bir TEMSİLİYETİN olmayacağı anlamına gelmektedir.

Varlık, zaman ve mekân tasavvuru

Aslına bakılırsa Kur’an’ı baştan sona didik didik edelim, “Allah” hakkında karşımıza hep O’nun ne olduğu değil ne olmadığı çıkar.

Tek başına bu ifade “ALLAH’IN MİSLİNİN GİBİSİ OLAN HERHANGİ BİR ŞEY YOKTUR.” gibi bir anlama gelmektedir. Bu ifadede de “Allah”ın ne olduğu değil ne olmadığı anlatılıyor. “Allah’ın misli gibi olan bir şey yoktur/olmaz.” cümlesinden sonra elde kalan tek şey “O, O’DUR.”dan başka bir şey değildir. Bu bile bir tanım değildir. Çünkü ne “O”yu bilebiliriz ne de “O’DUR”u bilebiliriz.

İfadenin içinde geçtiği pasaj aslında “varlık ve varlığın yaratılışı”ndan bahseden bir pasajdır yani “Allah”tan değil “varlık”tan bahseden bir pasajdır. Pasajda bahsedilenleri azıcık düşünenler İLTİZAMİ olarak bütün bunları var eden bir ZÂT’A ulaşırlar. Hepsi varlıktır ve her varlık beraberinde ZAMAN, MEKÂN VE EŞYA’yı getirir. Zaten insan bunlardan bağımsız düşünemez. “Zaman” denilince bir hafıza, “mekân” denilince bir eylem, “eşya” denilince eylemin sonucu gelir insan aklına.

İnsan “hafıza, eylem ve eylemin sonucunu” daima müşahhas bir zâta yani ŞAHISLAŞTIRDIĞI bir zâta izafe eder. Bundan başkası gelmez elinden.

İşte insanın bu mecburiyeti “Allah” hakkında verilen her haberi de ŞAHISLAŞTIRMAK gibi bir eyleme götürür.

Allah şahıslaştırılırsa O’na izafe edilen fiillerin ve isimlerin tamamı da artık bir ‘NİD’ olur.

‘NİD’, bir sıfata ortak olabilen ikinci taraftır ve ancak iki taraf varsa ‘NİD’ vardır.

Mislin olmaması ve nid kavramı

İşte, ayetteki ‘LEYSE KE MİSLİHİ ŞEYUN’ ifadesi tam da bunu engellemek için söylenmiştir.

Mesela, biz ‘BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM’ diyoruz. Bu ifadede bir isim, iki de sıfat kullanıyoruz. İsimler bir kişiyi onunla bilinir hâle getirmek içindir. Oysa “Allah” dendiğinde bir bilinenden değil bir bilinmeyenden ve bilinemeyecek olandan bahsediliyor denmektedir. Böyle birine izafe edilecek her sıfat, her fiil MİSLİ olabilecek veya MİSLİ GİBİSİ olabilecek şeyler olmazlar, olamazlar.

Türkçede “AMCA BABA YARISIDIR, TEYZE ANNE YARISIDIR.” şeklinde sözler vardır. Bu sözler aslında “Amca babanın yarısını temsil eder, teyze annenin yarısını temsil eder.” anlamına gelmektedir oysa ne annenin ne de babanın yarısı, çeyreği olur. Evet, bizzat kendisi olmaz ama MİSLİ olabilir.

İşte ayetteki ifade “Yüce Allah’ın sıfatlarında ve fiillerinde ne çeyrekte ne yarımda ne milyarda bir ne de sonsuzda bir bir mislinin olamayacağı” anlamını vermektedir.

Tek başına bu ifade insan türünün metafiziğe dair tüm söylemlerini kaldırıp çöpe atmaktadır.

Şirkin zeminini yok eden ifade de bu ifadedir çünkü “şirk koşmak” ancak ve ancak tarafları bilinen bir durum için söz konusu olabilir. Hadi diyelim ki insan taraflardan birini çok iyi bildi, diğer tarafın ne olduğuna dair bir tanım getiremiyorsa, fiillerini ve sıfatlarını “GİBİ” olarak bile ifade edecek bir düzlem bulamıyorsa nasıl ortak koşacak ki! Yani insan istese bile, tüm güçlerini bir araya getirse bile Yüce Allah’a gerçek manada ORTAK koşamaz.

Bu yüzden kişi Yüce Allah’ın ortağı olduğuna İNANIR, sadece inanır.

İnanç, şirk ve insanın temsili

Belki şu uzay çağında biraz uçuk bir ifade olacak ama “İNSANIN TÜM FİİLLERİ, DÜŞÜNCELERİ, TASAVVURLARI SADECE İNANÇ TEMELLİDİR.” cümlesini kurmadan geçemeyeceğim.

Herkes kendisini İNANÇTAN uzak sanır ama aslında sadece inancı vardır yani insanı yaşatan şey (doğru-yanlış fark etmez) sadece inançtır.

Şirk veya küfür veya bunların alt şubeleri her zaman için ‘KEMİSLİHİ ŞEYUN’ temeline dayanmak zorundadır.

O’nun mislini “ŞEY” yapmadan ne şirk koşmak ne de kafirlik etmek mümkündür.

Sadece MİSLİNİN GİBİSİ olanlara şirk koşulur, sadece MİSLİNİN GİBİSİ olanlar görmezden gelinir, mislinin gibisi bile olmayana şirk koşmak veya O’nu görmezden gelmek mümkün değildir çünkü.

Asla görülemeyeceğine inandığınıza nasıl ortak koşabilir, nasıl görmezden gelebilirsiniz ki!

Kavramlar: